• Sonuç bulunamadı

Mehmet Rauf’un Güzel Sanatlar Hakkındaki Dergi ve Gazete Yazıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mehmet Rauf’un Güzel Sanatlar Hakkındaki Dergi ve Gazete Yazıları"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

Cenan Arıkan

*

MEHMET RAUF’S MAGAZINE AND NEWSPAPER WRITINGS ON FINE ARTS

ÖZ: Servet-i Fünûn topluluğunun önde gelen yazarlarından Mehmet Rauf (1875-1931), edebî eserleriyle olduğu kadar süreli yayın faaliyetleriyle de edebiyatı-mızda adından söz ettirmiş bir isimdir. Topluluğun diğer üyeleri gibi çağının Batılı yeniliklerini yakından gözlemleyen Mehmet Rauf, tanık olduğu gelişmeleri edebî eserlerine yansıtırken dergi ve gazetelerde kaleme aldığı yazılar aracılığıyla da okuyucusuyla paylaşmak istemiştir. Batılı gelişmeler içerisinde onun süreli yayınlarda en çok bahsettiği konulardan biri, güzel sanatlardır. Öyle ki dergi ve gazete yazılarını incelediğimizde, güzel sanatlar üzerine pek çok yazısının mevcut olduğunu görürüz. Bu makalede, musiki başta olmak üzere güzel sanatlara karşı derin bir sevgi besleyen Mehmet Rauf’un süreli yayınlarda çeşitli sanat dalları hakkında görüşlerini dile getirdiği yazılar üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Mehmet Rauf, süreli yayınlar, güzel sanatlar, musiki, resim, sinema, dans, mimarî.

ABSTRACT: Mehmet Rauf (1875-1931), one of the leading writers of the Servet-i Fünûn community, made a name for himself in Turkish literature with his literary works as well as his writings published in periodicals. Closely observing the Western advances of his time like the other members of the community, Mehmet

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 20, Ekim 2019, s. 7-35. * Bu çalışma; Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Temmuz

2019’da savunulan, danışmanlığını Doç. Dr. Şerife Çağın’ın yaptığı “Mehmet Rauf’un Eserlerinde Güzel Sanatlar” başlıklı yüksek lisans tezi kaynak alınarak hazırlanmıştır (cenan_arikan@hotmail.com). Yazı Geliş Tarihi: 02.10.2019. Kabul Tarihi: 11.10.2019.

(4)

Rauf reflected these advances in his literary works and aspired to share them with readers through the writings he wrote for periodicals. One of the Western advances that Rauf touched upon most in periodicals is the fine arts. Rauf had numerous writings on fine arts in periodicals. All in all, this article focuses on the writings in which Mehmet Rauf, who has a deep love for fine arts, especially music, expressed his views in periodicals about various branches of fine arts. Keywords: Mehmet Rauf, periodicals, fine arts, music, painting, cinema, dance, architecture.

...

19. ve 20. yüzyıl, Türk toplumunda Batılılaşmanın her alanda gözlemlendiği, sos-yal ve kültürel hayatta büyük bir yenilenmeyle canlılığın yaşandığı iki önemli asırdır. Bu dönemde eğitimden sofra düzenine, giyim-kuşamdan ev dekorasyonuna, eğlence hayatından insan ilişkilerine kadar günlük yaşantıda belirgin şekilde varlığını hissettiren Avrupaî değişimin bir ayağı da güzel sanatlarda gözlemlenir.1 İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde musiki, resim, dans ve mimarî gibi alanlarda Batılı bir sanat zevkiyle karşılaşan Türk halkı, 20. yüzyılın başlarında da ilk kez sinemayla tanışır.

Batılı zevk ve yaşantının günlük hayatın her alanına yansıdığı böyle bir sos-yo-kültürel ortamda yetişen Servet-i Fünûn şair ve yazarları, yaşadıkları muhitte şahit oldukları gelişmeleri edebî eserlerinde ele aldıkları gibi dönemin gazete ve dergileri aracılığıyla da ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu neslin edebî eserlerde ortak işledikleri temlerden biri olan “estetik” ve güzel sanatlar, süreli yayınlarda da özellikle üstünde durdukları konulardandır.2 Yaşadıkları dönemde Avrupaî kültürle yetişmenin yanında Batılı eğitim kurumlarında tahsil gören Servet-i Fünûncular, öğrendikleri İngilizce ile Fransızcanın etkisiyle yabancı basını da takip etme imkânı bulmuşlar, böylece Batı’yı ve güzel sanatların oradaki gelişimini daha yakından gözlemlemişlerdir.

Servet-i Fünûn yazarları içerisinde güzel sanatlarla ilgili hem Batı’yı hem de ülkemizdeki gelişmeleri yakından takip etmiş isimlerden biri, kuşkusuz Mehmet Rauf’tur. Nitekim yaşadığı 1875-1931 yılları arasındaki ömrü süresince onun musiki başta olmak üzere sanatın her dalıyla yakından ilgilendiğini ve güzel sanatlara sevgisini edebî eserleri haricinde süreli yayın faaliyetleri aracılığıyla da sık sık ortaya koydu-ğunu görürüz. Bu bağlamda topluluğun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinin yanı sıra dönemin pek çok süreli yayınında musiki, resim, dans, sinema ve mimari

1 Ayrıntılı bilgi için bk. Çıkla, Roman ve Gerçeklik Bağlamında Kültür Değişmeleri ve Servet-i Fünûn

Romanı.

2 Servet-i Fünûncuların “estetik” ve “sanat” konusundaki tenkidî yazılarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk.

(5)

gibi sanat dalları hakkında yazılar yazmış; gerek Avrupa’daki gerekse ülkemizdeki sanat faaliyetlerini okuyucusuyla paylaşarak bu sanatlar hakkındaki düşüncelerini ve bunların kendinde uyandırdığı hisleri dile getirmiştir.

Mehmet Rauf’un süreli yayınlarda kaleme aldığı yazılarına baktığımızda, Avrupa basınını yakından takip ettiğini ve güzel sanatlar üzerine olmayan yazılarında dahi çeşitli sanat dallarına yer yer atıflarda bulunduğunu görürüz. Bu bile onun sanata olan sevgisini görmek için yeterlidir. Ancak biz çalışmamızda konu kapsamından çok uzaklaşmamak ve Mehmet Rauf’un güzel sanatlar hakkındaki fikirlerini daha iyi anlayabilmek adına bahsi sadece güzel sanatlara ayırdığı yazılarına yer vermeyi tercih ettik. Bu doğrultuda ilk olarak genel anlamda sanatla ilgili görüşlerini dile getirdiği yazıları, ardından da musiki, resim, sinema, dans ve mimarî hakkında kaleme aldığı yazıları inceleyeceğiz.

1. Sanata Dair Genel Yazılar

Mehmet Rauf, süreli yayınlarda musiki, resim, sinema, dans gibi sanat dallarının her biriyle ayrı ayrı alakadar olup bunlar hakkında görüşlerini dile getirdiği gibi sanatı bütüncül şekilde değerlendirdiği yazılar da kaleme almıştır. Sanattan genel olarak bahsettiği bu tür yazılarında toplumumuzda sanatın gelişememesinden ötürü duydu-ğu üzüntüyü ifade etmiş, halkın sanata ilgisini arttırmak hususunda ülkemizi sık sık Batı’yla karşılaştırmış ve hatta toplumumuzu sert bir dille eleştirmiştir.

1909’da Musavver Muhit’te yayımladığı “Halkta Sanat ve Edebiyata Rağbet”3 baş-lıklı yazı, onun sanat sevgisini ve Batı’da sanatla ilgili gelişmeleri yakından takip ettiğini gösterir mahiyettedir. Mehmet Rauf burada sanat, edebiyat ve toplum arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çekerek Batılı toplumların sanata ve sanatçıya verdikleri değerle bugünkü gelişmişlik seviyesine geldiklerini ifade eder. Ona göre toplumumuzun gelişebilmesi için önce sanat ve edebiyata rağbet edilmeli, nitelikli sanat eserlerinin önü açılmalıdır:

Sanat ve edebiyattaki mükemmeliyet mi halkın rağbetini peyda ve tevlit eder, yoksa halkın rağbeti mi sanat ve edebiyatın terakki ve tekemmülünü intaç eder? Zannederim ki bâdî-i emirde, halli müşkil ve müşevveş görünen meselelerden biri de budur.

Filhakika âsâr-ı sanat mevcut olmadıkça halkın rağbeti gayr-ı mevcut olmak zaruri bu-lunduğu düşünülecek olursa, peyda-yı rağbet eden şeyin âsar-ı sanatın mevcudiyeti ve tekemmül ve terakkisi olduğu zannolunursa da teşvik ve tergibden mahrum kalan sa’y-ı sanatın da ne kadar daim olacağı şayan-ı mülahaza ahvaldendir. Hatta bizim bile hâyîde bir darb-ı meselimiz değil midir ki müşterisiz metaın zayi olduğunu ihtar eder. Ve bu sebeple halkın rağbetinden mahrum kalmış olan eserler ne kadar mükemmeliyete karîn olsa yine payidar olamayıp mahv ve zevale mahkûm değil midir?

(6)

Sanat eserlerinin, dolayısıyla sanatın devamlılığıyla halkın talebi arasında para-lellik kurduğu yazısında, ülkemizdeki sanatçıların tersine Avrupa’da yazarların, sahne oyuncularının, opera sanatçılarının, müzisyenlerin gördükleri rağbet sayesinde iyi bir gelire sahip olmalarına ve sanatlarını bu güç ve hevesle ortaya koymalarına da işaret etmiş, bu bağlamda Avrupalıları hayranlıkla takdir etmiştir.

1914 yılında Peyâm gazetesinin edebî ekinde yayımladığı “Fütürizm”4 adındaki yazıda ise daha çok fütürizm akımının İtalya’da doğuşu ve diğer Avrupa ülkelerine yayılması bahsi üzerinde durmakla birlikte, toplumumuzu bu sanat akımından haberdar olmaması ve yenilikleri benimseme açısından çağının gerisinde kalması yönleriyle sert bir dille eleştirdiğini görürüz.

Mehmet Rauf’un Türk toplumunda sanata ve sanatçıya rağbeti arttırma konusunda kaleme aldığı yazılarından bir diğeri de 1926’da Cumhuriyet gazetesinde “Memle-ketimizde Sanat Niçin Yaşayamıyor?”5 başlığını taşıyan yazıdır. “Halkta Sanat ve Edebiyata Rağbet”teki gibi, Mehmet Rauf bu yazısında da Türk toplumu ile Batı’yı sanata ve sanatçıya bakışları itibarıyla karşılaştırmış ve muhitin, sanatın gelişimine nasıl yön verdiği üstünde durmuştur:

Sanat memleketlerinde sanatkârlar muhitin ihtiyacıyla, teşvik ve şâbâşıyla garîzî olarak zuhur ederler, burada bin i’râz ve esbâbla yüz binde bir ihtimal ile tulu eden istidatlar muhitin tazyikinden körleşir, akamete mahkûm olur kalır. (...)

