I 14 EYLÜL 1995 PERŞEMBE ____________________________ _______________________ _____________________ C UMHURİYET
« j r i
— ,J~
KULTUR
GRAM OFON İĞNESİ
SELİM İLERİ
Attilâ Ulıaıı’la Otuz Yd...
.. .Belki de otuz yılı aşkın bir zaman di limi. Çünkü Sisler Bulvan’yla ne zaman karşılaştığımı çok açık seçik hatırlayamı yorum. Yani hangi tarihte. Yoksa mev sim, şimdiki gibi ayazını sürdürüyor.
Taksim’den Galatasaray’a doğru yü rüyenler, altmışlı yıllara geri dönerlerse yüzümüz Tünel yönünde, sağ koldaki küçük camekânlı, dar kapılı kitapçıyı gözlerinin Önüne getirebilirler: Ma- dam ’ın kitapçısı. Madam, daima siyah lar giyer, saçlan daima kırçıl kocakarı topuzudur. Yüzü asık, dudakları ve elle ri titrek; kendini kitaba, edebiyata ada mış görünür. Dükkândan içeriye adım atmanıza izin vermez, aradığınız, istedi ğiniz her kitabı içerideki dehlizden ken di bulup getirir.
Kendisine bazan oğlu yardım eder. Oğlu da anne gibi ufak tefek, çelimsiz, sözümona daha güleryüzlüdür. Oğul ki- mileyin, özellikle yaz günleri, dar kapı da durur, soluklanır. Sonra bu oğul iki de birde ortadan kaybolur. Cihangir’de kitaba meraklı son hanımların istihbara tına bakılırsa, Madam’ın kitapçısında gizli dolar alışverişleri filan da olmakta dır. “.„Polis basmış, M adam’m oğlunu
götürmüş-.” denir.
Ablamın yan ders yılında okuyup öze
tini çıkaracağı roman, Yakup Kadri’nin
Yaban’ıdır. Yaban, koskocaman Kitap
Sarayı’nda bile bulunamamış, sonra tav siye üzerine gidilmiş, Madam’m kitap çısında çarçabuk ele geçirilmiştir.
Dar kapıya asılı cep kitaplarından bi rinde, tam o sıra fark ediyorum, sisli bir bulvar, sislere kanşmış ışıklar kapak ilüstrasyonu olup çıkmıştır. Ablam cilt li Yaban’ı kanştınrken, o kitaba dalıp ka lıyorum: Attilâ İlhan / Sisler Bulvarı. Ama o an Attilâ adını beylik alışkanlık la Atillâ okuyorum. (Bu yanlış okuma nın öyküsüne az sonra değineceğim.)
Sisler Bulvan.. bir roman!
Mutlaka roman olmalı. Şiir sanatın dan o kadar nasipsizim ki, ders kitapla rımızdaki manzumeler bir ölçek heye canlandırıyor, babamın Namık Ke
mal’den, Tevfik Fikret’ten okuduğu ez
bere dizeler -hep de aynı dizeler- bende kesin bir bıkkınlık uyandırmış.
Bir roman: Sisler Bulvan!... Adı bile bin çeşit macera uyandınyor. Gidip ge liyorum, Taksim-Tünel, Tünel-Taksim; nihayet harçlığımı elden çıkarmak paha sına Sisler Bulvarı’nı ediniyorum. Dedi ğim gibi, ayazlı, soğuğu içe işleyen bir kış günü. Koşar adım Cihangir’e, evimi ze dönüyorum. ‘Atillâ Ilhan’ın Sisler
Bulvarı romanını okuyacağım; bir an ön ce okumalıyım.
Bu satırlan yazarken yıllar, dönem ya vaşça beliriyor, bir otuz üç otuz dört se ne geçmiş olmalı. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyim, edebiyatı sürükleyici ro manlar sanan, derslerinde başansız, ada makıllı sıkılgan, içine kapanık, hayli tu tuk bir öğrenci. Sisler Bulvan’ndan bir denbire şiirler dökülüşüyor ve hayal kı rıklığı çıkageliyor, bastırdıkça bastırıyor.
