AnaılBlu yakasındaki eski
büyük köşkler kimlerindi?
—
1
—Gördüklerim, Duyduklarım:
Kadıköyünden Modaya doğru, de niz kıyısından Mühürdar caddesi ta- kibedilip eski Mühürdar gazinosunun önünden sapılınca, yüksek duvarlar arkasında Şeddadî bir bina göze çar par. Bahçeisnin o sokakta, sahil ta rafında birer kapısı, Moda caddesin de de cümle kapısı vardır,
Mısır fevkalâde komiseri Gazi Ah met Muhtar paganın oğlu, (Babı seraskerî piyade dairesi reisi sanisi va yaveranı hiazreti şehtiyarîden fe rik), esbak Hidiv İsmail paşanın kızı prenses Nimetin kocası Mahmut Muhtar paşanın kasrı idi.
Şahsa mahsus ikametgâhların ara sında İlk olarak damında paratoner, çinde briçok hizmetçi ve uşak, Avru- pakâri ahırında halis kan, yarım kan İngiliz atları, kıymetli Arap kısrak ları bulunurdu.
Paşa o zamanın parlak erkânı harblerinden, Almanyada tahsilli, Ga latasaray lisesinin de eski gülleciie- rinden ve bazululanndan idi. Kışın banyoda üstü buz tutmuş suya girer, soğuk alıp öksürük möksürük, hattâ nevazil olup aksırık maksırık yanına hiç yaklaşmazmış.
Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazı rı, Balkan harbinde kolordu kuman danı, umumî harbden önce Berlin büyük elçisi olmuştu.
Moda caddesinin ilerisinde, granit taşından kale gibi çıkılmış, topla yı kılmaz, heybetliliğniden yana eşi bu lunmaz bina, mabeyinci Ragıp paşa nın biraderi Arif paşanındır. Evlâdi yelik denilemez. Zira orada yol ge niş; istimlâk mistimlâk bahis mev zuu olmıyracağı için ahfadiyeliktir.
Boy posça hemen hemen ikize an dıran oğulları, tüysüz tüzsüzlüklerin- de, brik faytonda yanyana, doru ka danalarına tırıs tutturarak hava’ide çarh çevirirler, bey bey gezip tozar lardı.
Bahariye caddesinde, (Maiyeti se- niye erkânı harbiye müşürü), Müzel hümayun müdürü Hamdı beyin da madı, Trabzonlu Abdullah paşanın köşkü beş altı sene evvel yıktırıldı, arsasına Kadıköy Halkevi yapıldı.
Von der Goltz paşa Türkiye hizme tine girip Harbiye mektebine müfet tiş olunca o zaman kaymakam bu lunan Abdullah beyi tercümanları arasına katmış. Ya adını beceremedi ğinden, ya da kendine daha kolay geldiğinden Abdila dermiş. Bundan ötürü olsa gerek, Balkan harbi sıra larında bazı Alman gazeteleri, Şark ordusu kumandanından bahsederken Feld mareşal Abdila deyip durmuş lardır.
Altıyol ağzından Söğütlü çeşmesi tarikile Kuşdiline gelelim. Derenin üstündeki köprüden geçince sola Zi- verbey yokuşu gelir.
Bu zat Abdülâzizin mabeyincilerin- denmiş. Oraya adının takılması, köş künün yokuşun başında, köşede bulun masından. Koskoca bahçesi şimdi duvarları harap, ağaçlarının ekserisi kurumuş, her tarafını otlar bürümüş, âdeta bir yangın yeri halindedir.
Buraya sonraları Acemin köşkü öe- 1 nirdi. Satın alan cevahir taciri ve Karun kadar zenginlerden. Büyüğü 45 lik, zifirî siyah sakallı; küçüğü 35 lik, ağzına fare almış gibi kara bıyıklı, ikisi de Karagözde, meşhur
(Bahçe oyunu) ndaki mirzalarvari zevku safa düşkünü idiler. Yağız bey giri! muhteşem faytona kurulurlar, Fenerbahçe piyasalarında dört döner lerdi.
Ziverbey yokuşunun başından Ku- yubaşma doğru yürüyünüz. Biraz gi dince sağda, bahçe içinde, gepgenlş cepheli, yıl'ardanberi pancurLarı sun sıkı kapalı, İçinden ses şada duyul- mıyan köşk kimin dikkatini çekmez? Acaba tekin değil mi? İyisaattc ol- sunların mekânı da o sebeple mi otu ranı, kira ile tutam yok diye kim şüp heye düşmez?
Abdülhamidin ikinci esvapçısı İlya: beyin köşküydü. İlyas bey saz benizli kaytan bıyıklı; sırtından kışın Salis- bori biçiminde palto; güzün pelerinli makferlan, yazın da kolundan ipek astarlı pardesü düşmez. Biniciliğe meraklı olduğundan arada bir kısacı- cık ceket, dapdaracık külot, pırıl pı rıl getrlerle, Arapkârî saçaklı, püs küllü başlık, palan, haşa vurulmuş şeceerll Arap kısrağına binip, hayva nı oynata oynata, klşnete kişnete me sireleri boylardı.
İlyas beyin köşkü geçilince etrafı çitle çevrilmiş, bir kat üstüne, kâgir, damı basık bir binaya raslanır. Ti yatrosu komik Kel Haşanın aile ocağı. Haşan pek gençliğinde, daha sahne ye çıkmadan önce, ağabeyisi Hacı Fi til ve kız kardeşlerile beraber orada oturur, semtinde süt, yoğurt satar; akşamları kapı önlerine seccade ya yıp toplanan konu komşunun yanla rına gelerek tuhaflıklar eder; yaz ra mazanı geceleri de bahçesine perde kurup çoluk cocuğa Karagöz oynatır
mış, . j
Kızıltoprağa sapan yolun köşesin deki köşk Bahriye livalarından Hü seyin paşanındı. Yana, gerilere uza nan bahçesi âdeta çiftlik: Koyunlar, keçiler, inekler, öküzler; tavuk, ör dek, kaz sürüleri. Hepsi yayılmış: kimi otluyor, kimi gübreleri eşeliyor, kimi su doldurulmuş çukurlara dalıp duruyor.
