• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın Mana ve Lafız Yönüyle Allah’a Nispeti (The Attribution of the Quran to Allah in terms of Meaning and Words )

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur’ân’ın Mana ve Lafız Yönüyle Allah’a Nispeti (The Attribution of the Quran to Allah in terms of Meaning and Words )"

Copied!
34
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Makale / Article: 23-55

Iğdır Ü. İlahiyat Iğdır Ü. İlahiyat

________________________________________________________

Kur’ân’ın Mana ve Lafız Yönüyle Allah’a Nispeti

MEHMET SEYİD GECİT a

Geliş Tarihi: 18.02.2021Kabul Tarihi: 25.04.2021

Öz: Kur’ân hem mana hem de lafız olarak ilahî bir kitaptır. Geliş şekli vahiy, ifadesi şifahi, kayda alınması da kitabidir. Kâinatı yara-tıp yöneten Allah, insanlara yol gösterecek olan kitaplarını Hz. Ceb-rail vasıtasıyla peygamberlere, mensubu oldukları toplumlar tara-fından kullanılan diller üzerine indirmiştir. Bu kitaplardan birisi de Kur’an-ı Kerim’dir. Son mesaj olan Kur’ân Hz. Peygamber’in dili olan Arapça ile gelmiştir. Dil, mana ve lafızlardan ibaret olunca Müslümanlar, her iki unsurun Allah’a aidiyetini kabul ederken, nuzûl sürecinde müşrikler, sonrasında ise bazı İslam dışı fırkalar, oryantalistler ve kimi teologlar Kur’ân etrafında bazı şüpheler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bazılarına göre, mana Allah’a, lafız ise ya Hz. Cibril veya Hz. Muhammed’e (s.a.s) aittir. Lafzın Allah’a nispet edilmemesi beraberinde birçok sorun getirecektir. Kur’ân’ın mevsu-kiyeti tartışılacak ve inananların imanları zedelenecektir. Kur’ân’ın, mana ve lafız yönüyle bir bütün olarak Allah’a nispeti birçok yön-den müşahede edildiğinyön-den şüphelerin izale edilmesi gerekmekte-dir. Bu bağlamda makalede mana ve lafzın Allah’a aidiyetini göste-ren kavramlar ve Kur’ân’ın mana ve lafız yönüyle ilahî olduğuna ilişkin bazı argümanlar incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kur’ân, kitap, mana, lafız, kırâat.

a Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü mseyidgecit@hotmail.com

(2)

________________________________________________________

The Attribution of the Quran to Allah in terms of

Meaning and Words

Abstract: After the death of the Prophet, Islamic society was facing the problem of determining its leader. The fact that there was no clear nass in the Qur'an and Sunnah made it more difficult. How-ever, the Companions determined the first caliph with their own case-law on the basis of the basic principles of opinion in the Qur'an and Sunnah. Although the first crisis was solved in this way, the lack of certain rules on the determination of management caused the dis-cussion of the legitimacy of the current manager both in the late and later ages of the Rashid Caliphs. In particular, the fact that the method of arbitration as a means of legitimacy to transfer the sultan-ate from the father to the son at lsultan-ater times, and that the method of coming to power with the use of force created by the circumstances has been accepted as legitimate in the Sunni tradition caused these methods to become established in the Islamic society. When the unity of Muslims became corrupted and many Muslim states emerged, Ibn Taymiyyah, who lived in the country of Mamluklu, tackled the problems of imamate/politics and published some works on this subject. An examination of Ibn Taymiyyah's view on this sub-ject, which is one of the most important figures of the Salafist tradi-tion, will contribute to the understanding of Salafist's idea on imam-ate.

(3)

Iğdır Ü. İlahiyat Giriş

Allah’ın kelamı olan Kur’ân diğer kutsal kitaplar gibi ilahî kay-naklıdır. Bu ilahî kaynaklar, birbirini tasdik etmekte ve sonraki ön-cekinin güncel halini ortaya koymaktadır. Taşımış oldukları mesaj ve maksatlar insanları dünya ve ahiret mutluluğuna eriştirmektir. Toplumların dili üzerine gelen ilahî mesajlar Allah tarafından nâzil olmuştur. Tevrat İbrânî ve İncil Süryani dili ile indirilirken Kur’ân ise Arap diliyle indirilmiştir. Birçok âyette Arapça indiğine dair vurgu yapılması mana ile beraber lafzın da Arapça indiğine saraha-ten bir işarettir. İslam âlimleri; Kur’ân’ın mana ve lafız itibariyle Al-lah tarafından indirildiği hususunda ittifak halindedirler.1

Kelamın lafızdan hali olmadığı aşikârdır. Şayet kelam sadece manalardan ibaret olsaydı, insanlar tarafından nasıl işitilirdi? Zira mana ve lafız yönüyle Allah’a ait olmasını teyit eden haricî sebepler bulunmaktadır. İndiği gibi unutulmaması için hemen ezberlenmesi, yazılması, ibadetlerde ve günlük hayatta okunması ve tevatüren ne-silden nesillere hiç değişmeden aktarılması, manayla beraber lafız yönüyle de Allah’a ait bir kelam oluşunun kanıtıdır. Bazı kelamcı-ların ve filozofkelamcı-ların Kur’ân’ın mana yönünün Allah’a ait oluşu hak-kında yaptıkları tartışmalar, Allah’a ait olup olmaması yönüyle ol-mayıp kelam-ı nefsî olarak nitelendirilen sözün yaratılıp yaratılma-dığı konusuyla ilgilidir. Yani ihtilaf sebebi Allah’ın kelamı diğer sı-fatları gibi ezeli midir yoksa sonradan mı yaratılmıştır? yönüne ma-tuftur. Vahiy sürecinde mana ve lafız mecmuu olan Kur’ân’ın aidi-yeti konusunda müşrikler şüphe ile yaklaşmışlardır. Daha sonraki tarihî süreçte de Yahudi, Hristiyan, Mecûsî ve diğer sapık fırkalar da Kur’ân’ın Allah tarafından gönderilmediğini; gönderildiği tak-dirde sadece mana ile gönderildiğini, lafzın ya Hz. Cebrail veya Resûlullah’a ait olabileceğini ileri sürerek kuşkulu yaklaşımlara se-bep olmuşlardır. Bugün de bu konunun tartışmanın merkezine

1 Bakıllanî, Ebû Bekir Muhammed b. Tayyib, İ’câzu’l-Kur’ân li’l-Bâkıllânî, thk. Es-Sey-yid Ahmed Sakr, (Kahire: Dâru’l-Maârif, 1997), 292; Suyûtî, Celâluddin Abdur-rahmân b. Ebî Bekir, el-İtkân fi ‘Ulumi’l-Kur’ân, (Beyrût: el-Mektebetü’l-Asriyye, 2011), 1:156.

(4)

oturtulmasında aynı yaklaşımlar görülmektedir. Günümüzde bazı-ları Kur’ân’ın bazı lafızbazı-larının ilahî olamayacağı, çünkü beşerî bir formda olmasını, metnin küllî bir şekilde indiğini, elçinin ise kendi lafızlarına döktüğünü ve bu meseleye tenzih açısından yaklaştığını söylemektedir.2 Nitekim Abdulkerim Süruş, Kur’ân’ın sadece hasıl

olmuş tarihsel durumların bir ürünü değil; aynı zamanda tüm insan sınırlamalarıyla Peygamber Muhammed’in zihninin bir ürünü ol-duğunu iddia etmektedir. Ona göre Peygamber, Kur’ân’ın üreti-minde büyük bir rol oynadı. Peygamber bir diğer şekilde vahyin oluşturucusudur. Tanrı’dan aldığı şey, vahyin muhtevasıdır. Bu muhteva olduğu gibi insanlara bu şekilde sunulamaz; çünkü bu, on-ların anlayışının ve hatta kelimelerin ötesindedir. Vahiy, şekilsizdir ve Peygamber’in kişiliğinin aktivitesi onu alınır yapmak için şekil-sizi şekillendirmektir. Peygamber ilhamı bir şair gibi bildiği dilde, hâkim olduğu stillerde, sahip olduğu bilgilerde ve imajlarda yeni-den aktarır. Fakat Peygamber’in kişiliği de metni şekillendirmede önemli bir rol oynar.3 Aslında daha önceleri oryantalistler, aynı

gö-rüşleri ileri sürerek Kur’ân’ın Allah’a ait olamayacağını söylemişler ve Kur’ân tarihiyle ilgili önyargılı makale ve kitap çalışmalarında bulunmuşlardır. Hatta oryantalistler kitaplarında daha da ileri git-mişlerdir. Nitekim Oryantalistler Peygamberimize inen vahyin; iç-sel mana ve ilham, Hz. Peygamber’in duygusal tepkiler, hipno-tizma, kâhin ve müneccimlerin hali, zihinsel tercübe, histerik (akıl)

2 Bkz. Karar Gazetesi, https://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/kuran-vahyi-nin-inzal-keyfiyetine-dair-gorus-tercihim-8675 (Erişim tarihi: 09/12/2020); Mustafa Öztürk, “Cihad Ayetleri: Tefsir Birikimine, İslâm Geleneğine ve Günümüze Yansı-maları”, İslâm Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihad, Kuramer Yayınları, İs-tanbul, 2016, s. 201.; Öztürk, aşırıya giderek Kuran’ın Allah kelamı olduğu hususu-nun ispatlanamayacağını ifade etmektedir. İnsanların, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gü-venden dolayı iman ettiğini söylemektedir. Onun Kur’an’ın Allah kelamına ait olu-şuna ilişkin büyük kuşkuları olduğu görülmektedir. (Mustafa Öztürk, “Hz. Peygam-ber ve Vahiy”, Hz. PeygamPeygam-ber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı, Gaziantep, 2015., s. 215, 216)

3 Hayrettin Karaman, “Abdulkerim Süruç”, Yeni Şafak Gazetesi (Erişim 10 Mart 2021). 3 Rıdvân Ömer b. İbrahim, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân ve Tefsîrihi, Riyâd: Dâru’t-Tayyibe

(5)