Ama çok kısa bir süre!
“Son yolcunun adı...” ________
Paramı sokağa attığım kanısıyla sav rulmuşken, kitaba adını vermiş şiir, duy gumda ve imgelemimde fırtına yaratı yor: “elinin arkasında güneş duruyordu
/ aylardan kasımdı üşüyorduk / ağacın biri bulvarda ölüyordu / şehrin camlan kaygısız gülüyordu / her köşe başında öpüşüyorduk”
Hemen şu dizelerle Aksaray’ı, Lâle li’yi, bütün o semtler silsilesini alınılı yordum. O zamanlar annemin halası Ne
zihe Hala Laleli ’de oturduğundan, biz de
sık sık gidip geliyor, şehrin bu yöresin de yeniyle eskinin tuhaf kayııaşmışlığı- na her defasında kapılıyordum. Cadde de o zaman için yeni, modem yapılar,
derken git git, ara, arka sokaklarda hâlâ kafesli, cumbalı, birbirine yaslanmış ah
şap evler. Attilâ Ilhan’ın ünlü şiiri “Sis
ler Bulvarı”, kitap kapağındaki ilüstras- yon söze dökemediğim o kapılıp gidişe birer yorum getirmişti.
Bu şiiri üst üste kimbilir kaç kez oku dum. Öylesine heyecanlanmıştım ki, ilk dizelerden sonra durakalıyor, gerisini, şi irin bütününü aralıklarla okuyabiliyor dum. “Sisler Bulvan” sevdiğim ilk şiir oldu.
Attilâ İlhan, kitabının yeni basımla rında şiirin öyküsünü kaleme getirdi. Sislerin sarıp sarmaladığı bulvan Pa ris’te sananlar olmuş. Gerçekten de öy le: Daha 1970’lerde okuryazar, hatta şi ire düşkün bazı dostlanm “Sisler Bulva- n ”ndan ezbere dizeler okurlar, nedense
“yenikapı’da bir tren vardı”dizesini at
layıp, Paris tutkulanndan söz açarlardı. Oysa Attilâ İlhan şöyle yazıyor:
“bu pek ünlü şiiri çoğu paris’te yazdı ğımı, adı geçen bulvarın paris bulvarla- nndan birisi olduğunu sanır, öyle değil dir, şiiri paris dönüşü, lâleii’de, şair nigâr sokağı’nda emekli öğretmen melâhat ha- nım’ın evinde pansiyon kalırken yazdım, atatürk bulvan üzerinde, o zaman gün seli pastanesi diye bir pastane vardı, ak
şamlan oraya düşer, sonbahar sisleri ba sıp sokak lambalan puslu puslu yandı mı, yürüyerek taa atatürk köprüsü’ne kadar inerdim...”
İşte “Sisler Bulvan”ndan başlayan yüksek gerilim bütün kitaba yayılıyor, Attilâ Ilhan’ın gergin şiirlerinde bir ma cera yolculuğuna çıkıyordum. Bu şiirle rin dile getirdiklerini tam anlayabilmiş, duyumsamış mıydım diye sormamak ge rekir, Elbette anlayamamış, duyumsa- mamıştım. Yalnız bambaşka bir dünya da yol aldığımı sezinlemekteydim:
“son yolcunun adı attilâ ühan’dı / mi yoptu kısa boylu bir adamdı / dostu yok tu yalnızlığı vardı / yazı makinasıyla bin mişti / bizimle konuşmaktan çekinmişti / gözlerini görseniz korkardınız i polisten kaçıyor derdiniz/ bir cinayet işlemişti der diniz / halbuki kendinden kaçıyordu”
Gitmek duygusunun böylesine yoğun dışa vurduğu bir şiir, akıllara durgunluk verici evcilliğime karşın, bende derin iz bırakacak; yıllar yılı, ikide birde, gitmek, kendimden kaçmak, her şeyden uzaklaş mak tutkusuyla kavrulacaktım. Sisler Bulvan’nm hemen ardından edinip oku duğum Ben Sana Mecburum’daki şiirler,
Sokaktaki Adam romanındaki kişiler de
hep çıkıp gitmiyorlar mıydı!..