Hoş tarafı, bu mahlûkatın çoban lığım iki haremağasmın edişi. Arap- cıklar sanki çekirdekten yetişme ço ban; yalnız kavalları eksik. Ellerinde sırık, sürülerin arkalarından koşarak (büüüvt) diye bağrışırlar, iki par mağı birleştirerek ıslık çalışlar; geh- gehler, bili bililer...
Zatı şerif bunlardan Cevher adlı sını Maarif Nazırı Zühtü paşaya sat mış, ağacağız yeni efendisine kapı landıktan .sonra başka konaklardak emsallerinin hepsinden rabıtalı ol muştu.
İleride — şimdi rengi, ruyu toald: mı bilmem —, kavunî boyalı, kunl yapı kileıcibaşı Osman beyindi.
Serkilâıî, sultan Hamidhı göz be beklerinden. Hünkâr nezdnlde bir de diği iki olmaz kanaatlle mazul vali ler, mutasarrıflar, defterdarlar Os man beyin saraydaki dairesine mekik dokur, (evet efendim, sepet efen dim) lerle hulûs çakar, şefaat diler lerdi.
Şehremini Rıdvan paşa öldükten ve Göztepedeki köşküne Lûtfi ağanın oğlu, mabeyinci Faik bey yerleştikten sonra merhumun haremi bu köşkü satın almıştı.
<âördükierim, Duyduklarım
Anadolu yakasındaki eski
büyük köşkler kimlerindi?
— 2 — Geçen yazıda Moda’daıı ve Kuşdi- llnden Kızıltoprağm kuyubaşma ge lip k a rşıtç a bakarken, Acıbadem’e kadar ğoz kaydırmıştık. Şimdi de Yo- ğurtçu’dan yukarıya doğru yolu tu talım :
Derenin başında, patkm köşesinde- yiz. 40 yıl evvel akşamları, mehtaplı geceler, karşısındaki çayırda yaya ların, önündeki derede sandalların vızır vızır piyasa ettikleri, keyifiiliği- ne doyulmaz; durgun havalarda da yakınındaki denizin iyod kokusun dan durulmaz köşk, Şehremini Rıd van paşanın biraderi, birinci ferik Reşit paşanındı; daha doğrusu, Ha- sırcıbaşılar ailesinden olan büyük haremine aitti.
ı- Bu zat (Babıseraskerîde Divanı h a r bi mahsus müddeiumumisi) idi. Gezip tozmaktan, mesirelere devam dan hoşlanıldı.
Kalender mizaç; köşkünde şatafatlı araba, fıstık gibi beygirler bulundur maz; Kadıköyüniin bir kira, faytonu na atlar, şipşak Fenerbahçeyi boy lar. Hoppa bir hanımla işmara miş- mara girişmesi yüzünden müşir Fuat paşa ile arasının şeker renk oluşu, h attâ Fenerbahçede işi marazaya ka dar vardırışları meşhurdur.
Yoğurtçu köprüsünü geçtik, Kızıl- toprağa doğru yürüyoruz. O vakit bu köprü tahta olduğundan caddenin adı tahta köprü caddesi idi. Hâlâ da öyle ya.
Kızıltoprakta, bugünkü (Kadıköy kız orta okulu) nu, daha Maarif Na zın olmadan Nafia Nazın iken Esse- yid Ahmet Zühtü paşa yaptırmış. Evvelce aynı noktada, yine o büyük lükte, havai mavi boyalı köşkü var mış. Kazaen içinden ateş çıkarak (galiba bir düğüne gidilmiş de hala yıklar odada ateş dolu ütüyü bıraktık- aln için), kapı kapamaca yanıp kül olmuş.
Şimdiki köşkte kerimelerinden biri ne ve mahtumlanndan Zahit beye yapılan velime cemiyetlerinin şaşası tarifle bitirilememiş, yine kerimele rinden birinin ve mahdumu Asam be yin civan yaşta ölümlerine yanmıyan
kalmamıştı.
Büyük kızı hanımefendinin en son modayı takibederek fevkalâde mü kemmel giyinişine, su gibi Fransızca konuşuşuna akran ve emsali gıptada idiler. Şu rivayet herkese yayılmıştı:
Cuma ve pazarın gayri, yani ten ha bir günde misafirlerde Fenerbah- çeye gitmiş. Ağaç altında oturmuş lar; kâğıt helvası, mağıt helvası yer lerken misafir hanımın biri şemsiye sini istiyecek olmuş. Kira faytonun da aramağa giden matmazele, köşk sahibi hanımefendi hemen seslenmiş:
— Dans la voiture de madame Kiazim!
Bir Parisli konteste de aksan olur sa bu kadar- olur.
Mektebi Sultanî ve Mektebi Mülki yenin parlak mezunlarından, o za manlar Bükreş sefiri, Meşrutiyetten sonra Cihangirde kaza kurbanı olan merhum Kâzım beyin refikasiydi.
Ihlamurdan hat boyuna çıkan, bu gün Haşan Amir sokağı denilen yo ia, orada maruf pirinç tüccarı, Ha şan Amir merhumun köşkü bulundu ğundan ötürü bu ad takılmıştır.
Sabık devirde Altıncı daire müdür muavini, Terkos su şirketi komiseri, rütbei ülâ ricalinden olan bay Tevfik Amir Kocamaz dayımız (Rabbim da ha yıllarca kocatmasın), Haşan Amiı- efendinin oğlu; zarafet ve meclis ârâ- lığına uyar ohnıyan bayan Lebibe Amir teyzemiz de büyük kızıdır.
Pek çok zevat bay Tevfik Amirin zekâsını, mirkelâmlığmı dillerinden düşürmez, içlerinde Mektebi Sultanî- | nin 1306 senesindeki tevzii mükâfa
tında bulunanla.
j — Fiyangolu kurdelâya bağlı dip loması elinde, cilt cilt mükâfatlar koltuğuna sığamaz olmuştu!, derler di.
Duranın tam bitişiğinde, Taşçızade Hakkı beyin köşkü vardır. Gerek hazretin, gerekse ileride bahsedeceği miz kardeşi Hilmi beyin melek haslet ve ashabı nezaketten oldukları cüm lece müselelmdi.