Bizde sanat bir heves mahsulü, bir özenme neticesi, bir yama, bir lehmdir. Başka mem-leketlerde, yukarıda söylediğim gibi, hayatından ihtiyacından hâsıl olur ve bu ihtiyaçla gıdalanarak hayat bulur, inkişaf eder... Burada dört beş, haydi nihayet nihayet sekiz on genç her nasılsa vehbî bir merak ile bir sanata meftun oluyorlar ve bunu bizde tahsil ve tevlide hasr-ı hayat ediyorlar. Fakat bu, umumiyetin lakaydisi arasında ancak ‘münferit bir arz’ olarak kalıyor. Muhit bu meraka, bu hevese alakasız ve külliyen yabancı olduğu için bütün tezahürata lakayt kalıyor ve tabiidir ki bu müşterisiz meta zıyâ’a mahkûm oluyor.

2. Musiki

Musikiye hayatındaki dört iptiladan biri6 olacak kadar düşkün olan Mehmet Rauf’un, süreli yayınlarda ondan bahsetmemiş olması düşünülemez. Nitekim Halit Ziya’nın aracılığıyla vâkıf olduğu Batı musikisi,7 edebî eserleri gibi gazete ve dergi

4 Mehmet Rauf, “Fütürizm”, Peyâm (Edebî İlave), Sayı: 17, 10 Şubat 1329 [23 Şubat 1914].

5 Mehmet Rauf, “Memleketimizde Sanat Niçin Yaşayamıyor?”, Cumhuriyet, Sayı: 623, 31 Kanun-ı Sani

1341 [1926].

6 Halit Ziya Uşaklıgil, Sanata Dair adlı eserinde bu hususa işaret ederek Mehmet Rauf’un hayatında “aşk,

ziynet, edebiyat, musiki” olmak üzere dört iptilası olduğunu söylemiştir. bk. Uşaklıgil, Sanata Dair, s. 668.

(7)

yazılarında da üstünde özellikle durmayı sevdiği bir türdür. Süreli yayınlardaki ya-zılarını bu gözle incelediğimizde, klasik Türk musikisi yerine sadece Batı musikisi hakkında yazılar kaleme aldığını görürüz.

Mehmet Rauf’un Batı musikisiyle ilgili yazılarına yer vermeden önce müdürlü-ğünü ve başyazarlığını üstlendiği Mahasin ile Süs mecmualarına ayrıca değinmemiz gerekir. Çeşitli sanat dallarıyla ilgili gelişmelerin yanında klasik Türk musikisi ve Batı musikisi konusunda imzalı ve imzasız şekilde birçok yazının paylaşıldığı bu dergiler, sanata rağbeti arttırma gayesiyle birlikte halka musiki sevgisi de aşılayan, önemli birer kaynaktır. Türk ve Batılı bestekârlara ait biyografi yazılarından musiki bestelerine, İstanbul’a gelen yerli-yabancı operet kumpanyalarından tiyatrolarda oynayan opera ve operetlere kadar musikiyle ilgili güncel haberlerin paylaşıldığı dergilerin Mehmet Rauf’un gözetiminde çıkması ise onun güzel sanatlara duyduğu sevgiyi ortaya koy-maktadır. Mehmet Rauf dergilerden sorumlu olması sebebiyle kuşkusuz yayımlanan yazıları gözden geçirmiş, dönemindeki klasik Türk musikisi ve Batı musikisine ait gelişmeleri de bu vesileyle yakından takip etme imkânı bulmuştur.

Mehmet Rauf’un musiki konusundaki kültürel birikimi, kendi yazılarında da açıkça görülmektedir. Bu bağlamda 1897’de Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan “Carmen ve Sylla Lanzi”8 başlıklı yazı, onun Batı musikisine hâkimiyetini ve duyduğu sevgiyi gösterir mahiyettedir. Mehmet Rauf, Carmen operasının konusu ve kendi üstünde bı-raktığı etkiler üstünde durduğu yazısında, Prosper Merimee’nin aynı adlı romanından uyarlanan oyunu his yönünden romandan daha başarılı bulduğunu ifade eder:

(...) Fakat nedir bu hikâyeden yapılan operadaki his ve hararet. Bu “Alevi” [Halévy]9 ile

“Meyak” [Meilhac]10 nasıl adamlardır ki bu hikâyede bir aşk, pür ateş bir aşk bulmuşlar,

bunu o kadar güzel yazmışlardır? Karmen [Carmen] sade bir fâcia itibarıyla mükemmel bir levha-yı aşk ve ihtirastır. Zaten Alevi’nin hikâyeleri kudretini ispat eder, Meyak’la beraber yazdıkları kırk kadar mudhike, opera, operet ise tiyatro mevcut olan her yerde herkesin ezberindedir.

Asıl ustalığını Fransız besteci Bizet’nin “şuh ve latif musikisi” ile kazanan, rollerini iyi oynayan güzel sesli bir primadonna ve tenordan dinlenildiğinde insana “sahnenin karşısında unutulmaz mestî saniyeler” yaşatan bu operayı defalarca dinlediğini söyleyen Mehmet Rauf, yazısında bu bahisle Sylla Lanzi11 ismindeki İtalyan bir opera sanatçısına

8 Mehmet Rauf, “Carmen ve Sylla Lanzi”, Servet-i Fünûn, Sayı: 349, 6 Teşrin-i Sâni 1313 [18 Kasım 1897]. 9 Ludovic Halévy (1834-1908): Fransız oyun yazarı.

10 Henri Meilhac (1831-1897): Fransız oyun yazarı.

11 Mehmet Rauf’un, Franzini topluluğunda olduğunu ve Carmen ve Cavalleria Rusticana operalarında

oynadığını dile getirdiği bu primadonna hakkında biyografik hiçbir kaynağa ulaşılamamakla birlikte, Osmanlı’daki süreli yayınlardan biri olan ve Fransızca yayımlanan Le Moniteur Oriental gazetesinin 1897 yılına ait nüshalarında isminin geçtiğini görürüz. Her sayısında “Theatres Et Concerts” başlığı altında

(8)

da yer vermiştir. Franzini Kumpanyası’nda12 çalışan bu kadın, Carmen rolünü canlan-dırmadaki başarısı ve sesiyle onu fazlasıyla etkilemiştir. Ona göre İstanbul’daki prima-donnaların en iyilerinden olan Sylla Lanzi, İtalyan besteci Mascagni’ye ait Cavalleria

Rusticana adlı operayı Carmen’deki gibi ustalıkla oynamıştır. Mehmet Rauf, yazısında Carmen operasının kendi üstünde bıraktığı etkileri okuyucusuyla paylaşmanın yanında Cavalleria Rusticana hakkındaki düşüncelerini de dile getirmiştir. Gerek musiki gerekse

konu itibarıyla iki operayı birbiriyle karşılaştırdığı şu satırlar, aynı zamanda onun gelişmiş kulağını ve musikiyi tahlil edebilme yeteneğini ortaya koymaktadır:

Eğer musikiden bahse bir salahiyetim olsaydı Karmen’in [Carmen] esası için yaptığım tarîfâtı Kavaleriya’nın [Cavalleria] musikisi için de yapmak isterdim. Birinin musiki itibarıyla haiz olduğu ulviyete öbürü ancak zeminiyle yetişebilir; esas aynı esas: Artık sevilmeyen bir kalbin şikâyâtı; fakat Karmen’de hareketlerle, sözlerle anlatılan yeis-i âşıkâne Kavaleriya’nın nağmeleriyle ihsas ediliyor; o kadar ihsas ediliyor ki insan bir gaşy melâli içinde müstağrak kalıyor; Lançi [Lanzi], Karmen’de oyuncu itibarıyla gösterdiği muvaffakiyeti burada muganniye itibarıyla pek güzel gösteriyor; Kavaleriya’da oyuncu ne derecede ise Karmen’de de muganniye o derecededir; her hâlde Silla Lançi şehrimize gelen primadonnaların en iyilerindendir itikadındayım.

1908’de Mahasin dergisinde yayımladığı “Faust, Cavatine”13 ise musiki ve kendi ruhu arasında ilişki kurduğu bir yazıdır. Mehmet Rauf hacmi kısa olan bu yazıyı, İn-giliz şair John Keats’in mektuplarını okurken gramofonda çalan Faust operasına ait “Cavatine” parçasının etkisi altında kaleme aldığını ifade eder:

Elimde yirmi beş yaşında müteverrimen ve yegâne sevdiği kadının birçok zehr-âlûd se-faletlerinden sonra mahrumen uzak bir memlekette vefat etmiş olan ömrümde bildiğim feci hayatların en fecii İngiliz şair-i ulvisi Kits’in [Keats] mektupları, yanı başımda bir keman refakatiyle Faust’un “Ey pâk ve muazzez ikametgâh!”14 lahn-ı elemnâkını inleyen

bir gramofon vardı; keman o kadar derin ve tedavisiz bir elemle, o kadar acı bir sûzişle sese refakat ediyordu.

İstanbul’da oynayan opera ve tiyatroların duyurusunu yapan gazetenin çeşitli nüshalarında Sylla Lanzi, M. Odoardo Franzini topluluğu ile birlikte anılmıştır. (bk. Le Moniteur Oriental, 11 Octobre 1897.)

12 Franzini Kumpanyası: İtalyan operet topluluğu. 1894’te İstanbul’a gelen topluluk, Dikran Çuhacıyan’ın

(1837-1898) Zemire operasını oynamıştır. (And, Osmanlı Tiyatrosu, s. 245.) Metin And, İtalyan

Filo-lojisi dergisindeki “Türkiye’de İtalya Sahnesi” başlıklı yazısında ise topluluğun Odoardo Franzini’nin

yönetiminde olduğuna ve 1897 yılında da İstanbul’da çeşitli operalar oynadığına işaret etmiştir. (And, “Türkiye’de İtalya Sahnesi”, İtalyan Filolojisi, Yıl: 2, Sayı: 1-2, Ankara, 1970, s. 139.)

13 Mehmet Rauf, “Faust, Cavatine”, Mahasin, Sayı: 4, Kanûn-ı Evvel 1324 [Aralık 1908].

14 Orijinali (Fr.) “Salut! Demeure chaste et pure” olan, Faust operasının üçüncü perdesindeki “cavatine”

türündeki şarkı. Ayrıntılı bilgi için bk. Simon, “Fair Home of Heaven’s Fairest Angel (Salut! demeure)”,

(9)

Opera ve musiki parçaları kadar Mehmet Rauf’un süreli yayınlarda ele aldığı bir diğer konu, ünlü bestekârların yaşamlarıdır. Bestekârlar içerisinde Schumann ile Chopin, hayat hikâyeleri ve musiki kabiliyetleriyle gerek edebî eserlerinde gerekse fikrî yazılarında başlı başına yer verdiği iki isimdir. Bu bağlamda 1913-1914 yılları arasında Tanin gazetesinde, Schumann’la Chopin’in sanat hayatları ve aşklarından bahseden ansiklopedik mahiyette yazılar kaleme almış olduğunu görürüz.