İzmir’e mektup yazmak
Her özlemin, her edimin çocuklukta yansıması oluyor. Günün birinde, cılız verimli gezi edebiyatı mızın ilginç eserlerinden Abbas Yolcu’yu okur oku maz, Attilâ Ilhan’daki maceracı ruh gizini açıklaya caktı:
“Çocukluk yıllarımın hemen her günü ya da ço cuk dergilerinin yahut çocuk romanlarının esrarlı sahifelerinde saklıdır: İşte Hazreti Süleyman gibi kurdun kuşun dilinden anlayan Dr. Dölütle. Tşte
M ango yıldızının hilâl yüzlü zalim imparatoru Ming.
İşte kıvırcık perçemiyle Pire Nuri. Ve sonra bütün o eski dostlanm: Murat Reis’ in oğlu, Kaptan Grant’ m çocukları. Billy Bones. Goril Avcıları. Ben on bir ya şımda adım adım dünyayı geziyordum.”
Üstelik zalim imparator Ming’i, hele Murat Re- is’in oğlunu ben de çok canlı hatırlayabiliyordum. Bunlar, ablamın, dayımın kitaplarıydı, o kitaplarda ki-kahramanlardı. Kitaplar, evlerden evlere taşın mış, bana kadar ulaşm^ş|L^nig/ei'dd kalyonlarda yol alınmış bu romanlar,'gezegenlerde yıldızlarda hüküm sürmüş bu maceralar, besbelli, bir iki kuşa ğı alabildiğine etkilemiş.
Artık Galatasaray Lisesi’nin koridorlarında, ede biyata meraklı üç beş arkadaş Attilâ Ilhan’dan bol bol söz açıyorduk. Dahası, arkadaşımız Ahmet Kaptan, İzmir’den mi ne, Attilâ Ilhan’ı, ailesini tanıyor, yarı doğru, yan düşsel bilgiler veriyordu. Attilâ İlhan şi irinde bellekler yormuş bazı genç kadınlar, bizim Ahmet Kaptan’ın devşirdiği bilgilere bakılırsa, şiir lere geçmiş filan filan hanımlardı. Sonra Ahmet’in kuzini bir genç kız, “Sisler Bulvan” şairine deli gi bi âşıktı ve arkadaşımız bu aşkın pencerelerini ade ta günü gününe gözetliyor, bize de ayrıntı lanyla ak- tanyordu.
Hayranlık duyduğum başka şairler, yazarlar da vardı elbette. Sözgelimi Yakup Kadri’nin Hep O
Şarkı romanını okumuş, çarpılmıştım. Sözgelimi Behçet Necatigil’in ders kitabımızdaki “Kır Şarkı sı” şiirinden etkilenmiş, bütün Necatigil şiirlerini
ezberlemeye kalkışmıştım. Ama Ankara’da yaşadı ğını öğrendiğim Yakup Kadri’ye yazmak, ya da İs tanbul’da, Beşiktaş’ta oturduğunu bildiğim Necati- gil’e gitmek aklımdan geçmemişti.
Ben İzmir’e, Attilâ Ilhan’a mektup yazmak isti yordum. Ahmet Kaptan nihayet adresi vermiş, ad resin doğruluğundan kuşkulanmakla birlikte, sayfa lar dolusu yazmıştım. Neler yazdım? Ne istiyor dum? Hepsi zamana karıştı; çıkaramıyorum. Herhal de Çolpan Ilhan’dan söz açtım. Çünkü Çolpan İlhan hayranıydım, dergilerden, gazetelerden bütün fotoğ raflarını keser, özel bir albümde saklardım. Herhal de yazar olmak istediğimi, romanlar karaladığımı, hikâyeler çiziktirdiğimi yazmıştım.