Oğlu bay Memduh, çift yağız bey giri! faytonuna binerek, delikanlı ça ğında mahçup mahçup, edep ve er- : kân kollaya kollaya mesirelere gelir; kim olduğunu bilenler: (Elvcledü sili yi ebl) yİ; bilmiyenlerde:
— Aman ne kibar, ne terbiyeli de likanlı; gün görmüş, yaş yaşamşılar kadar ağırbaşlı!., yı yapıştınrlardı.
Aynı yolun biraz ötesinden kıvrı- Inca tren hattına karşı, mevcutların arasında ilk olarak (Arnuvo) tarzın-1 da yapılmış, kuş kafesi gibi cicili bi cili, ııe battal boyda, ne sefertasıva-'
ti> tam kararındaki köşk, hâlâ ken disi de, mihrabı da yerinde, olduğu gibi duruyor.
Posta ve Telgraf Nezareti fen mü şaviri, fabrikatör Raif beyindi.
O devirde, malûm a, çorap, triko taj, ıtriyat, nikelâj, cıvata, rakı, şa rap ilh... fabrikaları yok; Raif bey den başkasında o ünvanı arama.
Çok kimse (pavrikator) deyip du rur, kereste fabrikası işlettiğini bil mezdi.
Kızıltopraktan Feneryoluna gelir ken solda, yüksek duvarlar ve ağaçla; arasında koca bir dam hâlâ gözükür Sırbiya ve Rusya muharebeleri ordı kumandanlarından, son demlerinde (Selâmlık resmi âlisi) ne memur, Sut tan Mahmut türbesi bahçesinde med fun Ahmet Eyük paşanın köşkü.
Paşa, erkanı haıfblikten yetişme muktedir, temkinli bir kumandan dürüst, namuslu bir adam olarak ta nııymştır. Kelâmı kıtmış. Bazılarınca serdarı ekrem Abdülkerim paşayı atfedilen şu fıkra meşhurdur:
Sırp harbinde bir akşam çadırındı oturuyornıuş. Maiyetindeki birçok pa şalar, beyler de karşısında. Saatle- geçmiş, gecenin yer ısı olmuş. Dilin kıpırdatan, tek kelime söyliyen yok ortalık suspus, kör girse kaç kişi çly niyecek.
Nihayet karşısındakilerden biri, sük li'ım püklüm:
— Emir buyururlarsa fazla tasd etmeyip gidelim! deyince paşa demi ki:
— Ne oldunuz yahu, tatlı tatlı ko nuşuyordu!
1898 de, Yıldızda, şehzadelere ya pılan sünnet cemiyeti sıralarında re simli mecmualar bir fotoğraf neşret mişlerdi:
Sırmalı üniformalar içinde, elmas lara pıtrak (Hanedanı Âli Osman) ni şanı göğüslerinde bacak kadar (ci vanbaht) 1ar. Gurupun sağında, so lunda da onlardan kabaca, yüzbaşı el bisell, yaver kordonlu, gene göğüslej nişan ve madalyalarla donanmış iki mürahik, (yani henüz bülûğa erme miş çocuk).
Bunların biri serasker Rıza paşanın küçük oğlu Ziya bey, öbürü de Ahmet Eyüp paşanın Fuat idi ki sonra hün kâr damadı olmuş, sultan da o köşke taşınmıştı.
Gördüklerim, Duyduklarım:
Anadolu yakasındaki eski
biiyik köşkler kimlerindi?
—
3
— Bir evvelin' yazımda Kızıltipraktan Ha t boyuna gelip bi r?.?: ilerideki Ah met Eyüp paşanın köşküne kadar uzanmış, onu aradan çıkarmıştım. Şündi gene o yoldan Ihlamura döne lim.Caddeye çıkılınca, hemen oracıkta ki köşkün bahçesinden üç genç sima nın girip çıktıklarına raslanırdı. Biri buğdaysı, topluca, gayet temiz gi yimli; öbürü sarışın, nahifçe. Mektebi sultani elbiseli; daha öbürü de yaşça ötekilerdin küçük, henüz çocuk,
m a mel ceketli ve kısa pantaloııluydu. Maruf dâva vekili Sadık beyin oğullarıydı. Bu kardeşlerin büyüğü Hukuk mektebinde sınıf arkadaşım, şimdi Belediye avukatlarından Salâ- haddin Sadak; ortancası «Akşam» gazetesi sahip ve başmuharriri Nec- meddin Sadak; küçüğü de viyolonsel üstadı Muhiddin Sadak baylardır.
(Depo) denilen tramvay durrğ’iıa yürüyoruz. Sağda ahşap, filizi boya-' sı ağarıp beyazlaşmış, daha doğrusu rengi hiç kalmamış konak yavrusu köşk, münasebetsiz bir kulp takılmış o1 an bir mollanındı.
Sırada, üç yol ağzından Katemışa sapan tarafa geçer geçmez sağımıza, şimdi kat kat ayrılıp apartman kılı ğına sokulmuş ahşap bir bina gelir.
Darülaceze sertabibi Zühtü paşa nındı. Bu zat mabeyinci Faik bayın süt kardeşi; zekâ ve hafıza küpü baht yoksulu, eski arkadaşım Sait Hikmet rahmetlinin eniştesiydi.
Bir defa daha yazmıştım anıma ge ne tekrarlıyayım. Bu evin çocuğuna öyle cafcaflı bir sünnet düğünü ya pılmıştı ki hiç unutamam. Emsalinde olduğu gibi saz, hokkabaz, Karaköz, bahçenin çadır bezile bölünüp erkek lere ayrılan tarafında boydan boya çilingir sofraları. Veryansın edip ha babam çekenleri sorarsan hepsi dok tor. Hele birkaçı — isimleri lâzım değil — îstanbulun en hazık hekim leri. Önüne gelen hastaya, sıtmadan, kan=cz!rktan, zafiyetten avurtları çök müş, bir deri bir kemik kalmışlara bile': (İçinde alkol var; alkolün kat- resi semmi fcaatildir) diye Kiıı’um Labarraque’i, Kina Larochei’u Vüı de Viol’u ağza koydurmıyan kişiler. (Halka verir talkını, kendi yutar sal kımı )oIup çıkmışlar, hepsi zilzunıa olmuşlardı.
