• Sonuç bulunamadı

"Bulgar Sinan" mı?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ""Bulgar Sinan" mı?"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

• v . j V ». :% c ä.v i »v w / . e . î V“.v * .y « v s* \ * v / •

i f f r * M

i M

N

i

v v 5 ^ t > : T '\ V . .'iZ i S i * -*? * ‘, •! *

■ms?

« » *o& £* »//ÄT*

(2)

SİNAN NİÇİN TURK

Y A Z A N : İ S M A İ L H A K K I B A L T A C I O Ğ L U

B

U L G A R m atb u a tı K o c a S in a n ’ı benim sem işler, Bulgardır, diyor- larmış. Bu İlmî bir iddia, bir tez m id ir? Hayır. E ğ er öyle olsaydı İlmî iddia, İlmî tez haysiyetiyle bahis m evzuu olur, a k le n m ü dafaası yapılır, ispat edilirdi. Ö yle yapılm ıyor; çünkü Bul­ garların bu iddiası ile ak ıl ve ilim m an tığ ın ın hiçbir m ü n a s e b e ti y o k ­ tur. Bu, sade duygu ve ihtiras m an tığ ın ın bir eseridir. Sin an ’dan son­ ra daha birçok öz T ü r k olan şe yle rin de Bulgar olduğunu ileri s ü re ­ bilirler. Dillerine, sivil m im arilerine, m üziklerine, tezyini s anatlerine, m u a ş e r e t k a id e le r in e , yem ek ve ta t lı l a r ı n a k a d a r T ü r k k ü ltü rü n ü içi­ ne çekm iş v e bununla k a lk ın m ış olan b u g ü n k ü Bulgarları S i n a n ’ın Bulgar olduğunu iddiaya k a d a r gö tü re n politik ihtira sla rın teşrihi gazetem izin p ro g ra m ve mesleği dışında k alıyor.

¿ i n c e şunu söyliyelim ki K o c a S in a n k n en b ü yü k ve eşsiz bir T ürk ^ mim arı olduğu h a k k ın d a k i yerli ve yabancı k a n a a tle r İlmî d e ­ ğil, c a h ilâne ve am iyane k a n a a tle r d e n d ir . Hiç u n u tm a m a k g e r e k t ir ki Sinan devri k e n d i başına m ü ta lâ a ed ile bile ce k, k apalı bir devir değildir. Sinan tâ B u rs a ’da Y eşilc a m i’d e başlıyan k lâsik bir te k â m ü ­ lün çizgisi ü zerinde bulunan kısa bir b u u ttü r. O nda n önce Yeşilca- mi ve Y e ş iltü rb e ’yi, F a tih camisini, Beyazıt cami ve m edresesini yapan adı malûm veya m eçhûl büyük d âhiler gelm iş geçm iştir. Y eşilcam i’yi y o k t a n var olan bir şey, öncesi bulunm ıyan sırlı bir m eb d e gibi al­ m a k , o da bir d a lâ let olur. Y e ş ilc a m i’yi de k e n d in d e n ö n c e gelen İznik âbidelerine, S elçuk ve en eski T ü r k mimari m eden iyetlerine sımsıkı bağlı g ö r m e k doğru olur. S in a n h er şey değil, k ollek tif bir s a n a t t e k â m ü lü n ü n bir m erhalesid ir. Sinan mim ari zihniyeti, ruhu, şuurlu ve şu u rsu z ham leleriyle T ü rk lü ğ ü n içindedir. Bu bir h a k ik a t i k e n S inan T ü r k değildi, B u lg a r’dı, d e m e k neyi a n la tır ?

g i z T ü r k le r in T ü r k olmıyan dâhileri benim sem iye ihtiyacımız y o k ­ tur. Ç ü n k ü y eryü z ü n d e yaştyan m illetler a ra sın d a büy ük a d a m ­ lar y e tiş tirm e k le a d ve şan k a z an m ış bir milletiz. T ü rk iy e en ü cra k ö y lerin e, en ıssız n o k ta la rın a k a d a r g üzellikte eşi bulunm ıyan a b i­ de le rle sü slenm iştir. Bizim ü lk em iz d e her m ez a r taşı bir a n ıttır, t a ş ­ lar ü zerin e oyduğum uz h e r sabır bir ta b lo d u r, iddiadan, ö v ü n m ed e n , y a b a n cıla rın ço cuk larına sahip ç ık m a k ta n müstağniyiz; çün k ü kısır değiliz. Bizce Sinan t e k şe y d ir ve h er şey değildir. Sinan, o da b ü y ü k ­ lerimizden biri, yalnız bir tan e s id ir. Biz S in a n ’sız k a lır s a k k ü ç ü k , cılız milletler gibi tarihsiz kalmayız. Ç ü n k ü tarihimizde Sinan gibileri, h a ttâ o n da n büyük leri p e k ç o k tu r. F a k a t tarihi t e k S i n a n ’dan bile m ahrum o lan m illetler için du rum bu değildir.

g i z S in a n ’ı T ü rk biliyoruz, çünkü T ü r k ç e k o n u ş tu , T ü rk ç e yazdı, T ü rk le re çalıştı, T ü rk m im arları gibi duydu, T ü r k m in a rele rin in ş e re fe le rin d e d o laş tı, T ü rk k u b b e le r in in ü stünde gezdi, T ü rk s a n a t vicdanını ta ş ıd ı, T ü r k s a n a t rü y ala rın ı gördü ve g erçekleştirdi, sö ­ zün kısası, T ü r k için geldi, T ü r k için yaşadı, ve T ü r k o la r a k öldü. Biz bu delilleri k a fa tası ölçülerinden ç ıkarm ıyoruz, milliyetinin s a lta ­ n a t yeri olan z ihniyetinden çıkarıyoruz.

2

KISA TETKİK

TÜRKÇENİN HAYSİYETİNE

H Ü R M E T

H

a b e r ’de Haşan Kumçayı bir ajar.s ha­ berinde çıkan "hedef geçmeksizin,, s ö ­ zünü te n k it e t t i k t e n sonra diyor ki : “ Bir n eşriy atta yapılan dil hatâl arı çok defa bil­ mem ekten değil, d ah a ziyade d ik k a t etm e­ mekten ileri geldiği için affetmek istemiyo­ ruz,,. F a k a t bilmiyen adam d ik kat da ed e­ mez.

U ĞU RSU ZLU K NEREDE T ü r k Yolu, İzmit :

% f a k t i y l e Ş a r k hüküm darla rın dan biri Ni- * ş â b u r ’a gireceği gün şehird e bir alay te r ti p etmişler; alay Ş air L ûtfulla h'ın ev i­ ne yakla şın ca talebesi kapının önüne çıkıp seyretmesini Ş a i r ’den rica etm işler. A d a m ­ cağız o gün sarığını yıkadığı ve başka s a ­ racağı da olmadığı için çıkmak istememiş. Çöm ezleri İsrar etm iş ler, nihayet gecelik külâhiyle dışarı fırlayınca hükümdarın atı ürkmüş, az kalsın üstündekini yere düşü­ recekmiş. H ü küm dar kızmış ve şairin id a ­ mını emretm iş; Lûtfullah : A m an Şahım, k abahatim ned ir ?„ diye sormuş. “ Ne ola­ cak,bana görünm en u ğ u r gelmedi. A z kal­ sın düşüp ölecektim,, demiş. Şair, gamlı gamlı gülmüş : “İlâhi S u lt a n ’ım, demiş, şu uğurs uzluk sende mi yoksa be nde mi; sen beni görmekle birşey olmadın amma ben seni görü nce idam a mahkûm old um ...,, Bu cevap üzerine N işâ b u r 'l u şairin affedildiği riv a y e t olunur.

Fıkracı.

BAYAN F A Z İ L E T E

M

ek tu bunuzu aldım; suâlleriniz müp­ h e m d i r . Adresinizi bildirmediğiniz için verebileceğim cevapları da göndermiye imkân olmadı. Bahse mevzu edindiğiniz psikolojik meseleler hakkında Yeni A d a m ’

daki m üteaddit neşriyatım üzerine d ik kati­ nizi çekerim. S aygılar. — 1. H . B.

YENİ ADAM

HAFTALIK FİKİR GAZETESİ I. H . B A L T A C I O Ğ L U NÜSHASI 10 KURUŞ ESKİLERİ 20 KURUŞ Y IL L I Ğ I 5 00 KURUŞ 6 AYLIĞI 250 KURUŞ 3 AYLIĞI 130 KURUŞ

Yabancı memleketler için bu f i a 11 a r i k i k a t t ı r Muhabere adresi : İstanbul, Çamlı­ ca, Altunizade,9-11,Telefon: 60350. İdareevi : İstanbul, Ankara Caddesi, Adalet Hanı, kat 3, No. 15—16—17.

Telefon : 20673.

i*

VE TENKİTLER

AYNİ IRK. AYNİ MİLLET A k ş a m , İstanbul :

A

l i .— Mani çocukların yaramazlıklarını haber veren bir masal kargası vardır. Velî; işte bana o söyledi: R om anya'dan an av atan ların a (yani T ü rk iy e 'y e ) kavuşan yüz kadar G ag av u z'd an (yani hristiyan T ü r k ’ten ) bazıları — ki ekserisi ortaoku] talebesidir — paz a r ve yortu günleri din; âyinlerini yaptıkta n sonra bir kahvede t o p - lanıy orlnrm ış. A ra la r ın d a “H ristiyan Türk- j e r Cemiyeti kuralım,, diyenler oluyormuş. İşin garibi şu ki, O agavuzla rd an umum T ürkle rle adam akıllı kaynaşanlar Türkçe- yi tam anıiyle bizler gibi konuştukla rı hâl­ de aralarında böyle gru p ku ru p yaşıyanlar arkadaş larından geri kalıyorlarrnış. Ne d e r ­ s i n ? V EL t.— Büyiik T ü rk camiası e k a ll i­ y e tl e re karşı g ay et müsam ahakâr d a v r a n ­ m ıştır; fakat kendin den olup da böyle a y ­ rılık gayrd ık yapanları zümreci diye bir k ere damgaladı mı, o damgayı silmek güç olur; münzevi g ru p lar hâlinde yaşıyanlar, sonra bu ndan çok mutazarrır olurlar. Onun için, G a g a v u z ’ların da en fazla işine gele­ cek, kendilerini cem iyet, cem aat hâline sokm am alarıd ır... A m an bu ndan çe kin sin ­ l e r ! . . . Sen yine o masal karg asın a söyle; gitsin, çocuklara bildirsin! A yni ırk, ayni millet, anca bera ber, kanca b e r a b e r ...

A liveli.

T A H T A T A B A N C A İLE TEH D İT !