Iğdır Ü. İlahiyat

hastalığı neticesinde ortaya çıktığı şeklinde realite ile hiç ilgisi olma-yan iftiralarda bulunmuşlardır.4 Ayrıca oryantalistler samimi

ol-duklarını gösterip kuşkuya yol açacak şekilde şöyle demişlerdir: Biz Muhammed’in görmüş ve duymuş olduğu haberlerinin doğruluğu hususunda kuşkulu değiliz. Aynı şekilde toplumsal muslih ve yegâne dahi oluşu hakkında da şüphemiz yoktur. Biz bunun kayna-ğının içsel bir ilham olduğunu söylemekteyiz. Tüm insanların bil-diği madde ve tabiat/evren ötesi denilen gayb âleminden hiçbir şey gelmemiştir. Bu gayb bilgisi bizce ontolojik olarak sabit olmamıştır. Aynı şekilde bizde vahyi olumsuzlaştıran ve muhal olduğunu ge-rektiren bir bilgi de yoktur.5

Zerkâvî (ö. 1907), “Bazıları, Hz. Cebrail’in Kur’ân’ın manala-rıyla Nebi’ye (s.a.s) indirdiği iddiasında bulunduğunu, Resûl’un de bu manaları Arap lugatıyla tabir ettiğini ve böylece seviyesiz bir du-ruma düştüklerini söylemiştir. Diğer bazıları da lafzın Cebrail’in ol-duğu ve Allah’ın kendisine sadece manayı vahyettiği görüşünde-dirler. Her iki görüş de batıl ve günah sahibi olmayı gerektirir. Ki-taplarında onların, Müslümanlara karşı art niyetli oldukları görül-mektedir. Yani onlar objektiflikten sübjektif bir görüşe doğru mey-lettirmektedirler. Bu görüşler kabul edilirse şu sorular cevapsız ka-lacaktır: Lafzın Hz. Cebrail veya Hz. Resûlullah’a ait olması halinde Kur’ân nasıl mu’cize olacaktır? Daha da önemlisi lafız Allah’a ait olmamakla beraber onun Allah’a nispeti nasıl caiz olacaktır?! Hâl-buki Allah, ِىٰللّا َم َلََك َعَمْسَي ىٰتَّح“Allah’ın kelamını duymasına kadar”6 şeklinde

buyurmaktadır.7

Mana ve lafız arasındaki uyum beden ile elbise veya ruh ile be-den ilişkisine benzemektedir. Beşerî akıl Allah’tan alacağı manayı tam olarak lafız kalıbına dökme konusunda acizdir. İnsanların

4 Rıdvân Ömer b. İbrahim, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân ve Tefsîrihi, Riyâd: Dâru’t-Tayyibe, trz.), 1:11.

4 Rıdvân, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân, 1:384. 5 Rıdvân, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân, 1:384. 6 Tevbe, 9/6.

7 Zürkânî, Muhammed Abdu’l-Azîm, Menâhilu’l-İ’rfân fî U’lumi’l-Kur’ân, thk., Fevvaz Ahmed Zemerlî, (Beyrût: Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, 2002), 44.

(6)

laması için vahyedilen manaların tenezzülât-ı ilâhiye formunda la-fızlara dökülmesi kaçınılmazdır. Şayet mana Allah’a, lafız da elçi-sine ait olursa mananın tam olarak lafızlarla ifadesi mümkün ola-mayacaktır. Mutlaka bir eksiklik kalacaktır. Mâverdî’nin (ö. 450/1058) de belirttiği gibi cumhura göre “Kitapta hiçbir şeyi eksik

bı-rakmadık”8 âyetinden geçen kitaptan maksat Kur’ân olduğu

görü-şünü kabul edersek din konusunda noksan bir şey bırakmadığı ve insanların ihtiyacını giderdiği anlaşılmaktadır.9 Bu âyet, Allah’ın

in-sanlar için murat ettiği hususların manalarla beraber lafızlarla tam olarak karşılandığını vurgulamaktadır. “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapma-mış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır”10 âyetinde tebliğ

kelimesi, kendisine indiği gibi hüküm, had ve kısas hakkındaki âyetlerin nazil olduğu şekliyle tebliğ edilmesinin gerekliliğini ifade etmektedir.11 Nitekim Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde,

Kur’ân’ın tebliği konusunda çok titiz davrandığı, kendisine gelen vahyi hiç geciktirmeksizin sahâbeye aktardığı görülmektedir. Sahâbe de bu konuda üstlendikleri önemli görevin bilincinde ol-muşlar ve Kur’ân’ı kendilerine bildirildiği şekilde, değiştirme, ek-siltme ve ilâve yapmaksızın sonraki nesillere ulaştırmak için büyük çaba harcamışlardır. Bu samimi ve ciddi çaba sayesinde, işin ba-şında belirlenen ilke ve yöntemlere bağlı kalınarak yazılı belgeler-deki bilgilerle hâfızalara nakşedilmiş olanların karşılaştırılması yo-luyla tarihte o güne kadar emsali görülmemiş bir tespit çalışması gerçekleştirilmiş ve Resûlullah’ın emaneti aslına uygun biçimde ümmete ulaştırılmıştır.12

O halde Kur’ân’ı mana ve lafız yönüyle bir bütün olarak gör-mek gerekgör-mektedir. Çünkü bunları birbirinden ayırmak Kur’ân bü-tünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Kısaca Hz. Cebrail, Resûlullah’a

8 En’âm, 6/38.

9 Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Bağ-dâdî, ‘en-Nuket ve’l-Uyûn, (Beyrût: Daru’l-Kutubi’l-İlmiye, tsz.), 2:112.

10 Maide, 5/67.

11 Mâverdî, en-Nuket ve’l-Uyûn, 2:53.

12 Zürkânî, Menâhilu’l-İ’rfân, 29-30.;Hayrettin Karaman vd., Kur’ân Yolu Türkçe Meâl

(7)

Iğdır Ü. İlahiyat

Kur’ân’ın manasıyla birlikte lafzını da aktarmıştır.13 Bu çalışmada

lafız ve mananın Allah’a aidiyetini gösteren kavramlar ve Kur’ân’ın her iki boyutunun ilahî olduğuna ilişkin bazı argümanlar detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

1. Mana ve Lafzın Allah’a Aidiyetini Gösteren Kavramlar

Tarihi süreç içerisinde Kur’ân’ın lafız ve manasının ilahi olup olmaması konusunda yapılan tartışmalar neticesinde İslam alimle-rinin kabul edip üzerinde icma ettiği görüşe göre Kur’ân mana ve lafız yönüyle tamamen Allah’a aittir.14 Hz. Peygamber efendimiz

şa-yet lafzıyla Kur’ân’ı aktarmış olsaydı eklemede bulunmuş olacaktı. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki birçok âyet de bunu desteklemektedir. Örneğin Allah Teâlâ bizzat böyle bir eklemede bulunması halinde helak etmesinden bahsetmektedir:

“Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkış-saydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamaz-dınız.”15 Bu âyet Peygamber efendimizin kendi lafzıyla Kur’ân’ı

ifade etmediğini göstermektedir. Kur’ân’da mana ve lafzın, Allah’a ait olduğunu belirten bir takım kavramlar vardır. Bu kavramlar in-celendiğinde sadece tek yönlülükten bahsetmenin mümkün olama-yacağı görülmektedir.

1.1. Kelam

Kur’ân’ın Allah’ın kelamı olarak nitelendirilmesi sadece mana-nın Allah’a, lafzımana-nın da Hz. Cebrail ve Resûlullah’a aidiyetini düşü-nenlere karşı güçlü bir argümandır. Çünkü sadece mana kelam ola-rak vasıflanamaz. Mana zihinde yer alan düşüncedir. Düşünceler dile aktarılmadığı sürece kelam olamaz. Başka bir değişle nefsin

13 Zürkânî, Menâhilu’l-İ’rfân, 43-44.; Muammer Erbaş, “Kur’ân’ın Mana Boyutu Işı-ğında Kur’ân Okumanın Anlamı”, Marife, 7/1, Bahar, 2007, 9.

14 Râzî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyni et- Teymî,

Mefâtîhu’l-Ğayb, (Beyrût: Dâru İhyâi et-Turâsi’l-A’râbî, 1420 h.), 1/44.; Kurtubî, Ebû Abdillah

Muhammed b. Ahmed b. Ebîbekir b. Fereh el-Ensârî, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’ân. 10 Cilt. (Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Misriyye, 1964), 8:77.

İbn Aşur, Muhammed Et-Tahir b. Muhammed et-Tahir b. Aşur et-Tûnus, et-Tahrîr

ve’t-Tenvîr, ed-Daru’t-Tûnusiyye li’l-Neşri ,Tûnus, 1984, 12:201.

(8)

içindeki duygu ve arzuların telaffuza yansımasıyla veya kulaklara işitilmesiyle ancak kelam olmaktadır.16 Aşağıdaki âyet Allah’ın

ke-lamının hem mana hem de lafız yönüne dikkat çekmektedir. ْنِاَو دَحَا َنِم َي۪كِرْشُمْلا َكَراَجَتْسا ُهْر ِجَاَف ىٰتَّح َعَمْسَي َم َلََك ٰللا

“Ve eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver.”17

Müşriklerin Allah’ın kelamını işitmesi, ancak lafzıyla gerçek-leşmektedir. Çünkü sadece mana Allah’a ait olmuş olsaydı müşrik-ler Onun kelamını işitemezmüşrik-lerdi. Mana ve lafız onlara okununca müşrikler Allah’ın kelamını işitir hale gelmişlerdir.18

Nitekim Resûlullah’ın şu hadisini de bu görüşe istişhad kabi-linden getirmek mümkündür: “Allah Teâlâ, ümmetimden nefislerinde

yapmayı arzuladıkları şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe onları affetti.”19 Buna göre arzuladıkları şey mana, konuştukları şey

ise lafızlardır.

1.2. Kırâat

Kırâat kavramı, lafzıyla beraber okuma eylemini ifade etmek-tedir. ِِۜنىاْرُقْلا َنِم َرَّسَيَ ت اَم اُؤَرْ قاَف“Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun”ُ۫ 20 âyeti

kolayınıza geldiği gibi aynı lafızlarla okuyun21 anlamındadır. Bu

emirle, namazda Kur’ân okumanın (kırâatın) vacip olduğu murat edilir.22 Şayet Kur’ân sadece mana ile inip lafız ile inmemiş olsaydı,

َرَّسَيَ ت اَم اُؤَرْ قاَفُ۫

ِِۜنىاْرُقْلا َنِم ifadesi yerine ظافللاا نم (Kur’ân’dan size kolay gelen ifadesi yerine “manaya uygun değişik lafızlar okuyun”) denilecekti.