Derken efendim, çadır bezinin arteu- sında çalgı girişti:
Ateşi hicrinle yaktın ben gibi
biçareyi
Bir tebessümle begâm eyle dili
âvâreyi
Minyon Vlrjini’nin başlıca kantosu çalınırken yapmacıklı edalı bir kadın kantoyu söylemeğe başladı.
Aaaa!... Başkası maşkası değil, ta kendisi...
Mabeyinci Faik bey Minyonun kanto söyleyişinden, raksından pek hcşlanırmış. Haspa bilhassa onun için getirilmiş. Keman ara nağmelerinde, omuz titrete titrete gerdan kırdığı anlar olacak, bir şırfıntı; ardıdan bir daha, tekrar bir daha. Hovarda bey aşka gelmiş, avuç avuç iira, me cidiye serpmiyor mu?
Sırada, tarlanın gerisinde, gümüşü boyalı, tıpkı iskarpin kutusu şeklin deki köşk Cennetlemiş valilerden Hacı Naşit paşanın büyük oğlu Fuat beyin mülkü.
Fuat bey sivil, ufacık tefecik, halım, selim bir adam; kardeşleri de onun taban tabana zıddı. Hünkâr yaver lerinden miralay vc Nafia Nezareti %heyeti fenniyesine memur, erkânı harb miralayı Fahri bey gayet yakı şıklı erkeklerdendi. He; » İkincisinin bndamına, teninin pembeliğine ve Viihelmkâri bıyıklarına melendi yok.j Faytonlarına binip her mesireye ge lil ler, gayet vekarlı vekarh piyasaya
Diye manzum bir medhiye yazan,1 Şûrayı Devlet âzasından Nazif Süruri beyin nereyi seçip kendine ev bark kurduracağını keşfe, keramet sahip liği lâzım değil.
Burada, Kalamış koyuna, ve Fener bahçe burnuna karşı bir köşk yaptırt- mıştı. Şimdi bu köşk kimindir bil meni. Kara bıyıklı, tıknaz, pek baba can halli bayın biraderi, dokuz on yaş- lam da çelimsiz, kuzu gibi mazlum iki oğlan çocukla o havalide gezer, deniz hamamna gelir; soyununca geniş göğsü, şişkin bazulan hürmetlice karnile başaltına güreşen pehlivan ları andırır, oturaklama denize a t layıverdi mi etraftaıkileri tepeden tırnağa sırsıklam ederdi,
O zamanın, o iki mazlum çocuğu bugünün sayılı operetçilerinden Lüt- fullah Süruri ve Celâl Süruri kardeş lerdir.
Hemen bitişiğindeki kuleli, kameri yen, aıabeskvari köşk Zülıeyri zade Ahmet paşanındı.
Paşa Basra eşrafından, mirmiran! rütbesi esbabından ve Şûrayı devlet1 âzasından.
Bilmem sahi, bilmem yalan; bu köşkün cibannümasındaki dürbünün fevkalâdeliğini anlata anlata bitire mezlerdi. Gözüne ayarladın mı Hayır sız adaların kıyısına kayık çekmiş ba lıkçılar bile görülür, kaç kişi olduk tan bile sayılırmış.
Paşa mevlâsma kavuştuktan sonra iki kızı Kadıköy yakasına ilk otomo bili getirttiler. (Delabay) markaıl landaulet’ye yaııyana kurulup orta lıkta dolaşırlar, motörün müthiş gü rültüsünden araba beygirleri ürküp
ürküp dingilleri, makasları kırar; şahlana şahlana koşumları parçalar, içeridekiler kendilerini palaspandıras dışarı atardı.
Bu köşkü sonra Babı serasker muhasebat dairesi başkâtibi, eski ah baplarımızdan Şükrü bey almıştı. Merhumun zekâvet ve fetanetini, in şa ve kitabetteki behresini, hele ga yet işlek ve kıvrak nkasının emsal sizliğini Dairei askeriye ricalinden tastik etmiyen yoktu.
Kalamışta, koca koca ağaçlar a lt o daki kûhi gazinoyu, yani düz rakı sının ve mastikasının nefisliğile bir vaktin meşhuru, (Vasilin meygede- si> ni geçiyoruz. Solda, parmaklıklı bahçenin gerisinde şarapçı Auziere’in villâsı vardı.
Galatasaray karşısında Tiyatro so kağında (Du petit Rouhioıı) lokanta
ve birahanesini işleten; frenklerin, tatlı su frenklerinin, AvrupalI kadir, ve erkek artistlerin, (Cave) İndeki Fransız şaraplarına rağbetlerinden zenginleştikçe zenginleşmiş bir Fran- sızdı.
İstanbula geldiği vakit beş para sız, ip ip Allah, sivri külahmış. Bir iş tutamazsam nasıl döneceğim, Mfarsil- yaya kadar vapur navlununu nereden bulacağım diye ispinoz gibi düşünür müş. Kendisi durmadan para kırar, torunu bir içim su karısı da boyuna fındık kırar dururdu. Abayı yakanlar dan bir vezirzadeyi senelerce dertli etmiştir.
Sermet Muhtar Alus
karışırlardı.
Yalnız, dördüncü Mehmed’in Sad-j râzamı, Bağdad’dald muharebelerde 40 yerinden yaralandığı için boynu eğıi kalan Mehmet paşa mı lâkabının pa- tentasınj almış? O Fahri beyde de vardı. Kendine pozu yık ştırıp da ma boynunu tir yana eğer, süksesini kıs kanan beyler, iltifatına mazbar ola- mıyan hanım lar( Boynu eğri bey) di- yip dururlardı.