1913 yılında yayımladığı “Schumann’ın Aşkı: Clara”15 başlıklı yazıda, ünlü bestekâr Robert Schumann’ın yaşamı, sanatı ve Clara’yla olan aşkını tıpkı objektif bir biyografi yazarı titizliğinde okuyucusuyla paylaşmıştır. Bu yazı aynı zamanda Mehmet Rauf’un, eserlerinde kadın ve erkek karakterler arasındaki aşk yaratırken Schumann gibi ünlü bestekârların bestelerinden ve aşklarından ilham aldığını da açıkça göstermektedir. Nitekim onun çoğu eserinde musiki, kişiler arasındaki aşkı başlatan, geliştiren ve dillendiren bir unsurdur. Schumann ve Clara arasındaki aşk da kendisini epey etkilemiş olmalıdır ki yazısında musikinin aşkları üstündeki etkisine özellikle yer vermiştir. Mehmet Rauf’a göre Schumann ve Clara’nın ortak zevki olan musiki, evliliklerinde mutluluklarını ebedî kılan kuvvetli bir unsurdur ve Schumann’ın sanat hayatındaki en verimli yılları da Clara’yla karşılıklı aşk yaşadığı zamanlara tekabül etmektedir:

Şuman [Schumann] icâd-ı musiki hususunda nasıl birinci sınıftan bir dâhi ise, Klara [Clara] da icrâ-yı musiki hususunda öyle birinci sınıf bir dâhiydi. Bu iki dâhinin birbiriyle izdivacı dünyada kâbil-i tasavvur olanların en mesuduydu. Ve bu izdivaç, ruhları piyanoforte musi-kisini en necip tezahüratında terakki ve inkişâf ettirmek arzusuyla mâla-mâl iki mevcudu birbirine rabt ederek büyük semereler verdi.

İşte bu saadetin şevk ve neşesi ile Şuman’ın [Schumann] ilk sinîn-i izdivacı, bütün hayatının en faal ve müsmir seneleri oldu. Bilhassa neşideye ehemmiyet vererek cümlesi de son de-rece latif ve müessir olan meşhur cihan liderlerinin yüzden fazlasını bu zamanda tertip etti ki, bunlarda Şuman melodist ve armotist olmak üzere en yüksek mertebeye suud etmiştir.

Schumann’ın aşkı ve musiki arasındaki etkileşim, benzer olarak Chopin’in haya-tında da karşımıza çıkmaktadır. Yaşamı boyunca aşk ve musikiye tutkun olan Mehmet Rauf, Schumann gibi Chopin’in de musikisine ve hayatına ilgi duymuştur. Öyle ki “Chopin’in Aşkı” adı altında “Chopin’in Aşkı 1: İlk Sevda”,16 “Chopin’in Aşkı 2: İkinci Kadın”,17 “Chopin’in Aşkı 3: George Sand”,18 “Chopin’in Aşkı 4: Son Günler”19 başlıklarını taşıyan dört yazı kaleme almıştır. 1913-1914 yılları arasında yine Tanin

15 Mehmet Rauf, “Schumann’ın Aşkı: Clara”, Tanin, Sayı: 1770, 15 Teşrîn-i Sâni 1329 [28 Kasım 1913]. 16 Mehmet Rauf, “Chopin’in Aşkı 1: İlk Sevda”, Tanin, Sayı: 1784, 29 Teşrîn-i Sâni 1329 [12 Aralık 1913]. 17 Mehmet Rauf, “Chopin’in Aşkı 2: İkinci Kadın”, Tanin, Sayı: 1791, 6 Kanun-ı Evvel 1329 [19 Aralık 1913]. 18 Mehmet Rauf, “Chopin’in Aşkı 3: George Sand”, Tanin, Sayı: 1799, 14 Kanun-ı Evvel 1329 [27 Aralık 1913]. 19 Mehmet Rauf, “Chopin’in Aşkı 4: Son Günler”, Tanin, Sayı: 1805, 20 Kanun-ı Evvel 1329 [2 Ocak 1914].

(10)

gazetesinde yayımladığı, birbirinin devamı niteliğindeki bu yazılarda Chopin’in do-ğumundan ölümüne kadarki yaşamı, musiki kariyeri ve aşkları hakkında geniş bir bilgi verdiğini görürüz.

3. Resim

Mehmet Rauf’un, gazete ve dergi yazılarında üstünde durduğu sanat dallarından biri de resimdir. Musiki gibi resim de yazılarında halkı Batı’daki gelişmelerden ha-berdar ettiği ve düşüncelerini paylaştığı bir sanattır. Mehmet Rauf, yaşadığı dönemde Batı dünyasının resim sanatıyla yakından ilgilenerek hem çağının ressamlarını hem de geçmiş asırların ünlü klasik ressamlarını takip etmiştir. Özellikle portre ressamlarına ait kadın tabloları onu çok etkilemiştir. Fikrî yazılarına ve edebî eserlerine bakıldığında da kadın portrelerinden oluşan resim tablolarına geniş yer ayırdığı görülür.

Mehmet Rauf’un süreli yayınlardaki resim konulu yazılarından bahsetmeden önce, kadınlara yönelik çıkardığı Mahasin, Süs ve Gelincik dergilerine işaret etmemiz gerekir. Resimli olarak basılan bu dergilerin kapakları ve içindeki sayfalar renkli resimlerle süslüdür. Mehmet Rauf, yaşadığı dönemde karikatür sanatından da etkilenmiştir. Mü-dürü ve başmuharriri olduğu bu mecmualarda ünlü ressamlara ait tablolar olduğu gibi karikatürler de yer almaktadır. Bu bağlamda Gelincik mecmuası, baştan sona karikatür resimleriyle doludur. Dergilerin sayfalarını süsleyen bu resim ve karikatürlerin bazıları ressamlarının ismi belirtilerek okuyucuyla paylaşılmışken çoğu –özellikle de karikatür-ler– imzasız şekildedir. Batılı ressamlara ait resim tablolarının yanında Türk sanatçılar ve onların resimlerine de geniş yer verildiği gördüğümüz dergilerde, tıpkı musiki gibi resim sanatına karşı da okuyucuda merak ve ilgi uyandırmak istenmiştir. Özellikle

Süs, resim sanatıyla ilgili ülkemizdeki gelişmeler konusunda halkın bilinçlendirildiği

önemli bir mecmuadır. Nitekim içerisinde çoğu imzasız olarak, İstanbul’daki Türk ressamların tablolarından oluşan sergilerin duyurusunun yapıldığı ve bu sergilerdeki resimlerin değerlendirildiği yazılar yayımlanmıştır.

Mehmet Rauf’un çıkardığı bu dergilerde yer alan ressamlarla karikatüristlerden bazıları, kendi kaleme aldığı yazılarda da karşımıza çıkmaktadır. 1914 yılında yayım-lanan “Mona Lisa’nın Tebessümü” ve “Meşhur Bir Tebessümün Mahiyeti” başlıklı yazılar, onun resim sanatına duyduğu sevgiyi ve ünlü ressamlarla eserleri konusundaki geniş bilgisini göstermeleri açısından önemlidir. Mona Lisa tablosunu konu alan birbi-rinin devamı niteliğindeki bu iki yazı, Mehmet Rauf’un resim zevkini ifade etmeleri bakımından da üstünde ayrıca durulması gereken metinlerdir. Nitekim yaşamındaki üç iptiladan olan “kadın” ve “aşk”, onun resim beğenisini de şekillendiren iki ana unsur-dur. Mehmet Rauf, Mona Lisa’yı ele aldığı bu yazılarında da kendi estetik zevkinden

(11)

hareketle tabloya eleştirel gözle yaklaşmış, adeta bir sanat eleştirmeni üslubu takınarak tabloda resmedilen kadınla ilgili fikirlerini açıkça ortaya koymuştur.

Tanin gazetesinde yayımladığı “Mona Lisa’nın Tebessümü”nü20 Fransız gazetelerin-de okuduğu, çalınan Mona Lisa tablosunun iki yıl sonra İtalya’da bulunup Paris Louvre Müzesi’ne getirilmesiyle ilgili haberlerin21 etkisinde kaleme almıştır. Yazısının başında bu haberi ve tablonun gördüğü büyük değeri okuyucusuyla paylaşan Mehmet Rauf, de-vamında Mona Lisa’yla ilgili kendi görüşlerine yer verir. Ona göre bu tablo, “Leonardo da Vinci gibi büyük ve eski bir ressamın eser-i sanatı” olması ve orijinalinin bu zamana kadar muhafaza edilmesi bakımından “milyonlar değerinde bir eser-i sanat, eski bir levha-yı kıymet”tir. Fakat onu dünya çapında şöhrete kavuşturan tablo üstündeki “tebessüm” detayı, çoğu kişinin beğenisinin tersine Mehmet Rauf açısından onu çirkinleştiren bir husustur:

(...) Fakat levhayı kadının hüsnünden, Mona Liza’nın [Mona Lisa] esrarengiz ve müsah-har tebessümünden dolayı kıymetdâr bulup taziz etmeye gelince, hayır, bin kere yüz bin kere hayır...

Burada şu satırla sipariş üzerine Mona Liza’nın meftunu olan birçok mensup dostlarımı çok mütehayyir edeceğimden ne kadar emin isem, Jokond’da nisvî bir güzellik, tebessü-münde bir letafet bulamayarak bu vaveylayı takdir ile şaşırmış kalmış olan birçok masum kâri’leri pek çok memnun edeceğime o kadar eminim.

Evet, Mona Liza, hakkında yazılmış, işitilmiş medhlerden fekk-i ruh ederek kendi göz-lerimle tetkik edilmek üzere, kaşsız çekik gözlü hamur çehresiyle adeta renksiz, manasız bir kadından başka bir şey değil.

