• Sonuç bulunamadı

Türk Modernleşmesi ve Basın: Musa Ataş’ın Bilinmeyen Hakimiyet-i Milliye Yazıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Modernleşmesi ve Basın: Musa Ataş’ın Bilinmeyen Hakimiyet-i Milliye Yazıları"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türk Modernleşmesi ve Basın:

Musa Ataş’ın Bilinmeyen Hakimiyet-i Milliye Yazıları*

Turkish Modernisation and the Press: The Unknown Hakimiyet-i Milliye (National Sovereignty) Writings of Musa Ataş

Öz

Bu çalışma, Bursa basın tarihinde önemli bir yeri bulunan, aynı zamanda Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin (BGC) kurucularından ve ilk başkanı olarak on yıl görev yapan Musa Ataş’ın Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye’ye 1928-1934 yılları arasında yazdığı 238 yazı üzerine yapılmış tarihsel bir incelemedir.

Çalışma resmi ve kişisel arşivlerden edinilmiş belgelerle mektupların yazarının kim olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yönüyle Musa Ataş’la ilgili biyografik çalışmalara ve basın tarihi çalışmalarına katkı sunmaktadır. Aynı zamanda erken Cumhuriyet dönemindeki büyük toplumsal dönüşümlerin modern kentin oluşumu, gündelik yaşamın örgütlenmesi ve yeni toplumsal ilişkilerin gelişmesi üzerindeki etkilerine, modern yurttaşın ortaya çıkışına ilişkin analizlere katkılar sağlayacak olgular sunmaktadır. Böylelikle modernleşme ve basın ilişkisini somutlaştıran veriler sunar. Bir gazeteci olarak Ataş’ın politik konumlanışının yazılarıyla bağlantısının izlerini süren bu çalışma iktidar, basın ve toplum ilişkileri değerlendirmeleri için de eleştirel okumalara katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

Niteliksel tasarım içerisinden gerçekleştirilen çalışmada arşiv çalışması ve metin analizi yapılmış, eleştirel bir basın tarihi yaklaşımı benimsenerek toplanan veriler tarihsel ve toplumsal bir analize konu edilmiştir.

Abstract

This study is a historical examination of the 238 writings of Musa Ataş in Ankara based journal Hakimiyet-i Milliye between the years of 1928-1934. Ataş occupies an important place in the history of journalism in Bursa; he was among the founders of Bursa Journalists’ Association and served as its first chairmanfor ten years.

The study reveals who is the author of letters from the official and personal archive documents. In this respect, it contributes to the biographical examinations and history of journalism studies. At the same time, it presents facts on the great social transformations of the early Republican period that contribute to the analysis of the modern city formation, the organization of everyday life and the effects on the development of new social relations, the emergence of modern citizens. It thus provides factual information that concretize modernization and media relations. This work traces the connection of Ataş’s political position as a journalist with his writings. In this manner it aims to contribute to the critical studies which examine the relations between power, the press and the society.

This work was carried out within qualitative design. Archive work and text analysis used together. Adopting a critical journalism history approach, the collected data have been subject to historical and social analysis.

Şafak ETİKE, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, E-posta:safaketike@gmail.com

Anahtar Kelimeler: Basın Tarihi, Musa Ataş, Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Basını, Hakimiyet-i Milliye, Modernleşme ve Basın. Keywords: History of Journalism, Musa Ataş, Early Republican Era Turkish Press, Media and Modernisation

*: Musa Ataş’ın kişisel arşivini bu çalışmaya açarak belgelere ulaşmamı sağlayan torunu Onur Can Öztat’a ve arşivin kullanılmasına izin veren kızı Serap Öztat’a teşekkürlerimi sunarım (Ş.E.).

(2)

Giriş

Türk Bağımsızlık Savaşının 1923’te zaferle sonuçlanmasının ardından toplumsal dönüşümler de yeni sınıfsal çatışmalar ve uzlaşmalar çerçevesinde gerçekleşmeye devam etmektedir. Avrupa emperyalizmine direniş ile ortaya çıkan yeni ve genç Cumhuriyet, toplumsal değişimler içerisinde gelişen kapitalist ilişki formlarıyla kendi anti-emperyalist temellerini uzlaştırmaya ve eski döneme ait toplumsal ilişkilerden kendisini kurtarmaya çalışmaktadır. Türk modernleşmesinin en kritik dönemi de eski yapıyla bağları devrimci bir biçimde kopararak yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun modern devleti oluşturma ve toplumu dönüştürme çabasının doruğa çıktığı Cumhuriyet Devrimleri dönemidir.

Modernleşmenin bu uğrağında basın da kritik bir rol oynamıştır. Basının toplum üzerindeki etkisi ve dönüştürücü gücünü çok iyi kavramış olan devrimin önderleri henüz savaş sırasında geniş halk kesimlerine yurttaki durumu anlatmak ve çıkış yolunu gösterebilmek, büyük savaşa halkın desteğini kazanabilmek için Sivas’ta İrade-i Milliye’yi çıkarmışlardır.1

Mustafa Kemal mücadelenin merkezini Ankara’ya taşıdığında ise Anadolu’nun Sesi isimli Ankara merkezli yeni bir gazete çıkarmaya ve daha sonra yeni çıkacak gazetenin adının Anadolu’nun Sesi değil, Hakimiyet-i Milliye olmasına karar verir. Hakimiyet-i Milliye kurulduğu günden itibaren milli mücadelenin ve sonrasında da devrimlerin sesi olacaktır.2

1 Gazete, 4 Eylül 1919’da toplanan ve 11 Eylül’de tamamlanan Sivas Kongresinden hemen 3 gün sonra yayınlanmaya başlamıştır. Atatürk, gazeteyi, Sivas Kongresinin kararlarını, ülkesinin parçalanması, yok olması ve halkın özgürlüğünü kaybetmesi tehdidi karşısında ortaya koyduğu iradeyi, Sivas’tan bütün dünyaya ilan etmek için kurmuştur (Oral, 1970: 74). Tamer, İrade-i Milliye’nin Kurtuluş Savaşının ilk yazılı savunucusu, ilk basın organı olduğunu belirterek şöyle yazmaktadır: “İrade-i Milliye’nin yayınlanmasındaki temel amaç, toplumsal destek oluşturmak için halka Anadolu’da başlayan mücadelenin haklılığını kanıtlamak ve harekete meşruluk kazandırmaktı. Yayınlandığı ilk andan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun merkezinde ilgi ile karşılanm ıştı...” Tamer’e göre, İrade’i Milliye harekete meşruiyet kazandırarak görevini başarıyla yerine getirmiştir (Tamer, : 166-169). 4 sayfa ve haftada 2 gün bin adet basılması planlanan gazete, milli mücadelenin sonuna kadar devam etmiştir (Topuz, 2003: 127). Mustafa Kemal, İrade-i

Milliye’de imzasız pek çok başyazı ve makale kaleme almıştır (Tamer, 2003). Atatürk, İrade-i Milliye’yi Sivaslıların da

ricası üzerine bir armağan olarak orada bırakmıştır (Oral, 1970: 74).

2 Gazete, Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesinden sadece 14 gün sonra, 10 Ocak 1920’de yayın hayatına başlamıştır. Amacı “Milletin iradesini hakim kılmaktır” (Topuz, 2003: 119-125). 10 Ocak 1920 tarihli ilk sayısının başyazısı bizzat Mustafa Kemal tarafından Hakkı Behiç’e not ettirilmiştir ve orada gazetenin amacı şöyle anlatılmaktadır: “Bugünden itibaren mevki-i intişara çıkan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu alâkadar eden

muhitlerin ahvâl ve hadisâtını ihtiva edecek olan gazetemize bu ismi tesadüfi olarak vermedik Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tarik-i mücâhedenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki, Hâkimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır.” Gazetenin mesleğini milletin hakimiyetinin savunulması olarak tanımlandığı başyazı

şöyle bitmektedir: “Millet yaşamağa, hür ve müstakil yaşamağa, yaşadıkça da mesut ve mütekâmil bir unsur-ı terakki

olmağa muhtaçtır. Hâkimiyetini bunun için istimal edecektir. Gazetemizin de gayesi milletin bu ihtiyacıdır.” Gazetenin

imzasız başyazılarının çoğu bizzat Mustafa Kemal’in kaleminden çıkmış ya da onun tarafından dikte ettirilmiş, Atatürk, kendi yazmadığı ya da yazdırmadığı durumlarda başyazıları mutlaka incelemiştir (Bolluk ve Güran, 2008: 9). Şapolyo, Atatürk’ün Hakimiyet-i Milliye’deki bütün yazıları gözden geçirdiğini yazmaktadır. Başlangıçta haftada iki gün dört sayfa olarak çıkarılan ve 3 kuruşa satılan gazete, kendi matbaasını kurmasının ardından 6 Şubat 1921 tarihinde günlük olarak çıkmaya başlamıştır (Şapolyo, 1971: 196). Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük ekonomik sıkıntılar içerisinde, zor ve yetersiz koşullarda çıkan gazete bir han odasında hazırlanmaktadır. Çalışanların hepsinin bellerinde silah vardır, çünkü bazen muhalif bir milletvekili odayı basabilmekte, silahların patlaması an meselesi olmaktadır (Topuz, 2003: 120). “Bu gazete yoksulluk içinde çıkmakta idi. Kağıt ve mürekkep yoktu. Gazetenin sermayesi pek azdı. Bu parayı da ilk günlerde Atatürk vermişti” (Şapolyo, 1971: 195). Bir kerpiç ve tezek yığınından ibaret olan Hâkimiyet-i Milliye’nin Ankara’daki yazı ve idare merkezi, dört direk üstüne kondurulmuş iki derme çatma odasıyla bir leylek yuvasını andırmaktadır. Yakup Kadri “Lakin biz bu leylek yuvasında kendimizi kartallar gibi kuvvetli buluyorduk” demektedir (Aktaran: Önder, 1991).