Akşam, İstanbul :

D

ün, adliye garip bir hâdise tahkikatına el koym uştu r: K ü ç ü k p a z a r'd a sep et­ çilik eden Esat, Hüsameddin isminde b ir in ­ den alac ağım güzellikle alamayınca, dün akşam, alaca karanlığında H üsam ed d in ’in karşısına dikilmiş ve bir ta banc a çıkararak artık borcunu vermesini söylemiştir. H ü s a ­ meddin iki sa at so nra vereceğini söyliye- rek kend isin den ayrılmış ve polise giderek vaziyeti anla tm ıştır. İki s a a t so nra z a b ı t a ­ ca t e r t i b a t alınarak Esat, H ü sa m e d d in ’in yanına gelince yakalanıp üzeri aranm ış ve siyah bir t a h t a tab an c a bulu nm uştur. Esat, bu ta b a n c a ile birlikte adliyeye sevkolun- muş, müddeiumum îlik de t a h t a tab an c a ile bir suç işlenemiyeceğini nazarı dikkate ala­ rak hâdisenin ademi tak ib in e k a ra r v e r­ miştir.

YENİ ŞEH İRLER NİÇİN A N L A Ş I L M I Y O R ?

Akşam, İstanbul :

B

ence anlaşılmıyan insanlar varsa bizi anlaşılmamakla itham ede n le rd ir .B u n ­ lar, 1940 senesi zarfında cereyan eden hangi hâ dis eyi tahm in etmiş ve görm üşler­ dir . H angi sözleri doğru çıkmıştır. Bize neyi a nla ttıla rsa h atâ lı anlattılar. Ben ba­ zı şiirlerim de anlaşılmaz gibi görünen ifa­ demle halk sanat ve e d eb iy a tın d a sık ras- lanan ve zahiren mantık tan ayrı gibi, fa ­ k a t daima bir iç m antığın peşinde inkişaf eden ru hî hâdiseleri ifade etmiye çalıştım. E ğer şiirlerimde mantıksızlık varsa e t r a ­ fımda mevcut olan ve bizi ithama kalkışan bu mantıks ız insanların eseridir.

A s a f H alet Çelebi.

H

A

L

İ

D

E

H

ALİDE P iş k in T ürk sahne sinin en d ik k a te d e ğ e r ş a h s iy e tle rin d e n biridir. Sahnem izin T ürk leşm esini Yeni A d a m ' daki s ü r e k l i neşriyatla i l e r i sürdüğüm üz şu s ır a la r ­ da açıkça söyliyelim ki Hali­ de Pişkin en güzel Türkçeyi söy- liyeıı millî a rtistlerim izden biri­ dir. H alide P işkiıı’in angın in­ sa n la r arasında m eşh u r o lm akla kalm ayıp Habibe Molla şöh retini h alk tab a k a la rın a k a y a r y a y m a ­ sının sır ve h ikm eti de bu çok millî şahsiyetidir. Halide Pişkin Şehir T iy a tr o s u ’ııdan çıkarılm ış­ tır. Sebebi bilinmiyor. Bu m ü n a ­ se b etle Tasviri E fk â r ’a. verdiği m ü iâ k a tta bir takım iddialarda bulunuyor. H üküm lerinden birini b u ra y a alıyoruz: “Bu g ü n Raşit Riza ölmez bir ş ö h re ttir. Buna bu sefer A nadolu tu rn e s in d e bir k e re d a h a inandım . S onra d e rle r k i : Şehir Tiyatrosu haricinde s a ­ n a tk â r yoktur. Bilâkis, inanınız bana ki d a h a m ükem m elleri var„. Şurasm i iyice bilelim ki Ş ehir T i ­

y a tro s u ’n d a n k o v ulm ak bütün a k ­ törlerin b a ş ın a gelebilecek bir- şeydir. F a k a t değerli artistim iz gibi engin bir ş ö h re t sahibi ol­ m ak ve h alk a k e n d in i sev dirm ek h e rk e sin işi değildir. O n u n için H alide P işk in derin bir haz du­ yabilir.

l/c m /fi> u _ rn

S P İ K E R L E R

i

M i Z

B

İR iki iyi şpikere m alik olm ak m illî bir radyoya m alik olm ak ka­dar büyük bir şeydir. Şpikerler m illî difüzyonlara bizi ulaştı­ ran ilk konaklardır. Kelim eleri çiğniyen, kekeliyen, yanlış o ku ­ yan şpikerler ya ln ız radyo istasyonlarıiçin değil,yeryuvarlığı için de birer â fet değil m idir ? Türk radyoları iyi - hattâ diyebilirim k i - büyük şpi- gerler tanıdı. Bunların başında hiç şüphe y o k ki sevgili arkadaşım ız M esut Cem il gelir. M ikrofon karşısında iyi ve tem iz Türkçe söylemenin ilk örneğini veren bu insandır. Ankara radyosunda şim di sesi işitilmi- yen N ecdet R e m zi de hiç şüphe y o k k i bir değerdi. K adın şpigerler arasında sesini kullanış, sözlerinin açıklığı ve keskinliği bakım ından en çok m u v a ffa k olan bir şpikerim iz de Bn. E m e ld ir . Bukadar kudretli şpikerleri dinlem iye alışmış olan kulaklar ajans haberlerini kekeliye ke- kelıye okuyan şpikerlere elbet taham m ül etm ez.

BALTACIOĞLU.

(3)

T İ Y A T R O A N K E T İ N I N B İ L Â N Ç O S U — I İ I

■ 4V ___ *ıİ

Mİ LLİ Tl

Y

A

Z

A

N

:

H

S

İMDİ bilançonun, ikinci sua­ li tahlil eden kısm ına g e l i y o r u z “M illî tiyatro diye m illî dilin sahneleşme kabili­ yetin i ariyan, m illî piyes yaratm a teşebbüslerini koruyan, m illî ar­ tistlerin çoğalmasına çalışan, tem ­ sil sanatinde kör m ukallitlik yerine öz tiyatro kültürüne inisiye olan ve bu sebeple yaratıcılık şartlarına yabancı kalm ıyan bir tiyatro fa a li­ y e ti anlıyoruz. Bu anlayışla Tür­ k iy e ’de m illî bir tiyatro var mıdır? Yoksa, bunun doğması için neler düşünüyorsunuz? Bu işde eski ve y en i klâsiklere vereceğim iz y e r ve ehem m iyet ne olabilir? „

Bu s u â l,g e re k b ü ny e itib a riy le , g e re k s e v e rilen c e v ap ların dağı­ nıklığı itibariyle, a n k e ti n belki de en karışık, içinden çıkılması en güç kısmıdır. B u ra d a suâlin ko- nuiuş m eka n izm a sın ı şöylece sı- r a h y a b i l i r i z :

Evvelâ “millî tiy a tro « m efhu­ mu m u ay y e n bir form ül içinde to planm ıya çalışılm ıştır. S onra bu fo rm ü lü n k a d ro s u içine giren millî bir tiy a tro h a r e k e tin in T ü r­ k iy e ’de m ev cut olup olmadığı hu­ su su n d a f ik ir to p la m a k isten­ m iştir. D a h a so n ra , gelecek c e ­ vapların m enfi olması ihtimali göz ön ü n d e tu tu la r a k , böyle bir t i ­ y a tr o n u n yara tılm a sı için neler yapılması lâzım geldiği s o ru lm u ş ­ tu r. Suâlin en son kısmı ise bu h a r e k e t t e klâsiklerin alacağı e h e m ­ m iyetin dere c e sin e a ittir.

Bu kısa izahımız da g ö s t e ­ riyor ki, suâlin m u htevası bir m ih­ v er e tra fın d a d ö n m ek le b e ra b e r, biribirinden ay rı m uhtelif kısım ­ lardan ib are ttir. A n k e t te r tip e d i­ lirken bu kısım lar bir suâlin çer­ çevesi içine s oku lm u ş ve ayrı ay­ rı so ru lm ak cihetine gidilm em iş­ tir. H er n e d e n se ihmâl edilen bu usûlün m ahzuru, bilhassa bilânço- yu te r tip e d e rk e n m eydana çıkı­

4

Y A T R O

Ü

S

A

M

E

T

T

yor. O işi bu rad a y a p m a k ve g e ­ len cevapları bu kısım lara ay ıra ­ r a k m ü ta lâ a e tm e k faydalı o la ­ caktır. O h â l d e :

A. — Millî tiyatronun mahiyeti. Bu hususta, a n k e t suâlinde m üdafaa edilen bir tez ve bu t e ­ zin çerçevesi içinde “millî tiy a t­ ro« m efh um unun m ahiyetini ay­ d ın la ta c a k bir izah bulm ak m üm ­ k ü nd ür. Burada a n k e t sahibi k e n ­ di şahsî k a n a atle rin e g ö re bir t a ­ rif y a p m ıy a çalışmış, ve gelecek cevapların lehte veya a le y h te h ü kü m le rini ö ğ re n m e k istem iştir.

A n c a k , p e k k o m p rim e olarak v erilen bu tarif, bir çok kim seler tara fın d a n kâfi d e re c e d e anlaşıl­ m am ış g ö rü n ü y o r; verilen ce v ap ­ lar üzerinde vazıh bir fikir edin- miye im kân p e k yoktur.

Suâlin ihtiva ettiği t iy a tr o a n ­ layışını b u ra d a k ısa da o lsa h u ­ lâsa e tm e k ve o n d a n s o n ra söy­ lenenleri t e t k i k e ç a lış m a k z aru ­ rîdir.

İsmail H akk ı Baltacıoğlu, Yeni A d a m ’A a tefrik a edilen Ö z T iya t­ ro adlı etüd ü ile o r ta y a bir tez atm ıştı. Müellif, tiy a tro h a k k m - dak i şahsî anlayışını bildiren bu e tü d e bir başlangıç olarak şöyle d e m i ş t i : “Bu anlayışım ın adına “tiyatronun özü,, yahut “öz tiyatro,, diyorum. Bu tezin m u tla k surette h a k ve h a k ik a t o lduğunu iddia e tm iy o ru m ; yalnız benim a nla yı­ şım a uygun bir tiy a tr o tezi o ldu­ ğunu söylüyorum. T iy a tro b a h ­ sinde de insan öz inancını yay- mıya çalışmalıdır. Bu teşe b b ü s ü ­ m ün h e r ta ra fta n birçok re a k s i­ y on lar çağıracağını biliyorum. Varsın ç a ğ ır s ın ! Bu reak siy o n la r ta b ia tın içindedir. T i y a tr o işin de de y e n ilik m üd afaasın ın b a şk a tü rlü bir a k ıb e te uğrıyabileceğine inanm ıyoru m ,,. ( Yeni A d a m , sayı 268).

N E D İ R ?