Gündelik yaşamında aşka ve kadınlara karşı zaafı olan Mehmet Rauf, yazısında

Mona Lisa portresinden hareketle kendi ideal kadın güzelliği anlayışını ifade etme

imkânı bulmuştur. Ona göre “Mona Lisa’nın tebessümünü sihirkâr ve esrarengiz bulup bir numune-yi hüsn olmak üzere perestiş edenler”, başkasının gözü ile bakıp onun kalbiyle seven, “kendi zevkleri olmayan” kişilerdir. Kendisi ise Batı memleketlerinde yetişmemesine karşın sadece resme duyduğu merakla pek çok ressama ve onlara ait sanat eserine vâkıf olmuş, bu bağlamda estetik zevkini geliştirmiştir. Yazısında kendi resim beğenisini daha iyi ifade edebilmek adına Mona Lisa tablosunu Batılı ressamlara ait başka kadın portreleriyle karşılaştırdığını görürüz. Mehmet Rauf’un düşüncesine göre, Leonardo da Vinci’nin daha az bilinen La Belle Ferronnière adlı tablosu bile

Mona Lisa’dan kat kat üstündür:

20 Mehmet Rauf, “Mona Lisa’nın Tebessümü”, Tanin, Sayı: 1818, 3 Kânun-ı Sânî 1329 [16 Ocak 1914]. 21 1911 yılında Mona Lisa tablosunun Louvre Müzesi’nden çalınıp İtalya’ya götürülmesi haberi Avrupa’da

oldukça ses getirmiş, iki yıl sonra bulunup 30 Aralık 1913’te yeniden Paris’e getirilmesi ise ününü dünya çapında duyulacak kadar arttırmıştır. (Lunday, “Leonardo Da Vinci”, Büyük Sanatçıların Gizli

(12)

Levhalara güzel çehrelere gelince, benim burada bu kadar uzakta saika-yı merak ile öğrenebildi-ğim kadar bunların o kadar nefisleri vardır ki, Mona Liza [Mona Lisa] yanlarında pek sönük kalır. Mesela, hepsinden evvel, yine da Vinci’nin “La Bel Ferronyer” [La Belle Ferronnière] na-mındaki (Pron Kleman [Braun Clément22] kataloğunda 11600 numero ile mukayyed)23 kadın

resmi Mona Liza’dan bin kere daha cazip çehreli, daha asil nevşîn bakışlı, daha latif tavırlıdır. Sonra yine eski ressamlardan Grone’nin [Granet],24 Vije Le Brun’un [Vigée Le Brun]25

levhaların-daki kadın başları arasın[d]a ne manalıları, ne cazibelileri vardır ki, Jokond ile kabil-i kıyas değildir.

Şekil 1: Leonardo da Vinci, La Belle Ferronnière.26

22 Braun, Clément & Cie: Fransız fotoğrafçı Adolphe Braun’un (1812-1877) yayımladığı, meşhur

res-samların tablolarına ait fotogravürlerin kayıtlı olduğu katalog. Resres-samların alfabetik sıralamayla yer aldığı bu katalog, ressamlarla eserleri konusunda zengin muhtevaya sahip olması ve resim tablolarını müzelerdeki kayıtlı numaralarıyla sıralaması açısından vesika niteliğinde, önemli bir kaynaktır. Braun, Clément & Cie ve o döneme ait güzel sanatlar konusunda çıkan yayınlar hakkında ayrıntılı bilgi için bk. “A Noted Family of Fine Art Publishers”, The Lotus Magazine, Volume: 4, No: 1, 1912, p. 1-8.

23 Mehmet Rauf’un parantez içinde belirttiği 11600 numarayla kayıtlı “La Belle Ferronnière” tablosu için

bk. Maison Ad. Braun & Cie, “Portrait présumé de Lucrezia Crivelli”, Catalogue Général des

Reproduc-tions Inalterables au Charbon D’apres Les Originaux Peintures Fres Ques et Dessins, Braun, Clément

& Cie, Paris, 1896, p. 701. Kataloğa internetten erişim için bk. http://wwwuser.gwdg.de/~fotokat/ Fotokataloge/Braun_1896_1_l.pdf

24 François Marius Granet (1775-1849): Fransız ressam. 25 Élisabeth Vigée Le Brun (1755-1842): Fransız portre ressamı.

(13)

Yazısında Joshua Reynolds (1723-1792), Thomas Lawrence (1769-1830), George Romney (1734-1802), Thomas Gainsborough (1727-1788), Simon Jacques Rochard (1788-1872), Henry Ryland (1856-1924) gibi eski ve yeni İngiliz ressamlarının tab-lolarıyla Mona Lisa’yı karşılaştıran Mehmet Rauf, kadın portreleri çalışan William Adolphe Bouguereau (1825-1905), Jules-Frédéric Ballavoine (1842-1901), Guillaume Seignac (1870-1924) gibi Fransız ressamlara da atıfta bulunmaktan geri kalmamıştır. Charles Joshua Chaplin (1825-1891) adından tablolarıyla bahsettiği, kendi kadın güzellik anlayışını en iyi yansıtan ressamlardandır:

(...) Hele Şaplen’in [Chaplin] “Asr-ı Zerrin” levhasındaki o bir hülya-yı zerrine müstağrak, o bir rüya-yı bikr ve garâm içinde hâbide-yi şi’r ve nûr genç kız çehresi... Sonra, yine Şaplen’in Lüksemburg Müzesi’ndeki “Kedi ile Genç Kız” levhasındaki tebessüm ne kadar cazip, ne kadar esrarengizdir ki, Jokond ile mukayesesi cinayet olur.

Şekil 2: Charles Joshua Chaplin, The Age Of Gold (Asr-ı Zerrin).27

27 “Charles Joshua Chaplin - The Age of Gold 1880s Photogravure by Goupil & Co Large Nude Female

(14)

Şekil 3: Charles Joshua Chaplin, Jeune Fille au Chat (Kedi ile Genç Kız).28

Bu satırlar, Mehmet Rauf’un Batılı ressamlar hususundaki geniş bilgisini göster-menin yanında tabloları yorumlama yeteneğini de ortaya koymaktadır. Mona Lisa’daki güzellik ölçütlerinin çağın estetik anlayışının gerisinde kalması, onun yazısında ayrıca üstünde durduğu bir konudur. Ona göre yaşadığı çağın hastalıklı ve soluk benizli “nefis” kadınlarının dışında kalan Mona Lisa, gerek güzelliği gerekse meşhur tebes-sümü yönünden gereksiz derecede abartılmıştır. Bu bağlamda Mehmet Rauf, atıfta bulunduğu yeni ressamların kadın portrelerinden de hareketle çağının kadınlarına ve güzellik ölçütlerine yer vererek Mona Lisa’yı eski çağlarda yaşamış kadınlara benzetir:

Sonra, son Fransız ve İngiliz ressamlarının bütün asabiyyet-i mütemaraziyyesi, ve hüzâl-ı masrû’iyeyle tasvir ettikleri ince, soluk çehreleri... Mesela, Boldini’nin,29 Hellu’nun

[Helleu],30 Amerikalı Cibson’un [Gibson]31 hasta şiiriyetleri ile tamam zamanımızın kadını

olan nefis çehreleri...

Bunların bugünkü lerzan-ı tahassüs, rencide-yi ihtiras ruhlarını en gayr-i mahsus gam-zelerine kadar tasvirde büyük muvaffakiyetler gösterdikleri mehzul ve mariz çehreler...

28 “Charles Joshua Chaplin- Jeune Fille au Chat (1889)”, Images D’art, https://art.rmngp.fr/fr/library/

artworks/charles-chaplin_jeune-fille-au-chat_1889

29 Giovanni Boldini (1842-1931): İtalyan portre ressamı. 30 Paul César Helleu (1859-1927): Fransız ressam.

(15)

Son zamanlarda Avrupa’nın ilahi denilecek kadar bedia-zâd çiçek bahçesinde yetişmiş en mutarra ezhâr-ı hüsn ve aşkı olan bir Parisli kadın ile zarafetçe, rikkatçe, şuhî ve asabiyetçe eski devirlerin nispeten basit ve renksiz kadınları arasında ne fark varsa, bu resimlerle Jokond arasında da o kadar büyük bir fark var.

Mona Lisa tablosu üstünde durduğu diğer yazısı, Peyâm gazetesinin edebî ekinde

yayımladığı “Meşhur Bir Tebessümün Mahiyeti”dir.32 Mehmet Rauf bu yazısında sadece Mona Lisa tablosunu dünya çapında şöhrete taşıyan “tebessüm” unsuru üs-tünde durmuş, bu konudaki farklı görüşlere yer vermiştir. O, Mona Lisa’dan övgüyle bahseden Théophile Gautier (1811-1872), Arsene Houssaye (1815-1896) gibi Fransız şair ve yazarlardan ziyade Fransız eleştirmen Hippolyte Taine’in (1828-1893) tablo hakkındaki fikirlerine katılmaktadır:

Taine, levhadaki mutlak surette yegâne tabiatı teşrih için çalışıyor ve onun cazibesinin neden mütevellit olduğunu arıyor; mesela evvela, pek az adalesi vardır; ne varsa hutut-ı vechiyededir ve bunlar son derece bariz ve naziktirler, öyle ki bütün bu hutut ile çehre konuşmaya ve düşünmeye başlar.

Aynı sebepten dolayı renk pek parlak değildir; vücudun sıhhat ve afiyetine delalet eden penbe ile kırmızı renkler hiç görülmez; adalenin çokluğu hayat-ı hayvaniyeyi, yemeyi içmeyi hatıra getirdiği gibi, çehrenin kırmızılığı da aynı şeyleri ihtar eder.

Mehmet Rauf’u Mona Lisa hakkındaki realist görüşleriyle asıl etkileyen kişi, Fransız ressam Louis Anquetin (1861-1932)’dir. Yazısında ismini zikretmediği, sadece “meşhur bir Fransız ressam” olarak andığı bu sanatçı, tıpkı kendisi gibi Mona Lisa’yı estetik bulmamaktadır. Mehmet Rauf, Comœdia gazetesinde yazısını okuduğu33 bu ressamın fikirlerinden hareketle Mona Lisa’nın “tebessümün mahiyeti”ni şöyle aydınlatmaya çalışır:

Bu ressam Komedya [Comœdia] gazetesinde yazdığı makalede diyor ki:

“Yegâne bir eser-i nefis olabilmek için Jokond’un evvela Vinci’nin eser-i nefisi olması, binaenaleyh, tamam, ressamın fikrini kâmilen ifade eder bir eser olması lazımdır. Hâlbuki Jokond’un ne kaşı ne de kirpiği vardır!

32 Mehmet Rauf, “Meşhur Bir Tebessümün Mahiyeti”, Peyâm (Edebî İlave), Sayı: 13, 27 Kânun-ı Sânî

1329 [9 Şubat 1914].

33 Mehmet Rauf bahsettiği bu yazının Comœdia gazetesinde olduğunu söylemiş; ancak gazetenin hangi

sayısına veya tarihine ait olduğunu belirtmemiştir. Aynı şekilde yazarını da açıkça söylemeyerek sadece meşhur bir Fransız ressam tarafından kaleme alındığını ifade etmiştir. Araştırmalarımız sonucunda Mehmet Rauf’un zikrettiği bu yazının Comœdia gazetesinin 4 Ocak 1914 tarihli nüshasının ilk sayfa-sındaki “La Jaconde” olduğu, üstündeki “Par Anquetin” (Tü. “Anquetin Tarafından”) başlığından da yazarının Fransız ressam Louis Anquetin (1861-1932) olduğu tespit edilmiştir. Comœdia gazetesindeki yazı için bk. “Comoedia / rédacteur en chef: Gaston de Pawlowski, 04 Janvier 1914”, BnF Gallica,

(16)

Bunların olmamasını nasıl izah etmeli? Vinci’yi bir ihmal ile mi yoksa ihtiyari bir ehemmiyet vermeyişle mi itham etmeli? Kaşsız kirpiksiz güzel çehre olamaz, hatta kadınlar daima bunlara büyük bir ehemmiyet vermişler, icabına göre tezyid etmişler ve uzatmışlardır.”