16 Taberî, Muhammed b. Cerîr b. Yezîd b. Kesîr b. Ğâlib el-Amulî Ebû Ca’fer,

Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk., Ahmed Muhammed Şakîr, (b.y: Müessetü’-Risale, 2000),

2/248. 17 Tevbe, 9/6.

18 Şirbînî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmet el-Hatîb eş-Şâfiî, es-Sirâcu’l-Munîr

fi’l-İ’aneti al’a Ma’rifeti Ba’di Meânî Kelami’r-Rabbina’l-Hakimi’l-Habir, (Kahire: Matbaatu

Bulak,1285 h.), 1:590. 19 Buhârî, “Îmân”, 201-202. 20 Müzemmil, 73/20.

21 Beydâvî, Kazî Nasuru’-Dîn Ebî Saîd Abdullâh b. Ömer b. Muhammed eş-Şirâzî,

Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, (Beyrût:,Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1999), 5:257.

(9)

Iğdır Ü. İlahiyat

Ancak burada “lafzın aynısı ile okuyun” anlamı bariz olarak anla-şılmaktadır.

Tâhâ sûresinde geçen ُهُيْحَو َكْيَلِا ىٰٓىضْقُ ي ْنَا ِلْبَ ق ْنِم ِنىاْرُقْلِبِ ْلَجْعَ ت َلاَو“Sana vahyi tamamlanmadan Kur’ân’ı okumada aceleci davranma”23 âyeti

Pey-gamberimizin Kur’ân’ın nuzûl esnasında durumunu yansıtmakta-dır. Bu âyet, Hz. Peygamber’in vahyi alırken onu tam olarak ala-mama endişesi taşıdığı ve ezberlemek için hemen tekrar etmeye yö-neldiği biçiminde açıklanmıştır. Taberî (ö. 310/923) de Hz. Resûlul-lah’ın vahiy indiğinde unutmamak adına hemen ashabına okuyup onlara yazdırması ve imla etmesi konusunda acele davranmasının yerildiğini dile getirmektedir. Çünkü inen vahyin açıklaması da gel-mekteydi. Daha beyanı gelmeden Hz. Peygamber tarafından acele tebliğ edilmemesi de emredilmiştir.24

ِ۪ۜهِب َلَجْعَ تِل َكَناَسِل ۪هِب ْكِٰرَُتُ َلا ُهَنىاْرُ قَو ُهَعَْجَ اَنْ يَلَع َّنِا ُهَنىاْرُ ق ْعِبَّتاَف ُهَنَْأَرَ ق اَذِاَف ُِۜهَناَيَ ب اَنْ يَلَع َّنِا َُّثُ .

“Onu (Kur’ân’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Şüphe yok ki, onu toplamak ve okut-mak da Bize aittir. O halde sana Kur’ân’ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da bize aittir”25 âyeti ise

bir-kaç cihetle Kur’ân’ın manasının ve lafzının Allah’a aidiyetini gös-termektedir. Sadece manaya uygun bir ifade bulunulmuş olsaydı dilin acele hareket edilmesinden bahsedilmezdi. Resulullah, Hz. Cebrail’den Kur’ân’ın lafzını alırken unutmamak için acele davran-mıştır. Aynı zamanda Hz. Cebrail Kur’ân’ı okurken takip etmesi de emredilmiştir. O halde mana ile beraber lafız da nazil olmuştur. Aksi takdirde Resulûllah aynı lafızlarla inen âyetleri okumada eksik bırakır düşüncesinden dolayı acele davranmaz ve kırâatı takip et-mezdi. Zihnine inen mefhumu kendi lafızlarıyla rahat bir şekilde eda ederdi. Ayrıca ayetlerin farklı telaffuzlarla aynı anlama gelecek rivayetlere de rastlanılmış olurdu.

Kur’ân’ın cemʻi konusu da mana ve lafızdan ibaret olan o

23 Tâhâ, 20/114.

24 Taberî, Camiu’l-Beyan, 28/382. 25 Kıyâme, 75/16-19.

(10)

refli kitabın bir mushaf’ta toplanacağına işarettir. Allah Teâlâ, zik-rini hiçbir değişiklik olmadan koruyacağına garanti vermesi gibi yu-karıdaki âyette cemʻ etmesine de kefil olduğunu bildirmiştir. Aynı şekilde cemʻ kelimesi kitabet anlamına da gelmiştir. Cemʻ Resûlul-lah zamanında, Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde ve Hz. Osman’ın döne-minde olmak üzere üç aşamada gerçekleşmiştir.26 Allah katında

in-zal olan kelamın olduğu gibi okunması, hıfz edilmesi, yazılması ve cem edilmesi (bir mushafta bir araya getirilmesi) Kur’ân’ın mana ve lafız olarak âlemlerin Rabbine nisbetini gerektirmektedir.

1.3. Tilavet

Tilavet kavramı da mana ile lafzın Allah tarafından oluşuna bir delildir. İştikak yönünden ‘takip etme ve izleme’ manasına gelen ti-lavet, lafzın varlığını gerektirmektedir. Bu lafzın, Resûlullah’a ait olamayacağı aşikârdır. Zira kendisine ait olsaydı kendi lafzını Hz. Cebrail’den takip edip okumazdı. Vahiy meleği olmadan da okuya-bilirdi. Manalarıyla beraber inen vahyin lafızlarını takip etme sara-haten Allah’a aidiyetini göstermektedir.

Tilavet; art arda tertip edilen harfleri düzgün ve birbirlerine uyacak şekilde okumayı takip etmeyi gerektirmektedir.27 Tilavet

kavramı, birçok âyette kendilerine gelen vahiylerin olduğu lafızlarla art arda okuması bağlamında geçmektedir:

ْمِهِسُفْ نَا ْنِم ًلاوُسَر ْمِهي۪ف َثَعَ ب ْذِا َي۪نِمْؤُمْلا ىَلَع ُىٰللّا َّنَم ْدَقَل َةَمْكِْلْاَو َباَتِكْلا ُمُهُمِٰلَعُ يَو ْمِهيٰ۪كَزُ يَو ۪هِتَيَىا ْمِهْيَلَع اوُلْ تَ ي

“And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini tilavet eden, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygam-ber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuş-tur.”28

Bu âyete göre Resûl, kendisine nazil olan âyetleri tilavet etmiş, âyetlerdeki mesajlarla müminleri arındırmış ve aynı şekilde kitap ve hikmeti lafızlarıyla öğretmiştir. Dolayısıyla lafızlarla öğretilen bir metin, manasıyla beraber inzal edene aidiyetini gösterir.

26 Zürkânî, Menâhilu’l-İ’rfân, 197.

27 Ragib İsfehânî, Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed, Tefsîru’r-Râgib el-İsfehânî, (Riyâd: Dâru’l-Vatan, 2003), 2:598.

(11)

Iğdır Ü. İlahiyat

ًةَرَّهَطُم ًافُحُص اوُلْ تَ ي ِىٰللّا َنِم لوُسَر“Tertemiz sayfaları okuyan bir Resûl”29

ifa-desi sayfalara yazılmış lafızların okunduğu belirtmektedir. Bu ise sayfalarda yazılan yazıları Allah tarafından nazil olduğu veçhiyle art arda gelen ayet ve sûrelerin müradiflerinin değil, aksine lafzıyla geldiği gibi okunduğunu kanıtlamaktadır.

1.4. Tertil

Tertil aralıklarla parça parça indirilmesi anlamına gelmektedir. Kur’ân’ın bir defada inzal olmayıp yirmi üç sene boyunca bölüm bölüm nuzûlü ezberlenmesini pekiştirmek amaçlıdır. Nitekim; َلاَقَو

َكَداىؤُ ف ۪هِب َتِٰبَ ثُ نِل َكِلىذَك ًةَدِحاَو ًةَلُْجَ ُنىاْرُقْلا ِهْيَلَع َلِٰزُ ن َلاْوَل اوُرَفَك َني۪ذَّلا

ًلَي۪تْرَ ت ُهاَنْلَّ تَرَو “İnkârcılar,‘Kur’ân Ona bütünüyle bir defada indirilseydi ya!’ diyorlar. Oysa biz onu senin kalbine iyice sağlamlaştıralım diye böyle yaptık ve onu uy-gun aralıklarla parça parça gönderdik”30 âyeti de bu durumu teyit

etmektedir. Zira Resûlullah, ümmî olup Kur’ân yazılı olarak kendi-sine inmemişti. Kur’ân’ın bu şekildeki nuzûlü onun kalbine daha iyice yerleştirmek ve sabit kılmak içindir.31 İnen lafızların

muhafa-zası daha önem arz etmektedir. Yani, Allahu Teâlâ, Kur’ân’ın tama-mını bir defada değil de yaklaşık yirmi üç sene zarfında, âyet âyet, bölüm bölüm indirmekle Resûlullah’ın her gelen âyeti gerek metni gerekse anlamıyla zihnine iyice yerleştirmesini ve ruhuna sindirme-sini amaçlamış; O da Kur’ân’ın bütününü eksiksiz ve yanlışsız ola-rak hâfızasına yerleştirmiştir.32 Diğer semavî kitaplar yazılı bir

me-tin olarak bir defada indirilmişti. Peygamberleri yazılı metne bakıp okuyabiliyorlardı. Resûlullah ise okuma yazma bilmediği için (bazı hikmetleri gerektirmekle beraber) ezbere alması lazımdı. Bundan dolayı da parça parça inmişti.33 İbn Cübeyr, tertilin; lafızlarını aynı

nazım ve ardı ardına gelen kelimeleri ile öne veya geriye almaksızın okuma manasına geldiği söylemektedir.34 İşte bu durum Allah’ın

29 Beyyine, 98/2. 30 Furkân, 25/32.

31 Beğâvî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesud b. Muhammed b. el-Ferrâ, el-Beğâvî,

Meâlimetü’t-Tenzil fi Tefsîri’l-Kur’ân, thk., Abdu’r-Razık el-Mehdî, (Beyrût: Daru İhyâi

et-Turasi’l-‘Arabî, h. 1420), 3:445.