N

B

O

Z

O

K

Bu k e s k in ve vazıh izahtan sonra müellif, tiy a tro d a öz olan nedir, öz olmıyan n e d ir ? suâlini kendi k e n d in e sorm uş ve şu n e ­ tic e y e v a r m ı ş t ı r : T iy a tr o d a öz olan şeyler, sahne, dekor, m aki-

yaj, müellif, rejisör, suflör ilh. değil, a k tö r ü n kendisidir. H âlbu­ ki bu gü n k ü tiy a tro bu görüşün zıddı bir is tik a m e tte y ü r ü m e k te ­ dir. O h â ld e tiy a tro n u n k u r tu l­ ması için B altacıo ğ lu ’nun tezine g öre, öz olan üzerine d iğ e r tâli fak tö rle ri k o y a r a k h a re k e te g e ç ­ m ek lâzımdır. Bu k ısa izah, her y e rd e g ü rü ltü le re meydan verdi. H erk es - yanlış o lara k - Baltacıoğ- lu ’nun yalnız yıkıcı tarafını ele alıyorlar, f a k a t bu y ık m a sa fh a ­ sından sonra gelen kurucu ve s e n ­ tezi arayıcı kısmını ihmâl e d i­ y orlar. E ğer bu, nazarı itibara alınsaydı, k a n a a tim c e , a leyhteki te z a h ü rle r bu k a d a r k e s k in bir m a h iy e tte g ö rülm iyecekti.

B a lta c ıo ğ lu ’na göre, tiy a tro ­ nu n yaratıcı m ebdei, a k tö r d e , ori- jinâl şah siy e tle re fiilî o lara k te- m essül kabiliyeti ve k udretidir. Bu h a r e k e t n o k ta s ın d a n millî t i ­ y a tro nasıl o l a c a k tı r ? İlk önce millî dilin sa h n ele şm e k a b iliy e ­ tini a rıy a c a k tır, millî piyes y a ­ r a tm a teşebbüslerini k o ruyacak, millî a k tö r le r in yetişm esin e çalı­ şa c a k tır, ilh. Garbı veya bir ö n ­ ceki tiy a tr o a k tö rlerin i veyahut da yanlış tiy a tro ananelerini t a k ­ lit, B altacıo ğlu ’n a g öre, ç ık a r bir yol değildir, millî tiy a tro yalnız öz tiy a tro anlayışı üzerinde in k i­ ş a f edebilir.

Bu satırlarla B a lta c ıo ğ lu ’n un k a n a a tle rin i hulâsa edebildim sa­ nıyorum. B undan sonra verilen cevaplar ü zerinde durabiliriz. Bal- t a c ıo ğ lu ’nun yaptığı t a r i f e : a) doğrudan doğruya iş tirâ k etm

(4)

İ Ç S O S Y E T E

S O N G Ü N L E R İ N M Ü H İ M O L G U L A R I

Fikir hayatımızda

â s â y i ş s i z l i k

y ^ h m e t Emin Yalm an bu başlık la l^aîan’da yazdığı bir m a k a le ­ de Yaban romanı m ü nasebetiyle Y a k u p K a d r i’nin şahsına k a rşı y a ­ pılan haksız hücum lardan b ahse­ diyor ve d ik k a te çok d e ğ e r b u l­ duğum uz şu satırları yazıyor:“Hiç- birimiz kusursuz değiliz. T e n k it sayesinde kendimizi toplarız, da­ ha iyi, daha itinalı olm ıya çalışı­ rız. F a k a t t e n k i t yıkıcı, şahsî ve ölçüsüz o lm a m a lıd ır. Doğru dan doğruya h u s u m e t şeklini a- lırsa ve bir hastalığın ıztırabı k a rşısın d a saygı d uyacak yerde onu bile tezyif edecek k a d a r ileri giderse, fikir h ayatım ız daim a k ı ­ sır kalm ıy a m ahk ûm edilmiş olur. Âsâyiş olmıyan yerde İktisadî faa ­ liyet uyanam ıyacağını p e k kolay kestirebiliriz. F ik rî h a y a t da b u ­ nun a y n ıd ır . Y eniçeri devrine mahsus ta ş k ın i s k â t usulleriyle m eziyet ve istidat sahiplerinin ü ze­ rine saldırılırsa öyle bir âsâişsiz- lik hük ü m sü rer ki, böyle bir çöl havası içinde y a ra tm a k u d retleri ya kurur, veya ruhsuz, cılız mey- va verir,,. D eğerli m u h a rrir bize bir a h lâ k ha stalığını gösteriyor. Bu h astalığın teh lik e le rin d e n de b ah sediy o r. F a k a t bu hastalığın te d a v i ş e k ille rin d e n hiç b a h s e t ­ miyor. Bu gibi h âllerde Basın Ku- ru m u ’nun h a r e k e te geçm esi g e ­ rek m e z mi ?

Cürmümeşhutlar

a z a l d ı

Vatan, İstanbul :

Y » p ilan bir istatistiğe göre son zam an lard a c ü rm ü m eşh u t suç­ lar çok azalm ıştır. Suçların a zal­ m asında yeni k a n u n u n uslandırıcı tesirleri olduğu ileri s ü rü lm e k te ­ dir. Bu azalmayı m evsim de a r a ­ yanlar da vardır. M eşhut suçların işlenm esine en m üsait saha Y em iş, K ü ç ü k p a z a r gibi satıcı esnafın

te k â s ü f ettik le ri yerlerdir. H ava­ lar m üsait olduğu için şim di bü­ tü n bu esnaf sey yar bir hâlde ş e h re dağılm ışlardır. Bazıları da m e ş h u t suçların azalmadığını, f a ­ k a t iş z a m anlarının ziyam dan k o r k a n şahitlerin iki tarafı barış- tırd k la rın ı söylüyorlar.

Y E N İ A D A M .— Bizce cürmü- m eşhutların azalm asındaki sebep ş u d u r : suç işlemek istiyen adam hemen cürm üm eşhut mahkemesine götürüleceğini bilir. B u adamın ru­ hî haleti aylarca m uhakem e edil­ dikten sonra kanunî bir kulpunu bulup cezadan kurtulm ak için avu­ katının dirayet ve tecrübesine gü­ venen adamın ki değildir. Birinci­ sinde cem iyet ve kanun suç ifle- miye m eyleden adamın âdeta başı üzerindedir ve hukukî reaksiyon, ya n i ceza anî gibidir.

m

Şuursuz itiraflar

|_ |e r zam an g a z ete le rd e o k u rsu ­ nuz : s o k a k la r temiz

tutula-(Zahir Güvemli).

M üşteri — Bir şey daha ala­ caktım a m m a...

D ükkâncı — Alacağınız jile t olm asın sa k ın ? ...

c a k , fırın lar t e f t iş ed ilecek, pis k a h v e le r k a p a tıla c a k , dilenciler to p la n a c a k ... Bu gibi havad islere gözü m üz o k a d a r alışm ıştır ki b a ­ yağı tabiî buluyoruz. H âlbuk i bu havadisleri ç ık a ra n , g a zetelere ve­ r e n ve bunları yazıp b a s a n la rn ı ruhî hâletlerin î y a k ın d a n te t k ik edelim. Bu hav adisleri yazm akla şuursuz o lara k neyi itira f etm iş o lu y o rla r? Şimdiye k a d a r b eled i­ y e birçok vazifelerini y a p m a m ış ­ tır, a r t ı k şimdi y a p m ıy a başlıya- c a k . Bu, çok acıklı bir şeydir, ikinci ihtimâl : pislik, nizamsız­ lık a sild ir; z am an zam an bele­ diye te ftişle ri olunca kısa bir m ü d d et için o rta d a n k a lk a r; çünkü ceza kesilir. Haberiniz olsun, bu m üstesna g ü n le r geliyor, y akayı ele verm eyin. Bu gülünç h avad is­ leri y a z m a k ta n m atb uatım ız ne zam an v azg eçek ?

Çocuk İslâha-

nesi yapılıyor

C^uçlu ço cukları ıslâh için A n k a ­ ra ’ya ç o k ya k ın K a la b a k ö ­ yün de y a p ılm a k ta olan Çocuk Islâ- hanesi binası b itm e k üzre im iş.Ç o ­ cuk islâhaneleri h a p is h a n e değil, bir nevi o k u lla r ,te rb iy e evleridir. Burada çocuğun ceza görm esi d e ­ ğil, İçtimaî adam ş a h siy e ti k a ­ zanması d ü ş ü n ü lü r ve her şey ona g ö r e hazırlanır. Bu iş için m ü te ­ hassıs vekilliğin n e le r düşü n d ü ­ ğ ü n ü ve hazırladığını hiç b ilm i­ yoruz. Bizim düşü n dük lerim iz, k ı ­ s a c a : I - Ç o c u k islâhaneleri h er ş e y d en önce bir ne şe yeri o lm a ­ lı, o ray a g ö n d e rilen ç ocu k lar o r a ­ dan ü rk m e m e li, zevk alm alıdır. II - H em h ü r r i y e t ve şahsiyet, h em d e k a n u n a ita a t ve disiplin tem elleri ü z e rin d e k o lle k tif bir h a y a t tarzı kabul edilmelidir. III - Ç o c u k la ra sa n at: koro, tiy atro, e d e b iy a t zevkleri aşılanm alıdır. IV - Ç o c u k la r m üstah sil o lara k ye tiştirilm e lid ir. V - B ütün bu işlerde ru h hekim liği ile p e d a g o ­ ji el ele v e re c e k tir.

(5)

Y E N İ A D A M ’ A G E L E N

K İ T A P L A R

Protagoras

gTflâtun’un Protagoras’ı Fransızca te rc ü m e sin d e n dilimize çevi- rildi ve basıldı. Protagoras büyük filozofun g e n ç lik d e v re sin e ait eserlerin sonuncusunu teşkil e t­ m ek te d ir. Bu diyalogun mevzuu fazilettir. Faziletin m ahiyeti Eflâ- t u n ’un diğer e s e r le r in d e de bahis mevzuu olursa da b u rad a bir bü­ tün hâlinde arzedilmiştir. E sere is­ mini veren P r o ta g o r a s S o k r a t ’ın m uasırı bir sofisttir. “ H er şeyin ölçüsü insandır,, diyen bu sofistin rölâtivist g ö r ü ş ü n e m ukabil S o k ­ rat d o g m a tik bir rasyonalisttir. Biribirinin tam am iyle zıddı iki tip. “S o k r a t riyazi bir k a tiy e tle yaki- nî h a k ik a t a erişm ek, P r o ta g o ra s ise p r a t i k kıym eti olan ta k rib i bir h a k ik a tla ik tifa e tm e k tem a y ü - lündedir.,, E flâ tu n diyalogunda bu iki zıt zihniyeti biribiriyle k a r ş ı ­ la ş tır m a k ta , m ü n a k a ş a e ttir m e k te ve S o k r a t ’ı haklı ç ık a r m a k ta d ır . Diyalogun F ransızca tercü m esin ­ d e n T ü r k ç e ’ye te rc ü m e sin i Nu­ rettin Şazi y ap m ıştır. T ü rk ç e t e r ­ cüm eye esas olan Fransızcası 1923’ de çıkm ıştır. Şuh âld e bu diyalog ü z e rin d e en yeni bir m esai de m e k ­ tir. Biz vasıtalı te r c ü m e y e t a r a f ­ t a r değiliz. F a k a t eski Y u n a n c a bilen m ü te b a h h ir ve s a n atk â r m ü ­ te rc im le r y e tiş e n e k a d a r b u n a k a t ­ lanacağız. N u rettin Şazi k itab ın başına yine Fransız m ütercim in Protagoras h a k k ın d a yaptığı t a h ­ lil! bir hülâsayı k o y m u ş tu r . D iy a­ logu a n la m a k hususu n d a bir a n a h ­ t a r vazifesini g ö re n bu hülâsa çok istifadelidir. Aslı bir s a n a t ş a h e ­ seri olan Protagoras' m Türkçesi tem iz ve sadedir.

