22 AĞUSTOS 1995 SALI __ ______________________________________ __________ ___________ _ CUMHURİYE T __
K İ I T İ K
Ara Güler’in ikinci İstanbul kitabı ‘Yitirilmiş Renkler’ üzerine
Tahta Konak, Rami, 1979 Hal iskelesinde iş bekleyen mavracılar, Üsküdar, 1963
Külyutmaz bellek
MEMET BAYDUR_______________
Fotoğraf ile belleğin kopmaz bağlan vardır. Yazar- şair-ressam-eleştirmen- sanat adamı John Berger, “Anlatmanın
Bir Başka Yolu” adlı kitabında,
fotoğrafın icadıyla beraber, belleğin anlatım ve çözümleme yollanna yeni imkânlar doğduğunu yazar.
Eski aile fotoğraflanndan ne öğrenebiliriz? Anımsadığımız şeyle fotoğraftaki görüntü bire bir çakışırlar mı birbirleriyle? Fotoğraflar nasıl ve neden duygulandınrlar bizi? Hayatın şifresini çözmemize yarayan bir “yarı- dil” midir fotoğraf?
Bu ve benzeri sorulan kurcaladığı kitabında Berger, ilginç bir noktaya getirip bırakır okurunu: Görüntüler, yaşanmış bir hayatın diline, anlatımına dönüşürler zamanla. Kimi
fotoğrafçılann yapıtı için özellikle doğrudur bu.
Örneğin Ara Güler’in fotoğraftan için. Bir fotoğrafa nasıl yaklaşılır sorusunu dört taraftan kuşatmak gerekiyor önce. Fotoğrafı çeken, fotoğrafı çekilen, fotoğrafa bakan ve fotoğrafı kullanan kişilerin, aynı fotoğrafa bakıştan ve algılama biçimleri birbirlerinden farklıdır çoğu zaman. Bu farklılıklann kimi zaman çelişkilere dönüşmesi de mümkündür.
Ara Güler’in İstanbul fotoğraflannda fotoğrafçı (Ara Güler) ile fotoğrafı çekilen (İstanbul) arasında, beylik deyimle bir aşk ilişkisi görmek mümkündür. Fotoğraflara bakan daha dikkatli bir göz ise bu ilişkinin sadece aşk ile kısıtlı olmadığını görecektir. Ara Güler, doğup, büyüdüğü kente yalnızca aşk ile değil; tutkuyla, kıskançlıkla, öfkeyle, şefkatle, sevdayla, bellekle, yaşanmış her saniyesinin, her ışık huzmesinin üstüne titreyen bir sevgiyle, hiçbir ayrıntıyı gözardı etmeyen bir dikkatle bakıyordun Kent ile (bu İstanbul kentiyle) Ara Güler arasındaki ilişkidir söz konusu.
‘Fotoğrafın hammaddesi ışık ve zamandır’ diyor John Berger. Ara Güler, bir kentin ışığından ve aynı kentin yüzyıllık zamanından (aslına bakarsanız birkaç bin yıllık zamanından) süzüyor sanatını ve bu sefer yalnızca kendine ait bir hammadde ile sanki yeniden yorumluyor ışığı ve zamanı.
Bu yeni hammadde, İstanbul kentidir. İnsanı, eşeği, kedisi, köpeği, eski ve yeni köprüleri, sokakları, yokuşları, çıkmazlan, camileri, kiliseleri, yapılan, yıkmtılanyla İstanbul kenti. Mimari şaheserleri ve ucubeleriyle bütün bir kent, Ara’nın kenti, bu fotoğraflann hammaddesini
oluşturuyor. Bir kenti, bütün ışıklan ve bütün zamanlanyla kucaklıyor Ara Güler. Yargıcı, savcısı, avukatı ve
zanlısı sürekli değişen, sonu gelmez bir davanın en önemli tanığıdır o. İstanbul Dosyası’nın sahibi.
Ara Güler’in fotoğraftan, onlara bakan kişide birbirine benzemez, türlü çeşitli etkiler, tepkiler yaratır. Bu
fotoğraflann kimi gülümsetir insanı, kimisi hüzünlendirir. Bazı
fotoğraflanna büyüteçle bakası gelir insanın, diğerlerine bir adım geri çekilerek. Ara’nın İstanbul
fotoğraflanysa başka türlü bir dikkati gerektiriyor: Görüntünün ardında olanı düşündüren, o kapının, o pencerenin, o insan yüzünün ardında olup biteni düşündüren fotoğraflar bunlar.
Onat Kutlar'ın yazdığı gibi bir dünya
vatandaşı Ara Güler ve bütün sahici dünya vatandaşları gibi bir kente derinden, kopmaz bağlarla bağlı. Meseleye ya da görüntülere bu açıdan bakınca ister Manhattan’daki
gökdelenleri çeksin, ister
Hindistan’daki tapmakları... Ara Güler, bir İstanbul fotoğrafçısıdır hep. Bu kentin gerçek sahiplerinden, gerçek
A
.ra Güler,
doğup,
büyüdüğü kente
yalnızca aşk ile
değil; tutkuyla,
kıskançlıkla,
öfkeyle,
şefkatle,
sevdayla,
bellekle,
yaşanmış her
saniyesinin, her
ışık huzmesinin
üstüne titreyen
bir sevgiyle,
hiçbir ayrıntıyı
gözardı
etmeyen bir
dikkatle
bakıyordun
Kent ile (bu
İstanbul
kentiyle)
Ara Güler
arasındaki
ilişkidir söz
konusu.
