- T T - *r/ ^
Zeki Üngör'le Konuştuk
Son günlerde bizim bir ya zımızda bir ( İstiklâl mar şı) m eseresi çık tı: İstiklâl marşımız, çok ağır tempo lu olduğu, bestesinin de güftesine uymadığı ileri sürülerek, otuz yıldan beri ilk defa tenkide maruz kal dı, Hattâ bu arada, beste kârı tanınmış orkestra şe fi ve viyolonist Zeki Ün- gör’ ü (rah m et'e) ananlar b; 'e bulundu. Halbuki; Cumhur Riyaseti Orkest
rasının da kurucusu olan değerli sanatkârı, hamdol- sun dipdiri, ve senelerden beri milyonlarca insanın seve sev e çalın s ö y ’ ediği, pek sevdiği ( İstiklâl mar ş ı) hakkındaki bu son söy lentiler üzerine, büsbütün çantanmış bir delikanlı he- yecaniyle kendini ve ese rini müdafaa eder durum da bulduk. Sorduğumuz sualleri büyük bir h eye
canla cevaplandırdı.
— Ne garip. inlardır bunlar kı, hiç b ,-r esaslı bi’ gîve dayanma dan, ya-avan adam’ arı eser’ eriy- ’ e beraber, bir hamlede öldürmek istiyorlar. Al'ah bunların şer rin den cüm'emi.ıi, bi'hassa san’at- kâr'n.n muhafaza ebesin ..
Dive hak’ ı üzüntüsünü be lirten savın Zeki Üngör şöy'e devam etti:
— Hem bn kadar münakaşaya ne hacet.. Güfte meydanda. Daha iyi beste yansın’ ar..E5er basta A . tatiirk olmak üzere, dünyanın tak. dir ettiği ve bunca y ı’ dan beri bir milletin benimseyecek çağ’ r- d -fı bn marstan daha giizeb'n’ ya-nar’ a-sa em:n obtn, bcrîtecien evvel ben; bunu kabul edin, diye kosarm .
Hayır bu mars katiyen ağır de ğildir ve viirümek icm dçiH'd’ r. Ayakta d'n’ enmek içindir Amma sen, ona uvarak yürüyecekmiş sin, bana ne?
— Atatürk de beğenmişti de dim r ’
— F.vet... Zaten i’k dm.liyen de O ’ di. Ben bu marsı büyük zaferi miiteak’ p. îstanhu’ da yaomıs- t’ m. O s'rada henüz Istanbıı’ Ma Mıızika- i Hümayun Muallimi idim.
Bir akşam ziyaretime ge’ en Talim ve Terbiye heyeti âzasın dan Haydar beyle içiyorduk, îlkokui öğretmen erinden İhsan da gelmişti. Bana süvarilerimizin İzmire nasıl girdiklerini anla
tırken, kendimi tutamadım, ke men p-'yanomm basına geçerek marşa bas'adım. H iç bir haz’ rli- ğım yoktu. O anda duvduğum heyecan’ a parmaklarım k’ evyele- rin ü^fer'nde kayıyordu. Bir kaç figür daha yaptım. (— Aman pek güzel... Bunu marş yapalım.A de- dper. H 'C bir kararım yoktu, ba- kabm, fi’ ân.. dedim. Krtesi sabah kalktım, baktım, bu melodi hiç bir şeye benzemiyor. Bunun üs tünde ehemmiyet vermeden, âde ta lâf olsun dive birkaç giin daha çalıst'm. Muzi''a-i Hümayundaki arkadaşlara gösterdim. Güzel buldular. Nihayet bir müddet da- lig r*qTT«5nrî»V t amam* a m. Viva- na Konservatuvarı direktör’ iiğüne gönderdim on'ar da bçvenmis’ er, verd’ k'eri cevaota: (Bu marşrn çok eksant'rik olduğunu) beyan la tebrik edivor’ard'. Ben de iş te o zaman, bu memleketin mar sı bu olacaktm, dedim. O sırada Gazi ben' Ankara’ya çağırmıştı. Gittim. Görüştük. îstanbuldaki müessesenin Ankara’ya . nak’ ini envr buyurdular. Bu uzun bir hi- kâvedir. Günkü beniiz İstanbul’ da buhman Sultan Vabidettîn’in ha beri olmadan nalr! isini vaumak 'âzım ge’ ivordu. B ir havli korku lar geçirerek, nihayet öylece de yaptık.