Bir muallim konuşuyor

^ u h u r i D an ışm an bu e serind e yaşlı, f a k a t neşesini k o r u d u ­ ğu için genç kalm ış bir muallimin, bir s eyah at esn asın d a kend isin e m eslek hay atın a a ita n la ttığ ı h a tıra ­ ları naklediyor. H er m eslek e rb a ­

bı ha tırala rını yazıyor da, bir m ual­ lim ne için yazm asın ? F a k a t Z u­ huri D a n ış m a n ’m k a h ra m an ı “h â ­ diseleri olduğu gibi değil, o l m a ­ sını istediği g ib ig ö rtn iy e çalışm ak ve daim a iyi ve gülünç tara fın ı aram ak,, arzusundadır. E se rd e m u­ a llim lerden b a ş k a tale b e tipleri de g ö ste rilm iştir. F a k a t bun lar n a ­ siha t v erm ek , bu tiplerin a h v â ­ linden hüküm ç ık a rm a k için y a ­ zılm am ıştır. Bunlar s a d e c e ,h e rş e - yi m uhtelif zaviyelerden g ö r m e k m üm k ü n olduğuna inanan bir a d a ­ mın k a rşıla ştığ ı v a k a la r k a rş ıs ın ­ da edindiği intihalardır. A kıcı ve ta tlı b ir ta h k iy e üsiûbiyle yazılmış olan bu 69 say falık birinci ciltte Ab* dülhâm it Ii’nin son yılların dan başlı- y a ra k C u m h u riy e t’e k a d a r süren d e v re d e maarif hayatım ızın canlı tab lo la rım görüyoruz. Zevkle o k u ­ n a c a k bir k itap. '

Maarifimiz ve millî

t e r b i y e m i z

2 ° n aylarda A ydın m eb usluğuna seçilen A gâh Sırrı L e v e n t uzun

— H ayvanları Korama cem iye­ tinde aza imiş. Onun için kuştii- y ü yatakta yatm ıyor.

(Jııdge, New-YorK)

seneler ö ğ r e tm e n lik etm iş v e m ü - essisi ve sahibi olduğu İstiklâl Lise- si’ni idare etm iştir. Bir m eslek h a ­ y a tın d a k i g ö rg ü le rin e d a y a n a r a k m aa rif ve t e r b iy e meseleleri hak- k ın d ak i d ü şü n c ele rin i 106 sayfa­ lık bir k ita p ta to p la m ıştır. Emin­ önü Halkevi B aşk anı sıffatıyle gençlerle y a k ın d a n te m a s e tm e k fırsatını b ularak onların derdleri- ni an lam ıy a çalışmış olan A gâh Sırrı Levent k ita b ın d a bir çok t e r ­ biye, m aa rif ve gençlik m esele­ lerine d o k u n m ak ta d ır. G en çlik te görülen ku su rla rı bugünkü idarer den ö nceki id arelerin ihm âline a t ­ feden m uharrir bu k u surların gi­ derilmesi işinde ne yalnız m e k te ­ bin, ne ailenin, ne d e herhangi bir m üessesenin b a şarabileceğini, bunun için y ü k s e k bir te ş k ilâ t lâ ­ zım geldiğini söylüyor. F a k a t bu te ş k ilâ tın m ah iyeti h a k k ın d a eser­ de k o n k r e bir teklife rastlıyam a- dık.

M a t e m a t i k ve

Fizik neye yarar

- nasıl ö ğ r e t i l i r

£Tski M atem atik ve Fizik ö ğ r e t ­ m enlerinden Ö m e r Lütfi Ro- na, m e k te p le r d e bu derslerin o k u ­ tulm asınd a t a k i p edilmesi lâzım gelen m etod ları izah e tm e k te d ir. Eserde, riyaziye dersleri bu me- t o d la r dahilinde o k u tu ld u ğ u t a k ­ dirde, tale b ele r ü z e rin d e s e m p a ti uyandıracağı ve z ekâlarını işle ­ tip , ya ra tıc ılık kabiliyetlerinin in­ k işa f ed e ce ğ i ta tb ik i m ü m k ü n m isâllerle a n la tılm a k tad ır. Ayrıca m uallim lerin rolü te b a r ü z e t t i r ­ m e k te d ir.Ö . L. R o n a ’n m ,uzu n ç a ­ lışm a yıllarının verdiği tatb ik a ttı k a n a a tia r ın ı orijinal bir şekild e m ey d a n a ko yd u ğ u bu güzel ve faydalı eseri okuy u cularım ıza t a v ­ siye ederiz. Bu eser mevzu ve tarzı b a k ım ın d a n T ü rk ç e m iz d e tek kalıyor.

(6)

K U L T U R

S O N G Ü N L E R İ N M Ü H İ M O L G U L A R I

Halkevlerinde eski

Türk t e m a ş a s ı

g e ç e n d e Fatih [Halkevi m ed dah, karagöz, orta o y u n u , ve k u k ­ ladan ib a r e t bir eski T ü r k te m a ­ şa h aftası yapm ış ve gazetelerin alâkasını çekmişti. Son günlerde Bursa Halkevi de aynı şeyi y a p ­ mıştır. G e re k F a tih ve g e re k Bur­ sa H alkevlerinin bu te ş e b b ü s ü es­ kiyi, ananeviyi h a tırla m a k ve h a ­ tır la t m a k t a n ib a r e t kalm ıya m a h ­ k û m d u r. Fatih H a lk e v i’nin te m ­ sillerini t a k ip etm iş olan a r k a d a ­ şımız Suphi Nuri İleri a nlatıyor: y a n ım d a o tu ra n iki çocuk H a c i­ v a t’ın sözlerinden hiç birşey a n ­ lam adı v e y a n ım d a o tu ra n gence sordu. O da birşey anlam adığını söyledi. V aziyet hep budur. Bizim m eddah, o rtaoy un u , k a ra g ö z ve k u kladan alacağımız eşsiz ve m ü ­ te k â m il olan tekn iklerid ir. Bu eski tem a şala rın g e re k mevzu ve t e m ­ leri, g e re k s e şahıs ve su retleri hep değişm eli ve yeni zam anın yeni mevzuları ve tipleri olm alı­ dır. İkinci mühim n o k ta : bu halk t e m a ş a nevileri büyük şehirlerin Halkevi salonlarına m ünhasır k a l ­ mam alı, k ö y le re k a d a r girmelidir. Bunu d e m e k K a r a g ö z ’ün o k ö y ­ lere k a d a r girm esini istem ektir. Bu da b u g ü n k ü k ö y lü y ü ilgilen d ire c ek piyesler ve K a ra g ö z c ü le r elde etm ek le d a h a doğrusu müs taitle ri arayıp b u lm a k ve y e tiş ­ tirm ek le olur. H alkevleri bu d a ­ vaya henüz el k o y m uş değildir. Bu m ühim ve millî m esele ü ze­ rinde H a lkevleri M erkez H e y e ti’ nin umumî k a ra rla rın ı iste m e k ve b e k le m e k yanlış olmaz. F a k a t biz bu k a tî hüküm leri v e rirk en k a ti bir k a n a a t sahibi m i y i z ? Evet, diyoruz.

Sir D e n i s o n

R o s s ö l d ü

■i 936 dan 1937 senesine k a d a r Lond­ r a ’da Ş a rk T e t k ik Enstitüsü

S ır Denison Ross.

Müdürlüğünü™ yapm ış ve bütün h ay a tın d a edebiyat ve kü ltü rünü t e t k i k ettiği T ü rk le re k a rşı bü­ y ü k bir dostlu k duym uş ve gös­ term iş olan Ingiliz alimi Sir D e ­ nison Ross A m e rik a n hastaha- nesinde z a tü r re e ha sta lığ ın d an ö l­ m üştü r. Büyük alim, ilk T ü rk Dili K u r u lta y ı’na iştirâ k etm iş, o zaman A t a t ü r k ’ün iltifa tla rın a m azhar olmuş, bir sene k a d a r ö n ­ ce de T ü r k e d e b iy a t ve k ü ltü rü üzerinde t e tk ik le r y a p m a k üzere tem elli o la ra k T ü r k iy e ’y e gelm iş­ ti. Şir D. Ross nisan a y ınd a yi­ n e İ sta n b u l’da karısını k a y b e tm iş ­ ti. 1871 senesinde Londra civa­ rın d a S t e p n e y ’de doğan alim, 69 yaşın d a bulunuyordu. Kendisi he­ m e n hem en bütün Ş a r k m e m le ­ k e tle rin i dolaşm ış, ş a r k dillerini öğrenm iş, üzerine aldığı m uhtelif İlmî v a z ifele rd e başarılar g ö s t e ­ r e r e k , İlmî eserler y a z a ra k m il­ letle r a ra s ın d a büyük bir ş ö h re t k a z a n m ıy a m uv affak olmuştu. Ö lüm ü ile İngiltere b ü y ü k bir a li­ mini, T ü r k iy e de tanın m ış bir d o s tu n u k a y b e tm iş oluyor.

Muharririn rolü

Tasviri E fkâ r, İ s t a n b u l :

g a r b i n ilk gününden beri birçok h a b e rlerin ve m ak a lele rin serlev haları birer istifhamdır : A l­ m an y a t a a r ru z edecek m i? İtalya

ha rb e g ire c e k m i? A m e rik a ne y a p a c a k ? A lm any a, İn g ilte re ’yi istilâya te ş e b b ü s e d e ce k mi ? İs­ p a n y a C e b e llü ta r ık ’ı alm ıya k a l­ k a c a k m ı? İlh. ilh. H e m a n her m a k a le n in son hükm ü de ş u d u r : “ Bunu bize h â d is e le r g ö s te r e c e k ­ tir,,. Hâlbuki okuyucu, bir yazıda serlevhanın s o rd u ğu suâle m etn in cevap verm esini b e k le r . Bu suâle hâdiseler cevap v e re c e k o ld u k ta n sonra a r a y e r d e m uharririn vücu- düne ne lüzum v a r ?