32 Hayrettin Karaman vd., Kur’ân Yolu, 4:123. 33 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 24:457.

(12)

kelamının hem mana hem de lafızdan ibaret olduğuna güçlü bir de-lil olmaktadır.

1.5. Diğer Kavramlar

Talim35, dirase36, kavil37, Arabî kitap38 gibi ifadeler de Kur’ân’ın

mana ve lafzın Allah’a aidiyetini göstermektedir. Ayrıca müşrikle-rin bu kitabı tebdil39 önerilerinin karşılıksız kalması da mana ve

laf-zın sadece Allah’a ait olduğuna ilişkin bir delildir.

2. Kur’ân’ın Mana ve Lafız Yönüyle İlahî Olduğuna İlişkin Argü-manlar

Kur’ân’ın mana ve lafız yönüyle ilahî olduğuna ilişkin bazı ar-gümanlar bulunmaktadır. Tüm bu arar-gümanlar mana yönüyle inme-sinin mümkün olamayacağını göstermektedir. Aksi takdirde Kur’ân’ı mana olarak okumak caiz olacaktı. Halbuki Cebrail (a.s), Kur’ân’ı lafız olarak indirerek eda etmiştir. Mana ile eda etmesinin caiz olmamasındaki sır, Kur’ân’ın lafzıyla ibadet edilmesi ve kendi-siyle iʻcâz kastedilmesidir. Hiç kimsenin o asıl lafzın yerine başka

35 Bakara, 2/169.

36 A’raf, 7/169.

37 Zümer, 39/18; Tûr, 52/33; Hâkka, 69/44; Müzzemmil 73/5. “Bu Kur’ân, arşın sahibi

katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.”

(Tek-vir, 81/19-21.) Bu âyette güçlü ve şerefli bir Resulden bahsedilir ki O da Hz. Cebraildir (a.s). Bu elçi bir sözü Allah’tan alıp Hz. Peygamber'e (s.a.s) getirmiştir. Aslında bu ayet de sadece mana ile değil söz yani lafızla getirildiğini ortaya çıkarmaktadır. Gü-nümüzdeki imkânlar bu konuyu daha da anlaşılır kılmaktadır. Örneğin, bir kitabın kaydedildiği bir flaş belek birisine verildiğinde mana ile beraber lafız da verilmiş olur.

38 “(Resûlüm!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle,

senin kalbine indirmiştir.” (Şuara, 26/193-195.) âyeti Kur’ân’ın Arapça olarak

Peygam-berimizin kalbine indirildiğinden bahseder. Şayet mana olarak Resulullah'ın kalbine inmiş olsaydı Arapça kaydı gelmezdi. Bilindiği gibi manalar soyut kavramlardır. Bu soyut kavramın dili olmayıp lafızların dili söz konusudur. Bu ayette Arapça dilinin zikredilmesi onun harf ve kelimelerden oluşan mana ve lafızlarla indiğini göstermek-tedir.

39 Yûnus, 10/15. Hz. Peygamber’in, Müşriklerin “onu değiştir” önerilerine karşı faraza böyle bir girişimde bulunsaydı akıbetiyle ilgili inen âyet, tek başına mana ve lafız yönüyle Allah’a aidiyeti konusunda delil olarak yeterlidir. Söz konusu âyetin meali şöyledir: “Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle

(13)

Iğdır Ü. İlahiyat

bir lafzı koymaya gücü yetmez. Her bir harfin altında sayısız mana-lar vardır. Aynı zamanda hiç kimsenin, o manamana-lara şamil olan harfin yerine başka bir harf getirmeye gücü yetmez.40 Yani, Kur’ân’ın

lafız-ları Allah tarafından vahyedildiği ittifaken sabittir.41 İşte bundan

dolayı bu lafızlara kelam-ı lafzî denilir.

Resûlullah’ın vahiy alma konusundaki vahiy olgusunun süreci şöyledir: Rabbanî kaynaklı olup melek tarafından nakledilen ve be-şer tarafından alınandır. O, güçlü olan Allah’ın vahyettiği bir vahiy-den başka bir şey değildir.42 Buna göre bu iletişim süreci şöyle

ger-çekleşmiştir: Vahyin kaynağı; Allah, mesaj; Kur’ân, kanal; Cebrail ve alıcı Hz. Muhammed’dir (s.a.s). Geri bildirim ise aldığı gibi söy-lenen lafızlardır.

Kur’ân şekil ve muhteva olarak mucize bir kelamdır. Derin ve mantıklı manalar ile lafız güzelliği, uygunluğu, ruhu coşturması gibi lafzî ibareler bizatihi Allah’a nispeti konusunda önemli unsur-lar ounsur-larak mülahaza edilmektedir.

2.1. Tehaddî Meselesinde Mana ve Lafız Bütünlüğü

Resulûllah (s.a.s) Kur’ân’ı tebliğ ederken müşrikler bu kelamın Allah’a ait olmadığını ve kendi tarafından uydurulduğunu, daha da ileri giderek başka milletlere sahip olan şahıslar tarafından kendi-sine öğretildiğini iddia etmişlerdir. Hatta meleklerle beraber gökten bir kitap getirmedikçe inanmayacaklarını söylemişlerdir.43 Allah

bundan dolayı onların iddialarına karşı meydan okudu. İşte bu meydan okumaya tehaddî denilmektedir. Tehaddî Kur’ân’ın aynı-sını44, benzerini45, on sûresini46 ve bir sûresini47 getirme şeklinde dört

40 Suyûtî, İtkân, 1:141; Zürkânî, Menâhil, 1:45. 41 Zürkânî, Menâhil, 1:45.

42 Rıdvân, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân, 1:10.

43 “Kâfirler, ‘Bu Kur’ân, onun uydurduğu, birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği

bir düzmeceden ibarettir’ dediler.” (Furkân, 25/4); “Hiç kuşkusuz, Kesin olarak bunları ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Oysa ona öğretiyor dedikleri kişinin dili yabancıdır, bunun dili ise açık seçik Arapça’dır.” (Nahl, 16/103.)

44 Kasas, 28/49. 45 İsrâ, 17/88. 46 Hûd, 11/13. 47 Yûnus, 10/38.

(14)

aşamada grerçekleşmiştir.

Allah Teâlâ, Kur’ân’ın mana ve lafzın Allah’a ait olmadığını söyleyenlere, bir sûrenin benzerini getirme konusunda meydan okumuştur. O dönemde bulunan fasih edipler; onların bağnazlık-ları, inatları ve cahiliyedeki kibirleri son derece ileri olmasına rağ-men karşılık veremediler. Savaşmayı tercih edip Kur’ân’ın benze-rini getirme karşısında acziyetlebenze-rini gösterdiler. Böylece edip olan Araplar daha çok lafzı karşısında mücadeleye çalışmış fakat yenil-diklerini itiraf etmişlerdir. “Eğer müşriklerin misliyle karşılık ver-meye güçleri olsaydı kılıç ve oklarla değil, dil ile karşılık verirlerdi. Böylece, ölüm ve sıkıntı ile karşı karşıya kalmazlardı. Savaşlarda kendilerini ve mallarını feda etmezlerdi. Şâyet bu fasîh müşrikler, Kur’ân’ın meydan okumalarına karşılık vermiş olsalardı, bize kadar tevatüren haberleri ulaşırdı.”48 Herhangi bir karşılıkta

bulunmama-ları, bu kelamın Allah’a aidiyetini göstermektedir.

Kur’ân’ın inzal sürecinde müşrikler, orta dönemlerde zındıklar ve son asırda müsteşriklerin Kur’ân’a karşı kuşkulu yaklaşımları ve yersiz iddiaları onları akamete uğratmıştır. Bugün tahaddî âyetleri yine onlara meydan okumaktadır. Kur’ân’ın, Allah’a nisbetini kabul etmeyen bugünün insanı da bu âyetlere muhataptır. Kur’ân’ın zen-gin içerik ve şekil düzenine karşı cevap vermek mümkün olmamış ve olmayacaktır. Bu durum mana ve lafızların beşerî olamayacağını ifade etmektedir.

2.2. Gaybî Haberler Bağlamında Mana ve Lafız Bütünlüğü

Birçok âyet gayb ile ilgili haberlerden bahsetmektedir. Bu âyet-lerin varlığı Kur’ân-ı Kerim’in Allah katından oluşuna işaret etmek-tedir. Zira Allah bildirmedikçe Peygamberler de gaybi bilmezler. “Allah’tan başka yerde ve gökte olanlar gaybı bilmez”49 âyeti de bu

durumu vurgulamaktadır. Ancak Allah bazı gaybî haberleri de daha zamanı gelmeden indirdiği kelamında zikretmektedir. Rûm

48 Sadrâ, Muhammed b. İbrahim, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Tahran: İntişarat-ı Bon-yad-i Hikmet-i İslami Sadrâ, 2000), 3:521.

(15)

Iğdır Ü. İlahiyat

sûresinin başında “Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fa-kat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler.”50

Ehl-i kitap olan Rûm (Bizanslılar) karşısında, ateşperest olan Farslar’ın galibiyetleri putperest Mekkeliler’de büyük bir sevinç meydana getirmişti. Mekke müşrikleri bu gelişmeyi Müslümanlara karşı böbürlenme aracı olarak kullanmıştır. Bunun üzerine Allah (c.c), müminlerin mâneviyatını yükseltecek bir müjde verdi: İlâhî bir kitaba inanan Bizanslılar kısa bir süre içinde galip olacaklar ve o za-man Müslüza-manlar büyük bir sevinç yaşayacaklardı.51

Aynı zamanda bu âyetler birçok gaybî haberlerin gerçekleşe-ceği müjdesini de vermektedir. Bizansların mağlubiyeti, sonrasında galibiyeti ve Müslümanların sevinci ki Bedir Zaferi’nin aynı tarihte tevafuk etmesi ve 3 ila 9 yıl arasında gerçekleşmesi olayları, Allah bildirmeseydi Resûlullah’ın bileceği husûslardan değildi. Müslü-manlar da kendi kutsal kitaplarının verdiği bu haberin gerçekleş-mesi ve kitap ehli komşularının galip gelgerçekleş-mesi yanı sıra Allah’ın ken-dilerine lütfettiği başka başarıların sevincini yaşadılar.52 Tefsirlerde

âyetteki vaadin gerçekleşmesi izah edilirken, Bizans galibiyetinin Bedir Savaşı’nın kazanıldığı veya Hudeybiye Antlaşması’nın yapıl-dığı tarihlere denk geldiği yönünde rivayetlere yer verilmesini53 de

bu gayb ile ilgili olayların gerçekleşmesinden bahseden âyetlerin Allah’ın indirmiş olduğu mana ve lafızlarla kendisine aidiyetini sa-rahaten bildirmektedir.