Bu zat senralan ferik olmuş, vali liklerde, kumandan1 'kUrda bulun muştur. Eüyü-k ağabeğisinin gümüşü
köşkünde müşir Fuat paşanın harem takımı yîTarca kira ile oturmuştur.
ileri doğru yürümekteyiz ö t e den - beri Kalamış koyuna, Fenerbaheeye beyîdığtn: ..Malûmat* mecmuasındaki bazı yazılarında belirten hattâ oraia- -ı için:
Nc şen, ne ruşena bakın şa mevkii münevvere Tabiater» fenerdir o, bu nuru
dilfırib ile Ne tatlı tatlı kus ider deniz
lebi lâtifini Venüs müdür gelen aeeb o
koca'arla sahile Tüiûunun, gurubunun füyuzu aşkı
başkadır Nevayı na.yi üfleten dur
s
Gördüklerim, Duyduklarım:
>«î —— — — — ————— —— ——— —---ı ı n
-i
Anadolu yakasındaki eski
4
— Kalamış caddesi iskelenin hizası nı geçtikten sonra hafif bir kıvrıntı ylap'arak Fenerbahçe'ye doğru düm düz gider. Buradan Çiftehavuzlara sapan yola kadar sol köşe, yani çok sağlam duvarlı ve parmaklıklı arsa, malûm.Şimdi tapusunun sermayedar bir kaç kişide olduğu, sahiplerinin yol lar açıp arsaları parça parça sata cakları söyleniyor.
Eskiler ve onlardan duyan çok kimseler bilim, burası vaktile mü- şür Fuat paşanındı. Kendimi bildim bileli omda inşaat bitip tükenmez. Bakarsın, içeri kum, kireç, tuğla ta şmıyor. Köşk yapılacak, temelleri atılıyor, derler. Atdından yan cep henin nihayetlerinde taktuk, taktuk! a u l g v ı t v ı d n ı j u U u x . l k l J t OÏ ) blTl Japonkâri, öbürü Çinkâri, kameriye azmanı iki köşk kurulmada.
Bahçıvanlar duvar kenarlarındaki toprağı haldır huldur beller, çamlar, mazılar, lâvantinler dikerlerken bir taraftan da ameleler toprağa geniş geniş çukurlar kazmada; yamaçları na çuval çuval çimento yığılmada. Ne o? sandalla gezilecek havuz; üs tüne kaskatlar kurulup şanl şarıl su lar akacak.
Günün birinde, Japonkâri kame riye azmanının payanda direklerine tahta kaplanmadan, köşeleri boy nuzlarla sipsivri çatısı örtülür. Çin tarzmdakinin de yine aşağısı dımdız lakken mahrutî damının oluklu sa çakları konur ve birden bire pay dos.
Ötede müştemilât, uşak odaları, ■ mutfaklar, ahırlar bitmiş, hazır; gel-
gelelim asıl köşk meydana çıkmaz da çıkmaz.
Rivayete göre paşacağız önce ka rar verdiği plânı beğemmeyip başka bir şekle koydurmak için yapılanı yıktırtır, tekrar başlanılanı yine boz- durtur, bu gidişattan ötürü yapı bir türlü ilerlemezmiş.
I Hazretin celâlliği de meşhurdu. Yine rivayete göre bir gün ustalara, ırgatlara fena halde öfkelenmiş. Hafta başı alkşamı yevmiyelerini kendi ehle verecek gibi hepsini kar şısına çağırdıktan sonra doğru kuyu nun yanını boylamış. Haydi torba torba mecidiyeyi cümbürlop suya.
— Dibine inin de çıkarın kârata- lar I. demiş.
Fuat paşanın cülûs donanmala rında yaptığı (şehrâyin) 1er şaşaalı idi. Hele Hünkârın bahta çıkışının 25 inci yıldönümünde bir sünnet dü- ğünlüsü olduydu ki İstanbulda eşine haslanılmış mıydı acaba?
İlerisi Fenerbahçeye, solu Çifte havuzlara giden yolun köşesinde du ralım.
Çoruklukla Göztepe komşumuz, ve yaşça! akranım, şimdi kasaplık hayvan toptancısı bay Bürhan’m oturduğu köşk yanlama karşımıza düşer.
40 yıl evvel ihtiyar bir balyanın dı. Sinyor ak sakallı, pirifani. La rousse lügatini aç, İngiliz tabiiyet âlimi Danvin’in resmine bak, onu görmedim deme. Vücutça daha da düşkün, tirid. Amma şık mı şık. Ke ben gibi saçı, sakalı gayet itina ile ■ taralı; sırtında gıcır gıcır kostüm. Zemin katındaki taraçasmda, hasır koltuğa ayak ayak üstüne atmış, oturur.
Yanındaki şezlongtıa da 30 yaş larında kadar, boylu poslu, dalyan gibi, esmerce, ağzında iki sıra inci, pek edalı tavırlı, gayet sıcak kanlı ve güler yüzlü bir sinyorinıa.
O da şıklıktan yana kıl pranga. Üstünde her akşam başka bir tuva let. Şöyle böyle değil, en ağır ku maşlardan, en yüksek terzilerin di kişi. Sanki ya suvarede, yahut balo da. Sabahları da alacalı bulacalı ipekliden, harçlarla boncuklarla süs lü,. robdöşambr.
Günahına girmeyin, kimse ile da laveresi malaveresi yok. Kadın yal nız süse düşkün; iffetlilik hususunda bir adet model.
Fenerbahçe deniz hamamlarına, piyasalarına gelip gidenlerden çok kimse bunları merak eder, tasaya düşerdi;
— Bu yonca gibi ağızlı, levent en damlı, şipşirin, cana yakın taze
tıra-homa mıratıra-homa veremezlerden de ğil, niçin kocaya varmıyor acaba?
— Yoksa İtalyada bir nişanlısı mı var da onu bekliyor; gelince evle necekler...
— Büyük babacığı gözünün içine bakıyor; o da onu pek seviyor. Ko caya varsa ihtiyar yapayalnız kala cak diye düşünüordur belki...
Meğerse pinponun karısı değil mi imiş i
Fenerbahçe yolunun solunda, so kak içlerinde, ilerde Marabet eytam- hıamesinin arkalarında, bostana var madan deniz kıyısındaki kimi küçü rek küçürek, kimi pek cicili bicili köşkler hep ecnebi villâlan idi; Dal yan sokağındakiler de bazı Rum ve
r m 'P T ti t i i e u ! » * ! " - * - —1 \
ık mahalle» baştan aşağı Frenk, Tatlı su Frengi yatağı. Bir tane Tür kün oturduğu vaki değil.