Mehmet Rauf, Comœdia gazetesindeki bu yazıdan epey etkilenmiş olmalıdır ki

Mona Lisa tablosundaki tebessümün “bir zandan, bir vehimden ibaret olduğunu iddia

eden” bu Fransız ressamın görüşlerine kendi yazısında önemli yer ayırmıştır. Öyle ki yine ismini zikretmediği bu ressamın fikirlerinden alıntılarla Mona Lisa tablosunun orijinal hâlinin kaşlı ve kirpikli olduğunu ifade eder. Anquetin’e göre tablodaki boyalar “zamanla ve âsâr-ı nefiseyi tathîr eden cani eller” yüzünden silinmiştir. Mehmet Rauf da onun bu görüşünü haklı bulur:

Demek ki, binlerce hüsn meftunu budalanın bin türlü maânî-yi şiir ve hülya izafe ederek senelerden beri bayıldıkları o meşhur tebessüm, Mona Lisa’nın kaşlarını kirpiklerini bir fırça darbesiyle tırpanlayan bir vernik işinden mütevellit bir hata-yı sanat imiş!

Tıpkı Louis Anquetin gibi Mehmet Rauf da yüze ifade, his veren unsurların kaş ve kirpikler olduğunu düşünmektedir. Bu bağlamda ona göre de Mona Lisa’nın yüz ifadesini belirsiz ve tebessümünü gizemli yapan, tasvir edilen çehredeki kirpik ve kaşların eksikliğidir.

Mehmet Rauf’u kadın portreleri kadar etkileyen bir başka resim dalının karikatür sanatı olduğunu yukarıda belirtmiştik. 1924 yılında Gelincik dergisinin 5. sayısında yayımlanan “Mizah Ressamı Forain”34 başlıklı yazı onun karikatür sanatıyla ilgili görüşlerini ihtiva etmesi açısından önemlidir. Mehmet Rauf burada, Fransız ressam-karikatürist Jean Louis Forain’in (1852-1931) sanatı ve hayatı üzerinde durmuştur. Yazısının başında “birkaç çizgisiyle, iki üç satırıyla asrının en tedavisiz kangrenlerini teşhir eden, muasırlarının bütün maskaralıklarını zalimâne kamçılayan mizah ressam-larının en ileri gelenlerinden” olarak nitelediği Forain, sanatıyla olduğu kadar müca-deleyle geçen hayatı ve başarılarıyla da kendisini etkilemiş bir sanatçıdır.35 Mehmet Rauf, onun sanatını şöyle ifade eder:

Foren’in [Forain] sanatı dört beş kırık çizgiden ibaret bulanık resimlerinde, gölgelerine nakisalarına varıncaya kadar bariz bir şahsiyet irae eden karikatürlerinde olduğu kadar altına ilave ettiği, kısa cinaslı müthiş lakırdılarında tecelli eder.

34 Mehmet Rauf, “Mizah Ressamı Forain”, Gelincik, Sayı: 5, 23 Temmuz 1340 [1924].

35 Karikatürist ressam Forain’in Mehmet Rauf üzerindeki etkisi, Mehmet Rauf’un Harabeler romanında

da açıkça görülmektedir. Nitekim romanın kişilerinden Hazım, gazetelerde karikatürleri yayımlanan bir karikatüristtir. Eserde silik olarak işlenen Hazım, karikatürlerinde çağının kötülüklerini ve insanların rezilliklerini acımasızca eleştirmesi yönüyle Jean-Louis Forain’in bir timsali gibidir. bk. Mehmet Rauf, “Harabeler”, Cumhuriyet, Sayı: 858, 28 Eylül 1926.

(17)

Mehmet Rauf bu satırlarla sanatını takdir ettiği Forain’in, hem resimleriyle hem de resimlerine eklediği yazılarla yaşadığı çağın bütün çirkinliklerine ve rezaletlerine ayna tuttuğunu vurgular. Yazısında Forain hakkında dikkati çeken bir diğer husus, karikatürlerinde işlediği konular ve hayatı arasındaki bağlantıdır:

(...) Hakikat içinde seyahat, hassas ve zeki bir sanatkâr için pek müthiş bir elemdir. Çünkü his ve zekâsıyla gördüğü şeyler onu insanlardan iğrendirir, bu istikrahı ifade için bir silah lazımdır. Foren’in [Forain] tek bir silahı vardır; fakat keskin, müfteris, zehirli bir silah: Hande-yi tehzil! Bazıları insanları ahlaka celp ve davet için: “İyi insanlar böyle yapar, fena insanlar böyle yapar...” yollu mukayeselerde bulunurlar, Foren ise insanların yalnız iğrenç hâllerini burunlarının önüne koyar ve onları aksırttıktan sonra gülmeye mecbur eder. Foren’in her resmi derin bir mudhike veyahut korkunç bir faciadır. Bunlarda öyle çizgiler, öyle satırlar vardır ki insanın ruhuna kadar işler ve bir daha silinmemek üzere vicdanını tırmalar.

Aynı yazıda Mehmet Rauf’un, Forain’in sanatının insana tesir eden gücünü daha iyi ifade edebilmek adına karikatürlerdeki diyaloglardan örnekler verip bunları yo-rumladığını da görürüz. Ona göre bu karikatürler, içlerinde tahlil edilemeyecek kadar derin anlamlar barındırmaktadır ve böylesine büyük bir sanatçının, çağı tarafından dikkate alınmaması Mehmet Rauf’u fazlasıyla üzmektedir. Yazısının sonunda Forain’in aşağıdaki karikatür resmini okurlarıyla paylaşır.36

Şekil 4: Mehmet Rauf, “Mizah Ressamı Forain”, Gelincik, Sayı: 5, 23 Temmuz 1340 [1924].

36 Aynı dergi nüshasının son kapağında da “Meşhur karikatürist Forain’in resimlerinden” başlığı altında

(18)

Mehmet Rauf’un süreli yayınlarda kaleme aldığı yazılarında hayatı ve sanatını konu aldığı bir diğer ressam, aynı zamanda ünlü bir şair olan Dante Gabriel Rossetti (1828-1882)’dir. 1927 yılında Güneş dergisinde yayımlanan “Dante Gabriel Rossetti”,37 “İngiliz şairleri” başlığı altında yer alsa da Mehmet Rauf bu yazısında, Rossetti’nin şairliğiyle birlikte ressamlığını da anlatmıştır. Aynı zamanda bu yazı, Mehmet Rauf’un çağının sanat hareketlerini yakından takip ettiğini göstermesi bakımından da önemlidir. Nitekim yazıda pre-rafaelizm akımı hakkında bilgi verir:

Geçen asrın vasatına doğru İngiltere’de birkaç ressamın iştirakiyle tesis edilip yalnız İngiltere sanatı üzerinde değil, bütün dünya bediiyatına derin tesiriyle bilahare sanayi-yi tezyiniyeye de sirayet ederek bugünkü “modern art” denilen yüksek sanatın ilk tohumunu ihtiva eden pre-raphaelitism mekteb-i sanatı müessisleri arasında Dante Gabriyele [Dante Gabriel] de birincilerdendi.

Mehmet Rauf, kurucularından yayın organına ve etkili olduğu yıllara kadar ge-niş bir yer ayırdığı pre-rafaelizm akımından sonra bahsi Rossetti’ye getirerek genç sanatçıyla pre-rafaelist sanatçıların resimlerinde ilham kaynağı olan Elizabeth Siddal (1829-1862)38 arasındaki aşk üstünde durmuştur. Rossetti’nin, ressam dostlarından Walter Howell Deverell’in (1827-1854) atölyesine gittiği bir gün Elizabeth’i görüp ona âşık olduğundan bahseden Mehmet Rauf, o tarihlerin hem Rossetti hem de diğer

pre-rafaelist sanatçılar açısından en verimli zamanlar olduğuna işaret eder:

Çok geçmeden şöhret ve muvaffakiyet gelmiş mesela Mile [Millais], Royal Akademi’ye intihâb olunmuş, başkaları keza mühim mevkiler almışlar ve Rossetti sevdiği kadınla bir sanat ve şiir cihanına pervaz ederek kadının derin ilhamı tesiriyle bugün ikisinin de isimlerini kucaklaşmış olarak ebediyete aksettiren ibdâ’âta koyulmuşlardı.

Çünkü Mis Sidal [Miss Siddal], Rossetti’nin hayat-ı sanatında pek mühim bir ilham menba’ı oldu. Mesela ressam bütün yaptığı levhalarda en esaslı kadınlarda hep bu genç kızı tersim etti. Lâyemut İtalyan şairi Dante’ye dair yaptığı bütün levhalarda büyük şairin en lahuti bir aşkla sevdiği Beatriç’e [Beatrice] dair resimlerini kâmilen Mis Sidal mode-liyle yapıyordu. Genç kızın yaşadığı müddetçe her ne resim yapmışsa kadın eşhasa hep emsalsiz bir muvaffakiyetle o modellik etmişti.

Tıpkı Chopin ve Schumann’daki gibi, Rossetti’nin sanatı ve aşkı arasında da bir bağlantı söz konusudur. Bu husus, aşk ve sanat arasındaki ilişkiye edebî eserlerinde özellikle yer veren Mehmet Rauf’un kuşkusuz gözünden kaçmamış olacak ki yazısın-da Rossetti’nin Elizabeth’e olan aşkının resimlerini ve şiirlerini nasıl şekillendirdiği üstünde ayrıca durmuştur.

37 Mehmet Rauf, “Dante Gabriel Rossetti”, Güneş, Sayı: 16, 15 Ağustos 1927. 38 Ayrıntılı bilgi için bk. Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, Cilt: 3, s. 1579.