Gayptan bahseden tüm âyetler, Hz. Muhammed’in Rabbi tara-fından bir Peygamber oluşuna delil olabileceği gibi, Kur’ân’ın da Allah tarafından manen ve lafzen alındığını kanıtlamaktadır.

2.3. İtap Âyetleri Bağlamında Mana ve Lafız Bütünlüğü

50 Rûm, 30/2-5.

51 Karaman vd., Kur’ân Yolu, 4:289. 52Taberî, Camiu’l-Beyan, 20:69.

53Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Amr b. Ahmed, el-Fâik fi Ğarîbi’l- Hadîsi

ve’l-Eseri, thk., Ali Muhammed Becâvîl-Muhammed Ebu’l-Fazl İbrâhîm, (Beyrût:

(16)

Peygamberler masum olmalarıyla beraber beşerdirler. Onlar da bazen zelle dediğimiz ayak sürçmelerinde bulunabilirler. Bu du-rumda vahiy hemen devreye girmekte ve onları ikaz etmektedir. İkaz eden âyetlere itap âyetleri denilmektedir. Bu âyetler, Peygam-ber efendimizin özel hayatına bile dokunmaktadır. Şayet kendisi yazmış olsaydı mahremiyle ilgili hususlara ilişkin âyetleri gizlerdi. Bu durum, Resûlullah’ın Allah’tan aldığı her şeyi olduğu gibi aktar-dığını ve vahyin güvenirliği yanında hiçbir şeyin gizlenmediği hak-kında isabetli bir görüşü de göstermektedir.

Kur’ân’ın lafız veya manasını Resûlullah’a nispet eden söylem-ler realite ile uyuşmamaktadır. Normal bir insanın yazdığı kita-bında kendisini yermesi, tehdit etmesi ve uyarması görülmemiştir. O halde Kur’ân, Resûlullah’ın değil, sadece Allah’ın kelamıdır.

İtap âyetleri çerçevesinde hadis, esbâbu’n-nuzûl ve siyer kitap-larının naklettikleri husûslar çok önemlidir. Bunlardan birkaçına değineceğiz:

2.3.1. Abdullah b. Ümmi Mektûm Olayı

Resûlullah (s.a.s) Kureyş liderleriyle -İslam’a girme arzusuyla- onlarla konuşurken Abdullah b. Ummî Mektûm çıkageldi. Kendisi âmâ idi. Resûlullah’a Allah’ın kendisine öğrettiği şeyleri kendisine de öğretmesini istedi. Peygamber efendimiz döndü ve yüzünü ek-şitti. Böylece Allah, bu durumdan dolayı kendisini itap edip şu âyeti indirdi54: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü

yü-zünü ekşitti ve çevirdi. (Resûlüm! onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.”55

Bu olaydan sonra Resûlullah Abdullah İbn Ümmi Mektûmla karşlaştığında “kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek iltifat ederdi ve “ihtiyacın var mı, bir şey istiyor

54 Suyûtî, Celâluddin, Lubâbu’n-Nukûl fî Esbâbi’n-Nuzûl, (Beyrut: Dâru’l-Mârife, 1998), 325.

(17)

Iğdır Ü. İlahiyat

musun? diye sorardı. Hatta savaşa gittiğinde halka namaz kıldır-ması içinde Medine’de Abdullah’ı görevlendirirdi.56

Bu olayda yerilmesi sonucunda inen âyet, vahyin ilahî menşeli olduğunu yani, mana ile lafzın Allah’a ait olduğunu sarahaten be-lirtmektedir.

2.3.2. Bedir Savaşından Sonra Fidye Meselesi

Müslümanlarla müşrikler arasında yapılan Bedir Savaşında müşrikler hezimete uğradılar. Çok sayıda esir alınmıştır. Ancak bu konuda henüz bir hüküm yoktu. Resûlullah da bu esirlerin duru-muyla ilgili Ashabıyla iştişare etti. Hz. Ebubekir Peygamber efendi-mizin bu esirleri affetmesini istemiş, Hz. Ömer de küfrün belinin kı-rılacağı ümidiyle bunların öldürülmesini önermişti. Peygamberimiz istişare sonunda af yolunu izleyerek fidye karşılığında serbest bı-rakmıştı.57 Bunun üzerine Allah Teâlâ Peygamberini azarlayarak şu

âyeti indirmişti: “Hiç bir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yara-rını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir.”58

Hz. Peygamberimize Kur’ân, mana ve lafız yönüyle ait olsaydı kendi aldığı kararın zıddına yer vermezdi.

2.3.3. Münafıklara Savaşa Katılmamaları Husûsunda İzin Ver-mesi

Suriye’den Medine’ye gelen tüccarların, Bizansların Müslü-manlara saldırı hazırlığında olduklarını söylemeleri üzerine Pey-gamberimiz Tebuk Gazvesine hazırlanmaya başlamıştır. Münafık-ların lideri Abdullah b. Übey özür beyan ederek seksen münafıkla beraber savaşa iştirak edemeyeceklerini söylemiştir. Peygamber efendimiz de onların özürlerini kabul etmişti.59 Ancak hemen

son-rasında inen “Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli

56 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 4:700; Tirmîzî, Muhammed b. İsa, Ebu İsa, el-Câmiu’s-Sahîh

Sünenü’t-Tirmîzî, (Beyrût: Dâru’l-İhyai’t-Turasi’l-‘Arabî, tsz.), “Tefsir”, 73.

57 Müslim Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîhi Müslim, (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, trz.), “Cihat”, 58; İbn Hanbel, Ahmed b. Mu-hammed, el-Müsned, (Kahire: Müessetü’l-Kurtuba, tsz.), 1:31.

58 Enfâl, 8/67.

(18)

olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin ver-din?”60 âyetiyle Allah, Peygamberimize sitem edip affetmiştir. Bu

âyet de Kur’ân’ın mana ve lafzın Allah’a mahsus olduğunun en gü-zel örneklerindendir.

2.3.4. Mahremiyeti (Özel Hayatı) İle İlgili Âyetler

Peygamberimizin zevcelerine yaklaşmayı, Allah haram kılma-dığı halde nefsine haram kılması ardından çok şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir.61 “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın

sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?”62

Resûlullah’ın evlatlığı olan Zeyd b. Harise’nin, Hz. Zeyneb b. Cahş’ı boşaması ardından onun tutumu ile ilgili inen âyet Kur’ân’ın manen ve lafzen Allah’a nisbetini gerektirmektedir.

“(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyor-dun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ili-şiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla iliş-kilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”63

Peygamber Efendimizin mahremiyetini en güzel şekilde ifade eden bu âyet, Allah’a ait olmasaydı, Resûlullah’ın temenni etmekte olduğu gizli durumunun ortaya çıkması ve problemin çözümü mümkün olmayacaktı. Bu durum ne kadar mahremiyet gizliliğini gerektirse de hakikatin ortaya çıkması açısından zikredilmesi Al-lah’ın kelamı oluşuna işaret etmektedir.

2.3.5. Yahudilerin Sorularına Cevap Verememe

Yahudilerin ruh hakkında sorularının ardından yarın cevap ve-receğini ve inşallah demediği için on beş gün sonra “sana ruhtan sorarlar”64 durumuyla ile ilgili malumat inmiştir. Bu soruya cevap

60 Tevbe, 9/43. 61 Rıdvân, Arâu’l-Müşteşrikin Havle’l-Kur’ân, 1:394. 62 Tahrim, 66/1. 63 Ahzab, 33/37. 64 İsrâ, 17/85.

(19)

Iğdır Ü. İlahiyat

verme konusunda hırslı olduğu halde vahyin gecikmesi Kur’ân’ın Peygamber’in eseri olmadığına şehadet etmektedir.

Kısaca şunları diyebiliriz: Kur’ân’ın manası ve lafızları Allah’a ait olmayıp Resûlüne ait olsaydı, azarlamalara maruz kalmazdı. Kendisine ait olsaydı, tehditlere, eleştirilere, itaplara ve öğütlere he-def olmazdı. Görüşlerine saygılı olmaları için susar ya da hakikati gizlerdi.

2.4. Bilimsel Gerçekler Bağlamında Mana ve Lafız Bütünlüğü

Hiçbir bilimin gelişmediği bir dönemde inen Kur’ân âyetleri in-sanları hayrete bırakacak kadar bilimsel gerçeklere yer vermiştir. Onun muhtevasında bilimsel kanunların yer alması manayla bera-ber lafızlarının da indirildiğinin bir göstergesidir. Okuma ve yazma bilmeyen bir Peygamberin, astronomiden, tıptan, jeolojiden, zoolo-jiden, botanikten, bilim ve teknikten mahir olduğu söylenemez. Gü-nümüzdeki teknolojik gelişmeler, daha yeni yeni Kur’ân’da bahse-dilen bilimsel gerçekleri keşf etmektedir.

Göğün genişlemesi65, sonrasında genişlemenin durup

dürüle-ceği66, gökle yerin retk iken daha sonra fetk olması (birleşikken

bir-birinden ayrılması)67, Dünyanın yuvarlak olması68, denizlerlerdeki

tatlı ve tuzlu suların birbirine karışmaması69, insanın oluşum

mer-haleleri70, dağların fonksiyonu71 gibi bilimsel gerçekler her şeyi bilen

bir yaratıcının vermiş olduğu haberler olarak telakki edilmelidir. O halde bu Kur’ân Allah’ın kelamıdır. Bilimsel gerçekleri izah ederken seçtiği kelimeler/lafızlar da Ona ait olduğuna işaret etmektedir.

