• Sonuç bulunamadı

Başlık: YAYINLAR ÜZERİNDEYazar(lar):Cilt: 3 Sayı: 5 Sayfa: 565-574 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000666 Yayın Tarihi: 1945 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: YAYINLAR ÜZERİNDEYazar(lar):Cilt: 3 Sayı: 5 Sayfa: 565-574 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000666 Yayın Tarihi: 1945 PDF"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAYINLAR ÜZERİNDE

E s k i H i n d T a r i h i Indisches

A l t e r t u m . Yazan: Prof. Dr. W. Ruben (eser, C. Z. Şanbey tarafından Türkçemize çevirilmiştir; İdeal Matbaa 1944, Ankara. 280 s.).

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafiya Fakültesinin yayınlamakta de­ vam ettiği ilmî eserler arasında, Prof. Dr. W. Ruben'in «Eski Hind Tarihi» adlı eseri de son günlerde satışa çıkarılmış bulu­ nuyor. Batı bilim dünyasında da nihayet bir asırdan beri tanınan ve başka bilim kollarına nisbetle oldukça genç sayılan Hindoloji tedrisatı, memleketimizde ilk ola­ rak Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­ tesinde ve bu Fakültenin (Perşembe 9-1-1936 da) açılışı ile birlikte ve bir kürsü halinde kuruldu. Memleketimizde eski Hindistan ve eski Hind kültürünün sistemli bir şekil­ de tetkikine de bu tarihten itibaren baş­ landı. Millî kültürümüzü tetkik ederken, ve Millî kültürümüzün cihan tarihi içerisindeki mevkiini tayinde baş vurmak zorunda kaldığımız kaynaklar ve bu sahada çöz­ mekle ödevli bulunduğumuz problemler bahsinde, batı bilgin çevrelerinden «Canlı Müze» lik damgasını alan Hindistan'ın ve eski Hind kültürünün taşıdığı büyük önem üzerinde burada durmıyacağız. Bu böyle olmakla b e r a b e r , bugüne kadar Türkçe-mizde, maalesef, Hindistan hakkında toplu herhangi bir eser yazılmamıştır. Müslüman ve Türk fatihlerin Hindistana yaptıkları akınlar hakkında gerek telif ve gerekse tercüme olarak bazı yazılara Tas­ lamak mümkünse de bu tarihlerden önce, hele Milâttan' evvelki eski Hind kültürü hakkında dilimizde pek az kalem oynatıl­ mıştır.

E s k i H i n d T a r i h i , müellifinin de önsöz kısmında belirttiği gibi «vaktiyle Lassen'in E s k i Zamanlar Hindistan Bilgisi adlı eseri g i b i ilmî tetkik ve araştırmanın yüz elli senelik bir zaman içerisinde elde

ettiği bütün neticeleri toplıyan bir külli­ yat değildir. Bu kitap daha ziyade, bir taraftan Hindistanın siyasî tarihinin, diğer taraftan da edebiyat, san'at, din ve fel- , sefe tarihinin tetkikine konu teşkil eden meseleleri kısa hatlarla toplu bir halde tespite çalışan bir tecrübedir». Prof., ha­ diseleri kronoloji sırasıyla yanyana zikre-ederek ve â d e t a bir vak'alar listesi meyda­ na getirmekten ziyade, bu hadiselere zemin hazırlamış bulunan dinî, iktisadî ve içtimaî âmil ve unsurlar üzerinde durmayı tercih etmiş ve bunların ilmî ve modern metodlarla tahlillerini yaparak kitabını meydana getirmiştir. Müellif bu eserinde, şahsına has üstün bir görüş kabiliyeti ile, Eski Hind Kültürünün tarihî çağlarındaki muhtelif asırlar zarfında tezahür etmiş olan türlü kültür tezahürleri ile cihan t a ­ rihi içerisinde muhtelif çağlarda görünen bu çeşitten tezahürler arasında bazı sıkı benzerlikler takibedebilmiş ve böylece, Milâttan önce 2000-1500 yılları ile Milâttan sonra 550 yılları arasında geçen takriben 2000 yıllık Hind kültürünün tarihî çağını tâli bir takım devreciklere daha ayırmıştır. Sekiz devreden ibaret olan bu tâli devre­ lerin her biri bir kaç asırlık kısımdan iba­ rettir. Her devrenin, muayyen bir kültür tezahürünün olgunluk zirvesi olduğunu eserinde tebarüz ettirmiye uğraşan genç bilginin önsözünden bir kaç satır daha okuyalım : «Vakıa aynı kültür unsuru Hin­ distanın diğer kültür devrelerinde de mev­ cuttu ; fakat bunlar artık bu devreler için karakteristik olmaktan çıkmış bulunuyor­ lardı. Diğer taraftan bir devre için karak­ teristik olan kültür unsuru, esas rolünü o devrede oynamış bulunduğundan dolayı diğer devrelerde faal bir unsur olmaktan da çıkmış değildi. Şu halde devreler tama­ men tasvir edilmiş bulunmamakta, daha ziyade o devreye vasfını veren az miktar­ da bir kaç kültür unsurunun inkişaf seyir­ leri araştırılmakta ve devreler bunlarla tebarüz ettirilmektedir».

