• Sonuç bulunamadı

Anestezi ve dahili klinik çalışanlarında depresyon ve tükenmişlik sendromu açısından karşılaştırılması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Anestezi ve dahili klinik çalışanlarında depresyon ve tükenmişlik sendromu açısından karşılaştırılması"

Copied!
54
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ANESTEZİ VE

REANİMASYON ANABİLİMDALI

ANESTEZİ VE DÂHİLİ KLİNİK ÇALIŞANLARINDA DEPRESYON VE

TÜKENMİŞLİK SENDROMU AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI

Dr. Engin AKTAŞ

(2)

T E Ş E K K Ü R

Bu tez çalışmasının gerçekleştirilmesindeki katkılarından dolayı adı geçen kişilere içtenlikle teşekkür ederim; Eğitim ve öğretimime verdikleri katkı ve destekleri, bize sağladığı dayanışma, anlayış, bütünlük, güven ve huzur içindeki çalışma şartlarımızla, eğitimimiz boyunca önderlik etmiş olan Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Başkanı Sayın Prof. Dr. Gönül Ölmez KAVAK’a, tez çalışmalarımın her aşamasında bilimsel desteğini, sevgisini, hoşgörüsünü esirgemeyen tez hocam Sayın Doç. Dr. Orhan TOKGÖZ’ bilimsel desteğini ve sevgisini esirgemeyen Sayın Doç. D. Zeynep Baysal YILDIRIM’ a, Sayın Uzm. Dr. Beşir Yıldırım’a, asistanlık eğitim ve öğretimime verdikleri emeklerden dolayı tüm Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı öğretim üyelerine, Ameliyathanede beraber çalıştığım değerli çalışma arkadaşlarıma eğitim ve öğretim hayatımın her aşamasında sonsuz sevgi ve anlayışlarını esirgemeyen aileme sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

(3)

ÖZET

Aktaş E. Anestezi ve dâhili klinik çalışanlarında depresyon ve Tükenmişlik Sendromu Açısından Karşılaştırılması, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Tezi, 2013.

Çalışmamızın amacı Dicle Üniversitesi hastaneleri ameliyathanelerinde çalışan anestezi ile klinik çalışanlarını depresyon ve tükenmişlik sendromu açısından

karşılaştırmaktır. Üniversite etik kurul onayı alındıktan sonra ameliyathanede çalışan bütün öğretim üyesi, araştırma görevlileri ve anestezi teknikerlerine ayrı ayrı anket formları dağıtıldı ve en geç aynı gün içinde toplandı. Üç bölümden oluşan anket formunun birinci bölümünde demografik bilgiler ikinci bölümde ülkemizde etkinliği ve güvenilirliği kanıtlanmış olan Maslach Tükenmişlik ölçeği (MTÖ) üçüncü bölümde Beck depresyon ölçeği kullanıldı.

Çalışmamızda sosyodemogarafik özellikler değerlendirilip yaş ve eğitim düzeyi parametreleri dışında sosydemografik anlamlı bir fark görülmedi. Yaş ve eğitim

düzeyindeki farklılıklarda ülkenin eğitim sistemi ve anestezide çalışan teknikerlik meslek grubunun son yıllarda oluşan bir meslek grubu olmasına bağlandı. Tükenmişlik sendromu açısından duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma iki grupta da benzer olup, kişisel başarı hissi dahili klinik çalışanlarında daha yüksek görüldü bunu da klinik çalışanların daha basit işler ve daha az komplike hastalar ile ilgilenmelerine

bağlamaktayız. Her iki grupta depresyon düzeyi olarak benzer sonuçlar elde edildi. İki grupta da ortalama olarak depresyonun olmadığı tespit edildi.

Sonuç olarak çalışmamızda tükenmişlik ve depresyon açısından iki grupta da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Çalışanların çalışma koşullar farklı olsa da sosyal problemlerin benzer olması ve aynı maddi boyutta olmaları benzer sonuçların oluşmasına neden olmuştur.

(4)

ABSTRAC T

Aktaş E. Comparison of andesthesia and internal clinical staff in terms of depression and burnout sendrome, Deartment of Anesthesiology and Intensive care of Dicle Üniversity Medicine Faculty.

The aim of our study was to compare anesthesia and clinical staff who are working in the operating rooms of Dicle University Hospital in terms of depression and burnout syndrome. After university ethics committee approval, questionnaires were distributed all faculty members, research assistants and anesthesia technicians working in the operating room, and they were collected in the same day. The questionnaire consists of three sections. In first section demographic data, in the second section Maslach Burnout Inventory (MBI) which has proven efficacy and safety in our country and in third section Beck Depression Inventory was used.

Sociodemographic characteristics were evaluated in our study. Sociodemographic significant difference was not observed outside the parameters of age and educational level. The differences in age and education level was linked to education system of the country and profession group of technicians working in anesthesia formed a professional group in recent years. emotional exhaustion in terms of Burnout syndrome and depersonalization were similar in both groups, a sense of personal accomplishment seen higher in internal clinical staff. We linked this to working of clinical employees in more simple works and dealing with less complicated patients. In both groups, similar results were obtained as the level of depression. On average, depression were not found in both groups.

In conclusion, in terms of burnout and depression, similar results were obtained in both groups. Although the working conditions of employees are different, to be similar of social problems and same financal size led to similar results.

(5)

İÇİNDEKİLER

1.GİRİŞ...1-2 2.GENEL BİLGİLER...3 2.1.DEPRESYON...3 2.1.1.TARİHÇE...3 2.1.2.TANI...3-4 2.1.3.KLİNİK ÖZELLİKLER...4-6 2.1.4.EPİDEMİYOLOJİK VE RİSK ETMENLER...6-9 2.1.5.ETİYOLOJİ...9-10 2.2.TÜKENMİŞLİK KAVRAMI...10 2.2.1.TANIM...10-12 2.2.2.BELİRTİLER...12-13 2.2.3.TÜKENMİŞLİK SÜRECİNİN GELİŞMESİ...13-14 2.2.4.TÜKENMİŞLİK MODELLERİ...14-16 2.2.5.TÜKENMİŞLİĞİ SONUÇLARI...14-18 2.2.6.SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA TÜKENMİŞLİK...18-21 3.MATERYAL VE METOD...22-24 4.BULGULAR...25-30 5.TARTIŞMA...31-36 6.SONUÇ...37 7.EKLER...38-41 8.KAYNAKÇA...42-49 9.TABLOLAR...49

(6)

KISALTMALAR

MTÖ: MASLACH TÜKENMİŞLİK ÖLÇEĞİ

BDÖ: BECK DEPRESYON ÖLÇEĞİ DT: DUYGUSAL TÜKENME D: DUYARSIZLAŞMA

KBH: KİŞİSEL BAŞARI HİSSİ MİN: MİNİMUM

(7)

GİRİŞ

Günümüz koşullarında yoğun iş temposu, büyük şehirlerin kalabalığı, ekonomik kriz, hayat pahalılığı, sağlık sorunları, maaş yetersizliği, iş yerinde yaşanan kurumsal ve kişilerarası sorunlar gibi sosyoekonomik ve bireysel problemler zamanlarının büyük bölümünü işyerinde geçiren sağlık çalışanlarında tükenmişlik ve depresyona yol açmaktadır.

Depresyon isteyerek ve severek yaptığı günlük etkinliklere karşı isteksizlik ve yaşamdan zevk alamama durumu vardır. Ek olarak zamanla kişide kederli ve üzgün bir duygu durumu ile birlikte görülen bazı değişiklikler oluşur Geçmişte yaşanmış olayların olumsuz ve kötü taraflarını görerek kendisini suçlu ve cezalandırılmış hisseder. Aynı şekilde geleceği de umutsuz ve karamsar görerek gelecek adına çaresizlik düşünceleri iyice pekişir onun okul ve/veya iş yaşamındaki performansının düşmesine neden olabilir.

Çalışma hayatındaki mutluluğumuzu, sağlığımızı, kendimize olan saygımızı, psikolojik dengemizi tehdit eden durumlarda, stres kişiyi erken uyaran bir sistemdir. Stresin olumsuz sonuçları başarısızlık, uyumsuzluk, psikosomatik bozukluklar, tükenmişlik (Burnout) sendromu ve benzeri durumlarla kendini göstermektedir. Tükenmişlik sendromu terimi, ilk kez gönüllü sağlık çalışanları arasında görülen yorgunluk, hayal kırıklığı ve iş bırakma durumlarını tanımlamak için 1974 yılında Freudenberger tarafından ortaya atılmıştır. (1,2).

Sturgess ve Poulsen burnout’u “insanlara hizmet veren mesleklerde çalışan kişilerin işlerinin bir sonucu olarak deneyimledikleri ilerleyici bir idealizm, enerji ve amaç kaybı” olarak tariflemişlerdir (3).

Cherniss ise tükenmişiliği “aşırı adanmışlık hastalığı” olarak tanımlamıştır (4). Tükenmişlik sendromunun, günümüzde özellikle sağlık çalışanları arasında büyük bir sorun olduğu bilinmektedir. Tükenmişlik sendromunu belki de en kapsamlı olarak tarifleyen araştırmacılardan Maslach ve Jackson’a göre bu sendroma ilişkin üç temel etmen mevcuttur.

1-Duygusal tükenmişlik, 2-depersonalizasyon, 3-bireysel beceri ve başarıda azalma, olarak ifade edilmektedir.

(8)

Tükenmişlik gelişiminde ilk olarak duygusal tükenme ortaya çıkmakta ve kişi işinden yorulmaya ve işi için gerekli zihinsel gücü bulamamaya başlamaktadır. Bu aşamayı takiben gelişen depersonalizasyon ise çalışanların hizmet verdikleri kişilere birer insan yerine nesne gibi davranmalarıyla kendini göstermektedir. Bu mekanizma çoğu zaman başarısız olur ve tükenmişliğin son aşamasına yol açar ki bu da bireysel beceri ve başarıda düşme, işe ve iş gereği karşılaşılan kişilerle ilişkilere bağlı başarı ve yeterlilik duygularında azalma ile ortaya çıkar (4).