Y E N İ A D A M .— Çok doğru. Fakat bizde gazetecilik, havadisci- lik ve m erak uyandırm a gibi ilkel safhaları henüz aşmış değildir. M e­ selâ A m erika Birleşik D evletleri’ nde gazetecilik bu safhaları çoktan aşmış ve izah safhasına girmiştir. B izim gazeteciler vukuatı romancı gibi sade tasvir île kalıp izaha ula­ şam ıyorlar. Ç ünkü bizde bir çok gazetelerin bir takım muharrirleri

m ütehassıs olm adıkları şeylerden bahsetm eyi ayıp saym ıyorlar, iza ­ hı zam ana bırakm ak ilm i bir ihti­ yat hareketi olmayıp bilm em ekten ileri geliyor.

Maarif vekilliği­

nin bir takdiri

| y | a a r i f Vekilliği her ay ç ı k a r ­ m a k ta olduğum uz Çocuk H i­ kâyeleri’ nin 16’ncı sayısı olan 23 N isan Kış Üniteleri adlı nüshayı t a ­ lebe için faydalı b u la ra k mü- esseselerine tam im ve tav siye e t ­ miştir. Vekilliğin g ön derdiği t a ­ mim m e k t u b u n bir surelini a ş a ­ ğıya basıyoruz:

Yeni A d a m gazetesi müessese- si t a r a f ın d a n ay d a bir n eşredilen Çocuk H ikâyeleri m ecm uasının 23 N isan O kum a Üniteleri adlı n ü sh a ­ sının ilk okul talebeleri için fay ­ dalı bir eser olduğu anlaşılm ıştır. İlgililere tebliğin i rica ederim .

M a a rif Vekili. H aşan - A li Yücel 17..IX . 1940

(7)

B U L G A R S İ N A N , , M I ?

Y A Z A N :

Y

Küçüklük duygusunun i n t i k a m ı

B

U L G A R LA R Mimar Sinan h a k k ın d a bir lâ f etm işler. Gazetelerim ize a k s e ttiğ in e g ö re K o c a S in a n ’ın B u lg ar oldu­ ğunu iddia ediyorlarm ış. P a y ita h ­ tın da Sultan Selim Cam isi gibi bir t e k â b id e dikilm esine ihtimâl bulun m ıy an m illet y av ru ları bu k ü ç ü k lü k duygu sun u n intikam ın ı, b a ş k a la r ın a ait büyü k leri - bir k u l­ punu bulup - k e n d ile rin e m aletm i- ye çalışm akla alırlar. Bulgarcıkla- rım da K o c a S in a n ’ı Bulgarjığa m a le tm e k istiyorlar ! Y ak ışm az am a, bir â n için, Y avu z’un oğlu M uhteşem S ü leym an ’ın b a ş m im a­ rı Sinan A ğ a ’yı Bulgar tarihine e m a n e t edelim. O sm anlı m im ari­ si bu ta k d ird e en p a rla k yıldızın­ dan m ahrum k alır; f a k a t K o n y a , K a y se ri, S iv a s’ta k i S elçuk fb id e - leri, B u rs a ’da Yeşil C am i, İstan­ b u l’da S u lta n A hm et, Yenicam i, S e m e r k a n t ’ta T im ur D evri eserleri, t â H in d ista n ’d a T a cım ah al T ü rk d ehâsının m ahsûlleridir. Sin an ’ı bir ân için u n u ts a k bile bu e s e r ­ lerle k a n a k a n a iftih a r edebiliriz. F a k a t biri çıksa ve dese ki : Si­ nan B ulgar olduğu gibi, saydığın eserlerin m im arları da hep Acem ve Rum hünerverleridir. Buna bir â n için in a n s a k deriz ki : Ne yapalım , Ingilizlerin m usiki d e h â ­ sı olmadığı gibi bizim de mim ari d ehâm ız y okm uş !

Kel başa şimşir

t a r a k

Böyle h ü k m e ttiğ im iz â n d a h a ­ tıram ızda b a ş k a heybetli isimler teselsül e d e r. İn sanlık ta rih in e is­ t ik a m e t veren T im u r ’lar, A lp a s ­ l a n ’lar, Y ıldırım ’lar, F a tih ’ler, Y a ­ vuz’lar, A t a t ü r k ’lerle fikir ve s a ­ n a t â le m in d e b ire r sönm ez güneş olan F a r a b i’ler, İbni S in a ’lar, Ha- rezm i’ler, U lu ğ b e y ’ler, F u zu li’ler,

U

N

U

S

K

Â

Koca Sinan.

K â tip Ç e le b i’ler. T a rih te insanlı­ ğı aydınlatan b u k a d a r sayısız gü­ neş bulunan bir millet, yıldızların­ dan birini b a şk a la rı d a benimse- m iye k a lk sa b üy ü k lü ğ ü n d en bir- ş e y k a y b e tm e z . F a k a t B u lg a r’lara bir ân için bıraktığım ız S in a n ’ı on lar tarihlerinin neresine k o y a ­ caklar ? K a b a tâbirle Sinan o n la ­ rın kel başına şim şir t a r a k olmaz mı ? K ü ltü r ve m e d e n iy e t hayatı geri olanlar için böyle bir p a r ­ lak d e h â y a tesahüp iddiası bile şüphe uyan dırm ıyor mu ? Bir ân için kendilerine te rk e ttiğ im iz K o ­ ca Sinan yoksul B ulgar tarih ine sığmaz ki ona sahip çıkıyorlar. Sinan gibi bir dehânın y a şadı­ ğı devir bizden çok uzak olsa ve

G E L E C E K S A Y I D A

T. FİKRET M ESELESİ

YAZAN : DR. İZEDDİN ŞADAN

Z

I

M

K

Ö

N

Î

h ayatı h a k k ın d a elimizde hiçbir v e sik a b u lun m asa ve o m enkıbe- vî, m itolojik bir ş a h siy e tte n ib a ­ r e t olsa bile onun yak ıştığı tarih b üy ü k lü k le r ve b üyü k ler y a ra ta n T ü r k tarihi olm ak g e re k tir. H â lb u ­ ki S in a n ’ın k e n d i y azdırdığı bi­ yografisi elimizde. D oğd u ğu köy S elçu k istilâsından b e ri öz T ü r k ili olan K a y s e ri’nin C ırla v uk k ö ­ y üdür . A n a d o lu ’nun g ö b e ğ in d e olan bu eski T ürk k asabasın ın ci­ vardaki k ö y lerd e n bugün dahi m a­ hir dıvarcı, n a k k a ş ustaları y e tiş ­ m ekted ir. Mimar Başı Sinan A ğ a ’ nın dehâ m erteb e sin e y ü k s e lttiğ i yapıcılık sa n ati bu köylülerin ci- billî işidir.

Selimiye Bulgarların kızıl e l m a s ı o l a b i l i r mi ?

Ben Bulgarların Mimar S i n a n ’ı benim sem elerine bir s e b ep arıyo­ rum. T ü rk yurdu T r a k y a ’nın inci­ si Selim iye’yi Bulgar m uhayyilesi­ nin Kızıl Elma saydığını farzede- lim. F a k a t ne ham hayâl 1 Kızıl elma h a k ik a t te erişilmesi uzak bir hedef olmak icap ed er. Hâlbuki Selim iye camisinin kubbesini Bul­ gar to p ra k la r ın d a n h e r ân dür- bünsüz g ö rm e k m üm kün d ür. Bul- g a ria rm Mimar S in a n ’a sahip çık­ malarını b ü s b ü tü n fenaya y o rm a ­ m ak . Bulgarların bu suretle k e n ­ di ş ö h re tle rin d e n çekinm iye b a ş ­ ladıklarına h ü k m e tm e liy iz . Ben böyle b ü y ü k bir insanı B u lg u rla­ rın k end ilerin e m a le tm e k istem e­ lerinde k ısk a n ıla c a k bir n o k t a g ö r­ m üyorum . Bilâkis S in a n ’ı B ulgar­ ların benim sem eleriyle iftihar du- y u yorum .N etekim onlar A ta tü r k ü n ölümü sırasında da “O M ak edon ­ yalIdır, bizdendir» diye y a n m ış ­ lardı. Büyük a d a m ların öz y u r tla ­ rı b ü yüdükleri beşiktir. F a k a t ç o­ cuk b üyüyünce beşiğine sığmadığı gibi dehâ da millî h u d u tla ra sığ­ maz, insanlığa m alolur. Sinan Rum- dur, Sinan M acardır, Sinan ister lers e A im and ır, R u stur, hulâsa

8

KAPAK KOMPOZİS­ YONU M A H M U T C Ü D A N IN D IR .

\

/

insan m efhum unun şüm ûlünü gös­ tere n bütün m illetlerin malıdır. İnsanlık âlemi T ü r k a n a d a n doğ­ ma nice Sinan ları benim semiştir. S in a n ’ı şimdi B ulgarların b e n im ­ semeleri s a n a t id râ k lerin d e d e h â ­ ya h ü rm e t besliyecek bir m e r h a ­ leye eriştik lerini g ö s te rm e k b a k ı­ m ından lehle rine k a ydo luna c a k bir n o ttu r. F a k a t Bulgarlar Sha- k e s p e a re ’i de, Michel A n j e ’ı da B u l g a r saym ıy orlarsa bununla- yine onların hesabına te e s s ü f e t­ meliyiz. Y o k s a onların S in a n ’a sahip ç ık m a la rın d a hususî bir m a k ­ sat mı gizli ? Y o k s a A n a d o lu ’nun g ö be ğind e bir k ö y ü n d e d oğm uş, saçı sakalı a ğ a rın ca y a k a d a r h u ­ d u tta n h u d u ta k o ş a r a k T ü r k dev­ letinin bütün şanlı g a z â la n n a işti­ rak etmiş olan T ü r k oğlu T ü rk Si­ n a n ’a Bulgar d e rk e n onun T ü r k ­ lü ğün den bir şüphe mi izhar etm e k isteniyor ? Böyle gizli bir niyeti olanlarla biraz konuşalım .