Gerisingeri dönüp gene Ihlamur'- daki Depo’da duralım.
Solda, set üstündeki beyaz boyalı köşk Kerestecibaşınındı. Geçen ya zılarımın birinde adı geçen, Zühtü paşa d-amadı, Bükreş sefiri Kâzım beyin babası. Kendisi çoktan ölmüş, Köşk, veresesinin üzerindeydi.
Sedicı altındaki nalbanda dua eden edene. Sebebi: Fenerbahçe ge zintilerine yolu tutan köhne kira ara balarının beygirleri Ihlamur kaldırı mından geçerken, şıkırtı başlar.
HeT günkü küllü çörek. Nal düş müş; çakılması elzem, yahut aşınmış veya gevşemiş; kayar edilmesi, çivi lenmesi lâzım.
Arabacı da tutturur, içeridekiler de. Beriki (Hayvanı topal mı edece ğim ?), ötekiler (Topal eşekle ker vana mı karışacağız, âleme maskara mı olacağız? ) diye.
Orası nalbant dükkânlığma biçil miş kaftandı.
Bu köşkü, Kerestecilerden Hak kı paşa satın almıştı. 1897 Yu nan harbinde fırka kumandanlığı, sonra Şamda beşinci ordu müşirliği eden zat. Erkânıharbükten yetişme, temiz ahlâklı, kimseye fenalığı do kunmamış bir adam olarak tanın mıştır. Oğlu Haydar beyin sülün gi bi yakışıklılığı, ağırbaşlılığını herkes söylerdi.
Depo'dan Bağdat caddesini tutu yoruz. Köşedekinden sonra! ikinci gelen gümüşî boyalı büyük köşkün ilk sahibi Abacıbaşı, sonraki sahibi
de Taşçızade Hilmi beydi.
Kibar, nazik, (ahlâkı hamide) sa hibi diye anılır bir zatı şerifti.
istiklâl harbi savaşımızdan sonra İstanbul poüs müdürlüğü ve valiliği eden süvari generali Esat paşa mer humun kaynatasıdır. Paşa, binbaşılı ğında bu köşkle güvey girmiş, pek muhteşem düğününü gidip görenler methedip durmuşlardı.
Buranın hemen hemen karşısında ki köşkü yaptıran istihkâm livalığın- dan mütekait, müteveffa Reşit paşa dır. Mektebi sultaniden mezun ve Mabeyinci Ragıp paşa ile eski Nazır lardan Osman Nizamî paşanın sınıf arkadaşı olan merhum, Harbiyeden erkânıhaTb zabitüğile çıkmış; binba şı, kaymakam, miralaylığında orada uzun zaman (Mimarîi âlî) okutmuş. Meşhur Serasker Hüseyin Avni pa şanın damadıydı. Kaynatasının mim- liliğinden ucuz kurtulmuş, yalnız geç rütbe alarak arkadaşları liva ve fe rikken yıllarca kaymakamlıkta bo calamıştı.
Talebeliğinde lâkabı varmış: Ba rometre Reşit.
Bunun neden dolayı olduğuna ge lince: Yatakta uyanır uyanmaz ken dini bir yoklar, sonra parmağını ya layıp pencereden dışarı uzatır, göğe de bir göz gezdirir:
— Bugün lodos, hava yağmurlı- yacak!... Bugün pdyraz, poyraz amma karayele çevirip kar yağa cak!... diye kesip atar, sahiden de her dediği tıpatıp çıkarmış.
Sermet M uhtar Alus ★ Kumkapı ve Alemdar nahiyeleri tahrirat kâtibi bay Rahmi Baycılı- Taksim nahiyesi tahrirat kâtipliğine naklen tâyin edilmiştir.
<gördüklerim, Duyduklartm:
Anadolu yakasındaki eski
kiiyök köşkler kinlerindi?
5
—Kızıltoprakta, şimdi Depo denilen kadar, yani pehlivan harcı 80 numa- tramvay duı ağından ileri doğru yü- j raya kadar yürütüverirdi. Galata sa- rümüştük. | raydan aziz arkadaşım, o vaktin sayılı
Parmaklıklı ön duvarı acayipçe ve' idmancısı ve jimnastikçilerinden 333 tel din e kümbet kümbet, kapısının iki Şevki’nin ve Perapalas karşısmda kanadı daima ardına kadar açık, yanı
uşaklar ve hizmetkârlara mahsus da ireli, bahçesi gayet temiz ve bakımlı, eski sultan saraylarından farkı yal nız kapının bitişinğinde bir kulübe; İçinde camadanlı, poturlu, beli taban calı kapıcı, bahçesinde de harem ağa lan görülmeyen köşk eskiden Sabri beyindi.
Ona, esbak Maliye • Nazırı derlerdi. Gaiiba o mevkide teşehhüt mikdarı bulunmuş amma, hangi tarihte, han gi Sadrâzamın kabinesinde, o ciheti bilene hiç raslanmazdı. Nazırlığından sonra emsali misiliû valiliğe maliliğe Şûrayı Devlet âzalığma mazal:gına atlatıldığından da kimseler haberdar değildi; hattâ civarhlardan ne yüzü nü görenler vardı, ne de şekil ve şe mailini bilenler. Âdeta muammemsı bir zat. Menkûb filân mıydı acaba? Amma zannetmiyorum.
Şimdi bu köşkte bay Naci Morali oturuyor. Bay Naci'nin eşi Mısırlı prenses, fakat kendisinin de kişizade olduğunu unutmıyalım. Pederi, Mora eşrafından İbrahim paşazade Âli bey, Validesi de ora hanedanından Celâl beyin kız-dır. Bahçe kapısından eski Orezdibak’n, yani şimdi Yerli Mallar merkezi o’acak binanın karşısında meşhur Celâl bey hanı vardır ya; İşte onun ve daha birçok enıiâk ve akarın sahibi olan zat.
1877 deki Rus harbinde seri] sefil İstanbul’a sığman Rumelili muhacir lerden yüzlercesini bu handa barın dırıp kendi kesesinden yedirmiş, içir
miş, dualarını almış.