(2)

I. Devre (M. Ö. 2000-1500 sıraları) Genel kavimler m u h a c e r e t i :

Eski Hind kronolojisinin noksanlık­ larla dolu olduğundan ve Hind kültür ta­ rihinde emin bir tarihleme keyfiyetinin ancak Yunanlı İskenderin Hindistan'a yap­ tığı seferden ( M. Ö. 326 ) sonraki çağlar için bahis mevzuu bulunduğunu ileri süre­ rek sözüne giren Prof. W. Ruben, bu kı­ sımda Arya'ların kuzey - batı Hindistana yaptıkları akından ve bunlar hakkında eli­ mizde mevcut bulunan vesikaların yine bunlara ait olan Veda edebiyatından ibaret olduğunu söyler. Bu târihlerden önceki yerli Hindistan halkından ve Arya'ların Hindistana gelmezden evvelki durumları hakkında, bilhassa Arya'ların İran'lılarla birlikte yaşadıkları günlerden de bahse­ dilir.

II. Devre (M. ö. 1000 - 7C0) Müstem-lekeci bir genişleme d e v r i :

Bu devrede Arya'ların müstemlekeci bir zihniyetle doğuya doğru, yani Ganj vadisine muhaceretleri ve buralarda yer­ leşmeleri tasvir edilir. Arya'lardan daha evvel burada yerleşen halk tabakası ile Arya'lar arasındaki münasebetler de ince­ lenmektedir. Bundan sonra kast sisteminin hangi şerait dahilinde meydana geldiği ve Brahman zümresinin bir ruhanî kast sıfatı ile cemiyet içerisindeki etkisi tebarüz etti­ rilmektedir.

III. Devre (M. Ö. 700-550) İlk dahilî harpler d e v r i :

Bu kısımda o zaman halk tabakası ile hükümdar sınıfının ve hükümdarlarla Brah-manların yekdiğerlerine karşı aldıkları tavır ve hareket tarzları incelenmektedir; Hind cemaatı içerisinde yavaş yavaş bir pesimist his doğduğu, Upanishad edebî nev'inin meydana geldiği, ruh göçü nazariyesinin ortaya çıkışı ve nihayet hükümdar sınıfla Ruhban yani Brahman zümre arasında geçimsizlik baş gösterdiği bütün şartları ile beraber ele alınır. Mistik düşünce tarzı ile şüphenin ilk olarak Hind efkârı umumi­ yesinde nasıl meydana geldiği de, bu devre­ de ele alınan konular arasındadır. Bundan sonra Hind materyalizmi ve meşhur Hindli rasyonalistlerden Uddalaka Aruni üze­ rinde durulur ve bu mütefekkirle Yunanlı

Hilozoistler arasında bazı mukayeseler ya­ pılır.

IV. Devre (M. Ö. 550 - 450) Dahilî harplerin d e v a m ı :

Dördüncü devrede müellif «Hindis-tanda mistik, yani müfrit ve şuurlu idea­ lizm ile materyalizm meydana çıktıktan sonra Buddha, bunlara karşı bir nevi sen­ tez halinde kendi mezhebini ortaya atmış­ tır» diyor. Buddhanın hangi şerait içeri­ sinde mezhebini kurduğu ve mensubu bu­ lunduğu Şakya kabilesi hakkında da bu bahiste incelemeler yapılmaktadır. Bundan sonra, Oğuz boylarındaki d ı ş v e i ç tak­ simatı misâl gösterilerek söz Hindistan-tandaki «çift hükümdarlık» meselesine getirilmekte ve bu iki hakim sınıfın birbi­ riyle olan münasebetleri üzerinde durul­ maktadır. Ve daha sonra da Buddha ile Şamanizm yan yana mukayese edilmekte, ve Zerduşt ile Buddha ve tanrı Vishnu'-nun ( Hind mitolojisinde ) yer yüzündeki bir nevi incarnationu sayılan kahra­ man Krishna, kendilerinde müşterek vasıflar aranılarak incelenmektedirler. Mü­ ellifin bu devreyi anlatırken dikkat naza­ rımızı üzerine çekmek istediği diğer bir nokta da «dört dünya devreleri» mesele­ sidir : tanrı Vishnuya tapan Hindlilere göre tabiat, ilk yaradılış tarihinden beri, biri-birinden farklı ve daima bir sonraki bir evvelkinden fena olan dört muazzam dev­ reden ibarettir (Satyayuga, Tretâyuga, Dvâparayuga ve Kaliyuga devreleri). Bu­ r a d a müellif bu dört dünya devresi ile Yunanlı Hesiodos zamanının ve İranlı Zerdüştün bir birinden farklı dünya çağlarını yekdiğeriyle kıyaslamaktadır. Buddhizm tarihçiliği ve felsefeciliği hak­ kında etraflı malûmat verdikten sonra Prof, W. Ruben Cainizm mezhebinden söz açmakta ve . bu mezhebin de Buddhanın-kine çağdaş olduğunu izaha çalışmaktadır. Cainizm mezhebi Şivaizm ile mukayese edildikten sonra Cainistlerin atomcu naza­ riyeleri ve mantıkları üzerinde durulur.