B
ir kenti,
bütün ışıklan
ve bütün
zamanlanyla
kucaklıyor Ara
Güler. Yargıcı,
savcısı,
avukatı ve
zanlısı sürekli
değişen, sonu
gelmez bir
davanın en
önemli tanığıdır
o. İstanbul
Dosyası’nın
sahibi.
Ortaköy pazarında satıcı genç ve ihtiyar kadın, 1991efendilerinden biridir. Sayılan gittikçe azalan gerçek sahiplerinden biri. Ara’nm fotoğraftan onlara bakan kişide birbirine benzemez etkiler, tepkiler yaratır dedim ya demin, ben onun birçok fotoğrafına sevinçle, gülümseyerek ya da düpedüz kıkır kıkır gülerek bakmışımdır. Aklıma bazı portre fotoğraftan geliyor ya da bazı bireylerin bazı durumlarda Ara Güler’in objektifine bakışlan.
Salvador Dali, İsmet İnönü, Jacques Prevert, William Saroyan (bir Anadolu
berber salonunda), Pablo Picasso, Zati
Sungur, Cole Pürter, Alfrcd Hitchcock
fotoğraftan.
Bu insanlann en güzel, en özel, en yaşayan yanlannı- yönlerini yansıtmakla kalmaz Ara Güler. Her fotoğrafta bir siluet, bir belirti, bir gölge gibi fotoğrafı çekenin kendisini de görürüz. Ara Güler’in fotoğraflannı sihirli kılan da budur, kendi
fotoğraftandır onlar.
Bu mesele, İstanbul kentinin fotoğraflannda daha derinleşir, daha karmaşık bir çerçeveye yerleşir. Ara Güler, kendi kentinin değişen yüzlerine, sokaklarına, denizine, bulutuna, geçmişine, geleceğine bakar. Bakışındaki merceğiyle, objektifiyle alabildiğine özneldir. Sanatçının bu
katışıksız öznelliği, fotoğraflara bakan insanlann gözünde olağanüstü, büyülü bir nesnelliğe dönüşür.
Ara’nın İstanbul fotoğraflanna bakarken karşımızda, gözümüzün önünde duran yalnızca bu kentin, bu insanlann, bu sokaklann, bu kuşlann, bu gemilerin var oluş kanıtlan değildir. Var oluşlann yadsınmaz kanıtlannı bize sunarken onun ötesinde bir başka şeyi daha başanr Ara Güler bu fotoğraflarda. İstanbul içinde çektiği fotoğraflarda gözünü diktiği her şey varlığını kanıtlamakla kalmaz, özel, tek, biricik konumuna yerleşir. Sandalcısından salepçisine, çocuğundan köylüsüne, kedi kovalayanından müşteri bekleyenine, sarhoşundan garsonuna, sabahından akşamına kadar her şey kendini ve merceği aşan bir dokunun içinde, evrensel bir manzaranın içinde nesnel yerini alır.
Ara Güler - İstanbul ilişkisi bu ve benzeri nedenlerden ötürü, fotoğrafı çekilenin (insan olsun, tekne olsun, martı olsun) İstanbul kentine ait olmasıyla da anlam kazanır. Ara Güler, kendi kentine öznel bakışını dünya ile birleştirir. Başka kimsenin “böyle” çekemeyeceği bir fotoğraf dünyasını sunar bizlere.
Bütün bunları yaparken de alabildiğine alçakgönüllü, aynı zamanda ciddi ve dalga geçicidir.
Fotoğrafın, zamanın akışını durdurduğu söylenir hep. Bütün fotoğraflar bu açıdan bakınca
“geçmişe” aittir. Bütün fotoğraflar “durdurulmuş” bir geçmişin “dondurulmuş” bir anını temsil eder
deniliyor. Üstelik yoğun yaşanmış bir geçmiş, doğal olarak şimdiki zamana uzanır, soluk aldığımız ana taşır bizi.
‘Oysa bir fotoğraf hiçbir zaman yaşadığımız saniyeye taşıyamaz bizi’
deniyor. Bu bakışın da doğru kısımları vardır elbette. Bir fotoğrafın çekildiği an ile ona baktığımız an arasında bir uçurum olduğunu söylüyor John Berger.
Her fotoğraf iki ayrı düzlemde ulaşır bize. Fotoğrafın çekildiği an ile ona baktığımız an arasındaki kesiklik duygusu söz konusudur. Yakından tanıdığımız ama artık aramızda olmayan birinin fotoğrafına bakarken algılayabiliriz bu kesiklik duygusunu. Bu durumda fotoğraflar anılarda ya da eski eşyadan daha etkileyici ya da çarpıcıdır. Fotoğrafına baktığımız kişi, uzaklardadır ya da ölmüştür.