(3)

Mustafa Kemal 1925 yılında Meclis açılış konuşmasında, Cumhuriyet devriminin kendi zihniyet ve ahlâkını taşıyan basınını yine ancak Cumhuriyetin kendisinin yetiştireceğine, milletin “yeni” çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştıracak, teşvik edecek olanın basın olduğuna inandığını söylemektedir (Arsan, 1989a: 57). Basının devrimler etrafında çelikten bir kale olması isteğini ise 1924 yılının Şubatında İzmir’de bir araya geldiği gazetecilere şu sözlerle anlatır:

“Türkiye basını, milletin gerçek ses ve iradesinin belirme yeri olan Cumhuriyet’in etrafında

çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, düşünüş kalesi! Basınla ilgili kişilerden bunu istemek, Cumhuriyet’in hakkıdır. Bugün, milletin samimî olarak birlik ve dayanışma içinde bulunması zarurîdir. Umumun kurtuluşu ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi eriştirmede basının vazifesi çok ve çok mühimdir.” (Arsan, 1989b: 171)

Hakimiyet-i Milliye, Mustafa Kemal’in, kurulmakta olan Cumhuriyet’in sesidir. Tüm devrimleri büyük coşkuyla karşılamış, ekonomik atılımı ve sosyal dönüşümü, çağdaşlaşan eğitim ve sağlık sistemlerini, yenilikleri, kurulan fabrikaları, yapılan yolları, açılan üniversiteleri, kısaca tüm gelişmeleri heyecanla aktarmıştır. Yayın hayatını sürdüğü on dört yıl boyunca sosyal, hukuksal, ekonomik ve siyasal dönüşümlerin geniş halk kesimlerine, farklı toplumsal sınıflara aktarılmasını, yeni toplumsal ilişki formlarının yaygınlaşmasını amaçlamıştır (Emre, 2009). Toplumsal çelişkiler gazetenin yayınlarında daha bağımsız yayın organlarındaki kadar açığa çıkmasa da yeni siyasal yönetimle organik bağı onu farklı toplumsal sınıfların çatışmalarının yansıdığı bir alan olmaktan bağışık hale getirmemiştir. Toplumun farklı kesimlerinin sorunları ve çıkarlarının da belli ölçülerde ortaya konup savunulduğu dolayısıyla siyasal yönetimle toplumsal gruplar arasında etkileşimin sağlandığı bir mücadele alanı ve aracı haline gelmiştir.3 Özellikle memleketin çeşitli köşelerindeki muhabirlerden gelen ve yerel sorunları dile getiren yazılar buna önemli olanak sağlamıştır.

1920 yılında yayına başladığı dönemlerde kadrolu muhabirleri ve yazarları bulunmayan, her aydının yazabildiği Hakimiyet-i Milliye, zamanla kurumsallaşmış, kendi kadrosunu oluşturmuş, Ankara gazeteciliğinin okulu haline gelmiştir (Şapolyo, 1971: 194-196). Zamanla, sadece Ankara’dan yazılanlarla yetinmeyen gazete kendi taşra ve dış haberler kadrosunu da oluşturmuştur. Hakimiyet-i Milliye’de yurdun ve dünyanın her yerinden haberler, yazılar yayınlanmaktadır. Anadolu Ajansı’nınyurttan geçtiği haberleri kullanmanın yanı sıra pek çok ilde “hususi” muhabiri de bulunan gazetede bu muhabirlerin yazıları “Memleket Mektubu” ya da gönderilen yerin adıyla yazılan “Samsun Mektubu”, “Adana Mektubu”, “Isparta Mektubu”, “Berlin Mektubu” gibi üst başlıklarla yayınlanmaktadır. Bu mektuplar bugün bizim bildiğimiz şekliyle köşe yazılarını andırmaktadır.4

Hakimiyet-i Milliye’de taşradan gelen bu haberlerin ve yazıların en istikrarlılarından, devamlılığı en yüksek olanlardan biri de “Bursa Mektubu”dur.5 Çalışmanın incelediği

1928-1934 yılları arasındaki altı yıllık dönemde Hakimiyet-i Milliye’de yayınlanan 238 Bursa Mektubunda dönemin Bursa’sının özellikleri, ilçeleri, kazaları, Bursa’daki gelişmeler, ekonomik durum, kent hayatı ve kent hayatındaki dönüşüm, doğası, zenginlikleri, sorunları, eğitim ve sağlık alanlarında durum hakkında bilgi vermekte, 3 İletişim araçlarının hem sınıfsal bir mücadele alanı hem de sınıfsal mücadele aracı olmasına yönelik geniş bir değerlendirme için bkz. Yücesan-Özdemir ve Kaderoğlu Bulut, 2016.

4 Mektuplar çoğunlukla geldikleri kente göre isimlendirilse de zaman zaman “Memleket Postası”, “Taşra Mektubu”, “Yurt Postası” gibi üst başlıklarla da yayınlanabilmektedir.

(4)

devrimlerle birlikte Bursa’da yaşanan gelişmeleri, Cumhuriyetin kurucu kadrolarının Bursa’daki faaliyetlerini anlatmaktadır.

Mektuplarda öncelikle Bursa, tüm Türkiye’ye tanıtılmaya, Bursa’nın turistik bir merkez haline gelmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bursa’nın özellikleri anlatılarak merkezi hükümetin dikkati de buraya çekilmeye çalışılmakta ve kente yatırım yapılması konusunda Ankara teşvik edilmektedir. Mektuplarda sık sık Bursa’nın o dönemki sorunları da işlenerek çözüm önerileri getirilmekte, merkezi ve yerel yönetimlerin dikkati sorunlara çekilmekte, bunları çözmesi için yönetimlere eleştiri ve çağrı yapılmaktadır. Ayrıca, Bursa’nın gelişmesi için kenti ilgilendiren hemen hemen her alanda iyi düşünülmüş ciddi öneriler sunulmaktadır. Bu da mektupların yazarının Bursa’nın sorunlarına hâkim olduğu, bunları sadece yazmakla kalmayıp üzerinde kafa yorduğu, ciddiyet ve titizlikle araştırarak çözüm ürettiği izlenimi vermektedir.

Dönemin Bursa’sının çok canlı fotoğraflarını veren, hem tarihçiler hem de Bursa tarihine ilgi duyanlar için çok ilginç ayrıntılar içeren yazıların, akıcı bir üslubu ve temiz bir dili vardır. Mektuplar, 1930’larda yazılmış ve eski Türkçe sözcükler yoğun olarak kullanılmış olmasına rağmen günümüz okuyucuları için rahatça anlaşılabilecek düzeydedir.

Bazı dönemlerde hemen her gün yayınlanan ve sıklık arz eden mektuplar, bazı dönemlerde daha seyrek yayınlanmaktadır. Hakimiyet-i Milliye sayfalarında ortalama haftada iki hatta üç Bursa Mektubu ile karşılaşılabildiği gibi birkaç hafta boyunca hiç Bursa Mektubu’nun yayınlanmadığı dönemler de takip edilebilmektedir. Hatta 1933 yılında Şubat ayından itibaren aylarca tek bir mektuba bile rastlanamamış, o dönemde gazetede Bursa ile ilgili haberlere de çok seyrek yer verildiği gözlenmiştir. Mektupların genel olarak, yazılmasından iki ya da üç gün sonra, ender olarak da dört gün sonra yayınlandığı anlaşılmaktadır.6 Mektupların hemen ertesi gün yayınlanması çok nadir rastlanılan bir durumdur. Ancak yazılar çoğunlukla yazıldıklarından iki gün sonra yayınlanmaktadır. Bu da mektupların yazılmasının ardından bir gün yol için sonraki gün de basıma girmesi için vakit gerektiğini düşündürtmektedir.

Mektuplarda genelde birbirinden farklı ve bağımsız konular işlense de birbirinin devamı niteliğinde mektuplar da vardır. Rutin haber takipleri genellikle bu mektuplarda yer bulmamakla beraber, mektubun içerisinde arka arkaya sıralanmış olarak Bursa ile ilgili haberlere yer verildiğine de rastlanmaktadır.

Gazetedeki rutin haberler ya A.A. (Anadolu Ajansı) ya da H.M. (Hakimiyet-i Milliye) mahreçli olarak ve imzasız yayınlanmaktadır. Mektupları bunlardan ayıran ise daha çok köşe yazısı gibi düzenlenmeleri, gözlem, izlenim ve fikir yazıları olmaları, olayları perde arkasıyla anlatmalarıdır.

Bursa Mektuplarını inceleyen bu çalışmada, mektupların yanı sıra hem yazarın kişisel arşivinden hem de Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün resmi arşivinden belgelerle mektupların yazarının kim olduğu ortaya koyulacaktır. Bu yönüyle basın tarihi çalışmalarına katkı sunmanın yanı sıra, erken Cumhuriyet dönemi ve Bursa tarihi çalışmalarında tarihsel analizlere olanak tanıyacak olgusal veriler ortaya koymayı amaçlamaktır. Bir diğer amaç da basın-siyaset, modernleşme ve basın ilişkilerinin tarihsel

(5)

çözümlemelerine katkı sağlamak, bu ilişkinin gazete metinlerinde nasıl ortaya çıktığını analiz etmektir.

Çalışmanın Yöntemi

Hakimiyet-i Milliye’de yer alan Bursa Mektupları üzerine bir çalışma birkaç açıdan önemlidir. Öncelikle mektuplar Türk modernleşmesinin en hızlı ve en kritik döneminin canlı bir resmini ortaya koymaktadır. Büyük toplumsal dönüşümlerin ekonomide, sosyal ve kültürel hayatta, gündelik yaşamda yarattığı etkiler ete kemiğe bürünerek karşımıza dikilmektedir. Modern kent yaşamının nasıl örgütlendiği, nasıl dönüştüğü adım adım takip edilebilmektedir. Bu yönüyle hem Cumhuriyet öncesi dönemle Cumhuriyet dönemi, hem de bu dönemlerle günümüz arasında karşılaştırma yapma olanağı vermekte, geçmişi ve bugünü daha iyi anlayabilmemize katkı yapmaktadır. Diğer yandan mektuplar dönemin kent yaşamı ve özel olarak da Bursa’nın tarihine ilişkin çok özel ve değerli bilgiler sunmaktadır. Çalışmanın basın tarihi açısından önemi mektupların bugüne kadar meçhul kalmış yazarının kimliğini ortaya çıkarmasıdır. Dolayısıyla yazarın da bilinmeyen yazılarının okuyucunun dikkatine sunulmasıdır. Öte yandan mektuplar, iktidar, basın ve farklı toplumsal sınıflar arasındaki karmaşık ilişkilerin bütünsel bir okumasına katkı sunmaktadır.

Nitel tasarım içerisinde gerçekleştirilen çalışma bir basın tarihi çalışmasıdır. Yazılı metinleri toplumsal ve tarihsel ilişkiler bağlamında yorumlayan diyalektik yöntem kullanılmıştır. Bir kitle iletişim aracı olarak gazeteyi araçsallaştıran ve salt iktidarın elinde aydın zümresini dizayn etmeye yönelik bir araç olarak sunan geleneksel basın tarihi çalışmalarına mesafe konulmuş, basını karmaşık toplumsal ilişkilerin bir parçası olarak kavrayan ve bu ilişkilerin bütünsel olarak değerlendirildiği eleştirel bir bakış açısı geliştirilmeye çalışılmıştır.7 Öncelikle teknik olarak yapılan arşiv taramasında mektuplar ve Ataş’a ait belgeler bir araya getirilmiştir. Niteliksel metin analizi uygulanan arşiv belgeleri üzerinden eleştirel bir değerlendirme yapılmıştır. Eski alfabeyi okumanın sınırlılıkları nedeniyle Harf Devriminin yapıldığı 1928 yılından önceki mektuplar okunamamış, bu nedenle bu çalışmada değerlendirme dışı bırakılmıştır. Gazetenin hem eski hem de yeni harfleri kullanarak iki alfabe ile karma yayın yaptığı 1 Eylül 1928’den itibaren adını değiştirerek yayın hayatını bitirdiği 28 Kasım 1934 tarihine kadarki 6 yıllık dönem taranmış ve bu dönemde gazetede toplam 238 Bursa Mektubuna ulaşılmıştır. Soyadı kanunundan önce yazıldığı için yazılar sadece ‘Musa’ imzasını taşımaktadır.

Hakimiyet-i Milliye’de 1928 yılında (arşiv taramasının başladığı 1 Eylül’den itibaren) 4, 1929 yılında 61, 1930’da 40, 1931’de 64, 1932 yılında 46, 1933’te ve 1934 yılında 16 Bursa Mektubu yayınlanmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde mektupların yazarının kim olduğu arşiv belgeleriyle kanıtlanarak ortaya konulacaktır. İkinci bölümde ise mektuplar üzerinde durulacak, yazılar önce konularına göre kategorize edilecektir. Ataş’ın politik konumlanışı ile yazılarının üzerinde ilerlediği temel akslar arasında bağlantı kurulacak, bu aksların yazılarında nasıl vücut bulduğu örneklerle aktarılmaya çalışılacaktır.

(6)

Mektupların Gizli Yazarı: Musa Ataş

Bursa’nın önde gelen gazetecilerinden Musa Ataş, Cumhuriyet ve Hürriyet’in ilk Bursa muhabiridir. Ayrıca Anadolu Ajansı için de çalışmıştır. Ancak, Ataş’ın biyografilerinde, herhangi bir dönem Hakimiyet-i Milliye muhabiri olduğuna ilişkin bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bursa Gazeteciler Cemiyetinin kurucusu ve görevi on yıl sürdüren ilk başkanı Ataş’ın Hakimiyet-i Milliye’nin devamı olan Ulus gazetesi muhabirliği bilinmekte ancak, Hakimiyet-i Milliye muhabirliği ve oradaki Bursa yazıları bilinmemektedir.8

Bursa Mektupları üzerine bir değerlendirme amacıyla başlamış bu çalışmada mektupların yazarının kimliği araştırılırken Musa Ataş’ın bilinmeyen bu yazıları ortaya çıkarılmıştır. Yazarın ailesi ile kurulan diyalogda Ataş’ın ailesinin de bu yazılardan haberdar olmadığı görülmüş ancak ailenin kişisel arşivinden çıkarılan belgeler mektupların altındaki Musa imzasının Ataş’a ait olduğunu ortaya koymuştur.

Ataş’ın Hakimiyet-i Milliye muhabiri olduğuna ilişkin iki belgeyi torunu Onur Can Öztat, bu çalışmaya katkı olarak sunmuştur. Söz konusu belgelerden ilki, Ataş’ın meslek hayatının 25. yıldönümünde Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından onuruna düzenlenen jübilede yapmak üzere daktiloda hazırladığı (ve muhtemelen yaptığı) konuşmanın metnidir. Konuşma metninde önce gazeteciliğe nasıl başladığını ve nasıl Cumhuriyet gazetesinin muhabiri olduğunu anlatan Ataş, “Sonraları, Ankara’da çıkmakta olan Hakimiyet-i Milliye’nin (Şimdiki Ulus’un) muhabirliğini de aldım.” demektedir.9 Bu sözler, Ataş’ın Hakimiyet-i Milliye’nin Bursa muhabirliğini ve mektuplardaki Musa imzasının ona ait olduğunu kanıtlamaktadır.

Musa Ataş’ın Hakimiyet-i Milliye muhabirliğini kanıtlayan ikinci belge, yine Öztat’ın çalışmaya katkısı olan, gazetenin Ankara’daki merkezinden Ataş’a gelen 7 Mart 1934 tarihli yazıdır. 7 Mart 1934 tarihli ve Hakimiyet-i Milliye antetli belge, gazetenin yazı işleri müdürü Nazif10 tarafından imzalanmıştır. Gazete merkezinden Musa Ataş’a gönderilen belgede serbest çalışan muhabirlere yapılacak ödemeler için haberlerin 8 Bursa Mektupları 1932 yılı Şubat-Temmuz ayları arasında yayınlanan “M. R.” imzalı 24 mektup dışında ya “Musa” imzasını taşımakta ya da seyrek de olsa imzasız çıkmaktadır. 11 Nisan 1930’da “Bursa’da Bahar Başlayınca” başlıklı Bursa Mektubu’nun “Musa Rıza” imzalı olması nedeniyle “M. R.” kısaltmasının “Musa Rıza”nın baş harfleri olduğu düşünülmektedir. 1932’ye gelince kadar “Musa Rıza” imzalı o tek mektuptan başka bir Musa Rıza ya da M. R. imzalı mektuba rastlanmamaktadır. Ancak 1932 yılının Şubat ve Temmuz aylarında yayınlanan 31 mektuptan 12 Mart ve 14 Mart tarihli “Musa” imzalı iki ve imzasız yayınlanan beş yazı dışındaki 24 mektubun tümüne de “M. R.” imzası atılmış; Bursa mektupları 4 Ağustos 1932 tarihinden itibaren “Musa” imzasıyla devam etmiş; mektuplarda “M. R.” ya da “Musa Rıza” imzasına bir daha rastlanmamıştır. Rıza, Ataş’ın babasının adıdır. 1962 ve 64 yıllarında düzenlenen basın kartlarında “Baba adı” hanesinde “Mehmet Rıza” yazmaktadır. Bu da Ataş’ın soyadı kanunundan önce baba adının da kullanılması geleneğine uyarak zaman zaman bu adı kullandığını düşündürmektedir. Buna ek olarak, Hakimiyet-i Milliye’de 4 Ağustos 1932’de “Musa” imzasıyla yayınlanan yazıda Koza Borsası Komiseri Mümtaz Şükrü Beyin “Geçenlerde size bu seneki kozanın bir milyon kilo kadar olacağını söylemiştim.” İfadesi yer almaktadır. Bu yazıdan 1 ay kadar önce “M. R.” imzasıyla yayınlanmış olan 30 Haziran tarihli ve “Bu Seneki Koza Mahsulü” başlıklı mektupta Mümtaz Şükrü Beyin “geçenlerde” yapmış olduğunu söylediği söz konusu açıklamalarına yer verildiği anlaşılmaktadır. Bu da “M. R.” imzasıyla yazan gazetecinin de Musa Ataş’tan başkasının olmadığını ispatlamaktadır. Ayrıca, Ataş 18 Ağustos 1932 tarihli “Musa” imzalı Bursa Mektubunda şu ifadeyi kullanmaktadır: “İş Bankasının Bursa Şubesinin Bursa mekteplerinden birinci çıkan talebeye vadettiği kumbara ve ikişer liralık mükâfat alanlardan bir kısmını evvelce yazmıştım.” Ataş’ın “evvelce” yazdığı yazı 2 Temmuz 1932 tarihli Bursa Mektubudur ve “M. R.” imzalıdır.

9 BELGE-1 olarak sunulan ve üç sayfa olan konuşmanın tamamı Ek-1(a), EK-1(b) ve EK-1(c)’de incelenebilir. 10 Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu.

(7)

ve yapılan harcamaların hangi yöntemle gazete merkezine gönderilmesi gerektiği, ödemelerin ve gazetenin dağıtımının nasıl yapılacağı anlatılmaktadır.11

BELGE 2- Musa ATAŞ’ın kişisel arşivinde bulunan ve torunu Onur Can ÖZTAT tarafından çalışmaya katkı olarak sunulan 7 Mart 1934 tarihli belge.

Hakimiyet-i Milliye’de yayınlanan “Musa” imzalı Bursa yazılarının Ataş’a ait olduğuna dair kesin kanıtı oluşturan belgeler ise bu çalışma yapılırken ortaya çıkmıştır. Soyadı Kanunu 21 Haziran 1934’te kabul edilmiş, yurttaşlara soyadı alabilmeleri için iki yıl süre tanınmıştır. Hakimiyet-i Milliye’nin adını değiştirerek Ulus olduğu 28 Kasım 1934’e kadar Bursa Mektupları “Musa” imzasıyla çıkmaya devam etmiştir. Musa’nın Hakimiyet-i Milliye’deki son yazısı 18 Kasım 1934 tarihlidir. Gazetenin Ulus adını almasının ardından Ataş, yazılarını bir süre daha Musa imzasıyla devam ettirmiş, 15 Aralık 1934’te yayınlanan yazısına da ilk kez Musa Ataş imzasını koymuştur.

Hakimiyet-i Milliye ile Ulus arasında bir devamlılık olduğundan kadrosunun değişmesi söz konusu değildir. Diğer kentlerin muhabirleri ve Ankara merkezi de aynı

(8)

kadroyla yayıncılığa devam etmektedir. Zaten Bursa ve diğer kentlerden gelen yazıları inceleyen araştırmacılar, bu yazıların birbirini tamamladığını, birbirinin devamı olduğunu ve aynı kalemlerden çıktığını görebilmektedir. Ayrıca, gazetenin Ulus adını almasından önce soyadı ile yazan çok sayıda muhabirin bulunduğu, bunların Ulus’ta da yazmaya devam ettiği görülmektedir.

Tüm bunlara ek olarak, çalışma kapsamında Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün arşivlerinden ulaşılan Ataş’a ait basın kartları ve beyannameler arasında 1960 yılında sarı basın kartını yenilemek için verdiği beyanname ise Bursa Mektuplarının yazarının Ataş olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır.

(9)

Bursa Mektupları

Musa Ataş, işgal koşullarında genç bir lise talebesidir. Okulunu bırakarak işgale karşı milli mücadeleye katılmış ve savaş boyunca cepheden cepheye koşmuş, savaş bittiğinde de Bursa’ya dönerek Fransızca öğretmeni olmuştur. Ancak kısa bir süre sonra öğretmenliği bırakarak gazeteci olarak çalışmaya başlar. Çeşitli yayın kuruluşlarının Bursa muhabirliğini yürütür. Büyük bir Bursa aşığıdır (Tonak, 2007; Akkılıç, 2002).Bursa’ya derinden duyduğu bağlılığı yazdığı her yazıda, her kitapta görebilmek mümkündür.12 Hakimiyet-i Milliye, Ulus ve Cumhuriyet’e Bursa’dan yazdığı tüm yazılar bu bağlılığı yansıtmaktadır.

“50 Yıl Önce Bursa’da daha genç kuşaklara elli yıl önceki Bursa’yı tanıtarak bu yıllar içinde kentin geçirdiği değişime dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Çünkü ona göre, Bursa’yı değiştiren, geliştiren, adım adım modern bir kent haline getiren Cumhuriyettir.

“Küçüklüğümden beri görüp tanıdığım Bursa’yı bu günkü nesle de hayalen olsun şu küçük eserle nakil etmekten zevk duymaktayım. Aradan geçen zaman 50 yıldır. Tabi hayalinizde canlandıracağınız o zamanki Bursa ile bu günküsü arasında dağlar kadar fark göreceksiniz. “Yalnız yapılan bu işler ve Bursa’nın bu hale sokulması kolay olmamıştır. Bursa’nın çehresini değiştiren Cumhuriyet devridir ve bu devir de adımlarla gitmektedir.”

İşte Ataş, Hakimiyet-i Milliye’ye yazdığı Bursa Mektuplarında bu adımların izini sürmektedir. Kentte adım adım gerçekleşen değişiklikler ve sancılı modernleşme süreci Ataş’ın kalemiyle birer tarihi belge olarak gazete arşivlerindeki yerini almaktadır.

Mektuplar konularına göre şöyle kategorize edilebilir:

• Bursa’nın doğasının ve özelliklerinin anlatıldığı, Bursa’yı diğer kentlerde yaşayanlara tanıtmaya ve siyasi iktidarın dikkatini bir yatırım alanı olarak Bursa’ya çekmeye yönelik mektuplar;

• Sanayideki ve ticaretteki gelişmelerin anlatıldığı kent ekonomisiyle ilgili mektuplar;

• Cumhuriyetle birlikte değişen kent yaşamını ve kentteki dönüşümü, modern kentin kuruluşunu anlatan mektuplar;

• Kentte olup bitenlerle ilgili perde arkası bilgiler verilen mektuplar;

• Kentin sorunlarının işlendiği, bu sorunların çözümüne ya da Bursa’nın gelişmesine yönelik eleştiriler ve öneriler getirilen, uyarılarda bulunulan mektuplar;

• Cumhuriyetin Bursa’da kurumlarda yarattığı dönüşümünün betimlendiği mektuplar.