Milliyeti yapan kan mı, yoksa kültür mü

Sinan a c a b a h angi bakım dan T ü r k değilm iş ? O n u n d a m a rla ­ rındaki k a n mı ? Bunun Bulgar k a n ı olduğun u ispat e tm e k d a v a ­ cıya d üşer. Bir ân için farzede- lim ki Sinan Bulgar d evşirm esi­ dir. B undan B ulgarlara ne ? İnsan kanıyla değil, zihniyeti, kültürü, m edeniyeti ile insandır. B ü tü n in­ sanların d a m a rla rın d a aynı k im ­ yevî te rk ib e m alik kan dolaştığı hâlde bazılarının ü stü n m edeniye­ te sahip olması ve bazılarının g e ­ ri kalm ası b u gün sosyoloji ilmi ta ra fın d a n oldukça aydınlatılm ış bulun m a kta dır. T ü r k terbiyesinin ak ıllara h a y r e t v e re n temsil k u d ­ retine bir misâl o lm ak üzere d e v ­ şirm e oğlanlarının y etiştirilm esi­ ni zikredebiliriz. T ü rk terbiyesi n e ö ğ ü tücü bir değirm enm iş ki bir z a m a n la r içine ta m bir emniyetle yabancıları alıyor ve ke n d in e mal- ediyorm uş. Erm enilerin P a ris ’te te k â s ü f etm e le rin de n yarı alaylı bir s u re tte b a h sed e n bir p o litik a ­ cımıza P oinc arâ demiş k i : “ F a ka t iki nesil sonra bu Ermenilerin hepsi Fransız olm uş bu lu n ac a k ­ tır. O n la rd a E rm e n ilik te n hiçbir eser kalm ıy acak tır.»

Sinan Bulgar olsaydı m e ç h û l k a l ı r d ı

Fransız tem sil kudreti eski Tü rk terbiyesi y a n ın d a n e k a d a r ağır işliyor. E ğer B ulgarlar beş asır yaşad ık ları T ü r k idaresinde sili­ nip g itm ed ilerse bunu T ü rk m üsa­ m ahasından b a ş k a neye borçlud u r­ lar ? Milliyetçilik ırk ç ılıkta n b a ş ­ k a birşeydir. Ve biz tarihim izde İslav, Rum, A rap k a nın dan geldi­ ği m u h a k k a k olan T ü rk b ü yük le­ riyle d e öğunürüz. Ç ü n k ü biliyo­ ruz ki onların insanlıkları a ld ık la ­ rı te r b iy e ile taayyün e tm e k te d ir. T ü rk terbiy esi alan T ü rk le ş ir ve o n u n ahfadı da T ü rk tü r. Hâl b ö y ­ le olunca B ulgarların S i n a n ’a sa ­ hip çıkm aları için Sinan’ın yaşa­ dığı d evirde T ü r k k ü ltü rü k a r ş ı ­ sında bir Bulgar k ü ltü rü n ü n ,T ü rk m im arisi k a rşısın d a bir Bulgar mi­ marisinin varlığını b ilm ek lâzım- gelir ki böyle birşey d ü ş ü n m e k ­ t e n d a h a ab e s birşey olam az. Mev- zuubahs.bir Sü tçü Vasil oğlu Si­ n a n değil, Mimar Başı S in a n ’dır. Selimiye, S üleym aniye camilerinin

mim arı S in an ise kökleri tarihin derinlik lerin d e bir k ü ltü r ağacının meyvesidir. Farzım uh âl S in an bir Bulgar a n a b a b a n ın m ahsûlü bile olsaydı,kaz ve dom uz çobanı olmı- yan bu a d am Bulgarlığı r e d d e t ­ miş, u n u tm u ş olm ad ıkça T ü r k t a ­ rihinin BüyükM imarı olam azdı. Mi­ mar Sinan X V ’incı asır T ü r k ta ri­ hinin s a n a t d e h â la rın d a n biridir. O Bulgar olsaydı e b e d iy e n m eç­ hûl ka lırdı. O n u asriyle ve m e n ­ sup o ld uğ u c e m iy e t ile m ü talâa e tm e k lâzım. Şiirde Baki, fık ıhta E b ü ssu u t, d e n iz lerd e B arb aro s,m u­ sik id e Itrî neyse, m imaride de Si­ n a n o d u r. Bulgar g a y re tk e ş le ri S in a n ’ın b ü tü n bu b ü y ü k m u asır­ larını da benim sedikleri gün a r a ­ mıza bir asırd an beri g ire n so­ ğ u k l u k t a n e s e r k a lm ıy a c a k tır. O zam an B u lg arlar da O sm anlı t a ­ rihinin b ü tü n şan ve şerefiyle övünebilirler. Ç ün kü Mimar Si­ n a n ’a B u lg ar d e m e k le b ü tü n Bul- g a rlık T ü rk le ş tirilm iş oluyor. Ne mutlu !

yunus Kâzım KONİ.

(8)

P S İ K A N A L I Z

C İ N S İ Y E T

Y A Z A N :

E R N E S T

J O N E S

Ç E V İ R E N : D R . İ Z E D D İ N

Geçen sayıdan :

Mevzuubahis iki tek â m ü l devresi a ra s ın d a k i m ü n a s e b e t p e k şay anı istifad ed ir. Tabiî h e r iki de vre biribirinin aynı değildir. Ç o c u k lu k ile kâ- hil, d a h a doğrusu büluğ ç a ğındaki insan zihniyeti a rasınd a, f a r k bunu ica p ettirir. Aynı veçhile ferdin te k â m ü lü dahi u m u m iy et itibariyle ır­ kın te k â m ü lü n ü n basit bir te k e r rü r ü n d e n ibaret değildir. F a k a t h er iki h âlde de b üyük bir mu. vazilik vardır. İkinci te k â m ü l de vasian birin­ ci te k â m ü lü n ta b ia tı ve vasıfları ta r a fın d a n tayin edilm iştir. Meselâ b ü lu ğ d an so n ra olan cinsî t e k â ­ mül birçok ş e k ille r alır. Bu h u s u s ta bir fert diğer bir ferd e asla benzemez, b a ş k a sa h ala rd a ol- duğu gibi. F a k a t c insiyetin te k â m ü lün ün umumî h a tla rı ve e kseriya h a y re te şayan ta f s ilâ t bile, ilk d efa ç o cuk lu k m erh a le sin d e teessüs etm iştir. İkin­ ci m erh a le d e yani büluğda husule gelen h e rh a n gi bir yanlışlığın düzeltilmesi veya id ra kindeki güçlü­ ğün s e b ep le ri (nevro zlard a m ucip oldukları ihtilâf­ larla birlikte) birinci m erhalenin ikinci m erhaleyi tay in eden h a tla rın a lâzım gelen e h e m m iy e ti ver­ m em iş o l m a k ta n ileri gelir. Birinci m erhaleye ait olan bü tün h a tır a la r bu çocukluk dev resine r e f a ­ k a t e d e n b üy ü k itme dalgası esnasda o r ta d a n sili­ nir. G erçek, bu kısm ın bir cüzü ç o c u k lu k z a m a ­ nında bile m eş u r değildi. A n c a k psikanalizin gayrı m eşuru a ç m a k için kullan dığ ı usûllerle m eydana konulabilir.

B undan s o n ra ilk te k â m ü l d evresini hülâsatan arzedeceğiz. Bunu önce bizatihi cinsî faaliyetin t a ­ biatı görüş zaviyesinden, sonra da acinsî faaliy e­ tin h ed efi b a k ım ın d a n ta tb ik ed eceğiz. Merhalele­ rin birincisine oral devre (ağız devresi) denir. Cin­ sî faa liy e t em m e ve yutm anın b ü tü n ş e k ille rin d e n ib a re ttir. Bu d e v re d e t e k r a r em m e ve ısırm a gibi iki tâli d evrey e ayrılır. Ö n c e tegaddi ve şehvani- y e t (ora/ - erotic) b irib irin d e n ay ırt edilemezler. F a k a t bir m ü d d et s o n ra em m e fiili a ç lık ta n büsbü­ t ü n m üstakil o la r a k kendi başına bir m anâ alır. H er sü tn in e huysuzluk ed e n bir çocuğa e m e c e k bir şey v e re re k huysuzluğun izale olunduğunu bilir. Bu arzu tegaddi ile hiç a lâ k a s ı olmıyan bir şeydir. So n ra çocuk m em e başı ve emziğin yerine baş p a r ­ m ağını kor. (Bu hâl çok defa so nra tırn a k yem ek veya buna b en z er bir ihtiyaç h âlin d e devam e d e ­ bilir) v eyahut da baş p arm ağ ın yerine münasip ve alâkalı bir nesneyi k o r.K â h il hâlde bile d u d a k la r bu m an â d a icrayı fiil ederler. Ç ü n k ü ö pm ek, kuvveti azalm ış bir e m m e d en b a şk a b irşe y değildir. E sa­ sen ağzın rol o ynadığı daha k a rışık bir ta k ım fiil­

ler dahi m ü şa h e d e olunabilir. A n a l - sadistic deni­ len ikinci m erh ale şayanı nazar bir takım vasıfla­ rın te r e k k ü b iy le m uttasıftır.B ir ta r a fta k ab a, g ü rü l­ tülü (abstreperous) ve h a t t â ga d d a r tavırlar ve h a ­ r e k e tle r vardır ki bunlar da a n a b ab a y ı o ldukça t a ­ cizden hâli kalmaz. Diğer t a r a fta n da daha az sır­ n a ş ık ta b ia tte alâka, tecessüs, gizli oyunlar ve b a ­ zı cism anî ihtiyaçlarla m ü n a s e b e tta r ka rış ık aklî ta v ır ve h a re k e tle r yer alm ıştır. Üçüncü ve nihaî de vre genital devredir. Bu d e v re d e cins uzuvları b ü tü n h a y a t m üddetince m u hafaza ed ecek o ld u k ­ ları büy ü k ehem m iyeti k a z an ırla r. A k lî bakım dan da bu devre a ş k ve d iğ erk â m lık kabiliyetinin neş­ vüneması ile m uttasıftır.