Tükenmişlik, daha çok doktorlar, hemşireler, sosyal hizmet görevlileri ve öğretmenler gibi fazla gayret gerektiren (zaman, duygusal katılım, empati), yetersiz kazanım ve stresli çalışma şartları olan mesleklerde çalışanlarda görülmektedir

Çalışmamızda, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathanelerinde çalışan Anesteziyoloji ve Reanimasyon anabilim dalına bağlı öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, teknikerler ile dâhili anabilim dallarında klinikte çalışan öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, hemşirelerin depresyon ve tükenmişlik düzeylerini belirlemek ve karşılaştırmak amaçlanmıştır.

(9)

2-GENEL BİLGİLER

2.1. DEPRESYON 2.1.1.Tarihçe

Depresyon sözcüğü; çökme, kendini kederli hissetme, işlevsel ve yaşamsal aktivitenin azalması gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kelimenin kökeni olan “depress” sözcüğü ise, Latince “depressus” tan gelmektedir. Yazılı kaynaklarda 17. Yüzyıldan beri bu sözcüğün kullanıldığına rastlanmaktaysa da, ruhsal bir rahatsızlığın tanımlanması için kullanımı geçen yüzyılın sonunda Kraepelin tarafından yapılmıştır. Depresyon ve benzeri ruhsal hastalıkların tanımlanma ve sınıflandırılma çabaları eski çağlara kadar uzanır. Sümer ve mısır kaynaklarında bu konuda bazı bilgilere rastlanmıştır.

2.1.2 Tanı

MAJÖR DEPRESİF EPİZOD İÇİN DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERİ

A. İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan beşinin ( ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; semptomlardan en az birinin ya

(1) depresif duygu durum ya da

(2) ilgi kaybı ya da artık zevk alamama olması gerekir.

Not: Açıkça genel tıbbi bir duruma bağlı olan ya da duygu duruma uygun olmayan hezeyan ya da halüsinasyon semptomlarını katmayınız.

(1) Her gün gün boyu süren depresif duygu durum ( Üzgün, boşlukta hissetme, ağlamaklı görünüm)

(2)Hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı ilgide belirgin azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma.

(3) Perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örneğin, ayda, vücut kilosunun % 5’ inden fazlası olmak üzere ya da hemen her gün iştahın azalmış ya da artmış olması.

(10)

(5)Hemen her gün, psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (sadece huzursuzluk yada ağırlaştığı duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir, bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir)

(6)Hemen her gün, yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması

(7)Hemen her gün, değersizlik, aşırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (hezeyan düzeyinde olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk duyma olarak değil)

(8) hemen her gün, düşünme ya da düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma yetisinde azalma ya da kararsızlık ( ya hastanın kendisi söyler ya da başkaları bunu gözlemiştir)

(9) yineleyen ölüm düşünceleri ( sadece ölmekten korkma olarak değil ), özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen intihar etme düşünceleri, intihar girişimi ya da intihar etmek üzere özgül bir tasarının olması

B. Bu semptomlar bir Mikst Epizodun tanı ölçütlerini karşılamamaktadır.

C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.

D. Bu semptomlar bir madde kullanımının ( örneğin, kötüye kullanılabilen bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun ( örneğin, hipotiroidizm ) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

E. Bu semptomlar Yas’la daha iyi açıklanamaz, 2 aydan uzun sürer. (5). 2.1.3.Klinik Özellikler

Depresif bir duygu durum ile ilgi ve zevk almanın kaybı depresyonun anahtar kelimeleridir. Hastalar kendilerini sıkıntılı, umutsuz ya da değersiz hissettiklerini söylerler. Hastalar için depresif duygu durum sıklıkla kendini normal üzüntü ya da yastan ayırt ettiren farklı bir niteliktedir. Hastalar sıklıkla depresif belirtileri öldürücü ruhsal bir acı olarak tanımlarlar. Depresif hastalar bazen iyileştikçe kaybolan bir belirti olan ağlayamamaktan yakınırlar (6).

1. Öyküden Elde Edilen Bilgiler:

(11)

c. Güdülenme yokluğu ve engellenmeye dayanma gücü azalır, d. Vejetatif belirtiler:

i. Libido kaybı.

ii. İştahsızlık ve kilo kaybı. iii. İştah artışı ve kilo alma.

iv. Düşük enerji düzeyi, yorgunluk. v. Adet düzensizliği.

vi. Sabah erken uyanma (terminal insomnia) çökkün hastaların yaklaşık % 75’ i uykusuzluk veya aşırı uyuma gibi uyku bozukluklarına sahiptir.

vii.Gün içinde dalgalanma (semptomlar sabahleyin kötüleşir). e. Kabızlık.

f. Ağız kuruluğu g. Baş ağrısı

2. Ruhsal Durum Muayenesinden Elde Edilen Bilgiler:

a. Genel görünüm ve davranış: psikomotor yavaşlama veya ajitasyon, göz temasında azalma, ağlama, vücudun öne eğilmesi, kişisel görünüme dikkat etmeme.

b. Duygulanım: sıkıntılı. c. Duygu durum: çökkün.

d. Konuşma: azdır ya da kendiliğinden konuşmaz, tek hecelerle, uzun aralıklarla konuşur, hafif, düşük tonda ve monotondur.

e. Düşünce içeriği: çökkün hastaların % 60’ında özkıyım düşünceleri ve % 15’ inde tamamlanmamış özkıyım; obsesif yinelemeler; yaygın umutsuzluk; değersizlik ve suçluluk duyguları; bedenle ilgili zihinsel uğraşlar; kararsızlık; içerik yetersizliği; varsanı ve sanrılar (duygu durumla uyumlu suçluluk, yok olma, kötülük görme gibi); kendiliğindenlikte azalma.

f. Duyum: çelinebilirlik, yoğunlaşma güçlüğü, bellek zayıflığı, yönelim bozukluğu oluşabilir.

g. İçgörü ve yargılama: kişisel değersizlikle ilgili bilişsel bozukluklar nedeniyle bozulur. 3. Eşlik Eden Bulgular:

a. Bedensel yakınmalar: depresyonu maskeleyebilir; özellikle kalp, sindirim sistemi, boşaltım sistemi, sırtın alt tarafında ağrı ve ortopedik yakınmalar.

(12)

b. Var olduğunda, sanrı ve varsanıların içeriği çökkün duygu durumla uyumlu olmaya eğilimlidir; en yaygın olanlar suçluluk, yoksulluk, hak edilmiş kötülük görme, bedenle ilgili ve dünyanın sonu geldiği şeklindedir.

4. Yaşa Özgü Bulgular: Depresyon değişik yaşlarda farklı şekillerde görülebilir. a. Puberte öncesi: somatik yakınmalar, ajitasyon, tek sesli işitsel varsanılar, kaygı bozuklukları ve fobiler.

b. Ergenlik: madde kötüye kullanımı, antisosyal davranış, huzursuzluk, okuldan kaçma, okul güçlükleri, gelişigüzel cinsel ilişkiler, reddedilmeye aşırı duyarlılık, yetersiz temizlik.

c. Yaşlılık: bilişsel kusurlar (bellek yitimi, yönelim bozukluğu ve konfüzyon, psödodemans ya da depresyonun demans sendromu, apati, çelinebilirlik).

2.1.4.Epidemiyolojik ve Risk Etmenleri Depresyonun Epidemiyolojisi

Depresyon psikiyatrik hastalıklar arasında en sık görülenlerden biridir. Kabaca toplumda her 10 kişiden birinde izlenmekte olup, her dört kadından birisi ve her 8- 10 erkekten birisi yaşamları boyunca en az bir kez depresif epizod geçirmektedir.

Kadınlarda, erkeklerden 2 kat daha fazla görülmektedir. Majör depresyon orta yaşlarda (20- 40) daha sık izlenen bir hastalıktır. Yaşam boyu majör depresyon prevalansını; Angst 1992’deki çalışmasında % 4,4- % 19,6 ve Kessler 1994’de ki çalışmasıyla % 17 olarak belirtmiştir. Doğan ve ark.’nın 1995’deki çalışmasında; ülkemizdeki depresyon yaygınlığı (%8- 20) diğer ülkelerdeki oranlara benzer bulunmuştur. Yine Kessler’ in aynı çalışmasında 1 yıllık süre içinde toplumun % 10,3’ünde majör depresyon tespit edilmiştir. 1 yıllık prevalans kadınlarda % 8, erkeklerde % 3 civarındadır. Witchen ve ark.’ nın 1994’deki çalışmasında yaşam boyu tekrarlayan kısa depresyon oranı % 11 olarak verilmiştir.

Depresyonda Risk Etkenleri a ) Yaş:

Depresyon daha çok orta yaş hastalığıdır. Majör depresyon orta yaş ve 45 yaş altında daha sık görülür. Jorm’ un 2000 yılındaki bir çalışmasına göre, daha öncesinde var olan yaygın kanının aksine, depresyon yaşlılarda daha fazla görülmemektedir, ilerleyen yaşla birlikte hastalarda izlenen depresif belirtilerin artmasına rağmen, majör depresyon sıklığı artmamaktadır (7)

(13)

b ) Cinsiyet:

Majör depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir. Cinsiyete göre ortaya çıkan bu farklılık genç ve orta yaşta daha belirgindir. Yaş ilerledikçe iki cins arasındaki fark da gitgide azalmaktadır. Burada iki konu önem kazanmaktadır:

1) Biyolojik ve genetik etkenler: Menstrüel siklus gibi normal hormon dalgalanmalarına verilen anormal yanıtlar ya da diğer hormonal etkenler; menopoz, hamilelik, doğum, hormon ve doğum kontrol ilaçlarının etkileri depresyonun ortaya çıkmasında rol oynayabilmektedir. Ayrıca kadınlarda monoaminooksidaz seviyesi yüksektir ve tiroid hormon bozuklukları daha fazla görülür. Postpartum dönemde ortaya çıkan depresyonda ise, düşen östrojen ve artan progesteron düzeyleri sorumlu

tutulmaktadır. Premenstrual dönemde duygusal instabilitedeki artış da benzeri bir değişimle ilişkili olabilir. Doğum kontrol haplarının kullanılması sonucu, progesteron artışıyla birlikte depresif belirtilerinde artması, bu yaklaşımı desteklemektedir.