2.5. Belağat ve Fesahat Çerçevesinde Mana ve Lafız Bütün-lüğü

Hz. Resûlullah’ın gönderildiği Arap Yarımadasında edebiyatın zirvede olmasından dolayı kendisine nazil olan Kur’ân, bu geleneğe

65 Zâriyât, 51/47. 66 Enbiyâ, 21/104. 67 Enbiyâ, 21/30. 68 Zümer, 39/5; Nâzi’ât, 79/30. 69 Rahmân, 55/19-20.

70 Bkz., Alak, 96/1-3; Kıyâme, 75/36,37; İnsan, 76/2; Secde, 32/7-8; Necm, 53/45-46. 71 Nebe’, 78/7.

(20)

uygun olarak edebiyat sahasında eşsizliğini ortaya koymuştur. O dönemdeki Arapların edebiyat alanındaki seviyesini de aşarak oto-ritesini kabul ettirmiştir. Kur’ân’ın fesahat, belağat ve üslûp açısın-dan muciz olduğu herkes tarafınaçısın-dan kabul edilmektedir.72

Kur’ân, bir benzerini veya bir kısmını getirmeleri konusunda müşriklere meydan okunduğunu tahaddi kapsamında incelemiştik. Buna rağmen müşrikler bile Kur’ân lafzının üstünlüğünü kabul et-mekten başka bir çare bulamamışlardır. Lafız olarak da Kur’ân-ı Kerîm birçok edebî incelik ve güzelliklere yer vermiştir. Beyân, meânî ve bedî ilimlerine ait konular incelendiğinde bunlara ait ör-neklerin Kur’ân âyetlerinde de mevcut olduğu görülür. 73

Said Nursi (ö. 1960) de Kur’ân’ın belağatı husûsunda şöyle de-mektedir: “Belağat en revaçta olduğu bir anda Kur’ân-ı Mu’cizu’l-Beyân nüzûl etti. Nasıl zaman-ı Musa Aleyhisselam’da sihir ve za-man-ı İsa Aleyhisselam’da tıp revaçta idi. Mu’cizelerin muhimmi o cinsten geldi. İşte o vakit, büleğâ-yı Arabı, en kısa bir sûresine mu-kabeleye davet etti.”74

M. Tayyib Okiç (ö. 1977); Kur’ân’ın, Arap nesir edebiyatının ilk ve edebî şaheseri olduğunu, stil ve uslüp bakımından taklit edile-mez bir mükemmellik örneğini sergilediğini, onun tilaveti karşı-sında Arapça bilen veya bilmeyen gayr-i müslimler bile hayran kal-dıklarını belirtir. Kur’ân-ı Kerim’i Fransızcaya çeviren Regis Blac-here’nin (ö. 1973) Arapça bilmeyen bir Avrupalı Kur’ân’ın tilavetin-den etkilendiğintilavetin-den bahsettiğini aktarmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’in uslûp mükemmelliği karşısında, İslamiyet aleyhinde eserleriyle meşhur olan papaz Henri Lammes’in (ö. 1937) teslim olmak zo-runda kaldığını da söylemektedir.75

72 Bâkılânî, İ’câzu’l-Kur’ân, 260; Bediuzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’câz fi Mezâni’l- Îcâz, (İstanbul: Sözler Yayınları, 1994), 44-49; 114-125. Ayrıca bu konuda geniş bilgi için Seyyid Kutub’un et-Tasvirul-Fenni fi’-l-Kur’ân isimli kitabına bakınız.

73 Bkz., Bakara, 2/18; A’raf, 7/179; Secde, 32/14; Yâsîn, 36/37; Câsiye, 45/21. 74 Bediuzzaman Said Nursî, Sözler, (İstanbul: rnk Neşriyat, 2014), 399.

75 Okiç, M. Tayyib, Kur’ân-ı Kerim’in Uslûb ve Kırâatı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basım Evi, 1963), 1.

(21)

Iğdır Ü. İlahiyat

En büyük tanıklığın düşmanın tanıklığı olduğu gerçeğiyle bu-rada onların sözlerine yer vermek uygun olacaktır. Kur’ân-ı Ke-rim’in Fransızca tercümesini yazdığı mukaddimesinde Cenevre Üniversitesi profesörlerinden Edouart Montet (ö. 1934) Kur’ân’ın belağatı ve fesahatı hakkında şöyle ifadelerde bulunmaktadır: “Sûreler hakkında ileri sürdüğümüz birçok konuda -ne hükümler verilirse verilsin- Arapça olarak Kur’ân’ı bilenlerin hepsi bu dinî ki-tabın güzelliğini, uslûbunun son derecedeki (edebî bakımdan) mü-kemmeliyetini yüceltmekte müttefik olacaklardır ki, Avrupa dille-rindeki bütün tercümeler bunu hissettirip ifade etmek imkânından mahrumdurlar.”76

Gerçekte bu davet karşısında muarızlar, acizliklerini ortaya çı-karmaktan başka bir şey yapamamışlardır. Bu alanda bazı cüretkâr-ların ortaya atıldıkları da görülmüştür. Güya Kur’ân-ı Kerim’e bir nazire olmak üzere birkaç cümle ortaya atanlardan biri, Peygamber-liğini iddia eden yalancı Müseylime olmuştur.77 Kur’ân-ı Kerim’in

bir taklidini yapmaya niyetlenmiş, fakat bir müddet sonra ُضْرَا َٰٓيَ ي۪عِلْقَا ُءآََٰس َيََو ِكَءآَٰم ي۪عَلْ با“Ey toprak suyunu yut! Ey gök sen de tut!”78 âyetinin

bir çocuk tarafından okunduğunu işitince bu işten vazgeçmiştir. Hatta bu âyet ruhunda öyle bir etki bırakmış ki, o ana kadar hazır-ladığı tüm taklitlerini yok etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir zaman taklit edilmeyecek Allah’ın sözü olduğuna inanmıştır.79

Günü-müzde de Kur’ân’a karşı nazariyede bulunmak isteyenler olursa on-lar da Kur’ân’ın müthiş belağatı karşısında aciz kalacakon-lardır.

Kur’ân’ın uslûbü, icazı ve belagatı bu kelamın Allah’a ait oldu-ğuna şahitlik etmektedir. Beşerin onun karşısında aciz kalması, bu-nun; mana ve lafız olarak beşer lafzı olamayacağının göstergesidir.

2.6. Resmu’l-Kur’ân Bağlamında Mana ve Lafız Bütünlüğü

Hz. Osman’ın cemʻ sırasında Kur’ân’ın imla (yazım) kuralla-rıyla yazdırdığı şekle Resmu’l-Kur’ân, Resmu’l-Mushaf veya

76 Okiç, Kur’ân-ı Kerim’in Uslûb ve Kırâatı, 2. 77 Suyûtî, İtkân, 4:11.

78 Hûd, 11/44.

(22)

i Osmanî denilmektedir. Hiçbir kitaba nasip olmayan imla şekli, Kur’ân’ın günümüze kadar korunarak geldiğinin ispatıdır. Sahabe o dönemden itibaren kelimelerin yazılış biçimlerine o kadar önem verdiler ki, imla zamanla değişse bile o kelimeler aynı tarzda telaf-fuz ve yazı şekli ile bize intikal etmiştir. Böylece yazım kurallarının erken dönemde konulması Kur’ân’ın mana ve lafız olarak Allah’a nispetini de göstermektedir. Ezberinde gösterilen itinalar yazı-mında da gösterilmiştir.

Kur’ân’ın okunuşunda Hz. Peygamber Efendimizin okunuşu esas alındığı gibi yazılmasında da çağlar boyunca sahabenin icma-sına mazhar olan Hz. Osman’ın Mushafı’ndaki imla biçim ve kural-ları da Kur’ân’ın yazılışına esas alınmıştır. Zamanla yazım kuralla-rında ciddi bir değişiklik olduysa da İslam ümmeti, Kur’ân’ın titiz bir koruma altında olmasının bir tezahürü olarak imlasında sadece ‘İmam Mushafı’ olarak tarihe geçen Hz. Osman’ın yazdırdığı Mus-hafın yazım kurallarına uymaktadır. Öyle ki cumhur-u ulema Kur’ân yazısının tevkifî olduğunu ve buna muhalefet etmenin caiz olmadığını söylemişlerdir.80

Mushaf’ın yazımı günümüzdeki sitile uygun olan ve olmayan şeklinde iki kısma ayrılmaktadır. Kur’ân’da telaffuzu aynı olup ya-zım şeklinin ayrı olması durumunu güzellikle kabul etmek gerek-mektedir. Çünkü bunlar sahabenin onayıyla Zeyd b. Sabit’in imla-sıdır. Diğer mushafların muhafazası için bu imla şekline muhalefet etmeninin haramlığını İmam-ı Malik (ö. 179/795) de dile getirmiştir. Zemâhşerî (ö. 538/1144), kıyas dışı bazı imlaların Mushaf’ta olması konusunda ittifak olduğunu belirtmiş, lafzın doğru yazılması ve muhafazasını devam ettirme konusunda bu yazımın olmasının mü-kemmel bir iş olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Mushaf’ın imlasına muhalefet etmemenin güzel bir adet olduğunu belirtmiştir.81

Zeyd b. Sabit’in Mushaf’ta imla ettiği bazı kelimeler -sayıları çok olmamakla beraber- şunlardır:

80 M. Halil Çiçek, Kavram Atlası Tefsir I, (Ankara: Gazi Kitapevi, 2020), 115. 81 Molla Musa Celâlî (Gecit), Mecmuatu’l-Fevâid, (İstanbul: Şefkat Yay., 2004), 223.

(23)

Iğdır Ü. İlahiyat

Bugünkü yazı sitilinde yer alan ليللاو ; 82ليٰلا فلَتخإوterkibindeki ليٰلا olarak bir lam ile yazılmıştır. ىعادلا kelimesi 83عادلا ةوعد بيجأâyetinde عادلا olarak, ةحمر ; kelimesi 84 الله تحمر نوجري كئلوأ âyetinde تحمرolarak yazılmıştır.