Meseleyi garize fa a liy e tle rin in hedefi bak ım ın­ dan te t k ik e d e rse k de yine üç dev re m ev c u t oldu­ ğunu görürüz. Birinci devre auto - erotic yani zatî şe h v an iy e t devresidir. B unda hedef y o k tu r. Ç ocuk tatm in vasıtasını k e n di v ü c u d u n d a arar. Esasen bu d e v re d e “ ben,, ve “ken di„nin m anâları p e k z a y ıf ­ tır. ikinci d e v re y e narsisik de v re denir. “Ben„ n e ş ­ v ü n e m a bulm uş ve cins garizesinin hedefi o la r a k seçilmiştir. D e nilebilir ki çocuk k e n d i kendisini sever ve bu kabiliyetini hem en aslâ k a y b e tm ez . Üçüncü dev re bir buhran d evresidir. Bu devrede çocuk yalnız sevgileri için değil, aynı zam an d a m e ­ şur ve gayrı m eş u r cinsî fantazileri için haricî dü n ­ yada bir h e d e f a ra r. Bu hed efin ip tidad a çocuğa en yakın o lan la r arasından, yani ailesi arasından, seçilmesi gayrı kabili içtinaptır. B un u n la birlikte çocuğun bizzat m ensup olduğu züm re ve b a tın a m atuf olan bu s e m p a tiler (ve h a tt â fiiller) eski ba­ tınlara ve bilhassa a n a b a b a y a teveccü h edince güç­ lükler baş gösterir. İşte bu, m aruf Ö dip kom pleksi denilen şeydir. Ç ocuk a n a b ab a s ı a ra s ın d a k e n d i cinsinin aksi olan cinse k a rşı cinsî bir tav ır ve h a ­ r e k e t t a k ın ır ve kendi cinsinden o lana k a rşı da bir r e ­ k a b e t hâli a lır.O ld u k ça çok m ahsus istik a m e tte de bir Ödip kom p leksi v ard ır.Y an i çocuk kendi cinsinden olanı sever, aksi cinsten olana hu su m et b ağlar.Freud bu k o m p le k s in gayrı m e ş u r d a m erkezî bir yer t u t ­ tu ğun u iddia ediyor. Çocuğun istik b â ld e k i mizaç ve tabiati, seciyesi h a ttâ m üsap olabileceği nevroz bile bu k o m p le k s e karşı takındığı tavır ve h a r e k e ­ te bağlıdır. Ödip kom p lek si psikanalizin hususî ve en mühim k e ş fid ir ve ferdî m u k a v e m e tle rle p sika­ nalize k a rş ı serdedilen haricî te n k itle rin bütü n k u v ­ veti bu k o m p le k s e m ü te v e cc ih tir. Bu m u k a v e m e t n e k a d a r m ü teh av v il bir şekil alırsa alsın ve psika nalizin herhang i veçhesi te n k i t edilirse edilsin

(9)

M İ L L Î T İ Y A T R O

N E D İ R ?

4'üdcüsayfadan :

1« ik tifa edenler, b) iş tirâ k e t­ mekle b e ra b e r bazı m ü ta lâ a la r ilâvesini lâzumlu görenler, c) bu m ü ta lâ a la r a iş tirâ k meselesini m evzuubahis e tm iy e r e k söyliyen- ler ve nih ay e t ç) r e d d e d e n le r ol­ m uştur.

Red ed enlerin d ü şü n celerin e bir göz gezdirelim. Bu a n k e tin lüzum suzluğunu, ve a n k e t t e y e ­ ni diye konulan m eselelerin d ün ­ ya m ikyasında ç o k ta n halledilmiş olduğunu söyliyen E rtu ğ ru l Muh­ sin’den sonra MümtazZeki şöyle ya­ zıyor: “Bu suâldeki öz tiyatro t e r ­ k ibin de n ne k a s te d i li y o r ? T iyat­ ro vardır veya yoktu r. T iy a tro n u n özü ne d e m e k ? Marulun göbeği, m eşe ağacının özü gibi mi bu öz? Sonra kör m u kallitlik yerine t a b i ­ rinden bu um um î suâllerin çok mahallileş tirildiği hissolunuyor. Millî tiy atro yaratıcılık şartlarına yabancı kalm ıyan bir tiyatro değil, tam am iyle yaratıcı olan bir tiy a t­ ro faaliyeti olmalıdır. M illî piyes yaratm a teşebbüslerini koruyan bir tiy a tro da millî değildir. Ç ü n k ü k o r u m a sın d a n ziyade yara tm a sı, icap ettirm esi, v ar etm esi ve a n ­ ca k millî olmanın şa rtla rın ı y e ri­ n e getirmesi lâzımdır.,, ( Y e n i A - dam , sayı 297). Mümtaz Zeki “ öz tiy a tro » tabirinin ne d e m e k olduğu ü z e rin d e d u ru y or ki, bu şekilde h a re k e t tarzı da B a lta c ıo ğ lu ’nun Ö z Tiyatro adlı e tü d ünü o k u m a ­ mış olduğunu g öste riy or. İrfan

K o n u r i s e : “T iyatro, ikinci su âl­ de millî tiy a tro n u n ş a rtla rı olarak sayılan ve bu s u re tle sizin de t i ­ y a tro y u m ü re k k e p bir s a n a t t e ­ lâk k i ettiğinizi gösteren h e d e fle ­ rin her biri b a kım ın da n millî bir m üessese olabilir,, d iy ere k b a ş k a bir sa h a d a B altacıoğlu’nu n ak z et- miye çalışm a kta dır.

Tezin lehinde o la r a k ileri sü­ rülen d üşüncelerin hepsini birden b u ra d a hülâsa etm iye imkân gö­ rem iyorum . Burada en e n te r e s a n lard a n b irkaçının b ire r p a sajı­ nı n a k le tm e k le , leh te g elen ce­ v ap la rın istikam etini tayin e t ­ miş olacağım . H alit F a h r i: “s e ­ nelere taksim edilmiş m uayyen bir programı olmıyan herh an g i bir temsil heyetine tam manâsiy- le millî ve İçtimaî rolünü ifa edi­ y o r diyemem,, ( Yeni A d a m , sayı 285) d e m e k te d ir ki, bu

düşünce-— V azifeniz nedir efendim ? — işsizlik efendim.

siyle, millî tiy a tr o n u n faaliyeti bakım ın d an mühim bir m eseleye el k o y m u ş oluyor. A k t ö r Kemal Tözen ise k ö r m ukallitliği iki m a ­ nâda anladığını yazıyor ve : “Bi­ ri, gayesi sadece gıd ıklam ak olan s a n a t (?)... A llah k u rta rsın . D iğ e ­ ri, inat ve ısra rla yalnız dış y ü ­ zünü aldığımız G arp tiyatro ları mukallitliği, ileri m em le k e tle rin tiy a tro s u n d a n istifadeyi anlarım; f a k a t onu, millîleştirmeyi, a d a p te etm ey i ön p lân a alm ak şartiyie... A ktö rle rim iz in Louis XV devri giyinmeyi öğren m esi lâ z ım d ır; fa ­ k a t K ö r o ğ l u ’nun nasıl k u ş a k s a r ­ dığını daha önce bilmesi şartiyie. R o m e o -J u liy e tte m u aşa k a sın ı din­ lemeli; f a k a t L ey lâ - M ecnun’un içli ve ateşli aşk ını a n la d ık ta n sonra...,, (Yeni A d a m , sayı 288). Ben ş a h sa n K e m a l T ö z e n ’in b i­ rinci m a n â d a anladığı m u k allitli­ ğin d o ğ ru d a n d o ğru y a a le y h tar değilim. O da k e nd i nevi ve öl­ çüsü içinde ayrı bir ifade s a n a t ı ­ dır. İkinci nevi ta k lit bahsine ge­ lince, bu nu n ü zerind e ayrıca d ur­ m ak lâzımdır. K ö ro ğ lu ve Louis XV devri k ıy afe t bahsi bizi b a ­ yağı bir dem a g o jiy e k a d a r g ö t ü ­ rebilir. B eşerî olan her şey bize y a ban cı değildir. Bu itibarla bu ­ g ünü n T ü r k ü n e R o m e o - J u l i e t t e Leyla ile M ecnun k a d a r veya o n ­ dan d a h a fazla yakındır.

U lu n a y ’a g öre, bu nevi bir ti­ y a tro faaliyeti y a ra ta b ilm e k için körü k ö rü ne m u k allitlikte n çe­ kinm ek değil, o m uk allitliğe m e c ­ bur o lm am ak cihetine gidilmeli­ dir. —H üsam ettin B O Z O K .

(BİTMEDİ).

sûl addedilen şeyin en nih ay e t bu Ödip k o m p le k si olduğu söylense m ü b alâ ğ a edilm em iş olur. P s ik a ­ naliz n azariyesinin diğ er bütün istihraçları bu k o m p ­ leksin e tra fın d a k ü m e le n m iş tir ve bu ko m p leksin doğru veya yanlış olm a sın a göre de psikanaliz, a y a k ta du ru r veya d ü şe r.

Bu bahsin h e m e n hepsi çocukluk cinsiyetine hasrolundu. Bu da yalnız çocukluk cinsiyetini psi­ kanalizin yaptığı en yeni ve en mühim k e ş ifle rin ­ den birini t e l â k k i e ttiğim izd en değil, belki bu m a ­ lûm at yardım ıyla kâhil in sa n a ait m ese lele rin hal- litae y a ra m asın d a n da ileri geliyor. Cinsiyet s a h a ­ sındaki h e r m esele izdivaçtaki güçlük ve g e r g i n ­

likler, evlilik h a y a tın d a k i u y g u nsuzlu klar, fuhşun sebebi, tev e llü d a t m eselesine a it he y e ca n î hâller gibi İçtimaî m ese lele rin dahilî m anâsı, b ü tü n k ı s ­ k a n ç lık la r, re k a b e tle r, v e e r k e k l e k a d ın a ra s ın d a ­ ki ç atışm alar, m u h te lif tenasülî d alâletler ve b u n ­ la ra b e n z er sonsuz m eselelerin h e m e n hepsi mudil garizenin t e k â m ü lü n d e k i ilk m erh a le le re ait k a z a n ­ dığımız m a lû m a t sayesinde aydınlatılabilir. Şimdi saydığımız m eseleler ve b u r a d a zikredem iy eceğ im iz daha birçok işlerin v ü cud un dan m ü te v e llit aklî v a ­ ziyetin m a n â ve k a y n a k la rı üzerine bugün p s ik a ­ naliz e debiyatı b üy ük bir ışık huzesi çevirm iştir.

( B İ T T İ ) .