V. Devre (M. Ö. 450 - 320) Klâsik devir :

Bu devrede, Hindistanda dinî ve pratik hayata ait bilumum bilgi mahsûlle­ rinin bir nevi tanzimat devresi geçirmekte olduğu ve bu bilgilerin nesilden nesile

(3)

YAYINLAR ÜZERİNDE 56 7

kolayca ve şifahî olarak intikal edebil­ mesi için gayet kısa ve veciz hallere yani s ü t r a'lar şekline sokulduğu ve binaena­ leyh b u devreye s ü t r a l a r devri adını vermemizin yerinde olacağı tebarüz etti­ rilmektedir. Bunlardan başka, eve ait vazifeler, doğum ve düğün merasimi gibi şeyleri mevzu olarak alan bazı sütralar üzerinde de etraflıca malûmat verilmiştir. Hindistanın bu devir siyasî hayatından bahsederken 9 Nanda'lar üzerinde durul­ makta ve sonra da, bu devrede ritüalizmin titizlikle müdafaa edilmesinin bir neticesi olarak ve ritüalizme ait metinlerin yanlış-sız ve dinî usûllere uygun olarak okun­ masını temin maksadı ile gramerin ve fonetiğin ortaya çıkarak gelişmiş olduğu ve bunları da lügat ve etimoloji sahala­ rındaki ciddî çalışmaların takıbettiği ; bunlara muvazi olmak üzere Sâmkhya fel­ sefesi ile mantığın doğarak neşvünüma bulduğu güzel tahlillerle anlatılmaktadır.

VI. Devre (M. Ö. 320 - 200) Diyadoh-lar d e v r i :

Müellif, bu devrede kurulan hüküm­ darlıkların Diyadohlarınkine teşkilât bakı­ mından benzemelerini nazarı itibara alarak bu devreye Diyadohlar ismini vermekte­ dir. Milâttan önce 322 senelerinde iktidarı ellerine geçirebümiş olan Maurya hanedanı ve Milâttan önce 184 den itibaren de Şun-ga'lar bu devrenin siyasî hayatı üzerinde hakim rol oynamaktadırlar, Büyük İsken-derin Hindistanı istilâsı da (M. Ö. 326) bu devrededir. Hind Makiaveli Kautalya ve onun devlet bilgisi olarak meydana getir­ diği A r t h a ş â s t r a adlı siyaset kitabı, Bud-dhizmin en müteassıp hâmisi olan Kral Aşoka ve gramerci Panini hep bu devre­ nin yetiştirmiş olduğu cihanşümul isimler­ d i r ; kitabın bu kısmında bunlar üzerinde etraflıca durulmuştur. Ayrıca kitapta, meşhur Hind destanları olan Râmayâna ve Mahâbhârata'nın teşekkülleri ve muhteva­ ları hakkında tafsilât bulunduğu gibi, iki mezhep kurucusu olan Cina ve Buddha'nın hayatlarını tespit sahasında gösterilen faa­ liyetler hakkında da malûmat verilmek­ tedir.