ةمعنşeklinde bugün ةolarak yazılan kelime 85مكيلع الله تمعن اوركذاوâyetinde تمعنşeklinde imla edilmiştir. 86اوبرلا نولكيأ نيذلا cümlesindeki اوبرلاkelimesi

وharfiyle gelmiştir. 87اهموذآف مكنم انهايتيأ ناذلاو âyetindeki ناذلاو kelimesi bir

lam ile yazılmıştır. 88اهيف اوسكرأ ةنتفلا لىا اودر ام لك deki ام لكkelimeleri, املك şeklinde değil de ayrık yazılmıştır.89

Hz. Osman’ın Mushafı’nda bulunan tüm yazım imlaları, diğer tüm mushaflarda da yer almıştır. O günden bugüne kadar yazım kuralları değişmesine rağmen mushaflarda hiç değişmeden kelime-lerin aynı yazılması da Kur’ân’ın Allah’ın kelamı olduğuna delil ol-makla beraber sadece mananın değil, lafzının da Ona ait olduğuna işaret eden en büyük delillerdendir.

2.7. Kur’ân’ın Ezberlenmesi Bağlamında Mana ve Lafız Bü-tünlüğü

Kur’ân-ı Kerim’in ezberlenebilir bir kitap olması Allah’ın ke-lamı olduğuna dair bir delildir. Dünyada bu kelam gibi ezberlenen hiçbir kitap yoktur. Hatta Tevrat ve İncil hafızı diye bir tabir de ol-mamıştır. Kurân’ı okumak ve ezberlemek en hayırlı işlerden sayıl-mıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz “sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir”90 şeklinde hadisi daha sonraki nesle

Kur’ân eğitimi kurumlarının kuruluşuna sebep olmuştur. İlk indiği andan itibaren günümüze kadar milyonlarca hafızın çıkması “Biz zikri indirdik, Onu muhafaza edecek olan da biziz”91 va’di Allah’ın

sözünü muhafaza ettiğinin bir göstergesidir. Allah, “Batıl, Kur’ân’a

82 Bakara, 2/164. 83 Bakara, 2/186. 84 Bakara, 2/218. 85 Bakara, 2/231. 86 Bakara, 2/275. 87 Nisâ, 4/16. 88 Nisâ, 4/91 89 Gecit, Mecmuatu’l-Fevâid, 224. 90 Bakara, 2/275. 91 Hicr, 15/9.

(24)

önünden de, ardından da gelemez”92 diyerek onun hıfzına kefil

ol-muştur.93 Kur’ân’ın kolaylaştırılması, peyderpey indirilmesi, çeşitli

ibadetlerde tekrar edilmesi, hatim çıkarılması, Kur’ân talim kurum-larında okutulması, âyetlerle amel edilmesi, istidlal getirilmesi, vaaz, nasihatte bulunması gibi husûslar, Kur’ân’ın ezberlenmesinin vasıtaları olmuştur. İnen âyetler sahabîlerce ezberlenmiştir. Ashab-ı suffe de Kur’ân’Ashab-ı ezberlemiştir. Bununla beraber Hz. Peygamber’in sağlığında “Bi’r-i Maune”de Kur’an hafızı katliamı, Hz. Ebu Be-kir’in hilafetinde gerçekleşen “Yemame Savaşı’nda şehit edilen ha-fız sahabelerin sayısından hareketle ilk dönemde Kur’an’ı ezberle-yen sahabelerin sayısının tespit edilemeyecek kadar çok olduğu gö-rülmektedir. Daha sonra Bi’r-i Maune’de şehit edilen Kurra sahabe-lerin isimleri, bunlardan ayrı olarak; yaşayan sahabe arasında da, Kur’an’ı ezberleyen sahabilerin sayılarını çok olduğunu tahmin et-mek zor değildir. Dört sahabînin Kur’ân’ı ezberlediğine dair riva-yetler94 yanlış anlaşılmıştır. Aslında bu dört sahabî Kur’ân’ı güzel

öğreten hocalardır. Bunların yanında Kur’ân öğrenmek tavsiye edil-miştir.

Her çağda küçük yaşlarda iken Kur’ân ezberleyenlerin sayısı pek çok olmuştur. Evliya Çelebi’nin ifadesine göre kendi zama-nında İstanbul’da dokuz bin kişi Kur’ân’ı ezbere biliyordu. Bunların üç binini kadınlar oluşturuyordu.95 2019 yılı itibariyle Diyanet İşleri

Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Türkiye’de hafızlık belgesine sahip yak-laşık 160 bin hafız olduğunu dile getirmiştir.96 Tüm İslam

ülkele-rinde sayıları milyonları aşan hafızlar vardır. Bu durum, Allah’ın kelamının manen ve lafzen Allah’a nisbet edildiğine delâlet etmek-tedir. Allah, Kur’ân’ı hafızların sinesinde ve katiplerin sayfalarında muhafaza etmiştir. Nitekim daha dünya semasına inmeden önce Levh-i Mahfuz’da, daha sonra Beytu’l-İzze’de muhafaza edilmişti.

92 Saffat, 42.

93 Bâkılânî, İ’câzu’l-Kur’ân, 18.

94 Abdullah bin Mes’ud’un şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Kur’an’ı şu dört kişiden alınız: Abdullah ibn Mes’ud, Sâlim, Muaz ve Übeyy bin Kâ’b. (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8)

95 Okiç, Kur’ân-ı Kerim’in Uslûb ve Kırâatı, 24. 96 Diyanet. Gov. tr. Erişim 1 Ekim 2020.

(25)

Iğdır Ü. İlahiyat

Kıyamete kadar muarızları olacağı halde ezber vasıtasıyla korun-ması Allah’a mana ve lafız yönüyle aidiyeti konusunda kuşkuya mahal bırakmamaktadır.

2.8. Vahyin Nuzûlü Esnasında Ortaya Çıkan Haller Bağla-mında Mana ve Lafız Bütünlüğü

Resûlullah vahiy aldığı zaman kendisinde bazı haller belirgin hale gelirdi. Bu hallerin kendi nefsinde yansıması, vahyin ağırlığını da ortaya koyuyordu. Allah’tan Hz. Cibril vasıtasıyla aldığı vahiy esnasında kendisinden müşahede edilen haller, kendi tarafından âyetlerin olmadığına dair büyük bir delildir. Şayet kendi sözü ol-saydı rahat olur, rengi değişmez, terlemez ve ağırlığı hissedilmezdi.

Hz. Cebrail, Hz. Peygamber’e vahiy getirdiği zaman gelişini “çıngırak veya zil sesine benzer bir ses ile haber veriyordu. Bu şe-kilde gelen vahiyden dolayı çok sıkıntı çektiğini ifade etmektedir. Resûlullah’a vahiy nasıl geldiğine dair sorusuna Resûlullah, şöyle cevap vermiştir: “Bazen zil sesine benzer bir sesle bana gelir. Bu bana (vahyin) en şiddetli olanıdır… Bazen melek bir adam şeklinde temessül eder ve benimle konuşur, ben de onun söylediğini iyice bellerim.”97

Bazen vahiy geldiği zaman Hz. Resûlullah’ın yanında bulunan-lar, onun yüzünde arı uğultusuna benzer bir ses işitirler98, fakat

ya-nındakiler, ne olduğunu fark edemiyorlardı. Bu esnada da Resûlul-lah vahiy alıyordu. ResûlulResûlul-lah’ın vahiy alma hallerinde gösterdiği

97 Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, (Beyrût: Dâru İbn Kesîr, 1987), “Bed’ü’l-Vahy”, 2; Müslim, “Kitabu’l-Fedâil”, 87;Tirmizî, Ebû İsa Mu-hammed b. İsa, Sünenu’t-Tirmîzî, (Beyrût: Dâru’l-İhyai’t-Turasi’l-‘Arabî, tsz.), “Menâkib”, 7; Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali el-Hurasânî,

Sü-nenu’n-Nesâî, (Haleb: ,el-Mektebetu’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, 1986), “İftitah”, 37.

(26)

bazı belirtiler vardır.99 Soğuk günlerde bile terlemesi100, uykusu

gel-mesi101, gözlerini belli bir noktada dikmesi102, vucûdu kaskatı

kesil-mesi103, benzinin sararması veya kızarması104, vücudunun

ağırlaş-ması105, bazen de nefes alırken horultuya benzer ses çıkarması106 gibi

bazı haller olmuştur.

İslam alimleri Resûlullah’ta görülen bu hallerin onun, Kur’ân’ı Allah’tan almış olduğuna delil teşkil ettiğini belirtmiştir.107

Peygam-ber Efendimizin vahiy aldığında bu hallere girmesi, rüyalardan, ateşli hastalıklardan veya normal durumlardan dolayı değildi. Şüp-hesiz vahiy aldığı hallerde uykulu olmayıp uyanıkken bu hallere gi-rip vahiy nazil oluyordu. Aynı zamanda vahiy alırken akıl ve beden sağlığı mükemmel idi. Tüm bunlar bize vahyin Allah katında mana ve lafız olarak indiğini tamamen Allah’a aidiyeti açık bir şekilde be-yan etmektedir. Böylece bu durum da Resûlullah’ın hiçbir dahlinin olmadığı, tamamıyla tertibi ve inşası bakımından Allah’ın indirmesi olduğunu göstermektedir.

2.9. Lafızların Musiki Ahengi Bağlamında Mana ve Lafız Bü-tünlüğü

Kur’ân-ı Kerim şekilsel olarak ne tam nesir ne de şiirdir. Fasıla-ların olması yönüyle müşriklerin Peygamber efendimize şair yakış-tırması söz konusu olmuştur. Müşriklerin, رِعاَش َوُه ْلَب “O olsa olsa şa-irdir”108 sözleri Kur’ân’ın Resûlullah tarafından şiir şeklinde

yazıl-dığını söylemeye yöneliktir. Hâlbuki نىاْرُ قَو رْكِذ َّلاِا َوُه ْنِا ُهَل ي۪غَبْ نَ ي اَمَو َرْعِٰشلا ُهاَنْمَّلَع اَمَوِۜ

99 Zürkânî, Menâhil, 55.

100 Buhârî, “Şehadet”, 15. 101 Müslim, “Salat”, 53. 102 Buhârî, “Tefsîr”, 75.

103 Muhammed Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, trc., Ruhi Özcan, (İstanbul: 1994), 62. 104 Buhârî, “Hacc”, 17.

105 İbn Hanbel, Müsned, 5:184. 106 İbn Hanbel, Müsned, 1:238.

107 Zerkeşî, Burhân, 1:229; Muhsin Demirci, Kur’ân Tarihi, (İstanbul: İFAV Yay., 2011), 37.

(27)

Iğdır Ü. İlahiyat

ي۪بُم

“ Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona

vahye-dilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur’ân’dır”109 âyeti onların bu

iddi-alarını kesin bir şekilde reddetmektedir.