İnanılır gibi değil, ama Attilâ İlhan yanıtladı. Kim bilir kaç gün okul kitaplarım arasında gezdirip dur duğum mektup, o yeniyetme okum yüreklendiriyor; her şey iyi hoş da Attilâ İlhan diyor ki, bir de adımı doğru yazsaydın, Atillâ değil, Attilâ... Yanıtı yanım dan ayırmıyorum, iş o satırlan okumaya gelince, yü züme ateş basıyor...
Dediğim gibi, Attilâ Bey’e mektuplar yazıyorum. Sokaktaki Adam’m yağmurdan, geceden, neon ışık lardan söz açan sayfalannı okuyorum. Kurtlar Sof- rası’nı o karanlık Beyoğlu sahneleriyle okuyorum. Ama Zenciler Birbirine Benzemez’in arka, son say- falannda yer almış söyleşideki romanı merak ediyo rum:
“1945’te, hâlâ günün birinde bitireceğime inandı ğım, üç beş ciltlik bir roman deneyine giriştim: Sa
adet Hepimize Mahsustur adını taşıyan bu eser, ta
mamen toplumsal bir roman olacaktı.”
Gramofon İğnesi’nin bu yazısı, şüphesiz, Attilâ Il
han’ın sanatına ilişkin bir yordam arayış yazısı de ğil. Anılar arasında bir gelgit yazısı. Bununla birlik te Attilâ ilhan romanının okurda bıraktığı etkiye de ğinmek isterim: Sokaktaki Adam’dan bugüne, Atti lâ İlhan romanı çok geniş bir yelpazede, dönemleri, toplumsal ve bireysel sorunları, psikolojik sarsıntı lan, tarihsel hesaplaşmaları irdeledi. ’Toplumsal ro
man’ özellikli bu çaba, bir yandan da bireyseli göz
den ırak tutmadı. Şiiri ölçüsünde, romanında da, At tilâ İlhan okurunu etkiledi. Daha 1953’teşunlan söy lemiş:
“Esasen, sanatçı söyleyecek bir lâfı olan bir vatan daştır. Diyeceğini şiir olarak diyebiliyorsa şiir olarak der; ama olur ki söylemek istediği şiir sanatının çev resini aşmak eğilimindedir, o da tutar, bu eğilime uya rak romana, piyese, ne bileyim, senaryoya gider.”
60’lı yıllardan unutamadığım iki Türk filmi var. Biri Ver Eüni İstanbul, ötekisi Rifat Diye Biri. İlkin de, Tanju Gürsu, Çolpan Ilhan’a diyor ki: “Sendede
bir gözler var, bir başka İstanbul...” İkincisinde Öz- can Tekgül, şaşırtıcı bir sadist, elinde kırbaç; Türk
sinemasının alışılagelmiş vamp kadınından başka bir düzleme sıçramış. Bu filmlerin senaryolarını At tilâ İlhan, takma ad kullanarak yazmış. Ver Elini İs tanbul’un Sirkeci, Tepebaşı otelleri, oralarda ömür tüketen bazı insanlar belleğimde yaşayageldi...
Nihayet 1970 yazında Boğaziçi’nde bir lokanta da Attilâ Ilhan’la tanışıyorum. Yada 1971. Kalaba lık bir masa; Sadri Alışık, Çolpan İlhan, Attilâ Bey, eşi Biket İlhan, Sevda Ferdağ, daha başkalar da var. Aziz dostum, ağabeyim Sadri Alışık’ın cömert sof ralarından biri bu. Attilâ Ilhan’la Biket ya İzmir’den, ya Ankara’dan gelmişler, bir süre İstanbul’da kala caklar.
Şiirlerin serüvenci Abbas Yolcu’su, alafranganın ve alaturkanın bütün inceliklerini bilen, alçakgönül lü, gençlere içtenlikle açık, biraz da İngiliz nezake tini ve ölçülülüğünü taşıyan kişiydi. O zamanlar bo yuna öyküler yazıyordum. Öykülerden söz açtım; bazılar yayınlanmıştı. Attilâ Bey okumak istediği ni söyledi.