(Ege) spor eşyası mağazasını İşleten Süreyya biraderimizin babasıdır.
Biraz ötede, Kalamış iskelesine gi den bir ara yol gelir. Oraya şimdi Tevfik paşa sokağı deniliyor. Köşeden bir evvelki köşkün sahibi Vidinli Tevfik paşadan ötürü bu ad takılmış. Paşanın kışlık konağı Şehzadebaşı sebilinin karşısına düşen Fevziye cad de:-indeydi. Bugün talebe yurdu olan büyük, ahşap binadır.
Hazret, eski riyaziyecilerimizden 1860 da Harbiye’den erkânı hart) yüz başısı çıkmış. Miralayken, orduya ka bul edilen Martini Henry tüfeklerinin yapılmasına nezaret için Amerika’ya gönderilmiş; ferik rütbesile dönmüş. Bir müddet Vaşington’da elçiliği. Ma liye ve Ticaret Nafia Nazırlıkları, ri yaziyeye dair bazı kitapları vardır.
<He:abı müsenna) başhğıyie İngilizce bastırdığı eseri çok şöhret bulmuş.
İstanbul’un parmakla gösterilen (riyazi! şehir) i babalarımızın talebe liğinde o merhum, bizim talebeliği mizde de Salih Zeki beydi.
Rakama dair bir bahis açıluıca mutlaka ikisinin adı öne sürülür, yaş lılar; (VidinJj sağ olsaydı onu rahlei tedrisine alıp senelerce okuturdu) yu basarlar; gençler de: (Hayır, müm kün değil; ilmin, fennin her ciheti teıakki etti. Salih Zeki bey paşayı «nüne oturtup daha nice bilmedikle yim öğretirdi) yi yapıştın dardı.
Abdülhamid’in bu zatı iki kere Ma liye Nazırı yapışındaki aklına bakın. Hesabın en incesini. TamamÜeri. Tefa zulilerj, İhtimalileri, su gibi yutmuş a; gûya hâzinenin iradını masrafını denkleştirecek; tam takır velâ bakır lığını g.derecek. Yine ayvaz kasap, hep bir hesap olduğunu görünce, iki sinde de adamcağızı birkaç ay sonra Nazırlıktan çekivermiş.
Fenerbahçeye kol salan demiryolu na geldik. Hattın sağındaki tahini boyalı köşk Divrlkli Hafız paşanındır.
Abdülâziz devrinde, büyük şehzade Yusuf İzzeddin. on beş on altısında, hayal oyunundaki göstermelik kabi linden birinci Hassa ordusu müşiri iken, paşa ordunun meclis reisi imiş. Âmiri Müşir efendi onu pek sever, hatırını sayarmış. Rivayete göre bu binanın plânını o beğenip seçmiş.
Hafız paşa zade Nail bey Limni ada sında mutsarrıftı. Şimdi Ankarta’da müteahhitlik yapan oğlu bay Hüsnü Nail 40 yıl evvelin pek yakışıklı deli- kanlılarındandi. Seyir yerlerindeki bütün hoppa hanımlar suyuna tirit. Sonra, bisiklet şampiyonuydu. Bu işin erbabıydı: (Kısa mesafelerde herkesi geride bırakıp derhal geçer; gel gele lim yol uzadı mı yorulup şişer) der lerdi. Daha sonra, yaman kemençeyî- lerden. Kemençeyi dizine dayasın, ya yı eline alsın; sırasında yanık yanık, sırasında kıvrak kıvrak nağmelerini dinle. Anastaş, Vasili falan geç, haza Tamburi ve Kemençevî Cemil bey.
ileriye, Bağdad caddesine devan etmeden sola kıvrılıp bir boy Fener yolu istasyonunu tutalım.
Biraz git, hatta var. Sol köşedek köşk Hacı Bekir zade Muhîddin be yindi. Oğlu Ali Muhiddin bey birade rimiz çocukluğunu, ilk gençlik çağ lannı orada geçirmiş, İstanbul'un gezme tozma âlemlerine orada kanar alıştırmıştır.
Devre devre yağız, doru, bakla kır kadanaları; viktorya, bato, brik fay- tunları .yeniler; her yenlleyişte ev velkinden üstününü peyler. Arabanın içine oturdu mu veya beygirlerin diz ginlerini eline alıp tırısı tutturdu mu da bazıları gibi İngiliz tabancası gibi kurum kurum kurulmaz, ermeni ge lini yari kınm kırım kırıtmaz; dostu na düşman gibi bakış, görmemezliğe geliş, kuru selâmı esirgeyiş gibi cihet lere hiç yanaşmaz; tanıdıklarından en mütevazi halhlara bile güler yüzle temennah eder, hülâsa kibarlığına parmak ısırtırdı vessiâm.
Kalamışa sapan yolun, öbür köşesin deki evi geçtik. Daha ötekinin önün de dura,, m:
190ü yıl; sıralarında bütün dünyada tür (Modem styie( veya (Artuouveau) modası türemişti. Bina yapısından
tut, n o bilye, dekoratif resimler, bib
lolar, mücevherler, hattâ lâvanta şi şelerine kadar. Bu salgın İstanbul’a da yayılmış, yeni köşklerin ekserisi bu stile benzetilmişti.
İşte karşımızda, çatısının yanları kesik, saçakları, pencere pervazları, balkon parmaklıkları bu tarzda bir köşk. Babı ser askerî muhasebat dal »esi ikinci şube müdür muavini Rif-at beyindi.
Yapılırken, o vakte kadar hiç bir hususî yapıda görülmedik bir başka lıkla karşılaşıldı. Küt küt küt küt!,. Boyuna sesler. Bahçeye konan motör- le doğrama işleri başarılıyor. Tahta lar kesiliyor; biçiliyor, rendeleniyor; bir çırpıda çıkarılıyor.
Bağdad caddesinden geçen araba beygirleri, h attâ tentelilerin en lâgar- ları oraya gelince gürültüden gemi azıya alarak küheylanlaşııdı. Komşu ların ukalâları (semtimizin tadı, tuzu kaçtı: sabahtan akşama kadar ne baş kalıyor, ne beyin!) diye mınldflnıp durdular.