Mektupların yazıldığı dönemde yeni toplumsal ilişkiler mayalanmakta, büyük dönüşümler yaşanmaktadır. Bu dönüşümün memleketin özgün üretim ilişkileri 12 Ataş’ın Bursa üzerine yazılmış 6 kitabı ve yüzlerce gazete yazısı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: 50 Yıl Önce Bursa (1960), Bursa Kaplıcaları ve Otelleri Broşürü (1952), Dünya Cenneti ULUDAĞ (1951), Bursa San’atları (1949), Tarih ve Tabiat Şehri Bursa (1948), Bursa Kılavuzu (İstanbul 1944).

(10)

koşullarında ve sömürgeciliğe karşı bir mücadele sonucunda gerçekleşmesi kendine özgü bir sermaye birikim rejimini zorunlu kılmaktadır. Ekonomik, siyasal ve kültürel değişimler milli burjuvazinin geliştirilmesi ve demokrasinin inşa edilmesi programı çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Savaşın kazanılması ve devrimin gerçekleşmesi bir sınıflar ittifakı sayesindedir. Sınıflar arasındaki çelişkilerin, iktidar mücadelelerinin şekillendirdiği bu program, Timur’un (1971) küçük burjuva radikalizmi olarak adlandırdığı asker-sivil aydın zümresinin müdahaleleriyle kamucu ve aydınlanmacı bir temel üzerinde yükselir . Ataş’ın yazılarında kendisinin bu programa verdiği destek ortaya çıkmaktadır. Ancak Ataş bir gazetecidir, vakanüvis değildir. Sadece dönüşümlerin, devrimlerle birlikte ekonomide, sosyal ilişkilerde, gündelik hayatta gerçekleşen değişimlerin kaydını tutmaz, onları sadece anlatmaz, aksine onlara yön vermeye çalışır. Gündeme getirdiği sorunlar ve yönelttiği eleştirilerle gelişmelere yön vermede başarılı olduğu da yazılarından anlaşılmakta, gündeme getirdiği sorunun bir süre sonra yetkililerce çözüldüğünü yazabilmektedir.

Ataş’ın yazılarına esas yön veren onun halkçı bakış açısı olmuştur. Kapitalist ilişkilerin henüz yeni yeni geliştiği, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkilerin keskinleşmediği bir dönemdir. Ataş’ın benimsemiş olduğu halkçılığın üç temeli vardır: tüm sınıfların hukuksal, kültürel, ekonomik eşitliği, tüm toplumsal grupların refahını yükseltmek ve sosyal dayanışma. Ataş’ın hükümete ve yerel yönetime verdiği desteği de, yönelttiği eleştirileri de belirleyen halkçı bakış açısıdır. Milli burjuvazinin batı kapitalizmiyle bütünleşme yönelimine girdiği ve halkçı damarlarının zayıfladığı kırklı yıllarda Ataş’ın hükümete verdiği desteği çektiği ve halkçı aksı sürdüreceği umuduna kapılarak Demokrat Parti’ye yakınlaştığı görülmektedir.

Bu çerçevede Bursa Mektupları da Ataş’ın halkçılığının bu üç temeli çerçevesinde incelenebilir:

• Milli ekonominin kurulması çerçevesindeki tüm uygulamalara yer verir. • Geniş halk kesimlerinin aydınlanması ve kültürel hayatın farklı toplumsal

kesimleri kapsayacak şekilde dönüşmesi, toplumcu bir anlayışla tüm hizmetlere erişimde eşitlik sağlanması, siyasal demokratikleşmesinin herkesi kapsayacak biçimde dizayn edilmesi için öneriler ve eleştirilerde bulunur.

• Halkın tüm kesimlerinin refahını arttırmaya yönelik öneriler ve eleştiriler getirir.

Bursa’da Modernleşmenin Ekonomik Temelleri

Ataş bu nedenlerle tüm kentin refahını arttıracak ekonomik gelişmeler üzerinde çokça durur. Her ekonomik gelişme karşısında büyük heyecan duymakta, satırlarına bu heyecanı yansıtmaktadır. Örneğin, 6 Ocak 1929’da Marmara mermerlerinin Evkaf idaresince işlenmeye başlanacağını haber verirken bunun ekonomik gelişmeye büyük katkıda bulunacağını anlamaktadır. İpekçilik üzerine yazdığı yazılar bunun en güzel örneklerini verir. Çünkü 11 Temmuz 1929’daki mektubunda yazdığı gibi, ipekböcekçiliği Bursa’nın en büyük gelir sektörüdür.

(11)

“Bugün kâbul etmek lâzımdır ki; Bursa bir ipek ve ipekçilik memleketidir. Güzelliğinden, Kaplıcasından, Ziraatından, sanayiinden daha zenğin bir istikbâli bulunan ipekçiliğin, az masraf ve az emekle çok servet getiren geniş bir sâha olduğu her zaman iddia olunabilir…

“… Şehrin hemen yarısına yakın kısmı ipek fabrikalarile dolmuştu. Bunların kısmî azamî Yunan işgalinde harap olmuş, metrük bir vaziyette kalmış, fakat Cümhuriyeti müteakip bu ahşap fabrikalar yerine betondan yeni birçok fabrikalar yapılmak suretile memleketin ipekçiliğine yeni bir çığır açılmıştır…

“… İpekçilik bu şekli alırsa, Bursa’nın işsiz hiç bir ferdi kalmayacağında şüphe yoktur… “… Bursa ipeği ve Bursa ipekçiliği çok mühim bir alâkaya ve çok cezrî bir islâhamühtaçtır. “Ancak bu şekilde Türk ipekleri cihan piyasasına hakikaten hakim olacak ve Bursa civarı geniş bir refaha kavuşacaktır.

“Bunun için propaganda teşkilâtı da vücuda getirmek icap ediyor. Mes’elâ, Halkı ipek böceği beslemeye teşvik.”

Ataş’ın yazılarından her sektör için olduğu gibi ipekböcekçiliğinin durumuna ilişkin olgular da izlenebilir. Savaştan önce 4-5 milyonu bulan koza rekoltesinin Yunan işgali sırasında bahçelerin tahrip edilmesi, böcekhanelerin yakılıp yıkılması sonucunda 300-400 bine düştüğünü13, daha önce 4 olan mensucat fabrikası sayısının Cumhuriyet döneminde 22’ye,14 ipek fabrikalarının sayısının ise 38’e çıktığını ve bunların 34 tanesinin Türklere 4 fabrikanın da yabancılara ait olduğunu aktarmaktadır.15 Ataş 18 Ekim 1929 tarihli yazısında, her fabrikanın tezgah sayısını da arttırdığını belirterek, Avrupa’dan gelen ipekli talepleri karşısında bazı fabrikalarda günlük çalTışmanın 13 saati bulduğunu haber verir.

“Binaenaleyh, Avrupa’nın Bursa ipeklilerine fazla rağbet edişinin neticesidir ki; günde 13 saat çalışmak suretile kozadan ipek çıkarmağa gayret eden ipek fabrikaları bile görülmektedir. 13 saatlik bu mesai müddeti için o fabrika vâkıa ücretlere 10 kuruşluk bir zam yapmıştır. Fakat hiç olmazsa amelenin sık sık hava alması temin edilmek lâzımdır.”

11 Ocak 1930 tarihli “Bursa İpekçiliği Gittikçe İlerliyor - İnkişafı için Nasıl Bir

Program Yapılmalı” başlıklı Bursa Mektubunda “Hiçbir devirde şaşmayan altın kıymetinin burada bir benzeri vardır: (İpek)…” demektedir. Musa Ataş, aynı yazıda, ticaret odası, ipekçilik böcekçilik mektebi ve fabrikatörler birliğinin birlikte uygulamaya sokması için bir program önermektedir. Bu program önerisi şöyledir:

“1- Böcek besleyenlerin adedini, muhtelif teşvik şekillerine müracaat etmek suretile arttırmak. 2- Kozadan ipek çıkaran fabrikaların mesai kabiliyetini çoğaltmak.

3- İpekli imalâtanelerinin istihsal kudretini arttırmak.

4- Yünle ve pamukla karışık ipekliler dokumak. (Bu maddenin zengin olmayan, dolayısıyla lükse para harcayamayan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan halk için düşünüldüğünü açıklamaktadır.)”

22 Ocak 1931 tarihli yazısında ise ipek üretimine ilişkin istatistiki bilgiler verir. Ataş’ın aktardığı istatistiklere göre; Bursa’da, 1926’da 103 bin 644; 1927’de 99 bin 494; 1928’de 219 bin 203; 1929’da 170 bin 742 ve 1930’da da 104 bin 706 kilo ipek üretilmiştir.

13 2 Haziran 1932. 14 16 Mart 1929. 15 18 Ekim 1929.