İşte, usta-çırak ilişkimiz böyle başlamıştır. He men o dönemler, Attilâ Bey, Ankara’da Bilgi Yayı- nevi’nin editörü oldu. Nazİı Eray’ın Pınar K ür’ün, daha başka yazarlarn ilk yapıtlarnı o yayınladı. Bil gi Yayınevi’nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü, ed eb iy -' atımıza yeni yazarlar kazandırmaktan sanınm mut luydu, s
Dün akşam
Dostlukların Son Günü, Attilâ Bey’in
editörlüğü çerçevesinde yayınlandı. Armağanlara, ödüllere tuhaf bir uzaklık, hatta öfke duyuyordum. Yayıneviyse, armağanlara katılmayı kabul edersem kitabımı basacağını belirtmişti. Attilâ Ağbi, genç yazarlarn öyle çarçabuk itirazcı davranmalarnın çıkar yol olmayacağı görüşündeydi.
Sait Faik Hikâye Armağanı’m Dostluklarn Son Günü kazansın diye, konuyu hiç konuşmamış olmamıza karşın biliyorum ki, özel çaba harcadı. Bu kitap, beni okur çevresiyle tanıştıran ilk kitabım oldu.
Aklımda hayli k ırcı ödül töreni. Pera Palas’taki saatler, sonraki akşam yemeği bunca yıl sonra bile bir buhran gibi üstüme çöküyor. Attilâ Ilhan’ın unutamayacağım sözlerinden biri o akşamın ertesinde:
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi
okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir."
70’li yıllan 80’ü yıllara bağlayan dönemde, bir yaz sonu, Attilâ Ilhan’la birkaç gün Beyoğlu’nda, Galata’da, Tepebaşı’nda, sonra -o sıralar çok sevdiği- Boğaziçi’nde, Emirgân’da, Rumclihisan’nda dolaştık. Maçka Oteli’nde kalıyordu. Maçka Oteü’nde bir akşamüzeri ‘campari’ içtiğimizi hatırlanm. “Ne alkol, ne başıboş
serüven, ne aylaklık, cinsellik sanatçı için çıkış yoludur”, demişti, “sanatçı ömrünün sonuna kadar disiplin içinde
çalışmak, üretmekle, bir tek bununla kendi kurtuluşunu sağlayabilir...”
Galiba Attilâ Ağbi’nin uyansıyla aralıksız çalışıyorum. Bütün hayatım boyunca da, yalnız, yazdığım yazı istediğimce sürebildiğinde mutlu oldum.
Ankara’ya gidişlerimde Bilgi Yayınevi’ne uğramak, Attilâ Ilhan’ın çalışma odasında oturmak,
anlattıklarını dinlemek başlı başına bir sevinçti. Bu sevinci gölgeleyen. Sevgi
Soysal’ın ölüm haberi olmuştur. Yine
Ahkara’daydım; en çetrefil sorunlara bile bir ucundan umut aşılayan Attilâ Ağbi, Sevgi Soysal’ın ölümü karşısında adeta gülümseyişini kaybetmişti. Hüzünlü bir yazısında duygularını dile getirmiştir. O yıllar sık sık Ankara’ya mektup yazdım, Attilâ Ilhan’dan kısa, uyarıcı, özlü yanıtlar geldi. Yazdıklarımı okudu, her defasında destek oldu. Okumamı önerdiği kitaplar bana ayrıca kılavuz olmuştur.
İlkeci edebiyat anlayışına sahip şair, romancı, deneme yazan Attilâ İlhan, editörlüğünde çok geniş bir perspektifi gereksinmiştir. Bilgi Yayınevi’nin
1973-1980 arası yayınlamış olduğu kitaplar tanıklık ediyor. Çok değişik
edebiyat anlayışlarının yazarlan bu dönem aynı yayınevinde buluşabildiler. Genç yazarlann
profesyonelleşebilmesi için imkân sağlandı.