Fotoğrafına baktığımız sokak, yok olmuştur, kiraz ağaçlan kesilmiş,
sarmanlar, karabaşlar öldürülmüş, geçmişimizin aydınlık mağaralanna girilmiş, üstlerine beton dökülmüştür. Fotoğraf, bu noktada bir kâhinin elinden çıkmış bir vesika gibi hayatın ölümle, boşlukla ya da yıkımla kesileceğini bildirir. Geçmişe dönük gibi görünse de gelecekten haber veren bir belgedir artık fotoğraf.
Ara Güler’in İstanbul fotoğraflanna bu açıdan da bakmamız gerekiyor. Güncel bilgiyi, gazetelerden, televizyondan edinilen bilgiyi aşan bir anlam var bu fotoğraflarda. Hiçbir bilgisayann içeremeyeceği, hiçbir işlemin hesaplayamayacağı bir anlam söz konusu. Yapılan bir işe bir anlam veriyorsak, bu anlam bir yanıttır aynı zamanda. Yalnızca bilinene değil, bilinmeyene de verilmiş bir yanıt. Berger’in dediği gibi: “Anlam ve giz
birbirlerinden aynlmaz, ayrışmaz ikiz kardeşler gibidir. İkisinin de varlığını mümkün kılan tek şey, zamanın geçiyor olmasıdır. Fotoğrafı çekilen/çekilmiş bir an, ancak ona bakan insanın gözünde, fotoğrafı aşan, kendinden dışarıya el uzatan bir insanın, bir başka zamanı yakalama isteğiyle anlam kazanır.”
Bir fotoğrafı “anlamlı” buluyorsanız, o fotoğrafa bir geçmiş ve bir gelecek yüklüyorsunuz demektir.
Ara Güler’in İstanbul fotografían geçmişi, bugünü ve geleceği olan fotoğraflar. Yalan söylemeyen, gerçeği çarpıtmayan, Ara’nın yıllarca ısrar ettiği açıdan bakarsak “bir
gazetecinin” bir kentte dolaşırken
kaydettiği görüntüler. Öyleyse bu fotografían bu denli özel, bu kadar büyülü, bu kadar çarpıcı kılan nedir?
Roland Barthes ne diyordu fotoğraf
hakkında yazarken? “İnsanlık, ilk kez
fotoğraf sanatıyla beraber, kendisi hakkında ve şifresi olmayan bir haberleşme yolu buldu.”
Ara Güler’in İstanbul fotografían, yalan söylemeyen, hayatı çevirmeyen fotoğraflar. Bütün büyük fotoğrafçılar gibi Ara da hayattan alıntılar yapıyor bu kitabında.
Fotoğraf makinesi 1839 yılında icat edilmiş. Aynı yıl August Comte, Pozitif Felsefesi’ni bitirmek üzere. Pozitivizm, fotoğraf ve sosyoloji beraber
büyüyorlar. Fotoğraf, bu iki kardeşini hiç unutmadı, onlara hiç ihanet etmedi.
Walter Benjamin, 1931 yılında yazdığı Fotoğrafın Küçük Tarihi’nde,
Lichtwark’in 1907’de yazdıklannı
anımsar: “Zamanımızda hiçbir sanat,
fotoğraf sanatı kadar kendimize, ailemize, dostlarımıza, sevgilimize yalandan bakmamızı sağlayamıyor.”
Bu gözlem sinemanın yüzüncü yılını kutladığı, televizyonun mutlak hâkim olduğu günümüzde bile geçerliliğini koruyor bence.
Ara Güler, bu kitabında, kendine, ailesine, dostlarına, sevgilisine ya da tek kelimeyle İstanbul’a “yakından” bakıyor.
Fotoğrafın önemini hepimizden önce anlamış bir devrimcinin, John Berger’in yazdıklarına bakarsak, Ara Güler’in İstanbul fotoğraflannı anlamamız kolaylaşır. Her devrimci bakış, insanlann “tarihin malı” olmadıklannı kanıtlar. İnsan bu gerçek kınntısını ne kadar iyi anlarsa, tarih de zaman üstündeki patronluğunu o kadar yitirir. Özgür insan, gerçekten özgür olan insan, kendini ve tarihini zaman ile kısıtlamayan insandır.
Kişiye özel olarak düşünebileceğimiz her fotoğraf, bu açıdan bakınca artık bütün insanlığa kendi manzarasını gösteren fotoğraftır.
Ara Güler, bu yazıyı yazdığımı duyunca, hiç unutmayacağım bir şey söyledi: “Beni övme, fotoğraflardan
söz et!” Bense bütün fotoğraflarında
olduğu gibi, Ara Güler’in İstanbul fotoğraflannda şu özelliğin olduğunu biliyorum adım gibi: Görmeyi bilenler için, bir kentin hayatı bu fotoğraflar.