(12)

Üreticiye konulan vergilerin azaltılması konusunda ısrarlı yazılarının sonuç verdiğini, iç piyasayı korumak için konulan gümrük vergilerinin ayrıntılarını, çalışma koşullarını, eski ve yeni fiyatlar ücretler karşılaştırmasını akıcı biçimde yazılarından takip edebilmekteyiz.

Dokumacılık, bıçakçılık, havluculuk, bakırcılık, köselecilik, tütüncülük mensucat… Tüm bu üretim alanlarında o günün geçmişle karşılaştırılan canlı resimlerini izleyebilmekteyiz. Ataş her alanda üreticilerin sorunlarını merkezi ve yerel yönetimlere yazıları aracılığıyla iletmekte, çözümler önermektedir.

Sanayileşme ile değişen toplumsal ilişkiler yeni yaşam biçimlerine ve kültürel kodlara gebedir. Yeni yaşam biçimleri yeni ihtiyaçlar anlamına gelir. Örneğin Ataş’ın yazılarından öğrendiğimiz, Türkiye’de ilk kreşin Bursa’da açılmış olmasının hikayesi bu dönüşümün daha iyi kavranmasına olanak tanır. Ataş’ın aktardıklarına göre, Bursa bir sanayi kenti olduğundan kadınlar da üretime katılmakta hatta üretim gücünün büyük bölümünü oluşturmaktadır. Kadının çalışma hayatına katıldığı modern yaşam çocukların bakımlarında yeni bazı çözümler aramayı gerektirmektedir. Sabah işe gidip akşam dönen annelerini sokaklarda bekleyen çocukların acınacak halde olduğunu yazan Ataş, bu örnekte yeni üretim biçiminin gerektirdiği toplumsal ilişkilerdeki dönüşümün somut görünümlerini yazar.16

“Bursa fabrikalariyle tütün imalathaneleri merhamete lâyık kimsesiz kadınlarla doludur. Fakat asıl merhamete şayan olanlar bunların çocuklarıdır. Eskiden sabah karanlıklarında sokaklara dökülen öksürüklü soluklu benizli işçi kadınların yanında birer, ikişer çocuğun da sürüklendiği görülürdü. Tam uykudan, temiz gıdadan mahrum bir halde sokaklarda, fabrika avlusunda sürünen bu çocukların iniltisi, sefaletin merhamet dilenen sesi gibi akşamlara kadar havada çalkanır dururdu…

“Türkiye’de ilk kreş açma fırsatına nail olan HimayeiEtfalin fahri reisi doktor Rıza Tahir Bey bu kreşlerin faaliyetini evveliyatıyla beraber bana şöyle anlattı: -Birgün şehrin iç sokaklarından geçiyordum. Bir kapının önünde üç yaşında bir çocuğun ağladığını gördüm. Çocuk pis ve bakımsızdı. İri bir köpek kapının halkasına bağlı bir torbaya atılıyor. Çocuk da onu koğmıya uğraşıyordu. Köpeği kovdum. Torbaya baktım. İçinde kuru bir ekmek parçası vardı. O sırada bir komşu kadın bana “Efendi” dedi. “Onun annesi tütüne gider. Çocuğun ekmeğini torbaya koyup kapıya asar. Çocuk akşama kadar kapının önünde oynar. Uyur. Ekmeğini yer. Kimsecikleri yoktur..” Bu tesadüf bana Bursa sokaklarında dökülmüş kalmış daha yüzlerce çocuğun olabileceğini hatırlattı. İşte bizde kreş lüzumunu canlı bir surette gösteren bu tesadüf olmuştur. Tabiî derhal faaliyete geçtik. HİmayeiEtfalin verdiği bütçe ile iki kreş açtık…

“Her işçi kadının kazancı nisbetinde haftada 14 ila 50 kuruş ücret vermesi kararlaştırıldı. Bu suretle çocuğunu para mukabilinde baktırmak kanaatini hasıl eden her işçi anne kreşe gelmiye başladı.”

Ataş’ın okuyucularıyla paylaştığı kreşin günlük programındaki yemek listesi, bugün kendi çocuğumuz için önümüze gelse bize korkunç görünebilir, ancak dönemin şartlarını anlatan yukarıdaki tabloyu göz önünde bulundurduğumuzda önemli bir olanak sunmaktadır.

(13)

“… çocuklar sabahleyin ekmek ve çaydan ibaret kahve altıdan sonra tepeden tırnağa kadar temizlenirler. Ondan sonra birer önlük giydirilerek meşgale odasına geçirilirler. Yegâne işleri kreşin mürebbisi ile konuşmak ve Frobel oyuncakları ile meşgul olmaktır. Öğle yemeği zamanı gelince kendilerine her gün bir türlü etli yemek verilir. Bu yemeğe senede bir veya iki defa da tatlı ilave edilir. Yemekten sonra bir buçuktan üçe kadar uyurlar. Akşam yemeği olarak gene çay ekmek verilir. Sonra bahçede kum oyunları başlar. İki kreşte ellişerden yüz çocuk vardır. Bursa bir fabrika memleketi olduğundan bu kadro kâfi gelmiyormuş. Şimdi bir semtte daha yüz mevcutlu kreşe ihtiyaç varmış…”

“Onun iktisadî mevcudiyeti bütün efradı milletin, daha doğrusu, Türkiye Cümhuriyetinin varlığı demektir” dediği köylünün sorunlarını da gündeme getiren ve bu sorunları iki önemli başlık altında aktaran Ataş, bu iki başlığı sosyal ve idari sorunlar olarak belirlemektedir. Köylülerin ağır çalışma koşulları bulunmasına karşın, ekonomik durumu iyi olsa da modern bir yaşam tarzı sürmediği, yemek, içmek, kaliteli giyinmek gibi yaşam standardını arttıran eylemleri önemsemediği üzerinde durmakta; Türk ocağının şehirlilerden ziyade köylülerin sosyal sorunlarının çözülmesi ve yaşam kalitesinin arttırılması için çalışmasını önermektedir. Ataş, köylülerin en büyük idari sorununu ise yollarının bulunmaması olarak tespit etmektedir. Ataş’ın yazısı şöyle biter: “Binaenaleyh yalnız frengi ve sıtma ile değil, biraz da bu şeraiti hayatiye ile mücadele etmek ve ettirmek icap ediyor zannederim.”

Köylünün günlük yaşamından da canlı örnekler vererek yazılar yazan Ataş’a göre köylülerin şartlarının iyileştirilmesiyle ilgili yapılacaklar sadece yol yapmakla sınırlı değildi. Ziraat Bankası hızla kredi kooperatifleri oluşturuyordu. Ataş’ın 18 Ağustos 1932 tarihli mektubunda hali hazırdaki sekiz kredi kooperatifine dört ay içerisinde yirmi sekiz kooperatif daha eklendiği belirtilmektedir. Ataş kooperatiflerin sayısının Ağustos sonuna kadar altmışa çıkmasının hedeflendiğini yazmaktadır. Ataş, zeytin üreticisiyle alıcısı arasındaki aracıların kaldırılmasını sağlayacak kooperatif üzerinde önemle durmaktadır.

Ataş’ta Modernleşme: Toplumcu ve Aydınlanmacı

Ekonomik sorunların yanı sıra halkın tüm katmanlarının sosyal sorunlarının çözülmesi, derneklerin, kültürel hayatı canlandıracak kurumların kuruluşu da Ataş’ın yazılarında sıklıkla işlenir. Ancak yazarın üzerinde en çok durduğu konular toplumcu sağlık anlayışı ve eğitimin yaygınlaştırılmasıdır. Yeni yönetimin sıtma, verem gibi salgın hastalıklarla mücadelesi, dispanserlerin hastanelerin kurulması, en ücra yerlere doktorlar gönderilmesi sık sık işlediği konular arasındadır.

Bu yazılarına en güzel örneklerden biri 18 Mayıs 1929 tarihli “Bursa’da sıtma mücadelesi” başlıklı mektubudur:

“İmparatorluk devirlerinin gütmediği bir siyaset vardı: Sağlık siyaseti. Seneler, hatta asırlar türk milletini yavaş yavaş sıtmadan kemirir hale harap ederken, buna ait tedbir almak nedense kimsenin aklına gelmemişti.

Eğer, Cümhuriyet Hükûmeti türk milletine hiçbir nimet bahşetmemiş olsaydı sadece sıtma mücadelesinin türk vatandaşlarına yapılan en büyük hizmet olduğunu kabul etmek lâzım gelirdi. İşte cümhuriyetinilanile beraber başlıyan bu sistematik faaliyeti mahallinde ve rakam üzerinde görmek ve son neticelerini öğrenmek istiyordum. Çünkü Bursa ve Balıkesir havalisi, sıtma mıntıkasının oldukça amansız yerlerini ihtiva ediyordu. Bu mıntıkanın mücadele reisi genç doktorlarımızdan Rüştü Beyi dairesinde ziyaret ettim.