(19)

4. Sinema

Mehmet Rauf çağının yeniliklerini gözlemleyen ve hayata geçiren bir aydın ola-rak, yaşadığı dönemde sinemayla da yakından ilgilenmiştir. Bu bağlamda, okuduğu yabancı gazetelerdeki sinema haberlerini, ülkemizdeki sinema salonları ve gösterimde olan filmlerle ilgili gelişmeleri sürekli takip etmiş; birçok dergi ve gazetede sinema hakkında yazılar kaleme alarak toplumumuzda sinemaya rağbet uyandırmak istemiştir. Sinema konusundaki yazılarına yer vermeden önce, 1924 yılında çıkardığı

Sine-ma Yıldızı isimli dergiden özellikle bahsetmemiz gerekir. Nitekim Mehmet Rauf’un

müdürlüğünü yaptığı, dört sayı olarak çıkan mecmuada39 sinema ile ilgili ulusal ve uluslararası pek çok haber ele alınmıştır. Yabancı aktörlerle aktrislerin biyografileri ve çeşitli konulardaki röportajları, gösterimde olan yerli ve yabancı filmler, sinema romanlarının tefrikaları, sinema çekimlerinde yapılan hileler ve dünyadaki mevcut sinema salonlarının istatistikleri40 gibi sinema hakkında çeşitli konular üstünde duran dergi, aynı zamanda İstanbul, İzmir ve Bursa şehirlerindeki sinema hayatına da yer vermiştir. Fotoğraflı olarak basılan mecmuada nüshaların ilk ve son kapaklarında ya-bancı aktrislerin fotoğraflarına yer verilirken içerikte de filmlerden kesitler, aktör ve aktrislerin çeşitli fotoğrafları sayfaları süslemektedir. Okuyucuların sinemaya ilgisini ölçmek ve arttırmak amacıyla anketlerle duyuruların dahi yapıldığı dergide, yazıların çoğunlukla imzasız yayımlanmasından ötürü Mehmet Rauf’un kaleme aldığı açıkça belirtilen herhangi bir yazı tespit edemedik. Fakat mecmuanın müdürlüğünü yapması, onun nüshalardaki yazıları gözden geçirdiğini ve sinemayla ilgili tüm havadislerden haberdar olduğunu anlamamız için yeterlidir. Nitekim Mehmet Rauf sinema hakkındaki yazılarında, Sinema Yıldızı’nda da adı geçen bazı aktör ve aktrislere yer vermiştir.

Onun kadınlara yönelik çıkardığı Süs mecmuasında da sinema artistlerinin fotoğ-rafları ve sinemayla ilgili duyurular dikkati çekmektedir. İçinde yine Mehmet Rauf’un sinema hakkında bir yazısı olmasa da derginin başmuharriri ve müdürü olması sebe-biyle dergideki yazılara kısaca değinmek yerinde olacaktır. Nitekim derginin daha ilk sayılarında sinemaya rağbeti arttırmak amacıyla “Sinema Artistleri Müsabakası” başlığı altında, okuyuculardan dönemin meşhur yabancı film aktrislerini hem güzel-likleri hem de oyunculuk yetenekleri açısından değerlendirmeleri istenmiştir. Resimli basılan derginin sayılarında yerli ve yabancı filmlerle ilgili fotoğraflarla haberlere de yer verilmiş, nüshaların son sayfasında ise Beyoğlu’ndaki Elhamra Sineması’nda o hafta gösterime girecek olan filmlerin duyuruları yapılmıştır.

39 Sinema Yıldızı, Sayı: 1-4, 12 Haziran 1340-31 Temmuz 1340.

40 Bu istatistikler, Sinema Yıldızı’nı dönemin sinema konulu diğer süreli yayınlarından ayıran önemli bir

unsurdur. Çoğunlukla yabancı basından alınan bu istatistikler, doğruluğu tartışılır olmakla birlikte, dönemin sinema dünyasını yansıtması bakımından dikkate değerdir. (Özuyar, Sinemanın Osmanlıca Serüveni, s. 25.)

(20)

Mehmet Rauf sinema hakkında kaleme aldığı kendi yazılarında ise sinemanın faydaları, sinemaya duyulan rağbet, oyuncuların yaşantısı ve kimi konulardaki rö-portajları üstünde durmuştur.

1914 yılında Tanin gazetesinde “Garpta Hayat” başlığı altında yayımladığı “Sine-manın Faydaları”41 adlı yazıda, dünyada sinemaya rağbetin giderek artmasından yola çıkarak Almanya, İngiltere ve Fransa’da sinemadan siyasî, askerî, sosyal ve kültürel her alanda yararlanılmasından bahsetmiştir. Yazının başında sinemaya ilginin günden güne artmasına, hatta sinemanın gazete ve romanlardan üstünlüğüne şöyle dikkat çeker:

(...) her gün halkta sinemaya rağbet ve merak çoğalıyor, sinema herkes için artık bazı gazete mütalaası kadar mübrem ve zaruri bir ihtiyaç hâlini alıyor.

Bu da pek kabil-i izahtır. Çünkü bir gazetede ancak bizi ihata eden hayat hakkında muhta-sar bir malumat alınmak mümkün olur; hâlbuki sinemalar bize uzak yakın bizzat vakaları gösteriyor, seyahatlerde yahut vesaike ait manzaralarda hazır bulunduruyorlar. Sonra, roman okumak, insanı nihayet can sıkıntısına duçar eder; hâlbuki sinemalar romanları bize canlı olarak bütün menâzırıyla, bütün avarızıyla arz ve irae ederek yaşatıyorlar.

Daha sonra artık herkes okumaktan ve dinlemekten bıktı usandı, şimdi artık görmek istiyorlar; sinema ise gösteriyor ve ne mükemmeliyetle ne şaşa ne saltanatla gösterdiğini her gün görüp hayran kalıyoruz.

Sinemanın icadı ve bir endüstri hâline gelip yaygınlaşması sinema salonlarının sayısını arttırmış, tiyatrolar dahi azalan ilgi sebebiyle kapanmaya başlamıştır. Mehmet Rauf ülkemizde sinemanın gördüğü rağbetin yanı sıra Avrupa şehirlerinde sinemadan hangi alanlarda yararlanıldığını da okuyucuyla paylaşır. Almanlar daha çok sansürlü ve cinayet sahnelerinin gösterilmediği filmleri tercih etmişler, bununla birlikte sinemayı siyasî bir eğlence hâline getirerek halkın millî ve tarihî duygularını harekete geçirme vasıtası olarak da kullanmışlardır. Almanya’nın halkta millî duygular uyandırmak amacıyla istifade ettiği sinemadan İngiltere askerî alanda yarar sağlamıştır. Mehmet Rauf bu konuda İngiltere’deki gönüllü askerlik sistemine değinerek İngiliz hüküme-tinin gençleri askerliğe teşvik etmek için askeriyedeki yaşantıyı konu alan filmler tertip ettiğini belirtir.

Coğrafya, Tarih, Kimya, Felsefe ve Anatomi gibi dersler için eğitim alanında dahi yararlanıldığını gördüğümüz sinema, Fransızların günlük yaşantılarını kolaylaş-tırmaktadır. Mehmet Rauf bu bağlamda, sinemanın oluşumuna ve bugünkü gelişimine büyük katkıları olan Fransızların işitme veya konuşma engelli kişilerin kendilerini daha iyi ifade edebilmeleri, evlenmek isteyen kişilerin ise eşlerini bulabilmeleri adına sinemadan sağladıkları katkılar üzerinde de yazısında detaylı olarak durmuştur. Ona göre, sinemanın en büyük hizmeti ise farklı toplumlardaki insanları birbirine tanıtması ve milletler arasında barışı sağlamasıdır:

(21)

Sinemanın fevâidinden bahsederken, en büyük hizmetinin milletleri birbirine tanıtarak sulh-i umumiyi temine çalışmış olduğu unutulmamalıdır. Bu hizmet ne kadar naçiz olursa olsun netice itibarıyla o kadar mukaddestir ki başka hiçbir istifadeyi mûcib olmasa yalnız bu lütfundan dolayı sinema yine taziz edilmelidir.

Bugün her şeyle ve bilhassa her şeyden ziyade sinematograf sayesinde bu büyük ve güzel günün sabahında bulunuyoruz; parlak bir güneş tulu’ ediyor, gecenin zılâl-i yeis ve şüphesi dağılıp gidiyor, bu güzel ve acı sulh ve salâh güneşinin şaşa ve nebâhati ile bütün cihanı garîk-i envâr etmesi ne kadar şayan temennidir!

1925’te Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı “Sinema Afeti”42 başlıklı yazıda da sine-maya duyulan rağbet ve sinemanın avantajları üstünde durmuştur. Sinemanın tıpkı bir “afet” gibi tüm dünyaya yayıldığını söyleyen Mehmet Rauf, İstanbul semtlerinde sinema salonlarının hızla artmasının bir sonucu olarak sinemanın edebiyatın önüne geçmesini şöyle ifade eder:

Edebiyata karşı umum tarafından gösterilen lakaytlığın başlıca sebepleri arasına sinemayı da idhâl etmek icap eder. Sinema, halktaki roman ve tiyatro merakını kahir bir inhisarla ve büyük bir şevk ve muvaffakiyetle zapt ve işgal ediyor, şehrin hemen her semtinde bir, iki ve hatta bazen daha fazla olarak açılan sinemalar her gece dolup dolup boşalıyor. Asabî, hayalî, kalbî türlü vakaların, en hayalîsinden en fecî’ine kadar türlü badirelerin gird-bâdı arasında yoruluncaya kadar tatmin edilen halk evine avdet ettiği zaman kitap okumak için ne takat bulur ne de heves!

Aynı yazıda sinemanın ezici üstünlüğü sebebiyle tiyatroların da kapanmaya başla-dığını belirten Mehmet Rauf, okumaya düşkünlüğüyle bilinen Avrupa’da bile sinemanın edebiyattan daha üstün konumda olmasına işaret ederek bizim gibi okumaya ilgisiz bir toplumda hem tiyatroyu hem de edebiyatı “yutacağını” dile getirir. Amerika, tiyatro ve edebiyattaki bu tehlikeyi fark ederek sinemaya karşı bazı önlemler almıştır. Amerikalıların aldığı bu tedbirlerden biri, okumaya ilgiyi arttırmak amacıyla romanlarda eski ve klasik konuların yerine yeni konular bulmak ve yazarları farklı konular işlemeye yöneltmektir. Mehmet Rauf, Amerikalıların edebî sahada yarattıkları bu farkındalıkla romanlar ve filmler arasında bir rekabet ortamı oluşturulduğuna işaret eder. Nitekim yeni konuları işleyen ro-manlar ile hikâyelerin tefrikaları için gazete ve dergiler yazarlara yüklü miktarda para tahsis etmeye başlamış, aynı şekilde sinema yapımcıları da güzel ve farklı konulu bir film için bu eserlerden yararlanmak istemişlerdir. Mehmet Rauf yazısında bütün bunlara değindikten sonra, roman ve sinema arasındaki etkileşime örnek olması açısından iki filme yer verir:

Meçhul muharrirlerin yeni hikâyeleri için bu kadar para veren sinemacılar, memleketlerinde mevki ve şöhret sahibi muharrirlere acaba neler vermiyorlar?

Yalnız, geçen sene oynanmış “Geri Gelen Adam” ve “Rakkaseler” ismindeki iki film mu-harririne, birinciye seksen bin, ikinciye beş yüz bin lira verdiklerini gazetede gördüm. Fakat bu paraları verirlerken muharrire, eserini sinemalarda oynatmadan gazetelere verdirmiyorlar ve muharrirler zaruri bu ağır şarta boyun büküyorlar ki edebiyat için büyük bir zarardır!