(10)

s

yo

lo

t #

J

M

M

K

A

i

D

■E

L

ıh

R

i

E M İ L E D U U ' A. û: A H K H r~r L...Ü E i M ’ D ¡ ( T E F R İ K N

B

U takdirde sosyolojinin ga­ yesi de bu temayülün in­ kişaf seyrini bulmaktan ibaret olacaktır. îşte bunu yap­ tığımız takdirde, bu kabil farazi- yeyi kabulün ihdas edeceği müş­ külleri tekrar mevzuubalıs etmek­ sizin yalnız şu kadarını söylivelim ki, inkişafı ifade edecek olan ka­ nunun illi hiçbir ciheti olamaz. Filhakika bir illiyet münasebeti ancak iki muta vakıa arasında teessüs edebilir. Ohâlde bu mev- zuubahs inkişafın illeti farzedi- leıı bu temayül, bir sebep değil­ dir; ancak kendisine atfedilen te­ sirlere nazaran inşa edilmiş ve bir mevzua olarak kabul edilmiş­ tir. Bu temayül kendisini izah edebilmek için hareketin altında tasavvur ettiğimiz bir nevi mu­ harrik melekedir; fakat işte bu hareketin müessir illeti bu kabil bir bilkuvvelik (virtualité) değil, bilâkis belki diğer bir hareketten başka birşey olamaz. Binaenaleyh bizim tecriibî olarak müşahede et­ tiğimiz şey, aralarında hiçbir illî rabıta olmıyan bir tahavvüller sil­ silesinden ibarettir.Mütekaddim hâl müteakip hâli husûle getirmiyor; aralarındaki münasebet ise mün­ hasıran bir zaman münasebetidir. İşte bu şerait altında her türlü ilmi evvelden görüş (prévision) im­ kânsızdır. Vakıaların şimdiye ka­ dar nasıl biribirlerini tevali etmiş olduklarını her ne kadar söyliye- bilirsek de, şimdiden sonra hangi nizamda biribirlerini takip ede­ ceklerini kestiremeyiz; çünkü bu vakıaların tâbi bulunduklarını far- zettiğimiz illet, İlmî surette ne mu­ ayyendir,ne de tayini mümkündür. Bununla beraber umumiyetle te­ kâmülün mazide takip etmiş ol­ duğu istikameti istikbâlde de

ta-kip edeceği söylenebilir. Fakat bu ancak basit bir mevzuaya göre iddia edilmektedir. Mevzuu- bahs t e m a y ü l ü n sıra ile ma­ zide aştığı merhalelere nazaran vâsıl olmak istediği gaye ve had­ di evvelden kestirebilmekliğimiz için hâlen tahakkuk etmiş bulu­ nan vakıaların bu temayülün ta­ bına kâfi derecede uygun ve m u­ tabık olduklarını bize temin ede­ cek elimizde hiçbir delil yoktur. Takip ettiği ve ettirdiği bizzat is­ tikametin kendisi de niçin hattı müstakim şeklinde oslun ?

îşte içtimaiyatçılar tarafından tesis edilen illî münasebetlerin fii­ len adet itibarile bu derece m ah­ dut olmalarının sebebi de hep bu­ radadır. En meşhur misâli Mon„ tescjieu olmak üzere birkaç istisna, dan maada, eski tarih felsefesi te­ kâmül merhalelerini, hiç mütera- fık şarta bağlamıya çalışmaksızın, kendisini münhasıran beşeriyetin takip ettiği umumî istikameti keş- fetmiye vermiştir. Comte’un İçti­ maî felsefeye yapmış olduğu hiz­ metlerin ehemmiyeti nekadar bü­ yük olursa olsun, yine sosyolo­ jik meseleyi vazediş tarzı diğer- lerininkinden başka değildir. Bu­ nun içindir ki Comt’un meşhur üç hâl kanunu bir illiyet müna­ sebeti göstermekten çok uzaktır. Hattâ bu kanunun doğru olduğu farzedilse bile, ancak indî olduğu ve bundan başka birşey olamıya- cağı kabul edilmelidir.

Üç hâl kanunu insan nevinin geçmiş tarihine seri bir bakıştır. Comte’un üçüncü hâli beşeriyetin nihaî ve kati hâli gibi telâkki et­ mesi tamamen keyfîdir; zira istik­ bâlde daha başka bir hâlin zuhur etmiyeceğini bize kim temin ede­

bilir? Nihayet işte müsyü Spen- cer’in içtimaiyatına hâkim olan kanun da daha başka bir mahi­ yette değildir. Şimdiki hâlde bi­ zim kendi saadetimizi sınaî bir medeniyette aradığımız doğru bi­ le olsa, bundan sonra saadetimizi başka yerde aramıyacağımız ne­ reden malûmdur ?

Ohâlde bu metodun umumîli­ ğini veya bekasını temin eden şey İçtimaî muhitin, terakkiyi icap et­ tiren bir illet değil , bilâkis bel­ ki ekseriya terakkiyi tahakkuk et- tirmiye yarıyan bir vasıta gibi te­ lâkki edilmiş olması cihetidir. Di­ ğer taraftan İçtimaî hâdiselerin (aide noktai nazarından kıymeti yahut da evvelce kullandığımız bir tabirle fonksiyonu yine aynı mu­ hite kıyasen ölçülmelidir. Biz­ zat maşerî hayatın e s a s şar­ tı olmasına nazaran, muhitin mu­ cip olduğu değişmeler arasında hakikaten müfit olan İçtimaî hâ­ diseler muhitin vaziyetile müna- sebettar olanlardır. Yine bu bakı­ ma göre ortaya koyduğumuz te­ lâkkinin esaslı ve müpbem oldu­ ğunu zannediyoruz; zira keyfî ter­ tibat ve teşkilâta tabi olmaksızın İçtimaî hâdiselerin faideli mahi­ yetlerinin nasıl olup da değişebi­ leceklerini izaha muktedir olan yine bu telâkki tarzıdır. Filhakika muharrik bir temayülün münha­ sıran bir tek gaye ve hedefi ola­ bileceğine göre, eğer tarihî tekâ­ mül insanları ileriye sevkedeıı bir nevi (visa tergo) kuvvet saye­ sinde harekete geçilmiş olduğu zannediliyorsa, İçtimaî hâdiselerin faide veya mazarratlarını nispet edebileceğimiz tek bir kıyas nok­ tasından başka bir merci yoktur ve olamaz.

(BİTMEDİ).

(11)

SİNAN MESELESİ

İ Ç İ N T Ü R K M U H A R R İ R L E R İ N E D İ Y O R Bulgar Sinan ! Tan, İstan bu l: g i n a n B u lg a rm ış ! F a k a t 81 c a ­ m iden b a ş k a , 400 p a rç a y a ya k ın s a n a t âbidesi k u r a n K o ca S in a n ’ın m uh teşem ş ö h re tin e s a ­ hip çıkm ak istiyeııler, sa d e Bul- g a rla r d eğildir. V a k tiy le Macar-

lar :

“ — Sinan bizimdir!,, demişlerdi. Ç ok geçmeden, M acarların im­ ren işi, Y u nan lılara da s ira y e t etti.

“—Sinan Rumdur!,, dediler. Şimdi de sıra D obru ca z a ­ ferinin sarh oşlu ğu içinde k e n d i­ lerinden geçen B u lg a rla ra geldi.

Meğer Sinan, T ü rk, Macar, Y un a n değil, B u lg a r m ış !

F a k a t K oca Sinan'ın ebedî bü ­ y ü k lü ğ ü n ü biraz d a h a a r t t ır m a k ­ ta n b aşk a m anâsı olm ıyan bu t u ­ haf iddialar, bize hiddet yerine guru r veriyor. Ç ü n k ü bu idd ialar­ dan da anlıyoruz ki, K oca Sinan bütün düny a m illetlerine delice bir k ısk a n ç lık ve im reniş d u y u ­ r ac a k k a d a r m u hteşem bir şahsi­ y e t y a ra tm ıştır.

T arihî vakıayı belki d u y m u ş ­ s u n u z d u r: N apoleón, k ıtaları t e f ­ tiş e d e rk e n , yüzünü k e n d i sim a ­ sına fevkalâde benzettiği bir n e ­ fere şu suâli sorm uş :

“— A caba senin a n a n P r u s y a ’ ya gelmiş miydi ?

Zeki nefer, hiç teredd ü tsü z, cevap v e r m i ş :

“— Hayır im p a rato ru m . P r u s ­ y a ’ya anam değil, babam g itm iş ­ ti !„

Eğer K o c a S in a n , şimdi ha­ y a tta olsaydı uzun beyaz sakalını yaratıcı elleriyle sıvazlayıp, eser­ leri k a d a r bol m anâlı bir t e b e s ­ süm le göz k ırp a c a k , ve kendi de a n a d a n doğm a sahip çıkm ak isti- y e n le re şu cevabı v e r e c e k t i :

“ — Benim anam T ü r k tü r . F a ­ k a t sîzler y a n ılm a k ta tam am ile haksız değilsiniz. Ç ü n k ü sizin m em le ke tle rin ize ecdadım

gitmiş-Koca Sina n ın imzası ve mühürii.

Bulgar matbuatına kısa ve k a t î b i r c e v a p

Vakit, İstanbul :

g a z e t e l e r d e tuhaf bir h a b e r var. B u l g a r i a r : Mimar sinan b i­ zim s o y u m u z d a n d ır ! diyorlarm ış. Büyük ş ö h r e t l e r i n ; b üyük ve ge ­ niş im re n m e le re yol a ç m a sın a şa- şıiamaz. Y ery üzünde bu türlü d a ­ va la r hem çok eskidir, hem de bunlara p e k sık rastlanır. A n c a k böyle bir fikri o rta y a a tm ak , a tı­ lan şeyi, hayâl ve k u r u n tu ç e ş ­ nisinden ç ık a rm a k için elde m ü n a ­

k a ş a y a d e ğ e r bir ta k ım ve sik a la ­ rın bulunm ası g e re k tir . D a v a c ı­ ların, hiç olmazsa meseleyi bir farziye h âline k oy a c ak , ihtimâl h u d u d una s o k a c a k birşey, bir se­ bep g ö s te rm e le ri lâzım gelm ez mi ?

“Mimar S i n a n , , : yery ü z ü n d e eşine p e k az ra stla n a n bir d â h i­ dir. H ele eser v e rm e ve y a ra tıc ı­ lığının cö m e rtliğ i b a kım ından he m e n hem en eşi de y o k tu r.

B ü y ü k im p a r a to rlu ğ u n ü s tü n ­ de iklim ler d e ğ iş e n , r e n k deği-

(Arlcası 15’inci sayfada).

13

Referanslar

Benzer Belgeler

Okul öncesi öğretmenlerinin, 5- 6 yaş grubu çocuklarda televizyon programlarının zihin ve dil gelişimi becerilerini kazandırmadaki etkileme

Bunun sonucunda buhar türbinleri elektrik santrallarında en temel ısı kuvvet makinesi olarak yer almıştır.Halen yer üzerinde üretilen elektrik enerjisinin

Bu şartlar doğal türlerin yaşaması için olduğu kadar pek çok yabancı tür için de uygun özellikler barındırır.. Bundan dolayı ülkemize her- hangi bir biçimde giren

• Chapter three describes the dose and risk model developed for this study, its validation, the methodology chosen for coupling this model to a long range

Öğretmen adayları ve öğrenciler gibi farklı örneklemleri çalışmaları içerisine alan Chan ve Elliott’un (2000) gerçekleştirmiş oldukları araştırmada ise,

— Kardeşim kardeşim dedi (Bu kelimeyi çok kullanırdı) Vatan zümrelerin, vatan siyasilerin de ğil, vatan üstünde yaşadığı topra­ ğa benim

Bu klinikte 2008- 2009 yılları arasında yata- rak tedavi gören hastaların yatış dosyaları geriye dönük olarak taranmış, hastaların sosyodemografik verileri, alkol/

Benzer diğer davalarda da belirtildiği gibi, mahkeme, başvuru- cunun kamuoyunda tanınmış bir kişi olmasına rağmen, yegane amacı başvurucunun özel hayatına ait