(14)

… Yalnız bu mıntıkada 60000 kişinin muayene olunduğunu ve bunlardan ancak 600 kişide sıtma görüldüğünü öğrendim ki; beş senelik mesai neticesinde sıtma grafiğini %25 ten %1 e indiren teşkilatın bu şayanı şükran mesaisi halkın cümhuriyet hükûmetine karşı beslediği hiç bir şeyle ölçülemeyen derin sevgisini kısaca ifade eden bir sebeptir…”

Ataş’ın halkçı anlayışıyla sağlıkla beraber ele aldığı ve en çok yazdığı konu eğitimdir. Okuma yazmanın yaygınlaştırılması, okullaşma, parasız ve eşit eğitim imkanlarının kentten köye herkese sunulması üzerinde durur. Kız çocuklarının eğitimi için önerilerde bulunur, halkın taleplerini dile getirir.

“Geçen gün, Bursadan uzakta ve ıssız bir tepede kurulmuş, yepyeni bir köye17 gitmiştim…

“Eski devirlerin merş’um karanlıklarında nur ve feyzalmanın ne korkunç bir şey olduğunu henüz yeni yeni anlamaya başlayan muhterem köylü hemşehrilerimizin kendilerine has bir sekinte ve vekarla Millet mekteplerine gidip gelişini seyrettim: Parmağım dudağımda takılı kaldı.. Çünkü ders zamanında bir ihtiyar kadını, bir emzikli anayı, bir dul hemşireyi evinde bulamazsınız… Herkes kemali ehemmiyet ve cittiyetle mektebine gitmiştir.

“Hatta, o ihtiyar kadınlar, genç analar mektebe giderlerken talebe gibi karalı beyazlı önlük te giyiyorlar. Eskiden görmiye alıştığımız (göz aralığından bakan) bir tek kadına rast gelmedim.” (27

Şubat 1929)

31 Mart 1929 tarihli “Bursa’da yeni yazıyı okuyup yazmayan tek bir fert kalmamıştır” başlıklı mektubunda da şöyle demektedir:

“Misal mi istersiniz… Yığınlarla… Her gün yüzlerce hatta binlercesi ile karşılaşıyoruz… Eski harfleri bilmeyen ve öğrenmemek bahtsızlığında bulunan ihtiyarlar, gençler bugün o kadar memnun ve o kadar bahtiyardırlar ki: adeta yeniden dünyaya gelmişçesine seviniyor ve kaplarına sığamıyorlar…

“Eski harflerin zorla öğrenme kaideleri yüzünden nahak yere okuma yazma nimetinden mahrum kalan parlak zekalı gençler, bugün okuma zevkini tamamen tatmış bulunuyorlar. Köylüsünden, kasabalısından, şehirlisinden; artık yeni yazıyı okuyup yazamayan hemen hiçbir fert kalmamış gibidir…”

Aynı yazıda, meslek eğitiminin yaygınlaşmasından bahsetmekte “Gece San’atlar Mektebi”ni de anlatmaktadır.

“Maarif Vekilliğinin Bursa’da yeni açtığı (Gece San’atlar Mektebi) ne akan gençlik kütlesini gördüm… Eski harflerin bir tanesini dahi tanımadıkları halde bugün yeni harflerimizi pek mükemmel öğrenmiş bulunan bu kütle; yalnız okumayı değil, Medeniyet nimetini dahi tatmış bulunuyor ki hepisi elektrik, tesviye, torna tahsiline koşuyorlar…

“Henüz mektebin açıldığı ilan edilmeden iki gün içinde müracaat talebe adedinin 18 olduğunu söylersem tehacümün manası anlaşılır.

“Maarif Vekilliğinin bu sene şehirde yeniden açtığı bir kız enstitüsü de aynı vaziyettedir…”

Günümüzde hala eğitim ve öğretime devam eden İstiklal İlkokulunun açılışını

anlattığı 24 Eylül 1934 tarihli yazısı dönemin canlı bir tablosunu sunar.

“Tevekkeli değil, eski sultanlar seneler ve asırlarca halkı mektepten ve okumaktan mahrum etmişler. Çünkü halk okur ve halkın gözü açılırsa postlarının elden gideceğini anlamışlar… Cümhuriyet devrinde, eğer hiç bir şey yapılmadığını farz etsek bile bugün yalnız “mektep” mefhumuna verilen kıymet ve ehemmiyetin manasını düşünmek ve her gün açılan yeni yeni mektepleri göz önüne getirmek kâfidir.

“… Merasimden sonra bu semtin halkına ve çocuklarına mektep açılmıştı. Çocukların mektebe öyle bir saldırışı vardı ki, bu manzarayı fotoğrafımla tesbit etmeden geçemedim. İşte yalnız bu saldırış bile halkın ve çocuklarımızın – uzun seneler mektepsiz kaldıktan sonra – okumaya ne kadar susamış olduğunu göstermeye kâfidir.”

(15)

Ataş, halkın günlük yaşamının, ulaşım, idari organizasyon gibi sorunların çözümünün de takipçisi olmuştur. 1931 yılının 11 Şubatında “Bursa-Mudanya Demiryolunu Hükümet İşlettikten Sonra - Bursa’nın Anadolu Demiryolu Şebekesine Bağlanması…” başlıklı yazısı, Bursa’nın gelişebilmesi için demiryoluyla Anadolu’ya bağlanması önerisini büyük bir ısrar ve kararlılıkla anlattığı iyi bir örnektir. Ataş mektupta Bursa’nın onu diğer kentlerden ayıran özelliklerine ve gelişmesinin önündeki engellere yer vermekte, tüm bu sorunları çözecek önerisini de ortaya koymaktadır.

Ataş’ın kentin sorunlarını gündeme taşıdığı yazılarında sorunların kaynağı olduğunu düşündüğü kurum ve kuruluşlara yönelik eleştiriler yönelttiği, onlara sorunu ve çözümü gösterip doğrudan çağrılar yaptığı görülmektedir. Örneğin bir yazısında, Belediyeye, fiyat denetimi konusunda ihmalkârlığı olduğunu söylemektedir. Gıda maddelerinin açıktan satıldığı için mikropların yayılmasının kolay olduğunu belirterek, Belediyeyi bunu denetlemesi için uyarır. Bazı yazılarında şehir içi ulaşım imkanlarını detaylı şekilde anlatır. İlk dolmuşun, ilk otobüsün ne zaman ve neden kullanılmaya başladığını heyecanlı bir hikaye gibi yazılarından okuruz. Sık sık şehrin ulaşım sorunlarının çözülmesi için öneriler getirirken başka bir yazısında meyvelerin ilaçlanabilmesi için hükümetin bütçesinin yetmeyeceğini belirtmektedir. Ataş, hükümetten üreticileri “mücadeleye sevk” etmesini ve bilinçlendirmesini istemektedir.

Yerel yönetimlerin ihalelerini, şirketlerle ilişkilerini denetler. Sorunları gündeme getirir. Bazı şirketlerin çalışmaları yazılarında kıyasıya eleştirilmektedir.18 Ataş özellikle elektrik şirketi ile yazar. Şirketin daha önce de tramvay yapma konusunda halkı aldattığını ve oyaladığını belirterek ağır eleştiriler içeren mektuplar yazmıştır.19 1931 yılının 8 Temmuzunda yazdığı Bursa Mektubunda ise elektrik şirketinin Bursa Valiliğine ve belediyeye bilgi vermeden Ankara’da yaptığı görüşmeleri teşhir etmekte ve Ankara’yı, süresi dolmakta olan imtiyazını uzatmak isteyen şirketle ilgili uyarmaktadır. Halkı kandırdığını ifade ettiği şirketi ağır biçimde eleştiren Ataş, halkın, elektrik hizmetlerinin kamulaştırılması ve belediyeye devredilmesiyle ilgili taleplerini de dile getirmektedir.

Bu Uludağ’a ilişkin yazılarında da somut bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Uludağ’ın sadece zenginlerin gidebildiği bir yer olmaktan çıkarılarak tüm halkın gidip konaklayabildiği, herkesin “bu sıhhat ve şifa menbağı”ndan faydalanabildiği bir merkez olmasına yönelik önerileridir.