150 kişilik heyeti bütün Ieva- zımiyle dört vagona yükliyerek, Ankara’ya naklettik. Hiç unut mam, Ankara istasyonu ambar
larının birindeki alt kata yerleş miştik. Üst katta da muhafaza taburu vardı.. İşte o esnada An kara’da - gahba ilk . balo verili yordu. Gazi gelirken, orkestraya bu marşı ça’ d r d m ve gittim kendisine: (— Paşam, marş’ nız budur.) dedim. Verdikleri cevap, aynen şu olmuştu: (— Allah ra zı olsun Zeki bey... Çok beğen dim, aferin!...)
Bir lâhza susarak, düşündü ve şöyle devam etti:
— Kendi eserimi methetmek bana düşmez, amma, anlayan’ arın ittifakla tasdik ettik’ erine göre, bu marşımız, bütün marşların ;- cinde, en güzelidir- Şimdi bunu,
biz kendimiz fenalaştırmak mı istiyoruz, an’ ıyamıyorum...
Dokunmak istedikleri nokta lara, gelin bir daha bakalım. N o tadan en iyi anlaması lâzım ge- 'en. Nadir Nadi bey oğlumuz, ba kın ne diyor:
(İstiklâl marşe, bestesine hâ kim olan duygular itibariyle ne Grave, ne de majestosu tem po larına uymuyor. Bu, bestecinin - yani benim . söylediği gibi bir tempo alla marcica’d'r. Çelik a- dımlarla yürüşlere yakışacak şe kilde çalınmaiı ve söylenmelidir.) Bir kaç satır aşağıda da şu cü m le var:
(D eva m ı 32. Sayfada)
Üstat Z eki Üngör, önce kemanı öpüyor, sonra da Şopenden bir parça çalıyor...
-
16
İstiklâl Marşı Bestekârı
(Baştarafı 16. Sayfada)
(İstik'1, âl marşımızın bestesi güftesine doğrusu pek uymu yor. Hele
Sönmeden yurdumun üstünde tü ten en son ocak O benim milletimin yıldızıdır parlayacak. Şeklinde göbeğinden parçala nan mısraın insanı ıkıntıya zor layan darmadağın bünyesi, bir atlılar hücumunun temposuna uydurarak söylemek bir hayli güç olsa gerek...)
Şimdi, beni dinleyin: Bir kere bu marş bir tempo alla marcica değildir. Yalnız metronomu bir dörtlük 80 dir. Bu seksenden maksadımız bizim metromon du cnenzel dediğimiz saatte 80 dir. Onun için bu marş da katiyen a- ğır değildir. Hele (Y eni Sabah) gazetesindeki meçhul tenkidcinin dediği gibi (sütçü beygiri) bu rnunla yürümez. Böyle bir iddia,
sadece cehalet eseridir ve ya'nız, körü körüne yahut bir maksadı mahsusla bu eseri mutlaka kötü lemek arzusudur.
Göbeğinden parçalanmak ve ıkıntı vermek iddiasına gelince, bunu iddia eden eski talebem e- ğer notaya bakmasını bilseydi, bu notada; o benim ke’ imesinin (b e) si üstünde ne nokta, ne de başka bir şey bulunmadığını gö rür ve nazariyat noktai nazarın
dan hiç bir işaret bulunmayan bu (fa ), nın hakkını vererek ça lınınca ve söylenince, ne göbek ten parçalanmak, ne de ıkıntıya uğramak meselelerinin bahis ko nusu olamııyacağını görür, anlar dı.
Hulâsa; m illî bir marşta, bulun ması lâzım olan 1 — melodi ek santrik, yani başka hiç bir me lodiye benzememek, 2 — Ufak, kısa, yani dakikalarca ayakta bekletmemek, 3 — O milletin büyüklüğüne, ihtişanrna, cengâ verliğine, hamasetine, kahra manlığına uygun ve şamil o'mak şartları bizim İstiklâl marşımız da tamamen vardır.
Burada bir noktaya daha ce vap vermek isterim ; (Yeni Sabah) m beni öldüren meçhul tenkidcisi, bu cinayetiyle iktifa etmiyerek, bir de İstiklâl marşı mızın başka eserlere benzediğin den de bahsediyor ki, bu da bil gisizlik nümunesidir.
Bu gibi tenkid’ erde (başka e- sere benziyor)denmez, hangi ese re benzediği açıkça söylenir. Böyle bir şey varsa, isim tasrih ederek söylemelidir. Ben İstik lâl marşımızın, hiç bir esere benzemediğini biliyor ve iddia ediyorum. Aksini ispat ederlerse^ derhal gider bunu ispat eden kar şısında saygı ile eğilirim.. İşte İm kadardır, bu hikâye..