(22)

Şekil 5: The Man Who Came Back “Geri Gelen Adam” (1924) filminin afişi.43

Şekil 6: Those Who Dance “Rakkaseler” (1924) filminin afişlerinden biri.44

43 “The Man Who Came Back”, Gettyimages,

https://www.gettyimages.fi/detail/news-photo/the-man-who-came-back-lobbycard-from-left-dorothy-mackaill-news-photo/1137310151?adppopup=true

(23)

Mehmet Rauf, Avrupa ve Amerika gibi İstanbul’un da sinema hayatını yakından takip etmiştir. Bu bağlamda 1925’te Cumhuriyet gazetesinde, “İstanbul’da Zevk ve Sanat” başlığı altında yayımladığı “Sinemalar Açıldı”45 başlıklı yazıda İstanbul’daki sinema salonları ve sinemaya gösterilen ilgi üstünde durur:

Sinemalar açıldı. En evvel Elhamra ile Opera kapılarını açtılar. Bunları Majik, Alkazar, Asri Sinema takip etti. Artık İstanbul duvarları renkleri şatafatlı, bin bir vaad, bin bir harika ile parlak ilanlarıyla süslenecek, gazetelerin sütunları sinema bahisleri, sinema muammalarıyla taşacak ve halk akın akın sinemalara hücum edecektir.

Bu sene Beyoğlu’nun birinci sınıf sinemalarına yeni bir müessese daha iltihak etti: Melek Sineması... Bu sayede birinci sınıf sinemalar arasında rekabet daha hararet kesp ederek programlara daha itina sarf olunacağı için bunu sinema meraklılarının lehine kaydetmek icap eder. Rekabet ne kadar çoğalır ve şiddet peyda ederse, İstanbul halkı o kadar zengin ve mu’tenâ filmler görür. Her müessese, diğerlerine tevaffuk için büyük gayretler sarf eder.

İstanbul’da yeni açılan sinema salonları çoğaldıkça sinemalar arasındaki rekabet artmış, bu sayede yapımcılar daha nitelikli ve kaliteli filmler üretmeye başlamışlardır. Mehmet Rauf, sinemanın İstanbul’da bu kadar çok rağbet görmesine sevinmekle birlikte sinema salonları ilk açıldığında gösterilen filmlerin “ikinci” ve “üçüncü derece” önemsiz filmlerden seçilmesinden yakınır. Nitekim ona göre “Sinema faaliyeti henüz başlamadığı için programa itina etmemek, ciddi bir müessese için bir büyük kusurdur. Bir müessese, her programına, fakat bilhassa ilk programlarına büyük ehemmiyet vererek müşterileri celp etmek mecburiyetindedir.” Onun eleştirdiği diğer bir husus, sinema salonlarında gös-terilen filmler arasında “yerli” ve “milli” filmlerin bulunmayışıdır. Bizde sinema üretimine değer verilmemesinden dolayı duyduğu üzüntüyü yazısında şu sözlerle dile getirmiştir: “Bugün ciddi bir sinema imalathanesi için konulacak sermaye en emin ticari teşebbüslere rekabet edecek kadar faydalı ve muvafık menfaattir, fakat bunu kime anlatabilirsiniz?”

Mehmet Rauf yazısında sinemanın sadece eğlence değil, aynı zamanda bir “pro-paganda” aracı olduğuna da dikkat çeker. “Sinemanın Faydaları” başlıklı yazısında da değindiği gibi o, ürettiğimiz yerli filmler aracılığıyla kendimizi Avrupa’ya tanıta-bileceğimizi düşünmektedir:

Sinema bizim için yalnız bir zevk ve eğlence vasıtası değil, daha ziyade en mükemmel bir propaganda silahıdır, kendimizi Avrupa’ya sinema ile tanıtacağımız kadar muvaffakiyetle başka hiçbir vasıta ile tanıtamayız.

Bir film bütün hayatımızı, olduğu, hatta olduğundan daha vuzuh vüsatla, Avrupa’nın gözünün önüne vaz’ ve teşhir eder.

Bilhassa, onların o kadar merak ve alâikini celp eden milli hayatımızın safhaları levha levha kendilerine arz ve izah edilince, hiç şüphe yoktur ki bizi daha iyi tanırlar, daha ziyade severler, sanatın sihirkâr halesiyle düşmanlarımıza bile calip ve cazip bir levha hâlinde görünürüz.

(24)

Sinemayı konu aldığı yazılarında Mehmet Rauf’un dönemin ünlü film yıldız-larından da bahsettiğini görürüz. 1925 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı “Sinema Yıldızlarının Fikri: Aşk Nedir?”46 başlıklı yazısında aşka düşkün mizacına uygun olarak, Amerikalı kadın oyuncuların röportajlarından verdiği örneklerle onların aşk hakkındaki düşüncelerini ele almıştır. Röportajlarından kısa kısa kesitlere yer ver-diği bu aktrisler sırasıyla Gloria Swanson (1899-1983), Colleen Moore (1900-1988), Pola Negri (1897-1987), Betty Blythe (1893-1972), Alice Terry (1900-1987), Agnes Ayres (1898-1940) ve Betty Compson (1897-1974)’dur.

Cumhuriyet gazetesinde, “Sinema Yıldızlarının Fikri: Aşk Nedir?”den bir hafta

sonra yayımladığı “Sinema Âleminde: ‘Yıldız’ların Şikâyeti”nde47 ise sinema oyun-cularının yoğun yaşantılarına ayna tutar. Film yıldızlarının hayatlarından bahsetmeden önce yazısında Amerikalıları ve Avrupalıları sinemaya getirdikleri yenilikler ve yetiş-tirdikleri oyuncular açısından kıyasladığını görürüz. Dönemin Amerikalı ünlü çocuk artisti Jackie Coogan’ı (1914-1984) örnek göstererek, Amerikalı oyuncuların Avrupalı film artistlerinden daha yetenekli ve dünya çapında daha şöhretli olduklarına işaret eder:

Onların her şeyleri bir harikadır; Jackie Coogan’a gelinceye kadar Avrupa sinemalarında onun kadar mahir ve hoş küçük sanatkârlar görülmedi değil; fakat Amerikalı çocuğun yalnız memleketine inhisar etmeyip bütün cihana şayi olan şöhreti kendi kıymetinden ziyade mensup olduğu milletin harikaperest ve yaratıcı olmasından mütevellit değil midir? Amerikalılara nazaran, Avrupa’nın en hararetli temayülatı, en ateşîn sanat tezahüratı donuk ve câmid kalır; hatta en büyük olmak şartıyla hiçbir Avrupa sanatkârı, Amerika’nın en küçük bir artistinin gördüğü takdir ve perestişi göremez.

Amerikalı sinema oyuncularının günlük yaşantılarında karşılaştıkları yoğun ilgiyi ise dönemin ünlü sinema oyuncuları Mary Pickford (1892-1979) ve Doug-las Fairbanks’in (1883-1939) hayatları üzerinden ortaya koymaya çalışmıştır. Mary Pickford’un röportajından hareketle, hayranları tarafından kendilerine gösterilen rağbete sevinmekle birlikte bunun sürekli olmasının bu evli çifti epey bunalttığına işaret ettiği yazısında Douglas Fairbanks’in Bağdat Hırsızı adlı filmiyle ilgili haberi de okuyucusuyla paylaştığını görürüz:

Bu “Bağdat Hırsızı” Douglas Fairbanks’in harika-engiz filmleri arasında en muhayyir-ül-ukul olan pek meşhur bir filmidir ki, yakında Elhamra Sineması’nda arz ve irae olunacaktır.

46 Mehmet Rauf, “Sinema Yıldızlarının Fikri: Aşk Nedir?”, Cumhuriyet, Sayı: 538, 7 Teşrin-i Sani 1341

[1925].

47 Mehmet Rauf, “Sinema Âleminde: ‘Yıldız’ların Şikâyeti”, Cumhuriyet, Sayı: 545, 14 Teşrin-i Sani

(25)

Şekil 7: The Thief of Bagdad “Bağdat Hırsızı” (1924) filminin afişlerinden biri.48

5. Dans

Mehmet Rauf’un, süreli yayınlarda yer verdiği sanat dallarından birisi de danstır. Batı’daki gelişmeleri ve yaşantıyı yakından gözlemleyen sanatçı, okuduğu yabancı basındaki haberler aracılığıyla çağının Batılı danslarından da haberdar olmuş ve bun-ları yazıbun-larında yeri geldikçe okurbun-larıyla da paylaşmıştır. Bu bağlamda 1914 yılına ait “Garpta Hayat” ve “Papa’nın Raksı” adlı, dansı konu alan iki yazısı mevcuttur. Birbirinin devamı niteliğindeki bu iki yazıda Mehmet Rauf, “tango”nun bir dans olarak Batı’daki gelişimi ve özellikleri üstünde durmuştur.

Tanin gazetesinde yayımladığı “Garpta Hayat”49 başlıklı yazısında tango hakkında malumatta bulunmadan önce ilerleme ve çalışma açısından Batı’yı örnek almamız, oradaki yaşam tarzı, fikirler ve çalışmalarla ilgili bilgi sahibi olmamız gerektiğine; fakat Batı’da örnek almamız gereken iyi özellikler olduğu gibi nefret edeceğimiz, kötü yönlerin de bulunduğuna işaret eder.50 Bu bahsin ardından tangonun kökeninden nasıl

48 “The Thief of Bagdad (1924)”, IMDb, https://www.imdb.com/title/tt0015400/mediaviewer/rm1304515840 49 Mehmet Rauf, “Garpta Hayat”, Tanin, Sayı: 1832, 17 Kanun-ı Sani 1329 [30 Ocak 1914].

50 Mehmet Rauf’un bu görüşü, Ahmet Mithat Efendi’nin düşünceleriyle benzerlik göstermektedir. Nitekim

Ahmet Mithat, Batı medeniyetinin her unsurunu doğrudan almak yerine sadece iyi yönlerini almamız gerektiğini savunarak okuyucularının da Batı’daki iyi ve kötü yönleri görmeleri için vakası Avrupa’da geçen romanlara yer vermiştir. (Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, s. 72.)

(26)

yapıldığına, müziğinden Batı’da insanların bu dansa yaklaşımlarına kadar ayrıntılı olarak bilgi verdiğini görürüz:

Tango Amerika’dan, Arjantin’den gelmiş bir nev’-i rakstır ki, rehavet-engîz bir musiki ile, kadın erkek birbirine yatakta gibi sarılarak türlü evzâ-yı işve ve şehvet ile, eğilerek, bükülerek, gerilerek oynanır; tango iki seneden beri Avrupa’da kemâl-i saadetle hükümran idi, ve Arjantin’de serseriler tarafından meyhanelerde, sokaklarda oynanır iken, Paris’e geldiği vakit Montmartre balolarında Fransızlara mahsus hararet ve şevk ile evzâ-yı mu-harrikesi teşdîd edilerek, adeta yeni vaziyetler icat edilerek kabul edilmiş ve Montmartre balolarından Paris’in fethine çıkmıştı.