Müşteşrikler de Kur’ân’ın Allah’ın sözü olmadığını ispatlamak için müşriklerin iddialarına benzer söylemlerde bulunmaktadırlar. D. H. Müller (ö.1912) ve R. Geher (ö. ?) yüzeysel incelemelerinde strophe (eski bir şiir şekli/beyt) bulunduğu söylemişlerse de Nöl-deke (ö. 1930), Schwally (ö. 1919), Montet (ö. 1966) ve Regis Blac-here’nin (ö. 1973) Kur’ân-ı Kerim’de strophe bulunmasının mevzu bahis olamayacağını belirtmişlerdir. İslamiyetin ilk dönemlerinde Müşrikler tarafından Kur’ân sitilinin kafirlerin seci (ritim) veya ka-fiyeli nesir ile maksatlı iltibas edildiğine değinen Blachere, vahyin yüksek ve müthiş etkili ikazlarıyla kahinlerin kehanetleriyle muka-yese etmenin imkansız olduğuna işaret etmiştir. E. Montet, “Kur’ân’ın bir veya birkaç âyetinde –şiir söylemek kastı olmaksızın- nazım sitili olabilir. Nitekim bizim en iyi nesir yazarlarımızın da far-kına varmadan yazılarında bir alexantrin (on iki heceden oluşan sa-tır) vücuda getirdikleri görülür”110 gerçeğini dile getirmiştir.

Ze-mahşerî de herkesin kelamında vezin ve kafiyenin mümkün olma-sına dikkat çekerek aksi takdirde herkesin şair olabileceğini söyle-mektedir.111

Taha Hüseyin (ö. 1973) Kur’ân’ın özelliğini şu formülle özetle-mektedir: نآرق وه انمإ ارثن سيلو ارعش سيل نآرقلا نإ“Kur’ân ne şiir ne de nesirdir. O, sadece Kur’ân’dır.”112

İşte Kur’ân’ın şiir veya nesir ile bağlantısının olmayışı beşer sö-zünden oluşan şiir ve nesire benzemediğinden dolayı bu lafızların manalarıyla birlikte Allah’a ait olduğunu göstermektedir. Kurân’ın müzikal yapısı gereği kulaklara hoş gelen sedası, ruhu coşturan at-mosferi, bazen korkutucu, bazen sevindirici dokundurmada bulun-ması bu kelamın insan sözü olamayacağına şahitlik etmektedir. Ni-tekim asrımızda da birçok sanatçılara Kur’ân dinletilmiş ve manayı

109 Yâsîn, 36/69.

110 Okiç, Kur’ân-ı Kerim’in Uslûb ve Kırâatı, 24. 111 Zerkeşî, Burhân, 2:113.

(28)

bilmedikleri halde tesir oldukları hayretle müşahede edilmiştir. Ke-lime seçimleri ve yumuşak üslup ve fasılaların uyumu ve güzel bir sesle okunması musikî yapısı yanında daha etkileyici olmaktadır. Resûlullah Kur’ân’ı güzel sesle okumayı emretmesi ve güzel sesle okuyanları taltif etmesi de malumdur. Ses güzelliği ile meşhûr olan Ebû Musa el-Eş’arî, bir gece vaktinde Kur’ân’ı okumuştu. Resûlul-lah da onu dinlemiş ve “Ey Ebû Musa! Sana Davût alinin mizmar-larından bir mizmar verilmiştir”113 diyerek taltif etmişti. Ayrıca

Pey-gamber efendimiz “teğanni ile Kur’ân okumayan bizden değildir”114

buyurmuştur. Teğanni kelimesi ةءارقلا دنع توصلايستُ“Kur’ân okundu-ğunda sesi güzelleştirme” manasında yorumlanmıştır.

Manalar anlaşılmadığı halde lafızların güzel okumalarla insan-ların ruhu üzerinde etkili olması, bu sözlerin sahibin Allah oldu-ğuna işaret etmektedir.

2.10. Üslup Farkı Bağlamında Mana ve Lafız Bütünlüğü

Resûlullah’ın bize tebliğ ettiği öğretilerde birbirinden farklı Kurân-ı Kerim, kutsî hadis ve nebevî hadis şeklinde üç üslubün var-lığı görülmektedir.

“Cüveynî, Kutsî hadis ve Kurân-ı Kerim’i açıklar mahiyette şöyle demektedir: “İnen Allah kelâmı iki kısma ayrılmaktadır:

Birinci kısım: Allah Hz. Cebrail’i Elçisine göndererek; ‘Allah şöyle şöyle yapmanı emrediyor’ der. Hz. Cebrail de Allah’ın dedi-ğini kavrar. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e gelir, Rabbinin söyle-diklerini kendisine iletir. Yalnız, Cebrail’in getirdiği bu ibare, Al-lah’tan aldığı ibarenin aynısı değildir. Nitekim bir padişah elçisine: ‘Falancaya git, padişah sana, hizmette gayret göster, ordunu savaş için topla!’ derse; elçi de bunu: ‘Hükümdar sana şöyle diyor: Hiz-metini aksatma, askerin dağılmasına meydan verme, onları savaşa teşvik et!’ şeklinde ifade etse, elçi vazifesini yerine getirmekte kusur etti, yalan söyledi, denemez.

113 Buhâri, “Kitabu Fedâili’l-Kur’ân”, 66; Buhârî, “Babu Husni’s-Savti bi’l-Kırâatı”, 31. 114 İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Ebu Abdullah, Sünen-i İbn-i Mâce, (Beyrût: Dâru’l-Fikr, tsz.), “İkame”, 176.

(29)

Iğdır Ü. İlahiyat

İkinci kısım: Yüce Allah Cebrail’e: ‘Bu kitabı Peygambere oku!’ diye emreder. Cebrail de herhangi bir değişiklik yapmadan Allah kelâmını olduğu gibi indirir. Bu da tıpkı hükümdarın elçisine yazılı bir mektup vererek “bunu falancaya oku!” diye emretmesi, elçinin bu mektubu ne bir kelime, ne de bir harfini değiştirmeden okuması gibidir.”115

Böylece birinci kısmın Kutsi hadis, ikinci kısmın ise Kur’ân-ı Kerim olduğu zahir olmaktadır. Çünkü her ikisinden biri mana, di-ğeri de hem mana hem de lafız olarak Allah katından inmiştir. Üçüncü kısım var ki, ona da Nebevî hadis denilmektedir. Nebevî hadis de mana ve lafız cihetiyle Resûllah’a aittir.

Kutsî hadislerde bile mana ile rivayet edilmesi caizdir. Zira Cebrail (a.s) mana ile eda etmiştir. Kırâatı mana ile okumak caiz de-ğildir. Çünkü Cebrail (a.s) lafız ile eda etmiştir. Cebrail’e mana ile edası caiz olmamıştır. Bu şekilde olmasının hikmeti; Kur’ân’dan kastedilen şeyin lafzıyla ibadet edilmesi ve icazının olmasındandır. Hiç kimse Kur’ân’ın bir lafzının yerine başka bir lafzı yerleştirmeye gücü yetmez. Her lafzın harfinde birçok mana vardır. O lafzın ye-rine manasını kapsayacak başka bir lafzı getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Nazil olan vahyin iki kısım olarak indirilmesi ümmete kolaylık sağlamak içindir. Birinci kısım lafzıyla; diğer kısmı da mana ile vahyedilmiştir. Şayet tüm vahiy lafız ile nazil olmuş ol-saydı meşakkat olurdu ya da hepsi mana ile olol-saydı tebdil ve tahrif-ten emin olmazdı.116

Kur’ân’ın parlak üslûbu, lafızların inceliği, manaların etkileyici güzelliği, prensiplerin genelliği, meselerinin latîf oluşu, garip haber-leri, işâret ve istiârelerindeki sırlarıyla hem avâma hem de havâsa tesir ederek bütün insanlığı hayret ve dehşet içinde bırakmıştır.117

Mana ve lafzın Allah’a ait delillerinden biri de Kur’ân ve Resûlullah’ın hadislerindeki uslüp farkıdır. Hadislerin ilk zaman-larda yasaklanmasının sebebi de Kur’ân ve hadis arasındaki uslûp

115 Ahmet b. Muhammed b. Ali b. Hacer el-Heytemî es-Sa’dî el-Ensârî Şihâbuddin Şeyhu’l-İslam Ebu’l-Abbas, Fetâvâ el-Hadisiyye, (Beyrût: Dâru’l-Fikr,, trz.), 149. 116 Heytemî, Fetâvâ el-Hadisiyye, 149.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yaşlılarda ilacın biyoyararlanımı %85 gibi yüksek sayılabilecek bir düzeydedir. Bununla beraber, özellikle 70 yaşın üzerindekilerde eliminasyon yarılanma ömrü

(Resim) Gemlik’te doğdu, ilk, orta tahsilini Gemlik'te, Liseyi Bursa Kız Lisesinde bitirdi.. Aka­ demisinden mezun

In his book on Coffee, Kenneth Davis de­ scribes two of the most generally used methods for extracting caffeine from green coffee beans, before their delicate flavors and oils

İstanbul Resim ve Heykel Müzesinde, Ankara Resim Müzesinde, Ankara Milli Kütüphanede, İş Bankası, Ankara Galerisinde, resmî ve bazı özel koleksiyon­ larda

Sekil 2: Hastanin dilatasyonlu fundus muayenesinde, sag ve sol göz optik disk sinirlarinin düzensiz oldugu görüldü, peripapiller bölgede ve dört kadran retinada yaygin subhyaloid

Proksimal tibial sinir tuzaklanmalari nörofibrom-nörilemmom, myositis ossifikans, femurun osteokondromasi, popliteal kist, popliteal ve tibial arter anevrizmalari, tibia distal ve

Geçen yıl keşfedilmesinin ardından büyük bir ilgiyle izlenen ve bu yılın en çok konuşulan kuyrukluyıldızı C/2012 S1 (ISON), bu ilgiyi sadece çıplak gözle de

Türkiye Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay’m Mısır Hükümeti tarafından sınırdışı edilmesi hakkında geniş tafsilât v e r­ mekte, ve Büyükelçinin, hare­ ket