2) Psikolojik etkenler: Bu konuda, kadına toplum içinde biçilen rol, bu konuda ona karşı verilen tepkiler, yaşadığı stresler, çatışmalar ve çoğu kez bunlarla başa çıkamamanın verdiği çaresizlik, bunlardan sorumlu tutulmaktadır (7).

c) Irk ve Etnik Gruplar:

Loosen ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada; majör depresyon dağılımının ırklara ve etnik gruplara göre farklılık göstermediği ve ırklar arasında görülen bazı farklılıklarında, daha çok sosyoekonomik durumun etkisinden

kaynaklandığını ileri sürenler yanında, siyah ırkta daha az oranda majör depresyon izlendiğini ileri sürenlerde olmuştur (7).

d ) Medeni Durum:

Depresyon ayrı yaşayan ya da boşanmış eşler arasında daha yüksek oranda izlenmektedir. Yalnız yaşayan annelerde, evli olanlara göre, depresyon gelişme riski iki kat fazladır. Brown ve Moran’ın 1997 yılındaki çalışmalarında; eş kaybının

depresyonun ilk epizoduyla ilişkili önemli bir çevresel stres etkeni olduğu görülmüştür. Bu risk cinsiyete göre de değişim göstermektedir. Bekar kadınlar, evlenmiş kadınlara göre daha az depresyon riski yaşarken, bunun tersine evli erkekler bekar erkeklere göre daha az risk taşımaktadır (7).

(14)

e ) Aile Öyküsü ve Genetik Özellikler:

Kendler, 1999 yılında yaptığı çalışmada; kişinin birinci dereceden biyolojik akrabalarında majör depresyon öyküsü varsa, kendisinde de depresyon görülme olasılığının arttığını ifade etmiştir. Biyolojik akrabasında majör depresyon olanlarda, hastalanma oranı erkeklerde % 11, kadınlarda % 18 düzeyindedir (7).

f ) Erken Dönem Çocukluk Yaşantıları:

Bazı yazarlar anne baba tarafından sağlanan ve de süreklilik gösteren sevgi ve duygusal beslemenin depresyon oluşumunu önlediğini, buna karşın anne babadan ayrılmanın ya da gerçek kayıpların ileri yaşlarda depresyon gelişimi açısından risk oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir. Spitz; yaşamın ikinci 6 ayında annesinden ayrı kalan bebeklerde açık depresif belirtiler tanımlamış, kişiyi şekillendiren dönemlerde yaşanan ayrılık ve kayıpların; ya çocuğun depresif yapı geliştirmesine ya da ancak ilkel savunma düzenekleri kullanarak depresyondan korunabileceğine dikkati çekmiştir (7).

g ) Çocukluk Dönemi Yaşantıları:

1) Kayıplar, özellikle 11 yaş öncesi ebeveyn kaybı ileriki dönemlerde depresyon gelişimi ile ilişkili bulunmuştur.

2) Anne babanın ilgisiz tutumu, özellikle 17 yaşından önce karşılaşılan ihmal bir başka risk etkenidir.

3) Çocukluk döneminde yaşanan kötüye kullanım durumları da diğer bir risk etkenidir.

h ) Hastalık Öncesi Kişilik Özellikleri:

Depresyonun kapsamlı anlaşılabilmesi için, kişinin depresyon epizodu öncesindeki “premorbid” kişilik yapısı incelenmelidir. Obsesif, histrionik, pasif ve bağımlı ve de sınır kişilik yapısı özelliklerine sahip olanlarda depresyon daha çok izlenirken, antisosyal ve paranoid kişilik yapısına sahip bireylerde daha az izlenmekte olduğu yönünde görüşler vardır (7).

ı ) Olumsuz Yaşam Olayları ve Stres Etkenleri:

Olumsuz yaşam olaylarının tek başlarına değil, ancak kişide genetik, biyolojik, ya da psişik bir yatkınlık bulunması durumunda depresyon oluşumuna neden olduğu düşünülmektedir. (7).

(15)

Bruce ve Takeuchi 1991’ de yoksul kişilerde depresyon oranının iki kat fazla olduğunu, Rothschild ise 1999 yılındaki çalışmasında depresyonun kentlerde, işsizlerde 3 kat, yoksullarda 2 kat daha fazla olduğunu belirtmişlerdir (7).

k ) Diğer Psikiyatrik Durumlarla Birliktelik:

1) Kupfer 2001’ de depresyonun tekrarlayabilen ve kronikleşen bir hastalık olduğunu, birinci epizoddan sonra ortalama % 75- 80 civarında nüks oranı olduğunu ifade etmiştir.

2) Anksiyete bozukluklarının varlığı, depresyon olasılığını arttırmaktadı

3) Nörolojik hastalıklar; örneğin Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, inme gibi hastalıklarda depresyon yüksek orandadır.

4) Birincil uyku bozukluklarının varlığı depresyon sıklığını arttırmaktadır. 5) Alkol ve madde kötüye kullanımıyla depresyon arasında daha yüksek oranda birliktelik izlenir (7).

2.1.5.ETİYOLOJİ Psikolojik Görüşler

a) Psikoanalitik ve Psikodinamik Etmenler:

Depresyonu anlama girişimlerinde, Sigmund Freud nesne kaybı ve melankoli arasında bir ilişki olduğunu, depresyondaki hastanın öfkesinin kayıp nesne ile özdeşim nedeniyle içe yöneldiğini öne sürmüştür.

b) Öğrenilmiş Çaresizlik:

Öğrenilmiş çaresizlik kuramına göre, depresyon eğer klinisyen hastaya çevresini kontrol etme duyumunu ve çevresinin efendisi olmayı yavaş yavaş öğretirse depresyon düzelebilmektedir.

c) Bilişsel Kuram:

Bilişsel kurama göre, yaygın bilişsel yanlış yorumlamalar yaşam deneyimini olumsuz çarpıtma, kendini olumsuz değerlendirme, kötümserlik ve umutsuzluktur. Bu öğrenilmiş olumsuz görüşler daha sonra depresyon duygusuna yol açmaktadır. (8).

Biyolojik Görüşler

Depresyonun etiolojisinde çeşitli nörobiyolojik mekanizmaların varlığı ileri sürülmektedir.

(16)

Genetik Görüşler

Depresyonun etiolojisinde Depresyonun genetik yönü oldukça karmaşıktır, genetik heterojenite ve multifaktöryel kalıtım göstermektedir. (9).

d) Depresyon Etyolojisinde Nöropeptidler:

1. Prefrontal korteks:. Zedelenmelerinde ortaya çıkan gecikmiş yanıt dikkat, yakın bellek, tasarlama ve motor işlevin yerine getirilmesini de etkiler. Ayrıca ilgisizlik, uykuya eğilim ya da artmış motor aktivite, cinsel denetimsizlik, uygunsuz davranışlar ortaya çıkar.

2. Prefrontal-oksipital-temporal korteks: Zedelenmelerinde; cisimlerin tanınmasında bozukluk, iki nokta ayırımında bozulma, renk adlandırmada bozulma, okuma, yazma, hesaplama bozuklukları.

3. Limbik korteks: Bellek, emosyonel ve motivasyonel davranışla ilişkilidir (10) 2.2.TÜKENMİŞLİK KAVRAMI

Tükenmişlik kavramı, ilk defa kurumsal stres üzerine uzun yıllar çalışmış olan klinik psikolog Herbert Freudenberger (1974) tarafından ortaya atılmıştır. Freudenberger (1974 , 1989),çalışanların işe ilişkin tutum, davranış ve güdülenmelerinde, zaman içinde dikkate değer bir değişme olduğu yolundaki gözlemlerden yola çıkarak; tükenmişlik kavramını ortaya atmıştır (11).

Tükenmişliği; insanların aşırı çalışmaları sonucu, işlerinin gereklerini yerine getiremez bir duruma gelmeleri anlamını taşıyan, duygusal tükenme, durumu olarak tanımlamıştır (12). Tükenmişliğin sözlük anlamı; kaybetme, bitkinlik, aşırı enerji, güç ve kaynak kullanımından dolayı oluşan tükenmedir (13).

2.2.1.Tükenmişliğin Tanımları

Schwab (1986) tükenmişliği, “bireylerin ve organizasyonların her ikisini de ilgilendiren, var olan güç ve kaynakların aşırı kullanılması ve enerji azalmasıyla birlikte karakterize edilen, her alanda çalışan iş görenlerin, verimliliklerini ve etkinliklerini etkileyen etmenlerden biri olan bir fenomen.” olarak tanımlamıştır (14).

Tükenmişlik, iş talepleri ile kişisel kapasite arasında, uzun bir zaman dilimi içerisinde gelişen, işyerinde süregelen şiddetli bir stresin sonucu olarak tanımlanabilir. Birçok çalışan, her gün işine giderken mutlu olup, işyerindeki deneyimlerinden hoşlanırken,

(17)

bununla birlikte bazı çalışanlar işyerindeki deneyimlerine daha negatif olarak bakarlar. Tükenmişlik, olumsuz iş deneyimi yaşayan çalışanları anlamak için belirtilen bir kavramdır (15).

Tükenmişlik, Maslach ve arkadaşları tarafından tanımlandığı sekliyle; “işyerinde strese karşı yanıt olarak geliştirilen duygusal tükenme, çalışanların duyarsızlaşması ile hizmet verilen kesime ve yöneticilere karşı düşük kişisel başarı duygularını içeren bir stres sendromudur” (16).

Tükenmişliğin bilimsel bir kavram olarak gelişmesi; Maslach ve arkadaşları ile Cherniss’in çalışmalarına dayanmaktadır (17). Maslach ve arkadaşları tarafından kullanılan üç boyutlu tükenmişlik kavramı, günümüzde tükenmişliğin en yaygın ve en çok kabul gören tanımıdır (13). Bu tanıma göre Maslach (1982), tükenmişliği “işi gereği insanlarla yoğun ilişki içerisinde olanlarda görülen, duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı sendromu” seklinde tanımlamıştır (18).

Maslach, tükenmişlik kavramını; duygusal tükenme (emotional exhaustion), duyarsızlaşma (depersonalization, cynicism) ve kişisel başarıya ilişkin duyguları (personel accomplishment, self efficacy) kategorize eden üç ayrı boyutta ele almaktadır (19). Bu tanıma göre tükenmişlik, insanlara hizmet veren mesleklerde çalışan bireylerde gözlenen ve belirtileri duygusal tükenme (emotional exhaustion), hizmet verilen kişilere karsı duyarsızlık (depersonalization) ve kişisel başarı duygusunun azalması (reduced personal accomplishment) olan bir durumdur. Bu tanım açılacak olursa; Maslach’a göre tükenmişlik belirtileri gösteren bireyler; (1) hizmet verdikleri kişilerle olan ilişkileri boyunca kendilerini duygusal olarak aşırı yüklenmiş ve tükenmiş, (2) bu kişilere karsı duyarsız ve kayıtsız davranan ve (3) işinde başarılı ve yeterli olma duygularını göreceli olarak kaybetmiş olan kişilerdir(17).

Tükenmişlik, özellikle sorunlu insanlarla yoğun bir şekilde ilgilenmekten kaynaklanan, kronik duygusal gerginliğe bir tepkidir. Bir tür stres olarak kabul edilebilir. Tükenmişliği stresten ayıran özellik, tükenmişliğin hizmet veren ile hizmet verilen arasındaki sosyal ilişki kaynaklı bir stres olduğudur (18).

İnsanlar yaptıkları işe ilişkin çeşitli stresler yaşamaktadırlar. Bu olgu, 3 madde olarak sınıflandırılabilmektedir (20);

a) İşten bıkkınlık (tedium) b) İşe ilişkin stres

(18)

c) Tükenmişlik (burnout).

İşten bıkkınlık ve işe ilişkin stres hemen hemen tüm meslekler için geçerli olmasına karşın, tükenmişlik genellikle insanlarla çalışan meslekler için tanımlanmaktadır. Bu sendrom, hekimlik, hemşirelik öğretmenlik, avukatlık, polislik, fizyoterapistlik gibi mesleklerde daha yoğun olarak görülmektedir (20).

Tükenmişlik sendromu, genellikle çok başarılı olmak için yoğun ve dolu bir programla çalışan ve iş ortamında üzerine düşenden fazlasını yapan, sınır tanımayan kişilerde görülmektedir. İnsanların yaptıkları işin yararlı, önemli ve anlamlı olduğuna inanmaya ihtiyaçları vardır. İnsanlar yaptıkları işin zorlukları ile mücadele ederlerken, bu inanç onlara yardımcı olmaktadır (20).

Tükenmişlik, stresli iş ortamında çalışanların mücadele güçlerini aşarak, etkisini giderek artan bir şekilde göstermektedir. Çalışanları içe dönük bir duruma getiren bir durumdur. Tükenmişliğin oluşması durumunda, sadece bireylerin etkilenmesinin dışında aynı zamanda tükenmişlik olgusu psikolojik ve sosyal bir duruma dönüşecektir (14).

2.2.2.Tükenmişliğin Belirtileri

Tükenmişlik, fiziksel, duygusal ve zihinsel bulgu ve belirtiler içerir. Fiziksel tükenmişlik belirtileri; kronik yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, yıpranma, hastalıklara daha hassas olma, sık baş ağrıları, bulantı, kas krampları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik sorun ve yakınmaları içerir. Duygusal tükenmişlik bulguları; depresif duygulanım, desteksiz güvensiz hissetme, evde gerilim ve tartışma artışı, kızgınlık, sabırsızlık, huzursuzluk gibi negatif duygulanımlarda artış, nezaket, saygı ve arkadaşlık gibi pozitif duygulanımlarda azalma içermektedir. Zihinsel tükenmişlik bulguları; doyumsuzluk, kendine, işine ve genel olarak yaşama karsı negatif tutumlar içerebilir. Sonuçta işi bırakma, işi önemsememe gibi davranışlar görülebilir (21).

Maslach ve arkadaşları (2001)’e göre; tükenmişlik yaşayan insanlar, arkadaşlarından uzaklaşmakta ve insanlarla ilişki kurmada sorunlar yaşamaktadır (22). Tükenmişliğin bu fiziksel sorunlarına eşlik eden belirtilerini, tükenmişliğin duygusal tükenme kısmı üretir. Ciddi durumlarda psikolojik hastalığa ya da intihar düşüncelerine kadar uzanan depresyona yol açar (23).

(19)

Tükenmişliğin belirtilerini görmenin kolay olması, işin olumlu bir tarafını oluşturmaktadır. Kurumlardaki en iyi performansla çalışanlar, normal davranış tarzlarından çok önemli derecede farklılık gösterirler. Bu farklılıkları oluşturan klasik tükenmişlik belirtileri şunlardır (24):

İsteksizlik, iş hakkında heyecan ve isteğin kaybolması, Sürekli uzun saatler çalışma veya molaları kaçırma, Diğer çalışanlar ile kronik huzursuzluklar, Performans kalitesinde önemli düşüş, Tekrarlanan geç kalmalar, İşi son gününe kadar yetiştirememe ya da unutulan görevler, İş miktarını idare edebilmede yetersizlik, Yeni görevleri yapmak için gönülsüzlük.

2.2.3.Tükenmişlik Sürecinin Gelişmesi

Tükenmişlikte, duygular ve davranışlarla ilgili belirtiler daha önce ortaya çıkmakta ve daha kolay tanınmaktadır. Bu belirtilerle birlikte, tükenmişlik sürecinin gelişimi Freudenberger (1974) tarafından şu şekilde açıklanmaktadır: Tükenmişlikte çabuk ve ani öfkelenmeler olmaktadır. Tükenmişlik yaşayan kişiler, duygularını içlerinde saklamakta zorlanmakta, çabuk ağlamalar, bağırmalar, kendisine aşırı yüklenildiği düşüncesi, kuşkuculuk oluşmaktadır ve kişi aşırı gergin, inatçı, değişime kapalı bir hale gelebilmektedir. Değişiklik, yeniden uyum sağlamak demektir ve kişinin, buna ayıracak enerjisi kalmamıştır. Diğer kişiler, bireydeki değişimin farkındadırlar. Çoğu kez işe ayrılan zamana karşın, başarı beklenilen düzeyde olmamaktadır (13).

Tükenmişliği yaşayan kişi, genelde kişisel mesleki doyumsuzluk ve yorgunluğun karmaşık bir duygulanımını yaşadığının farkına varır. Ancak bu duyguların dile getirilmesinin acı oluşu ve belirgin belirtilerinin olmayışı, bu durumun sıklıkla göz ardı edilmesine neden olur. Bunun sonucunda gittikçe artan bir şekilde işten soğuma ortaya çıkmaktadır. İşe gitmeyi istememe, yüklenmişlik, tahammülsüzlük, kendinden şüphelenme ve kendi imajına uygun olmayan bir şekillerde davranma görülür (25).

Tükenmişliğin gelişim sürecine yönelik öne sürülen farklı görüşlerin yanı sıra; Schwab ve Iwanicki (1982) gibi bazı araştırmacılara göre de; tükenmişliğin gelişim sürecinde belli bir sıra izlenmemektedir ve tükenmişliğin boyutlarından biri diğerinin kaçınılmaz bir sonucu değildir (26).

(20)

2.2.4.Tükenmişlik Modelleri

Tükenmişlik literatürüne bakıldığında, tükenmişliğin nedenlerini, ortaya çıkma sürecini açıklamak amacı ile değişik modeller ileri sürülmüştür Bu modellerden, Maslach’ın Üç Boyutlu Tükenmişlik Modeli’ne, en tanınmış, en yaygın kabul gören bir model olması ve bu araştırmada kullanılan ölçme aracının temelini oluşturması nedeni ile en son olarak diğerlerinden daha ayrıntılı bir şekilde yer verilecektir.

Cherniss Modeli

Chernis, 1980’de tükenmişlik olgusu ile ilgili; kurumsal, kişisel ve kültürel etkenleri içeren bir teori sunar ve konunun kompleksliğine dikkat çeker (17).

Pines Modeli

Pines ve Aranson (1988)’a göre; bu modelde tükenmişlik “bireyleri duygusal anlamda sürekli tüketen ortamların; bireyler üzerinde yol açtığı fiziksel, duygusal ve zihinsel bitkinlik durumu” olarak tanımlanmaktadır (26).

Edelwich Ve Brodsky Modeli

Edelwich ve Brodsky (1980)’e göre tükenmişlik, yardım edici mesleklerde çalışan iş görenlerde, iş koşullarının bir sonucu olarak ortaya çıkan, idealizm, enerji ve amaç yitimidir. Tükenmişliğe yol açan iş koşulları şunlardır (17)

Pearlman ve Hartman Tükenmişlik Modeli:

Pearlman ve Hartman’a göre tükenmişlik; “kronik duygusal strese verilen ve üç bileşenden oluşan bir yanıttır. Bu bileşenler; duygusal ve/veya fiziksel tükenme, düşük iş üretimi ve başkalarına karşı duyarsızlaşmayı içeren davranış boyutundaki reaksiyonlardır” (13).

Bu model, tükenmişlikle ilgili olabilen kişisel ve kurumsal değişkenleri tanımlar Maslach’ın Üç Boyutlu Tükenmişlik Modeli

Literatürde “Maslach Tükenmişlik Ölçeği” (Maslach Burnout Inventory), “Çok Boyutlu Tükenmişlik Modeli” (27), “Üç Boyutlu Tükenmişlik Modeli” (Leiter, 1993) gibi değişik isimlerle anılan bu model, şimdiye kadar gözden geçirilen modellerden

(21)

farklı olarak; tükenmişliği tek boyutlu bir durum olarak değil, üç bileşenli bir psikolojik belirtiler grubu olarak ele almaktadır (17).

Maslach, “tükenmişlik” olgusunu üç bileşenli sendrom yaklaşımına göre kavramlaştırmış ve şu şekilde düzeylere ayırmıştır (28):

1- Fiziksel yorgunluk ve bitkinlik hissi,

2- İş ve hizmet verilenlerden soğuma, uzaklaşma, şeklinde psikolojik yorgunluk, 3- Kendi kendinden şüphelenmeyi içeren ruhsal yorgunluk.

Maslach modeline göre tükenmişliğin, duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı duygusunun azalması olmak üzere üç bileşeni bulunmaktadır (17).

Duygusal Tükenme (Emotionel Exhaustion):

Modelde sözü edilen üç boyuttan ilki olan “duygusal tükenme”, daha çok insanlarla yüz yüze ilişkinin yoğun olduğu mesleklerde çalışan bireylerde gözlenmektedir. Duygusal tükenme, tükenmişlik durumunun başlangıcı, merkezi ve en önemli bileşenidir. Tükenmişliğin bu bileşeni, daha çok iş stresi ile ilgilidir. Duygusal yönden yoğun bir çalışma temposu içinde bulunan birey, kendisini zorlamakta ve diğer insanların duygusal talepleri altında ezilmektedir. Duygusal tükenme işte bu duruma bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (17).

Duygusal tükenme boyutu, yıpranma, enerji kaybı, tükeniş, bitkinlik olarak tanımlanır. Kendisini, fiziksel, psikolojik ya da ikisinin birleşimi olarak açıkça ortaya koyan, tükenmişliğin genel boyutu olarak kendini gösterir. Yorgunluk hissi, somatik semptomlar, irritabilite (huzursuzluk), kaza ile yüz yüze gelme, depresyon ve aşırı alkol alımı sıktır (28).

Duyarsızlaşma (cynicism):

Bu boyutta, başkalarına karşı tutumlarda ve yanıt vermede olumsuz bir değişme vardır. Özellikle bu durum, iş yerlerinde hizmet verilen kişilere yöneliktir. Bu genellikle, işe yönelik idealizmin kaybolması ve hızla artan uzaklaşma duygusu ile eşleştirilir (28). Geliştirilen soğuk, ilgisiz, katı, hatta insani olmayan yapı, tükenmişlik sendromunun ikinci ayağı olan duyarsızlaşmayı oluşturur. Dozu gittikçe artan bu negatif reaksiyon, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Kişi karşısındakine aşağılayıcı ve kaba davranabilir; onların rica ve isteklerini göz ardı edebilir veya gerekli yardımı sağlamada

(22)

başarısız kalabilir. Diğer insanların hayatından çıkıp, kendisini yalnız bırakmasını içten arzu eder (18).

Düşük Başarı Hissi - Bireysel Başarıda Azalma (Personal Accomplishment): Maslach Modeli’nde öngörülen üçüncü tükenmişlik bileşeni, “başarı duygusunun azalması” dır. Başkaları hakkında geliştirdiği olumsuz düşünceler, bireyin kendisi için de olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açar. Başkalarına ilişkin olumsuz düşünce ve davranışları nedeni ile kendisini suçlu hisseder, kimse tarafından sevilmediği, hizmet verilen kesimle ilgilenmede yetersiz kaldığı ve işinde başarılı olmadığı duygusuna kapılır. Tüm bunların sonucunda kendisine olan saygısını kaybedebilir ve depresyona girebilir (17). Kendisi hakkında “başarısız” hükmünü verir. Bu noktada, tükenmişliğin üçüncü aşaması olan düşük kişisel başarı hissi ortaya çıkar. Kişisel sorunlarını çözümleyebilmek için terapist veya uzmanlara başvurur. Bazıları da işlerini değiştirir; insanlarla stres yaratan iletişim gerektiren işlerden uzak durur (18). Çalışanlar, harcadıkları eforun karşılıksız kaldığını ve başarılarının değerlendirilmediğini, algıladıklarında stres ve depresyon belirtileri göstermeye başlarlar. (18).

2.2.5.Tükenmişliğin Sonuçları

Tükenmişlik sendromu yaşayan kişiler, sağlık sorunları, psikolojik sorunlar, kendilerine güvensizlik ve işlerine karsı gittikçe büyüyen bir hoşnutsuzlukla iç içedirler (18).

Ampirik araştırmalar, hem organizasyon hem de bireyler için, büyük ölçüde maliyetler içeren tükenmişliğin, önemli etkilerini göstermektedir. (29).

Tükenmişliğin gelişiminden sonra; işi boş verme, işi başkasına yükleme, işe gelmeme, eş ve arkadaşlardan uzaklaşma, iş doyumsuzluğu, izin süresini uzatma gibi gelişmeler olabilmektedir (20).

Bu bölümde, tükenmişliğin sonuçlarının kişisel bedeli, iş hayatına etkileri ve aile hayatına etkileri üzerinde durulacaktır.

Tükenmişliğin Kişisel Bedeli

Aşırı stres altında çalışan kişilerde, duygusal tükenme oluşabilmektedir. Duygusal anlamdaki yorgunluk, fiziksel yorgunluğu da beraberinde getirmekte, bu

(23)

kişiler kendilerini yorgun, bitkin, boşlukta, yeni bir güne başlayacak enerjiden yoksun hissetmektedirler. Bu durumdaki kişilerin, uyku problemi çekmeye başladıkları sık olarak gözlenmektedir. Kronik yorgunluk ve gerginlik, kişiyi fiziksel ve psikolojik hastalıklara açık tutmakta, depresyon, bıkkınlık, dikkati toplayamama, karar vermede güçlük çekme, unutkanlık gibi tepkiler ortaya çıkmaktadır (13).

Tükenmişlik yaşayan bireylerde genellikle yanlış beslenme alışkanlığından dolayı sağlık sorunları görülebilir (18). Tükenmişlik, alkol ve yasadışı uyuşturucu madde kullanımı ile ilişkili bulunmuştur. Birçok araştırma, kalp krizleri ve tükenmişlik arasındaki ilişkiyi belgelendirmektedir. (20).

Tükenmişliğin İş Hayatına Etkileri

Goppelt ve Maslach gibi araştırmacılar, tükenmişlik etkisinin en çok görüldüğü durumun; kişinin iş performansındaki düşüş olduğunu ifade ederler. Bu düşüş, işin niceliğinde olmasa da niteliğinde ve kalitesinde kendini gösterir. Kişiler hizmet alan kişilere daha az zaman ayırırlar. Kararlarını verirlerken dikkatli olmazlar; sonuçlarını da önemsemezler. Tükenmiş kişiler, okudukları kadarıyla yetinirler; yenilikçi değil muhafazakar ve statükocudurlar (18).

Tükenmişliğin çalışan üzerindeki olumsuz etkisi; önemli ölçülerde iş gören devir hızı, devamsızlık ve verimliliğin düşmesini içermektedir (30).

Tükenmişliğin Aile Hayatına Etkileri

Burke ve Greenglass (2001) araştırmasının gösterdiklerine göre; tükenmişlik, insanların iş yaşamını olumsuz etkilediği gibi aile yaşamını da olumsuz etkilemektedir (18,31).

Duygusal açıdan yorgun kişi, evde de gergin, rahatsız ve fiziksel olarak yorgun olacaktır. Artan tartışma ve rahatsızlıklar aile krizlerine, ciddi evlilik sorunlarına neden olabilecektir.

(24)

2.2.6. Sağlık çalışanlarında İş Stresi ve Tükenmişlik

Sağlık çalışanlarının psişik bir hastalığa tutulma olasılığı yüksektir. Aşırı iş yükü, hızlı ve doğru karar verme zorunluluğu, yorgunluk, gece nöbetlerinin varlığı, iş ve kişisel yaşam arasındaki çatışmalar, hastaların sorunları, maddi baskıların varlığı, hasta ve yakınlarının beklentilerinde artma, zaman baskısı, ağır çalışma koşuları sağlık çalışanlarının günümüzde yaşadıkları streslerdendir. Bu ve benzeri stresler anksiyete, depresyon, tükenmişlik, yanlış beslenme, sigara ve alkol tüketiminde artma, madde bağımlılığı, aile yaşamında olumsuzluklarla sonuçlanabilmektedir (32).

Anesteziyologlarda İş Stresi ve Tükenmişlik Anestezi çalışanları

ameliyathanede kompleks bir ‘insan-makine’ sistemi olarak görülebilir. Güvenli bir anestezi verilebilmesi için bu sistemin doğru ve eksiksiz çalışması gerekmektedir (33).

2003 İsveç’te yapılan bir çalışmada anesteziyologların işi şu şekilde tanımlanmıştır:

1) Profesyonel sanatçı; anestezi vermek ve hastanın hayati fonksiyonlarını kontrol etmek.

2) İyi bir yardımcı; hastaya yardım etmek, ağrı ve anksiyetesini gidermek.

3) Hizmetkâr; hastalarla ilgilenen diğer doktor ve hemşireler için işi kolaylaştırmak amacıyla hizmet vermek.

4) Koordinatör; ameliyathaneleri organize etmek ve yönetmek (34).

Anesteziyologlar; cerrahi öncesi anestezi vermek, operasyon esnasında anestezi idamesini sağlamak ve anesteziyi sonlandırmak görevleri dışında yoğun bakımlarda, algoloji bölümünde çalışmaktadırlar. Ayrıca gerektiğinde tüm hastanede gerçekleşen kardiyopulmoner arreste hızlı ve doğru müdahale etmek en önemli görevlerindendir.

Anesteziyologlarda İş Stresi ve Tükenmişliğe neden olan faktörler

Yapılan bir çalışmada, farklı birçok ülkede yapılan çalışmalardan elde edilen, anesteziyologlarda strese neden olan altı faktör üzerinde görüş birliğine varılmıştır. Bunlar;

1) Zaman sınırlılığı

2) Aşırı iş yükü (fiziksel ve zihinsel) 3) İşin karmaşıklığı

(25)

4) Sorumluluk(etik) ve hastalara zarar verme korkusu 5) İşin kollektif boyutu, işyeri atmosferi ve iletişim sorunları 6) İş kontrolü eksikliği şeklinde ifade edilmiştir (35).

Hizmet Sektörü Çalışanları ve Anesteziyologların Yaşadıkları Stres ve Sonuçları Kurumsal Stresin Sonuçları

A.Bireysel Sonuçlar

Organizmanın, stresli bir durumla karşılaşması halinde, hem fizyolojik, hem de psikolojik düzeyde bir takım olaylar meydana gelmektedir.

B.Fizyolojik Sonuçlar

Selye, bedenin stresli durumlarda verdiği üç aşamalı tepkiyi "genel uyum sendromu" olarak adlandırmıştır. Bu kurama göre, organizmanın strese tepkisi üç aşamada gelişir.

Bunlar alarm tepkisi, direnme ve tükenme aşamalarıdır (36).

□ Alarm Aşaması: Birey bir stres kaynağı ile karşılaştığında, sempatik sinir sisteminin etkin hale gelmesi nedeniyle organizma “savaş ya da kaç tepkisi" gösterir. Savaş ya da kaç tepkisi sırasında organizmada oluşan fiziksel ve kimyasal değişmeler sonucunda kişi, stres kaynağı ile yüzleşmeye ya da kaçmaya hazır hale gelir. Bu durum kalp atımının hızlanması, kan basıncının yükselmesi, solunumun hızlanması ve ani adrenalin salgılanması biçiminde gelişir. Savaş ya da kaç tepkisinin ortaya çıktığı aşama "alarm aşaması" olarak adlandırılır. Alarm aşamasında, stresi yaratan kaynaklar ve bunların yoğunluğu arttığı ölçüde stres eğrisi, hızla normal direnç düzeyinin üzerine çıkarak normal davranıştan sapmanın ilk işaretlerini vermeye başlar (36).

□ Direnme Aşaması: Alarm aşamasını, "uyum ya da direnme aşaması" izler. Stres kaynağına uyum sağlanırsa her şey normale döner. Bu aşamada kaybedilen enerji, yeniden kazanılmaya ve organizmadaki hasar giderilmeye çalışılır. Stresle başa çıkıldığında parasempatik sinir sistemi etkin olmaya başlar. Kalp atım sayısı, kan basıncı, solunum düzene girer, kas gerilimi azalır (36).

□ Tükenme Aşaması: Uyum aşamasındaki gerilim kaynakları ve bunların yoğunluk dereceleri azalmadığı sürece ya da artış gösterdikleri durumlarda bireyin gayreti kırılır ve davranışlarında ciddi derecede sapmalar ve hayal kırıklıklarının yaşandığı bir evreye girilir. Eğer stres kaynağı ile başa çıkılamaz ve uyum sağlanamaz ise, fiziksel kaynaklar

(26)

kullanılamaz ve tükenme aşamasına geçilir. Tükenme aşamasında, parasempatik sinir sistemi etkindir. Kişi tükenmiştir ve stres kaynağı hala mevcuttur. Bu aşamada uzun süreli stres kaynakları ile mücadele edilemez ve kişi başka stres kaynaklarının etkilerine de açık hale gelir (36).

C. Psikolojik Sonuçlar Duygusal Sonuçlar

a. Kaygı

Kişinin huzursuz, endişeli, korkulu ve karamsar olma hali, kaygı (anksiyete) sözcüğü ile tanımlanır. Sürekli kaygı yaşayan kişi, olayları stresli algılamaya uygun olur ve stresli kişi de kaygı duymaya hazırdır (37).

b. Depresyon

Depresyon, kişilerin bunalım ve çöküntü hallerini anlatmak için kullanılan bir kavramdır.

c. Uykusuzluk

Stresin ilk işaretlerinden birisi uyku düzensizliğidir. Stres durumunda kaslardaki gerilim azalmaz ve beyin merkezi uyanık kalır. Bu durum kronik olursa çeşitli sağlık sorunları ortaya çıkar (37).

d. Tükenme Belirtisi

İş ile ilgili stres devam ettiğinde bireyde bezginlik ortaya çıkabilmektedir. D.Davranışsal Sonuçlar

a. Saldırganlık

Saldırganlık, bireylerin kendilerini hüsrana uğramış hissettiklerinde ve bu durumdan kurtulmanın yolunu bulamadıkları zaman ortaya çıkan şiddetli bir stres tepkisidir.

b. Alkol ve Uyuşturucu Bağımlılığı

Anesteziyologların bağımlılık yapan ilaçlar ve anestezik ajanlara kolay ulaşabilmeleri, ilaç dozlarını ve etkilerini iyi bilmelerinin önemli bir faktör olduğu belirlenmiştir. Ayrıca bu çalışmalarda anesteziyologların yüksek stres altında çalıştıkları ve anksiyete düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir (38,39).

(27)

E.Kurumsal Sonuçlar a. İşe Devamsızlık

Devamsızlık, bazı iş görenlerin işlerini tamamen terk etmeden, belirli bir gün üzerinden geçici olarak işe gelmemeleri durumudur. (40).

b. İş Kazaları

İş kazası, birtakım iç ve dış etkenlerin bir araya gelmesi sonucu, işin yapılması sırasında meydana gelen ve önceden planlanmamış olan herhangi bir olaydır. İş yerindeki kontrol edilmeyen olayların iş kazası sayılması için kişisel bir zarar ve hasara yol açması gerekmektedir (41).

c. Personel Devri

Bir kurumda çalışmakta olan kişilerin, bu kurum kadrosunda istihdam edildikten sonra, emeklilik, ölüm, işten uzaklaştırma ve işi terk etme gibi sebeplerle ayrılmaları, personel devri olarak adlandırılmaktadır (42).

d. Performans Düşüklüğü

Performans, hizmet verenlerin, “iyi” veya “ ideal” olarak tanımlanmış iş standartlarını hangi derecede başarmış olduklarını ortaya koyan önemli bir göstergedir.

(28)

3.MATERYAL METOD

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi, Cerrahi ve İlaç Araştırmaları Etik kurulunun 2013 yılı 95 nolu dosya numarası ile onayı alındıktan sonra Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathanelerinde çalışan 100 anestezi çalışanı ile dâhili kilinkilerde çalışan 100 kişi çalışma kapsamına alınmıştır.

Çalışmaya katılan ve en bir yıl çalışma süresi olan öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, tekniker ve hemşirelere 3 bölümden oluşan anket formu uygulanmıştır (Ek). Anket formlarında isim belirtilmemiş olup, çalışmamızda ismi olan araştırmacıların tümü gizlilik taahhütnamesi imzalamıştır. Anket formlarını araştırmacılar dışında değerlendiren olmamıştır.

Anket formunun 1. bölümünde yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, medeni durum, çocuk sahibi olma, bakmakla yükümlü olduğu fert varlığı, aylık gelirin yeterliliği, tatil yapabilme durumu, sosyal faaliyetlere katılabilme, hastaneye ulaşabilme şekli gibi demografik verilerin yer aldığı sorular yer almakta. Anket formunun 2. bölümünde Maslach Tükenmişlik Ölçeği yer almaktadır (ek). MTÖ, Maslach ve Jackson tarafından geliştirilmiştir. Dilimize uyarlanması, geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Dr. Canan Ergin tarafından yapılmıştır (43, 67).

Maslach Tükenmişlik Ölçeği, toplam 22 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçek, 5 dereceli likert tipi yanıtlanır. Ölçekte yer alan ifadeler, şiddet derecelerine göre 0. hiçbir zaman, 1. çok nadir, 2. bazen, 3. çoğu zaman, 4. her zaman seçeneklerinin seçilerek yanıtlanmasını gerektirir. Maslach Tükenmişlik Ölçeği, duygusal tükenme ve kişisel başarı ve duyarsızlaşma olmak üzere üç alt ölçekten oluşmaktadır.

Duygusal Tükenme (Emotional Exhaustion) Skalası hesaplanırken formdaki 1,2,3,6,13,14,16,20 nolu soruların karşılığı olan sıklık puanları toplandı. Bu değerlerin kategorileri belirlenirken 27 ve üzeri yüksek düzey, 17-27 arası değerler orta düzey, 0-16 arası değerler ise düşük düzey olarak değerlendirildi.

Duyarsızlaşma (Yabancılaşma, Depersonalisation ) alt skalası için formdaki 5,10,11,15,22 nolu soruların karşılığı olarak belirtilen puanlar toplandı. Bulunan değer 13 yada üzeri ise yüksek, 7-12 arasında ise orta, 0-6 arasında ise düşük düzey olarak değerlendirildi.

(29)

Kişisel Başarı (Personal Accomplishment) alt skalası için formdaki 4,7,9,12,17,18,19,21 nolu sorulara karşılık gelen sıklık puanları toplandı. Elde edilen değer 0-31 arası ise yüksek, 32-38 arası ise orta, 39 yada üzeri ise düşük düzey olarak gruplandırıldı. Tablolardaki yüksek, orta ve düşük düzey grupları değerlendirilirken, karşılık gelen skalaya uygun olarak yukarıdaki değer aralıkları içerisinde oldukları anlaşılmalıdır.

Tükenmişlik, var olan veya var olmayan bir olgu seklinde değerlendirilmemekte, düşük, orta ve yüksek düzeyde tükenmişlikten söz edilebilmektedir. Buna göre; duygusal tükenme ve duyarsızlaşma alt ölçeklerinden alınan yüksek puan ile kişisel basarı boyutundan alınan düşük puan, yüksek tükenmişlik düzeyini ifade eder.

Depresyon, intihar ve umutsuzluk arasındaki yakın ilişki, araştırıcıları risk gruplarında umutsuzluk düzeyini belirlemeye yöneltmiştir Beck ve arkadaşları (1974) gözlemlerinden yola çıkarak ve yapmış oldukları bir dizi çalışma sonucunda umutsuzluk derecesini objektif olarak sayılara dökerek belirlemek amacıyla Beck Umutsuzluk ölçeğini geliştirmişlerdir Bu ölçek literatürde oldukça sık rastlanan, geçerlik ve güvenirliliğinin yüksek olduğu belirtilen, 21 maddelik kendini değerlendirme (şelf report) turu bir ölçektir. Ölçek gelecek ile İlgili Duygular", "Motivasyon Kaybı", "Gelecek ile İlgili Beklentiler" olmak üzere uç faktörde oluşmaktadır. (Beck ve ark 1974). (Beck ve ark 1974) Bireyin geleceğe yönelik karamsarlık derecesini belirlemek amaçlanmaktadır. Ölçeği oluşturan sorular duygusal motıvasyonel ve bilişsel boyutları kapsamaktadır. Sorulara azdan çoğa doğru giden (0-3) dört seçeneği olan 21 tane değerlendirme cümlesi içermektedir. Elde edilen toplam puan "umutsuzluk" puanı olarak kabul edilmektedir. Ölçeğin puan ranjı :

0-17 puan: depresyon yok

18-29 puan: orta düzey depresyon

(30)

İstatistiksel Yöntem:

İstatistiksel analizlerde bilgisayar tabanlı bir istatistik yazılım programı kullanıldı. Cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, çocuk sahibi olup olmama, bakmakla yükümlü olduğu kişi varlığı, gelir durumunun yeterliliği, tatil yapabilme durumu, ulaşım şekli, sosyal faaliyetlere katılabilme yeterliliği gruplar arasında ki-kare testi ile karşılaştırıldı. Sonuçlar frekans olarak verildi. Kolmoqorov-Smirrov ile sayısal verilerin normal dağılıp dağılmadıkları test edildi. Yaş, MTÖ, BDTÖ sonuçları ise gruplar arasında t-testi ile analiz edildi. Sonuçlar ortalama±SD minimum ve maksimum olarak verildi. Çalışmada anlamlı olarak kabul edilen değer p<0,05 olarak

(31)

4.BULGULAR

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde çalışan 200 kişi çalışmamıza gönüllü olarak katılmışlardır. Çalışmamıza toplam 100(%50) anestezi çalışanı ve 100(%50) klinik çalışanı katılmıştır. Bunların 128(%64)’ü erkek 72(%36)’si kadın idi. Yaş aralığı olarak 20-30 yaş arası 107(%53,5), 30-40 yaş arası 71(%35,5), 40 yaş üstü 22(%11) olarak sınıflanmıştır. Çalışmamıza katılanların 30(%15)’i lise, 59(%29,5)’u önlisans, 50(%25)’si lisans, 61(%30,5)’i yüksek lisans eğitim düzeyine sahiptirler. Medeni durum olarak 86(%43)’ı evli, 114(%57)’ ü bekâr olarak tespit edilmiş. Katılımcıların 130(%65) unun çocuğu yok, 70(%35)inin çocuğu var olarak değerlendirildi.

Katılımcılar aylık gelir açısından 78(%39) kişi aylık gelirin yetmediğini belirtmiş, 71(%35,5) kişi kısmen yeterli demiş, 51(%25,5) kişide yeterli olarak işaretlemiştir.

Çalışmamıza katılanların 131(%65,5) eşi ve çocukları dışında bakmakla yükümlü oldukları bireyler olduğunu ifade etmiş, 69(%34,5) kişi ise bakmakla yükümlü kimsenin olmadığını belirtmiştir.

Çalışanlar çalıştıkları yerlere ulaşım şekli olarak servis ile 48(%25) kişi, toplu taşıma ile 80(%40) kişi, kendi aracı ile 70(%35) kişi belirtmiştir.

Tatil yapabilen 93(%46,5) kişi bulunmakta 107(53,5) kişide tatil yapamadığını belirtmiş. Sosyal faaliyetlerde bulunabilen 24(%12) kişi yeterli olduğunu söylemiş, 117(%58,5) kişide kısmen yeterli olduğunu belirtmiş, 59(%29,5) kişide sosyal faaliyetlere yetersiz katılmaktadır.

(32)

Tablo 1:demografik özellikler Katılan kişi (n=200) Anestezi 100 Klinik 100 Cinsiyet (E/K) Erkek 128(%64) Kadın 72 (y%36) Yaş (yıl) 20-30 yaş 107(%53,5) 30-40 yaş 71 (%35,5) 40+ üstü 22 (%11)

Eğitim durumu Lise 30 (%15)

Önlisans 59(%29,5) Lisans 50(%25)

Yükseklisans 61(%30,5)

Medeni durum Evli 86(%43)

Bekâr 114(%57)

Çocuk varlığı Var 130(%65)

Yok, 70(%35)

Aylık gelir durumu Yetiyor 51(%25,5)

Yetmiyor 78(%39) Kısmen 71(%35,5) Bakmakla yükümlü Kişi varlığı Var 131(%65,5) Yok, 69(%34,5) Ulaşım Servis 48(%25) Toplu taşıma 80(%40) Kendi aracı 70(%35)

Tatil yapabilme durumu Evet, 93(%46,5)

Hayır, 107(%54,5)

Sosyal faaliyetlere katılabilme Yeterli 24(%12)

Yetersiz 59(%29,5) Kısmen 117(58,5)

(33)

Çalışmamızda gruplar, anestezi çalışanları grup A ve dâhili klinik çalışanları grup K olarak ayrılmıştır. Çalışmamıza katılanları cinsiyet değerlendirmesinde; Grup A erkek sayısı 63, grup K 65 olup, kadın sayısında ise grup A 37 kişi, grup K 35 olarak görüldü. İki grup arasında cinsiyet açısından anlamlı fark görülmedi(p>0,7).

Yaş dağılımına bakıldığında grup A da 20-30 yaş aralığında 47, grup K da 60 kişi olup, 30-40 yaş aralığında grup A 45, grup K 26 kişi, 40 yaş üstü kişi sayası grup A 8, grup K da 14 kişi olduğu görüldü. İki grup arasında yaş açısından anlamlı fark görüldü (p<0,01).

Eğitim düzeylerine bakıldığında lisansüstü kişi sayısı birbirine çok yakın olup grup A 30 kişi, grup K da ise 31 kişi vardı. Lisans mezunlarında kişi sayısı grup K 33, grup A da ise 16 kişi tespit edildi. Grup A önlisans mezunlarında 45 kişi olup grup K 14 kişi ile aralarında belirgin fark görüldü. Lise mezunları sayısına bakıldığında grup A 9, grup K 22 kişi vardı. İki grup arasında eğitim düzeyi açısından çok anlamlı fark bulundu(p<0,0001).

Medeni durum ve çocuk sayısı karşılaştırmasında her iki grupta rastlantısal olarak eşit olarak görüldü. Her iki grupta da evli sayısı 57 kişi, bekâr sayısı 43 kişi olarak bulundu (p:1). Çocuk sahibi olanların varlığı iki grupta da eşit bulundu. Her iki grupta da çocuk sahibi olanların sayısı 35 olarak tespit edildi (p:1).

Her iki grupta da gelir olarak çoğunluk gelirlerinin yetmediğini veya kısmen yettiğini işaretlemiş. Aylık gelir yeterli bulan kişi sayısı grup A 25, grup K 26 idi. Kısmen yeterli bulan grup A kişi sayısı 37 grup K ise 34 idi. Yetersiz bulanların sayısı grup A 38, grup K 40 olarak görüldü. İki grup arasında gelir düzeyinin yeterliliği yakın bulundu (p>0,9).

Bakmakla yükümlü olduğu kişi varlığı grup A 73 kişi, grup K 58 kişi olarak bulundu. Grup A da bakmakla yükümlü kişi varlığı grup K ya göre belirgin fark olduğu halde istatiksel olarak anlamlı anlamlı fark görülmedi (P>0,56).

Çalıştığı yere ulaşmak için toplu taşımayı kullanan kişi sayısı grup A da 47 kişi, grup K da 33 kişi, kendi aracını kullananlar grup K 41 kişi, grup A da 29 kişi görüldü. Çalıştığı yere servis ile ulaşımını sağlayan kişi sayısı A grubunda 24 K grubunda 26 kişi vardı (P>0,1).

Her iki grupta da tatil yapabilme sayısı birbirine yakın olup A grubunda 52 kişi, K grubunda 55 kişi tespit edildi (p>0,6).

(34)

Sosyal etkinliklere katılma açısından A grubunda 27 kişi, K grubunda 32 kişi sosyal etkinliklere katılmayı yetersiz, A grubunda 62 kişi, K grubunda 55 kişi kısmen yetersiz, A grubunda 11 kişi, K grupta 13 kişi yeterli olarak ifade etmişler. İki grup arasında sosyal etkinliklere katılma açısından anlamlı fark görülmedi (p>0,6)

Beck depresyon ve tükenmişlik sendromu: Çalışmamıza katılan tüm sağlık çalışanlarının tükenmişlik sendromu açısından değerlendirdiğimizde duygusal tükenmişliğin ortalama 20±7 minimum 2 ile maksimum 36 değerlerinde görüldü. İşe karşı soğuma uzaklaşma ölçeği olan Duyarsızlaşma(depersinilisazyon) ortalama değeri 6,2± 4 olup minimum 0 ile maksimum 15 işaretlendiği görüldü. Ölçeğimizin Kişisel başarı bölümünde ortalama 11,46± 5,6, en düşük değer 0 ile en yüksek 28 olan değerler görüldü.

Depresyon düzeyini belirten Beck depresyon ölçeği çalışmamıza katılan tüm çalışanlarda ortalama değer 11,98±8,56 en düşük 0 en yüksek 42 olarak bulundu.

Çalışmamızda grup A ve grup K çalışanlarının tükenmişlikleri MTÖ göre değerlendirildiğinde A grubunda duygusal tükenmişlik ortalama 20,84±6,60 olup bu değer K grubunda 19,34±7,3 olarak görüldü. Her iki grupta maksimum değerler birbirine yakın K grubunda 34, A grubunda 36 olup minimum değerler K grubunda 2 A grubunda 10 olarak görüldü. Duygusal tükenmişlik İki grup arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,1). Depersonilisazyon değerleri A grubunda ortalama değer 6,2±4 olarak görüldü,K grubunda 6,3±3,8 tespit edildi. İki grup arasında depersonilizasyon değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,8). Klinik beceri değerlendirilmesinde A grubunda ortalama değer 10,64±5,9 ( min: 0 max: 28) , K grubunda ortalama 12,28±5 , (min: 1 max: 24 ) olduğu görüldü. Kişisel beceri A grubunda anlamlı şekilde düşük bulundu (p<0,03). BDÖ’nin her iki grup karşılaştırılmasında A grubunda ortalama değer 12,92±8,8, K grubunda 11,05±8,2 görüldü. Minimum değer ikisinde de 0 olup, maksimum değerleri A grubunda 42, K grubunda 34’ idi. Beck depresyon ölçeği iki grup arasında anlamlı farklılık görülmedi (p>0,1)

(35)

Tablo 2: iki grup arasında sosyodemografik verilerin karşılaştırılması D e m o g r a f i k ö z e l l i k A n e s t e z i K l i n i k P C i n s i y e t ( E / K ) 6 3 / 3 7 6 5 / 3 5 0 . 7 Y a ş a r a l ı ğ ı 2 0 - 3 0 y a ş 3 0 - 4 0 y a ş > 4 0 y a ş 4 7 4 5 8 6 0 2 6 1 4 0 , 0 1 E ğ i t i m d u r u m u L i s e Ö n l i s a n s l i s a n s Y ü k s e k l i s a n s 9 4 5 1 6 3 0 2 2 1 4 3 1 3 3 0 , 0 0 0 1 M e d e n i d u r u m E v l i / b e k a r 5 7 / 4 3 5 7 / 4 3 1 Ç o c u k v a r l ı ğ ı V a r / y o k 6 5 / 3 5 6 5 / 3 5 1 A y l ı k g e l i r Y e t e r s i z K ı s m e n Y e t e r l i 3 8 3 7 2 5 4 0 3 4 2 6 0 , 9 0 , 9 0 , 9 Y ü k ü m l ü l ü k V a r / y o k 2 7 / 7 2 4 2 / 5 8 0 . 5 6 U l a ş ı m T o p l u t a ş ı m a S e r v i s K e n d i a r a c ı 2 4 4 7 2 9 2 6 3 3 4 1 0 , 1 T a t i l Y a p ı y o r / y a p m ı y o r 5 2 / 4 8 5 5 / 4 5 0 , 7 S o s y a l e t k i n l i k Y e t e r s i z K ı s m e n Y e t e r l i 2 7 6 2 1 1 3 2 5 5 1 3 0 , 6 0 , 6 0 , 7

(36)

Tablo 3: iki grup arasında MTÖ ve BDÖ testlerinin karşılaştırılması T e s t A n e s t e z i K l i n i k P D u y g u s a l t ü k e n m i ş l i k 2 0 , 8 4 ± 6 , 6 0 1 9 . 3 ± 7 , 3 > 0 , 1 D u y a r s ı z l a ş m a 6 , 2 ± 4 6 , 3 ± 3 , 8 > 0 , 8 K i ş i s e l b e c e r i 1 0 , 6 ± 5 , 9 1 2 , 2 ± 5 , 1 < 0 , 0 3 B e c k d e p r e s y o n ö l ç e ğ i 1 2 , 9 ± 8 , 8 1 1 ± 8 , 2 > 0 , 1

5.TARTIŞMA

(37)

Çalışmamızda Dicle Üniversitesi ameliyathanelerinde çalışan anestezistler ile dâhili klinik birim çalışanlarında tükenmişlik sendromu ve depresyon açısında karşılaştırmak amaçlanmıştır. Bu amaçla sosyodemografik özellikleri de gösteren 3 bölümden oluşan anket uygulanmıştır.

Anestezi vermek, hastanın hayati fonksiyonlarını kontrol etmek, hastaya yardım etmek, ağrı ve anksiyetesini gidermek, diğer ameliyathane çalışanlarının işini

kolaylaştırmak, ameliyathaneyi organize etmek şeklinde özetlenebilir. Çalışma ortamlarının kapalı olması, gece nöbetlerinin olması, hasta hayati fonksiyonlarını düzenleme görevlerinden dolayı anestezi çalışanlarının depresyon ve tükenmişlik düzeyleri belirlenmelidir.

Dâhili klinik çalışanları hastanın tanı, tedavi, tedavi sonrası bakımlarında anestezi çalışanlarına göre daha uzun süre iletişim içindedirler. Bu sebeple hastalardan olumlu ya da olumsuz yönde eleştirilerle karşılaşma olasılıkları daha fazladır.

Literatüre bakıldığında anestezi çalışanları ile dâhili klinik çalışanların depresyon ve tükenmişlik düzeylerinin karşılaştırıldığı sınırlı sayıda kaynağa ulaşılmıştır.

Çalışmamıza katılanları sosyodemografik özellikleri açısından

karşılaştırdığımızda; yaş ve eğitim durumu açısından farklı görülüp diğer değerler de benzer sonuçlara varılmıştır.

Çalışmamızda gruplar arası cinsiyet açısından karşılaştırmada iki grupta da erkek sayısında bayan sayısına göre yaklaşık iki katına yakın olup, grup K da erkek sayısı grup A dan yüksek görüldü ama istatistiki olarak anlamlı bir fark görülmedi.

Yaş aralığına bakıldığında 20-30 yaş aralığında iki grupta da yüksek olup, grup K da bu sayı 60 kişi grup A da 47 kişi idi. 30-40 yaş aralığında grup A da 45 grup K 26 kişi mevcut. 20 il 40 yaş aralığında grup A da 100 kişiden 92’sinin olması anestezi teknikerliği bölümünün eski bir bölüm olmamasından kaynaklanıyor. Buna bağlı olarak genç nüfus olarak belirgin yükseklik tespit edildi.40 yaş üstü grup A da 8 grup K da 14 kişi tespit edildi. Yaş açısından değerlendirildiğinde iki grup arasında anlamlı fark görülmüştür.

Eğitim durumu iki grup için yüksek lisans düzeyi birbirine yakın olup grup A da 30 grup K da 33 görülmüştür. Ülkedeki sağlık personeli yetiştirme kurumlarında

hizmete alım farklı düzeylerden olabildiği için lise, önlisans ve lisans düzeyi eğitimde anlamlı farklılıklar oluşturmaktadır. Anestezi teknikerliği önlisans eğitimi

(38)

gerektirdiğinden anestezide belirgin yükseklik görülmektedir. Yine yardımcı sağlık personeli olan ve dâhili klinik dallarında çalışanlar lisans düzeyinde veya sağlık kolejlerinde mezun olmaları yeterli olmaktadır. Bu sebeple grup K da lise ve lisans eğitim düzeyinde belirgin yükseklik görülmüştür. Eğitim sistemindeki bu farklılıklar çalışmamızda da eğitim düzeyinde farklılık oluşturmuştur.

Medeni durum, çocuk sahibi olma açısından iki grupta da rastlantısal eşit bulunmuştur. İki grupta da evli ve çocuk sahibi olanlar daha fazla görülmüştür. Diğer sosyodemografik veriler incelendiğinde ülkenin ve bölgenin sosyoekonomik durumu ve klinikler arası çalışma saati, maaş miktarı, aile yapısı, sosyal ilişkiler, ulaşım, tatil şartları benzer olduğundan çalışmamızda bu özelliklere bağlı anket sorularına iki grupta da benzer sonuçlar çıkmıştır.

Sağlık çalışanları tükenmişlik açısından en riskli meslek gruplarından biridir. Literatürde, sağlık çalışanlarında tükenmişliğe neden olan etmenler; örgütsel, iş ile ilgili ve bireysel olarak incelenmektedir. Örgütsel etmenler; rol belirsizliği, yöneticilerden destek alamama, iş güvensizliği, kararlara katılmama, katı politikalar, uzun çalışma saatleri, ekip üyeleriyle yaşanan çatışmalar, yoğun hasta etkileşimleri, işyerindeki sosyal desteğin azlığı, bürokrasi, kariyer beklentilerinin karşılanmaması gibi etmenlerdir. İş yükü, vardiyalı çalışma, çalışma süresi, maaş azlığı, mesleğin statü ve itibar

sağlamaması, işin çok yönlülüğü, yanı sıra fiziksel ve zihinsel güçlüğü, zaman baskısı, sınırlamalar tükenmişliğe neden olan iş ile ilgili etmenlerdir. Bireysel etmenler ise yaş, eğitim, cinsiyet, sağlık durumu, kişilik, stresle başa çıkma yeteneğidir. Yukarıda da söylediğimiz gibi sağlık çalışanlarında tükenmişlik gelişme riski yüksektir.

Çalışmamızda tüm dünyada yaygın olarak kullanılan Maslach tükenmişlik ölçeği kullanıldı. Maslach tükenmişliğin duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı hissinin azalması olmak üzere üç alt boyutu olduğunu öne sürmüştür. Duygusal tükenme; diğer insanlarla ilişkide bulunan çalışanlar tarafından hissedilen duygusal açıdan zorlanma ve tükenme halidir. Duyarsızlaşma; genellikle hizmet verilen insanlara karşı ilgisiz, umursamaz ve alaycı tutumların gelişmesini ifade etmektedir. Kişisel başarı hissi ise, çalışanların yeterlilik ve başarı duygularında görülen azalmaları işaret etmektedir(43)

Çalışmamızın sonuçlarına göre maslach duygusal tükenmişlik puanı, duyarsızlık puanı arasında negatif yönde ilişki, maslach kişisel başarı puanı pozitif yönde ilişki

Şekil

Tablo 1:demografik özellikler Katılan kişi (n=200) Anestezi 100Klinik 100 Cinsiyet (E/K) Erkek 128(%64)  Kadın 72 (y%36) Yaş (yıl) 20-30 yaş 107(%53,5)30-40 yaş 71 (%35,5) 40+ üstü 22  (%11)
Tablo 2: iki grup arasında sosyodemografik verilerin karşılaştırılması D e m o g r a f i k   ö z e l l i k A n e s t e z i K l i n i k P C i n s i y e t   ( E / K ) 6 3 / 3 7 6 5 / 3 5 0
Tablo 3: iki grup arasında MTÖ ve BDÖ testlerinin karşılaştırılması T e s t A n e s t e z i K l i n i k P D u y g u s a l   t ü k e n m i ş l i k   2 0 , 8 4 ± 6 , 6 0 1 9

Referanslar

Benzer Belgeler

thickness,PI,RI and development of embryo among groups have no significant difference.The pregnancy rate of group A was significantly lower than that of group B(P<0.05) and

(17) karotis endarterektomi ameliyatla- rında, genel anestezi alan olgularda klemp konulması sonrasında serebral oksimetrede görülen düşmenin şant kullanımın

Maslach tarafından ‘işi gereği insanlarla yoğun bir ilişki içerisinde olanlarda görülen duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel

Bu bulgulardan hareketle H 3 (Katılımcıların sosyo-demografik özelliklerine göre yöneticilerin transformasyonel liderlik davranışlarını algılamalarında anlamlı

Girişimci pazarlama ölçeğinin tüm alt boyutlarının işletmelerin yıllık satış cirosuna göre ortalamaları incelendiğinde, kaynak odaklılık ve

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

Sakarya muharebesinden bir müddet evvel Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisince Baş­ kumandan intihap edilince ismet Paşa Garp Cephesi kumaudanlığma tayin olunmuş

Bu oyun dört erkek oyuncu ile oyna- nır., Erkek oyunculardan biri gizli bir yerde Kadın Kifayeti giyer, karşısında elin Je iki bıçak olan bir oyuncu ve başka bir