1977’de Böyle Bir Sevmek,
‘ezberimizde tuttuğumuz
şiir’geleneğine soıı halkalardan biridir:
“ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / azıcık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir”..Ve kitabın
iç kapağında Attilâ Ilhan’ın
elyazısıyla: “ömrümüzü bir suç gibi
ayartamadık mı / ağır bir hüküm giyer gibi öleceğiz”™
Şiirde elli y ıl_________________
80 sonrası ^Attilâ Ağbi İstanbul’a yerleşti. “Üçüncü Şahsın Şiiri”ndeki Maçka’da oturuyordu artık. Gerçi Maçka o eski Maçka değildi ama,
Attilâ Ilhan’ın sokağında geçmiş günlerden bir şeyler hâlâ esip durmaktaydı.
Seyrek görüştüğümüz yıllardı. 91’de Çolpan’la Sadri Ağbi’nin Kaniıca’daki yazlıklarında sevgili Attilâ İlhan şiirde elli yılını doldurmak üzere olduğunu,
gibi...
öyle herhangi bir şey, sıradan bir şeymişçesine söyledi. Argos dergisine şunları yazmıştım:
“Attilâ Ilhan’la söyleşiyorduk, yaz’dı: Ekim ayında şiirde elli yılı yaşamış olacağını söyledi. Bunu bir övünç konusu sayarak değil, sessizce, konuşmanın genel akışı içinde dile getiriyor; şiire elli yılını adamış olmaktan artı bir şey ummuyordu. Sözü kesenkes bireyseldi.
“Attilâ İlhan, çağdaş edebiyatımızın en önemli yazarlarından biri. Kuşaklar boyu etki bırakmış şiirlerinin yanı sıra romanları, eleştirileri, siyasal yazılan, tartışmaları, polemikleri, gezi notlarıyla Türk okuruna ses yöneltmiş, Dahası, Türkiye’de yeni okuriann yetişmesini sağlamış.
“(_.) Bunca birikim ve çabayla sürdürülmüş elli yılın sonunda Attilâ İlhan için Türkiye hangi kutlamalara hazırlanıyor? Yaşayan edebiyat ustalanmızın hangisi için Türkiye çapında kutlamalar düzenlendi?”
ilk şiir “Balıkçı Türküsü”,Yeni Edebiyat gazetesinde, 1 Ekim 1941 tarihinde çıkmış. Behçet Necatigil, sözlüğünde böyle saptıyor. Demek ki bu ekim şiirde elli dört yıl. Milliyet Sanat dergisi, Kitap dergisi, Hürriyet
gazetesinde Doğan Hızlan hatırladılar: Attilâ İlhan 1925 yılında doğdu. Cumhuriyet’te Şükran Kurdakul ve
Server Tanilli duygularını dile
getirdiler.
Sisler Bulvan’ndan bugüne Attilâ İlhan’la yazar-okur ilişkimi, kişisel dostluğumu, usta-çırak yıllanmı, televizyon günlerini düşündüm. Kitaplannı yan yana dizdim. Zenciler Birbirine Benzemez’in son
sayfalanndan bu yazıya alıntıladığım satırlann, ilk kez Sokaktaki Adam’ın birinci basımında yer almış olduğunu ayırt ettim, sözcükleri biraz daha eski:
“Saadet Hepimize Mahsustur adını taşıyan bu eser tamamen İçtimaî bir roman olacaktı™”
Oysa Attilâ Ilhan’ın toplu eserinde
‘okunurtuk’un o ’su eskimemiş.
Tartışmalarının, kalem kavgalarının uçta sözlerine katılalım ya da katılmayalım, Attilâ İlhan ve eseri, Türk edebiyatında yetkin bir “hayat
bilgisi”.
“Ben Yakub’um: Kamarot Yakub. Pepe Yakub da derler. Ama sen beni bilmezsin ağabiy. İstanbullu filan değilim. Zati bu işe tesadüfen karıştım. Hani bazı bir adam bir türküyü, bir lâfı günlerce düşünür, aklına gelmez; asabı bozulur, uykusu kaçar; sonra günün birinde, yolda yürüyüp giderken bakarsınız ansızın hatırlar; işte, bizim iş öyle oldu.”
Sokaktaki Adam’ın ilk satırlan. Otuz küsur yıl önce okumaya başlıyorum. Oysa daha dün akşam gibi... Daha dün akşam...