Mehmet Rauf Arjantin’den Paris’e geçen tangonun giderek yaygınlaşmasına ve Fransızlar tarafından büyük rağbet görmesine detaylı olarak yer verdiği yazısında, tangonun sadece dansta kalmayıp tiyatro ve edebiyatı etkilediğinden de bahseder. Bu-nunla birlikte onun yazısında asıl durduğu mesele, bütün Avrupa’da bu derece sevilen ve rağbet edilen tangonun bir süre sonra ahlaka aykırı olması gerekçesiyle Paris ve İtalya’daki din adamlarınca yasaklanmasıdır. Yasağa rağmen çayhâne, raskhâne gibi yerlerde tango halk tarafından daha büyük bir istekle oynanmaya devam etmiş, yasağa birçok kesimden itirazlar gelmiştir. Mehmet Rauf, bu kesimden birinin derslerinden mahrum kalmak istemeyen “raks muallimleri” olduğunu söyler. Yasağa karşı gelen bir diğer kesim ise ünlü sanatçılardır. Dönemin meşhur Fransız aktrisi Ève Lavallière (1866-1929), yasağa tepkisini tango ile valsı karşılaştırarak ortaya koymuştur.

Tango yasağı konusunda büyük ses getiren olay ise İtalya’da Papalık makamına bağlı olan, yani dinî çevredeki kişilerin tangoya rağbet göstermesidir. Mehmet Rauf bu hususta Papa’nın dahi tangoyu merak ettiğiyle ilgili Avrupa’da çeşitli rivayetlerin dolaştığını okuyucusuyla paylaştıktan sonra Papa’nın tango hakkındaki görüşlerine de özellikle yer verir:

Papa’nın cevabı şu sözlerle hulasa olunabilir: Tango, malum olduğu üzere, “Temas edi-yorum, dokunuyorum.” manasın[d]a olduğu gibi, bu raksın bu isimle tevsîm edilmesi pek manalı olacağından, bunu bir başka isimli oynamak müreccahtır, sonra tango var, tangocuk var; yani tangoyu ta’dîl ederek, tahfif ederek oynamakta bir yeis olmasa gerektir. İşte bunun için İtalya’da şimdi herkes tangoyu tangocuktan ayırıp ve onu tango ismi altında değil, yeni bir isim altında, “dançone”51 ismiyle çağırıp oynamaya başladılar ki,

bu da dinin müsâhele-kârlığına büyük delildir.

Papa’nın bu sözleri, tango yasağının zaman içerisinde dinî kesimlerce nasıl yu-muşatıldığını gösterir niteliktedir. Mehmet Rauf, İtalya’da Papa’nın ve halkın tangoya yaklaşımlarından hareketle tango yasağına verilen ehemmiyeti bu bağlamda “kâmilen mudhik” görmüştür. Nitekim yazısını Batı’daki bu tutarsız tavrı eleştirdiği şu sözlerle bitirir:

(27)

Doksan sene evvel bu kadar aforoz edilmiş olan valsın bugün papazlar tarafından bile o kadar ahlaka muvafık olduğunu görüp insanların da ahlaklarının da ne kadar maskara olduğunu düşünmemek nasıl mümkün olur yarabbim?

Bu yazının devamı niteliğinde olan, Peyâm gazetesinin edebî ekinde “Hâdisât-ı İçtimaiye” başlığı altında yayımladığı “Papa’nın Raksı”nda52 da benzer konulara de-ğinerek tango yasağından bahsettiğini görürüz. “Garpta Hayat” yazısında değindiği Matmazel Ève Lavallière’in (1866-1929) tango yasağıyla ilgili itirazına burada da yer vererek onun görüşlerini “beyhude” bulmuştur. Lavallière’e göre tango yapanlar dansın hareketlerindeki zorluk sebebiyle dikkatlerini sadece bu hareketleri yapmaya yöneltmektedir ve dolayısıyla tango şehvete yer bırakmayan bir danstır. Hâlbuki Meh-met Rauf, dansı seyredenleri göz önünde bulundurarak onun bu düşüncesini eleştirir:

Beyhude... Raks edenler değilse bile, karşılarında onları seyredenler öyle mühlik tasavvurât ve tahayyülâta teslim-i vücud ediyorlardı ki, bunun memnûiyyeti Hıristiyanların ahvâl-i vicdaniye ve temayülât-ı ahlakiyelerini hüsn-i idare etmek vazifesiyle muvazzaf olan ümerâ-yı din için bir vazife telakki edildi.

Mehmet Rauf’a göre dansta asıl önemli olan “tarz”dır ve bir dansın tahrik edici olup olmayacağını da kişilerin oynayış şekilleri belirlemektedir. Nitekim bu fikrini, yazısında verdiği örnekler aracılığıyla şöyle ortaya koyar:

Her şeyde olduğu gibi, raksta da esas, tarz ile o kadar değişir ve değiştirilebilir ki, mesela Matmazel Mistinguett53 denilen meşhur bir aktrisin oynadığı tangonun ne kadar muharrik

olduğu tarif edile edile bitirilemiyor. Hatta bir Fransız muharriri:

– “Afrodit mabedinde oynanılan kadim Yunan raksları piskoposların men’ ettiği bu dansa pek müşabih olmak lazım gelir.” diye bu tedbiri tasdik ve tasvip ediyor.

Yazının bu kısmından sonra Mehmet Rauf’un Papa ile dans arasındaki ilişki-ye ilişki-yer verdiğini görürüz. Tangonun böylesine yasaklandığı bir dönemde Papa’nın tangoya alaka gösterdiğiyle ilgili birtakım rivayetlere yine işaret etmekle birlikte, bu sefer “furlana”nın Papa vesilesiyle kazandığı şöhreti ve “Papa’nın raksı” ismiyle yaygınlaşarak zaman içinde vals kadar meşhur olmasını okuyucularıyla paylaşmıştır.

52 Mehmet Rauf, “Papa’nın Raksı”, Peyâm (Edebî İlave), Sayı: 19, 17 Şubat 1329 [2 Mart 1914]. 53 Mistinguett (1875-1956): Fransız aktris ve şarkıcı.

(28)

6. Mimarî

Mehmet Rauf, diğer sanat dallarına oranla az olsa da süreli yayınlardaki yazıla-rında mimarîye de yer vermiştir. Mimarî onun yazılayazıla-rında genellikle ev dekorasyonu ve mobilya konularında, yani iç mimarînin dâhilinde karşımıza çıkmaktadır. Çağının Batılı bir gözlemcisi olan Mehmet Rauf, gündelik hayatında yeni tarzdaki binalara, ev döşemelerine ve mobilyalara hususi olarak merak duymuş, bu ilgisini de gerek edebî eserlerinde gerekse fikrî yazılarında yer yer dile getirmiştir. Bu bağlamda, müdürlü-ğünü ve başyazarlığını üstlendiği Mahasin, Süs, Gelincik dergilerinde mobilya ve ev dekorasyonu konularında çeşitli bilgi ve önerilerin verildiği, imzasız yazılar kaleme alındığını görürüz.

Mahasin dergisinde yer alan mimarî hakkındaki yazılardan Mehmet Rauf’a ait olanlar

da mevcuttur. 1908 yılında yayımladığı “Tezyinat-ı Beytiye”,54 onun ev dekorasyonunu konu aldığı yazılarındandır. Mehmet Rauf, burada 1900 yılında Paris’te düzenlenen dünya fuarındaki mobilya sergisi üstünde durmuştur. “Paris Sergisinde Bing’in Evi” alt başlığıyla yer verdiği yazısında, Fransız sanat simsarı Siegfried Bing’in (1838-1905) ünlü mimar ve tasarımcılara ait mobilyalarla döşeyip sergilediği evinin odalarından bahsederek özellikle kadın okuyucularını Batılı tarzdaki ev döşemeleri konusunda bilgilendirmek istemiştir. Nitekim o, güzel bir ev döşemesinin, estetik zevke sahip kadınların sihirli ellerinin dokunuşuyla olabileceğini düşünmektedir. Bu bağlamda yazısında güzellik kavramı ile kadınlar arasında ilişki kurarak toplumlardaki ilerlemede kadınların rolüne dikkat çekmiş, kadınlara evlerini sanki kendilerini süslüyorlarmış gibi döşemeleri ve bu konuda Avrupa’yı örnek almaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmuştur:

Evlerimizi bir hüsn-i makbul ile tezyin etmek kendilerini tezyin etmek gibi vazifeleri olan hanımlarımıza bugün, Avrupa’da sanayi-i nefise-i tezyiniyenin geçen asrın ve bilhassa zamanımızın en mümtaz sanatkârlarının yed-i sehhâr-ı müzeyyenâneleri altında son ve asıl olduğu bir numune harikulade sanatı arz ve irae etmek istiyorum. Nasıl güzel giyinebilmek için güzel giyinenleri görmeye muhtaç ve mecbur isek, her işte olduğu gibi, muvaffak olabilmek için muvaffak olanları taklit değil, fakat tetkik ve tetebbu lazım olduğundan, sadece bir fikir almak, tecrübe ve mukayese ile icat ve ihtirâ’a değilse bile tecdit ve ihyaya muktedir olabilmek için, tezyinat-ı beytiyenin bugün merâkiz-i medeniyette ne yolda icra edile gelmekte olduğunu da görmek lazımdır.

Mehmet Rauf, medeniyet merkezi olan Avrupa ülkelerinin ev dekorasyonlarını örnek alırken özellikle “taklit”ten kaçınmamızı ve kendi “şahsiyet”imizi ortaya koy-mamız gerektiğini de vurgulamış, zevkli bir ev döşemesi için zenginlikten ziyade eşyaları uyum içerisinde yerleştirebilme kabiliyetinin, yani gelişmiş bir estetik zevke sahip olmanın önemini ifade etmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Güner Yüreklik’in kitapseverlere bir de müjdesi var: Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nı düzenleyen Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği önümüzdeki yıl

Bu sohbetimizde Münire Dıranas, sevgi­ li eşi Ahmet Muhip Dıranas’ı şöyle an­ latıyordu: “ ...Bir duygu adamı idi.. İrade

Avrupa kültürü içinde her ülkenin kendi kimliği, her ülke içinde bölgelerin kendi kimliği, onların içinde de yerel kültürler var.. Ben bunların hepsinin

Bu çalışmada, telemarketing şeklinde doğrudan pazarlama uygulamasının gelecek dönemlerde yapılacak yatırım kararlarlarını tahminlemek için sınıflandırma

Tuval üzerine yağlıboya.. Galatasaray ser­ gilerine Bursa’dan yaptığı peysajlarla katıldı. 1930'da Avrupa sınavını kazandı, fakat o yıl yurt dışına öğrenci

[r]

• ROC analizi uygulamasında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim dalı tarafından geliştiren DTROC web-tabanlı

• Orta serebral arter akımı ise plasental yetmezliğe bağlı intrauterin büyüme geriliği olan fetuslardaki kan akımında görülen periferden beyine