“… vaktı hali yerinde olanlar hiçbir fırsatı kaçırmıyarak Uludağa çıkıyor ve ve insana sihhat; kuvvet ve taze bir hayat bahşeden Uludağ’ın havasından, suyundan ve türlü bedayiinden istifade ederek Bursaya dönüyorlar. Fakat fakirler ve hastalar burnumuzun dibindeki bu sıhhat ve şifa kaynağından maalesef bir nebze bile istifade edemiyorlar. Çünkü: yol masrafından evvel orada oturacak bir yer tedariki bile, onlar için müşkül ve gayri mümkündür. Çünkü: vaziyeti maliyeleri buna müsait değildir. Halbuki dağın temiz havası hastalar ve âlelûmum yorgunlar üzerinde çok nafi ve ihyakâr tesirler yaratıyor…

“… Hükûmet, belediye, Turing kulüp ve teşebbüs sahibi sermayedarlarımızın iştirakiyle buralara yani (Dolubaba; Kirezli yayla ve Hüseyin alanı) denilen 18 28 Haziran 1931.

(16)

mahallelere kışın kaldırabilecek şekilde portatif seyyar yahut sabit barakalar veya pavyonlar yapılsa ve bunlar halka kiralansa ne iyi olacak… Çünkü : Uludağ otelinden bu şekilde istifade edilemez. Orası yalnız lüks tabakanın zevki için veya orijinal hayat sahiplerinin eksantrik hayallerini tatmin için yapılmış bir müessesedir. Otelden her sınıf halk istifade edemez. Halbuki saydığımız yerlerde kurulacak portatif mahallelerde bilhassa memurlar ve işyeri sahibi Bursalılar senenin muayyen zamanlarında kiralayacakları barakalarda ailelerini emniyetle terk edebilecekler kendileri de sabah akşam mıuntazaman seyrüsefer edecek otobüslerle işlerinin başına gidip gelebileceklerdir.. Bir sene mütemadiyen çalışan dimağ ve vücutların bir müddet bu münzevi çamlıklarda serazat bir kır hayatı geçirmek suretiyle istirahat ederek kazanacakları kuvveti tahmin etmek güç bir şey değildir.” (15 Ağustos 1931)

Sonuç

Gündeme getirdiği konulara, muhataplarına yöneltilen eleştirilere ve çözüm önerilerine bakıldığında Ataş’ın tüm kaygısı halkın tamamının hak ettiği yaşam standardına ulaşması ve kentin çağdaş bir görünüme kavuşmasıdır. Ataş’ın mektuplarına onun hukuksal, sosyal ve siyasal eşitliği temel alan halkçı bakış açısı damgasını vurmuştur.

Ataş’ın Hâkimiyet-i Milliye mektupları evet erken Cumhuriyet döneminin Bursa’sını anlatmakta, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Bursa’yla ilgili çok ilginç bilgiler vermekte, Bursa tarih çalışmalarına büyük katkı yapmaktadır. Ama bu mektupların bugüne katkısı bununla sınırlı değildir.

Türk modernleşmesinin en önemli uğraklarından olan devrimler döneminde siyasal ve ekonomik alandaki dönüşümle kültürel hayatın, sokaktaki insanın gündelik hayatının nasıl dönüştüğü tüm canlılığı içerisinde görülmektedir. Tarihi daha iyi anlamamıza katkı sağlayan mektuplar bugüne ilişkin ufkumuzu da genişletmektedir.

Basın ve siyasi iktidar, modernleşme-basın ilişkilerinin tüm açıklığıyla izlenebildiği mektuplar eleştirel değerlendirmeler için olgusal veriler sunmaktadır.

Kaynaklar

Akkılıç, Yılmaz (2002). “Ataş, Musa”, Bursa Ansiklopedisi Cilt I İçinde. Burdef Yay-No:3

Arsan, Nimet (Der.) (1989a). Atatürk’ün Söylev Ve Demeçleri I, Türk Tarih Kurumu Basım Evi.

Arsan, Nimet (Der.) (1989b). Atatürk’ün Söylev Ve Demeçleri II, Türk Tarih Kurumu Basım Evi.

Ataş, Musa (1944). Bursa Kılavuzu,İstanbul: Cumhuriyet Matbaası. Ataş, Musa (1960). 50 Yıl Önce Bursa,Bursa: Emek Matbaası.

(17)

Bolluk, Hadiye; Güran Kurtuluş (2008). Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi Hakimiyet-İ Milliye Yazıları. İstanbul: Ulusal Kanal Tanıtım Hizmetleri.

Doğramacıoğlu, Hüseyin (2007). Hâkimiyet-İ Milliye Gazetesi Üzerine Bir İnceleme,Haccettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara.

Emre, A. Elif (2009). “Ankara Gazeteciliğinin İlkokulu: Hakimiyet-İ Milliye”, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün – Bugün – Yarın İçinde, Der.: Korkmaz Alemdar. Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Karagöz Kızılca, Gül (2016). “Osmanlı/Türk Basın Tarihi Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme”, İlef Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, Ankara: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

Merih, Ayla (1957, Kasım) .“Atatürk’ün Gazeteciliği”. Cumhuriyet 27 Kasım 1957: S. 4. 110

Ova, Nalan (2005). Harf İnkılabı Ve Türk Basını (1928-1929): Vakit, İkdam Ve Hakimiyet-İ Milliye Örnekleri. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Oral, Fuat Süreyya (1970). Türk Basın Tarihi. İstanbul: Doğuş Matbaacılık.

Önder Mehmet (Mart 1991). “Milli Mücadele’nin Gazetesi Hakimiyet-İ Milliye Nasıl Çıkarıldı?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.20, C. 7. Http://Atam.Gov.Tr/ Milli-Mucadelenin-Gazetesi-Hakimiyet-İ-Milliye-Nasil-Cikarildi/

Özkaya, Yücel (Mart 1985). “Milli Mücadelede Anadolu Ajansının Kuruluşu Ve Faaliyetlerine Ait Bazı Belgeler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.2, C.1.http:// Atam.Gov.Tr/Milli-Mucadelede-Anadolu-Ajansinin-Kurulusu-Ve-Faaliyetlerine-Ait-Bazi-Belgeler/

Şapolyo, Enver Behnan (1971). Türk Gazeteciliği Tarihi. Ankara: Güven Matbaası. Tamer, Aytül (2003). Kurtuluş Savaşının İlk Resmi Basın Organı İrade-İ Milliye. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Timur, Taner (1971). Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara: Doğan Yayınları.

Tonak, Hacı (2007). “Bgc’nin İlk Başkanı Musa Ataş: Kalem Ve Kılıç Sahibiydi” Bursa Gazeteciler Cemiyeti Yayın Organı Bgc. Yıl:1 Sayı:1 Ekim 2007.

Topuz, Hıfzı (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Yücesan-Özdemir, Gamze; Kaderoğlu Bulut, Çağrı (2016). “Medyanın Sınıfsal Temelleri: Emeğin Gerçekleri ve Sermayenin İllüzyonları”, Toplum ve Hekim Dergisi, Cilt 31, Sayı 2, Mart-Nisan, s. 85-95.

(18)

EK-1(a) Musa ATAŞ’ın kişisel arşivinde bulunan ve torunu Onur Can ÖZTAT tarafından çalışmaya katkı olarak sunulan BELGE-1. (Konuşmasının birinci sayfası)

(19)
(20)

Referanslar

Benzer Belgeler

İşte bu âlem için- dedir ki, 1890 larm başında William Nicholson bir genç adam olarak sanat hayatına girmiş, ve bu- gün o neslin yaşıyan en değerli artisti

Basın bültenleri, kurum için kurumun algılanış tarzı ile ilgili bir yapıtaşı haline gelir ve kurum kültürünü de medya ile ilişkiler boyutuyla yansıtır.».. Kaynak:

Bu kişiler, teknolojinin her sorunu çözeceğine inanırlar ve biraz da hayal güçlerini kullanarak diğer personeli, gerçekçi olmayan beklentilere sürükleyebilir, yanlış

WoS, Scopus ve TR Dizin dergi seçim ve değerlendirme kriterleri arasında makale değerlendirme süreçleri, editör ve bilim kurulu üyelerinin kurumsal ve uluslararası

Bu çalışma için toplanan ancak ilk on sıralaması yapıldığından Tablo 2 ve Tablo 3’te yansıtılamayan verilere göre, 2000-2019 yılları arası 20 yıllık dönemde

Özetle, edilgen yapıların edimbilimsel işlevlerinin tarihsel bir süreçte açık bir şekilde ortaya koyabilmek, Çağdaş Türkçe ile Türkçenin tarihsel dönemlerindeki

Kadın Statüsü Genel Müdürlüğünün 2009 yılındaki araştırmasına göre; Türkiye genelinde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %39,

Çam pamuklu koşnili (Marchalina hellenica Gen.), ülkemizde kızılçam ağaçlarından beslenen ve salgıladığı bal şebnemi özelliği ile çam balı üretiminde kullanılan