O zamanlar, her şimendifer istas yonunda, adın Türkçesile berabe freîıkçesf de yazılı; Feneryolıuıun kinde şu ece] acayip kelime: Bifur oation, yani İkiye ayrılan yol.
Buradan demiryolunun karşı tara fma geç, sağa dön; saray kılıklı, yük sek yüksek duvarlar ve ağaçlar ara sında, dışarıdan görülmlyen, faka berhaneliği besbelli bir bina göz çarpar.
Mısır fevkalâde komiseri Gazi Ah met Muhtar paşanın köşküdür. Ma sahibi ayda bin sarı lira maaşla Mı sırtda âdeta sürgün, başka diyar adım attınlmazdı. Küçük Sait paş hâtıra tında yazar:
Gecenin birinde Yıldız’dan konağı na koşturulan bir mabeyinci gaye mühim ve müstacel bir tahrirat geti riyor. Muhtar paşa tebdilihava diyı Avrupayı boylamış. Etekleri fena tu tuşan hünkâr akır danışmada: (N< yapsak acaba? Adamı Kahire’ye naşı çevirsek?)
İhtiyar yolda hastaianmşı; Stok holm’un bir hastanesinde yatak, dö şek serilmiş; inanan yok. Abdülha mitteki kanaat şu: (Temaruz ederel yoksa dolap mı çeviriyor?)
Ricalden ve tanıdıklarımızdan mu taassıp bir zat 1877 deki Rus harbin de müşir Muhtar paşa ile beraber bu lunduğunu, onun sofuluğunu, nama zım, niyazını, orucunu, ömründe ağ zına içkinin damlasını koymadığın söyler durur, üstüne toz kondurmas- ch. Bizzat bu zat anlatırken işittim Meşrutiyetten sonra İstanbula gelen; nice yıllardır görmediği, görüşmedi ği paşayı yoklamağa bu köşke gidi yor. Hoşbeşten’ sonra akşam yeme ğine alıkonuyor. Hava karardığı su lar salona bir uşak girmiş. Elinde tep si, üstünde kadehler dizili. Ev sahibi: — Sen de aperatif alsan a birader! Tıbbın tavsiye ettiği münebbihleı İçinde en makulü buöur, rakıdır!, diyerek kadehin birini susuz musus dikip İkincisini de önündeki sigara sehpasına koymaz mı?
Tanıdık zatı şerfin o anda, sanki tepesinden aşağı kaynar sular boşan mış...
Sermed Muhtar Alul
Rifat bey merhum pek zeki, uya nık, ehli keyif, şeker gibi bir adamdı. Gayet de güçlü kuvvetlilerden. Sinir hekimlerinde senelerden sonra bulu nan. pençenin kuvvetini gösterici, (Evraka) adlı demir mengeneyi, alt mışına merdiven dayamış yaşta, avu cuna alıp biı sıktı mı ibreyi «onuna
ırr
rr
[ Gördüklerim,
duyduklarım
’B ita r a fı 4 üncü sayfada)
Karşıda Uzunçayır, gerisinde Kü çük Çamlıca ve solunda Acıbadem gö- rünür. Arada, ağaçlar arasında, dört köşe arpa ambarları şeklindeki bina malûm; sultan Muradın kasrı.
Veliıhtlığında yazları oraya gelir- | miş. Tahta çıkıp üç ay on giin sonra * indiğindenberi burası kapalı kalmış, j hiç kimseler yakınma yaklaştırılmaz
olmuştu.
" Küçük Çamlıca eteklerinde, sekiz on sene, evvel (Güzel orman çifliği) adı verilerek gazino haline getirilen köşk, ucu bucağı bulunmaz koru, 900 dönümlük arazi vakti] e meşhur Er-i meni zenginlerinden Köçoğlunun ma-! likânesi imiş.
i Murat efendi, kasrında iken gece leri sik sık, gizli gizli oraya kaçamak yapar, kafayı çekip çekip, getirilen ■ seçme kadınlarla keyfine bakarmış. H attâ bahçesinden oraya kadar bir tünel yaptırttığı da rivayet edilirdi.
Köçoğlu köşkünü sonra tüfengian- i dan, ser hafiye Ahmet paşa alarak, !' yamacına bir köşk daha kurdurttu;
mevcutları da tamir ettirip bir za- . manlar o da oranın zevkini sürdü.
Gene- sazlar, ahenkler demegitsln; i bir taraftan da bülbüller şaknyor. Kaynanası, Mısır prenseslerinden j Fatma hanımın buraya bayıldığı, her sene bir iki ay tebdilihavaya geldiği heyheylerin büsbütün ayyuka çık tığı söylenirdi. Üç köşkten biri sonra yanıp kül oldu.
On beş yirmi yıl evvel, ikinci fırka kumandanı Şevket paşa zade Mazhar paşa (Meşrutiyetten sonraki rütbe , tasfiyesinde yüzbaşılığa düşmüştü) civardaki evinden çıkıp Küçük Çam lıca kırlarında avlandığı sıra, uşagi- le Ahmet paşanın bu korusuna gir mişler. Karpuz tarlasından geçerler- I ken uşağın bir tek karpuz koparacağı tutmuş. Arnavut korucu hemen sal dırmaz mı? Tabancayı çeker çekmez zavallı Mazhar beyciğezin canına kı- yıvermez mi?
.
Oraya kadar gelmişken, Acıbadem deki çamlıca kız orta okulunu da aradan çıkaralım:
Yaptıran, Hicaz valisi, bahriye mü- şürierinden, yaveri ekrem Ahmet Ha tip paşadır. Nitekim bugünkü (Cum huriyet) gazetesinin matbaa ve ida resi olan konak da oırundu. Daha köşk bitmeden içinin yaldızları, n a kışları; merdivenineki tı-abzan ba balarının Beylerbeyi sarayındaki gi bi som billûrden idüğü ağızlara n a karat; hele çok muktedir ve kıymetli mimarına büyük oğlunun birdenbire celâllenlşi, (ya Settar!) ı basıp şa m an şaplatışı, bir rivayete göre de ayağının altına alıp pastırmasını çı kartışı dillere desten olmuştu.
Scrıned Muhtar Alus
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi