13 MAYIS 1979
HALDUN
TANER
DEVEKUŞU>wz
jnefctupCaî
YIKICILIK ZEVKİNE KARŞI
H
ER ülkenin kültür tarihinde kahvelerin çok önemli yeri var. Her ülkenin nice düşünürü, yazarı, sanatçısı, evi kadar, hatta evinden çok bu kahvelerde düşün müş, tartışmış, düşüncelerini oluş turmuş, yazmış, çizmiş, yaratmıştır."Dehalar taşrada çıkar ama baş kentlerde keşfedilir” diye bir söz var
dır. Taşralı yetenekler en büyük geliş me olanağını büyük kent kahvelerinde bulmuşlardır. Hangi ülkeye bakarsa nız yazar-çizer takımının bu kahveler de toplaştığını görürsünüz.
P
ARİS’İ alalım. 1698’de açılan ve Paris kahvelerinin en eskisi sa yılan Café Prokope aynı za manda Türk kahvesini ilk defa Avru palIlara tanıtmakla da ün yapmıştı. Müşterileri arasında La Fontaine’ler, Voltaire’ler, Robespierre'ler bulunan Café Prokope, geçmişinin ünlü müş teri listesi ile bugün de övünmekte dir.M
ONTPARNASE’ın göbeğin de Boulevard Raspail’in kö şesindeki La Rotonde’- un devamlı ünlü müşterileri içinde Strindberg, Lenin, fütürfst .Marinetti, Matisse sayılabilir. Roton- de’un karşısındaki Café du Dome’da Guillaume Apollinaire, Picasso, ''Lé ger, Braque, Coucteau, Yon Goll vé arkadaşları toplanırlarmış. Gloserie de Lilas ise Verlaine’in, Rimbeau’nun, başlarında Manarme olduğu halde sembolistlerin, Paul Fort’un bannağı İmiş. Chat Noir, bilindiği gibi Sa- lis’nin, Aristide Bruant’ın, Tou louse Lautrec’in buluşma yeri imiş. Kabare tiyatrosunun bu kah venin şakacı havasından doğduğu da malûmdur. La Coupole, daha çok yabancı sanatçıların kahvesi imiş. Il ya Ehrenbourg, Marc Chagall, Dali, Miro gibi... Amerikalı gönüllü sür günlerin, yani Gertrude Stein’in ave nesi, Hemingway’lerin, Fitzgerald’la- rın, Calder’lerin de buranın iskemle lerini aşındırdığını, adı geçenlerin anılarından biliyoruz. Bir zaman Sartre’ın ve egzistansiyalizmin tekke si haline gelen Café Flore, Yahya Ke mal’in de devam ettiği Café Select, Paris’in binlerce kahvesi içinde en edebî olarak ilk akla gelenler.B
ERLİN’in de Thomas Mann gi bi. Alfred Döblin gibi, Rainer Maria Rilke gibi, Walter Meh ring gibi, Zuckmayer gibi, Gustav Klimt gibi sanatçıları toplayan ünlü edebî kahveleri vardı. Café Adler bun lardan biri idi, Schawannecke bir başkası. Bir de Romanisch Caf/e var dı. Gerçek yazarlar ve sanatçılar yanında sanatçı olduklan kuruntu sundaki gösterişli sakallı, bol pele rinli, kadife ceketli gençler de buraya doluşurlardı. Vestiyercinin bile gizli gizli roman yazdığı bu kahveye bun- danötürü Café Grössen wahn, “Burnu Büyükler, Megalomanlar Kahvesi” adı takılmıştı.V
İYANA’ya yerleşmeden önce fikrini almak için kendisinden randevu istediğim ünlü eleştir men Hans Weigel bana uaıe Hai- mund’un adresini vermişti. Adam notlarını, defterlerini, kitaplarını yan yana bitiştirdiği İki masaya yaymış, sabahtan akşama kadar burada çalı şıyor, özel bürosu imiş gibi ziyaretçi lerini de orada kabul ediyordu. Nitekim Erich Kästner1! de aradığınız zaman. Berlin’deki özel kahvesiCafé Leon’da bulabilirdiniz. O da
ora-yıbüro edinmişti. Garsonlar da bunu benimsemişlerdi.
O
RALARDA öyle de bizde başka türlü mü? Kahvelerle edebiyat ilişkisin! rahmetli dost Tahlr Alangu işleyeceğini söylediği zaman, yararlı olmak için Avrupa kahvelerinin bu niteliği üzerine kendisine hayli belge vermiştim.Daha sonra arkada şım Salâh Birsel kahveler üzerine iki nefis kitap yayınladı. RahmetH Fikret Adil’in Aşmalı Mescit adlı eseri de bu konuda iyi bir materyal birikimi sağ layan anılardan oluşuyordu. Bizdeki edebî kahvelerden söz edilince akla ilk gelen Küllük oluyor. Mahmud Şevket Paşa Mektehi müdürü ve ho caları burada oturup kahve içtikleri zaman, yürününce iki karış toz çıkar tan mezbelelik bir yermiş. Tavukların eşelendiği bu yere Küllük demişler, öyle kalmış. Daha sonra bir alaturka akademi hâlini aldığında Mustafa Şe- kip’ler, Emin Ali’ler, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’lar, Ibnülemin Mahmud Kemal’ler, Fuad Köprülü’ler, Hilmi Ziya’lar, Mükrimln Halil’ler ve çiçeği burnunda şair ve yazarlar burada top lanır olmuşlar Ben Küllük’ün son dö nemlerine yetiştim. Ahmed Haşlm’in, Yakup Kadri’nin, Yusuf Ziya’nın, Sad isttin Celâl’in, Celâlettin Ezine’nin en sevdikleri kahve ise Lebon idi. NisuazPastahanesi de bir dönemde çeşitli
kuşak aydın, yazar ve sanatçıların uğrağı olmuştu. Sait Faik, Salih To zan, Celâl Sılay, Asaf Hâlet Çelebi başta olmak üzere oranın da ünlü tir yakileri vardı.
Ş
İMDİLERDE İstanbul’da artık böyle anılarla dolu kahveler pek kalmadı. Bunlardan bir son örnek olarak yalnız Markiz duru yor. Belle Epoque duvar çinileri ve renkli vitrayları, antika avizesi ile eski Beyoğlu’nun tarihî bir anısı olarak duran bu huzurlu kahveye de zama nında ünlülerden kimler dadanma mış. Hüseyin Cahit, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi, Abdülhak Şinasi, izzet Melih, Vâlâ • Nurettin, Sedat Si- mavi, Ulunay, Mithat Cemal, Nec mettin Sahir Sılan, Haşan Ali Yücel, Nizamettin Nazif ve daha sonraki ku şaktan nice niceleri... Paris’teki Bras ser! Lipp üslûbundaki bu lokal, bu gün de İstanbul intelligentiasının bir kısmının buluştuğu huzurlu bir ban- nak olup gidiyordu.Ne var ki, eski yaşanmışlıklann, zengin anıların barınağı, kişilikli ya pıtları hiçimseyen hoyrat bir yıkıcılık, elini buraya da atmış... Binanın sahi bi bir otomobil yedek parçacısı tari hin bir parçası Avedis Efendi’yi ve pastahanesini yok edip buraya parça cı dükkânı açacakmış. Bunu Sayın Burhan .Arpad’ın Cumhuriyet’tekl bir yazısından üzüntü ile öğrenmiş bulu nuyoruz.
Tepebaşı Tlyatrosu’nu », yaktık. Şimdi Markiz’i de yok eder, Perapa- las’ı da ortadan kaldırırsak, eskf Bey- oğiu’nu iyice silip süpürmüş olaca ğız.
B
İR ülkenin kültürel mirası nice nice ayrıntılı birikimlere de da yanır. Uygar ülkelerde anıların barınağı eski ağaçlar, parklar, evler, alanlar, tiyatrolar, lokaller, tapuyu ya da baltayı eline alanın keyfi ile yok edilemez. Bu saygısızlar orada bu de ğerleri korumakla yükümlü resmî ma kamları ve koskoca bir kamuoyunu dimdik karşılarında bulurlar.Darısı başımıza demekten başka ne söylenir!..