VII. Devre (M. Ö. 2 0 0 - M . S. 300) Geniş devletler ve milletler arası dinler :

Genel cihan tarihi bakımından bir geniş devletler ve milletler arası dinler

devresi olan bu çağda Hindistanda Şun-galar yine Ganj vadisinde hakimiyetlerine devam etmektedirler. Kanva'ların bun­ ların yanı başında hüküm sürmekte olmuş oldukları ihtimal haricinde değildir- Bu sıralarda cenubî Hindistanda Andralar hüküm sürmekte idiler. Milâttan sonra 200 yıllarında A n d r a l a r ı n cenupta en kuv­ vetli bir çağ yaşamakta olduklarını gör­ mekteyiz. Eski Hint tarihi bunları kaydet­ tikten sonra, Milâttan sonra 130 yılların­ dan itibaren şimali garbî Hindistandan İskitlerin (Hind edebiyatında bunlara Şaka denmektedir ! ) akın etmiye başladıklarına ve yine bu devirlerde buraların Ku-shanlar tarafından da istilâya uğradığına ve Mahâyâna Buddhizminin doğuşuna ve Nâgârcuna gibi bu mezhebin hararetli tarafları filozofların ortaya çıkmış oldu­ ğuna işaret etmektedir. Kushan hüküm­ darları saraylarında yetişen Aşvaghosha ve Kâmasütra adlı «aşk bilgisi» kitabının müellifi Vâtsyâyana da üzerlerinde duru­ lan şahsiyetler arasındadır. Pek tabiî ola­ rak Vâtsyâyana, Kushanların değil, Gup-taların sarayında yetişmiş bir şair olarak tasvir ve tahlil edilir.

VIII. Devre (M. S. 300-550) Eski za­ manın itilâ d e v r i :

Yine Cihan Tarihi çerçevesi dahilinde verilen bu isim Hind Eski zaman tarihi için de muteber olarak ta3vir ediliyor: eski Hind kültür tarihinin en parlak devresi olan Gup-talar zamanı Kautalya devrinin bir rönesansı adıyla karakterlenmektedir. Hind edebî mahsûlleri içerisinde Purânalar adıyla anı­ lan nevi bu devirde ortaya çıkmıya başla­ mıştı. Ölmez eserleri ile Avrupa fikir âle­ minde ilk tanınan büyük Hind şair ve edibi Kâlidâsa üzerinde uzun uzadıya durulmakta ve eserleri hakkında izahat verilmektedir. Hindistan kültür tarihinin altın devri ola-rak vasıflandırdığı bu devirde, müellif, şiir, san'at ve felsefe sahasındaki olup bitenler hakkında elinden geldiği k a d a r ilmî incelemeler yaptıktan sonra eski Hind kültürü ile Garp kültürleri ve bu meyanda Yunan âlemi ile de mukayeseler yapar.

Eski Hind tarihi içerisinde, 242 sahi-feyi dolduran bu esas metin kısmından maada 6 sahifelik bir hülâsa kısmı daha vardır. Bu hülâsa kısmında devreler daha

(4)

ziyade cihan tarihi bakımından ve toplu mânada gözden geçirilmektedir. Kitabın en son kısmında 23 sahifelik bir de İngi­ lizce ile eserin hülâsası vardır. Bunlardan maada kitabın yazılışında istifade edilen ve isimleri ayak notlarında kısaltmalar şeklinde geçen kaynak ve belgelerin bir liste halinde kitabın sonuna eklenmesi de esere ayrı bir kıymet veriyor.

*

* *

Prof. W. Ruben, Hindoloji kürsüsü­ nün kuruluşundan bugüne kadar bu ensti­ tüde Hind Kültür Tarihine ait olarak ver­ miş olduğu takrirleri üç değerli eser ha­ linde bir araya toplamış bulunuyor:

1 — Indische Vorgeschichte 2 — Indisches Altertum 3 — Indisches Mittelalter.

Bunlardan üçüncüsü olan «Hind O r t a Çağı» , İstanbul'da ve İstanbuler Schriften serisinin 3. sayısı olarak ve Alman dili ile basılmış ve satışa çıkarılmak üzeredir. Kültür kütüphanemize şimdiye k a d a r bir çok ilmî kitaplar kazandırmış olan Fakül­ temiz Yayın Kolundan, yukarıdaki seriden gerek «Hind Prehistuvarı» ve «Hind O r t a Çağı Tarihi» nin ve gerekse ayni bilgin ta­ rafından hazırlanmakta olan »Hind Yeni Zaman Tarihi» nin tercüme ettirilerek ba­ sılmasını üzerine alacağını ümit ve temenni etmekte haklıyız zannederiz.

Hindoloji Asistanı A. İTİL

Bununla beraber müellif, eserin başına oldukça uzun bir «giriş» bölümü koymuştur. Burada Mehmet Ali Paşa'nın menşei, genç­ liği ve yükselişi anlatılmakta, karakterinin ana hatları çizilmektedir. Bundan sonra 18 yaşında iken askerliğe intisab etmiş, zekâsı ve kahramanlığı ile hemen na­ zarı dikkati çekmiş olan genç Mehmet Ali'nin, Napoleon'a karşı yollanmak üzere Kavala hâkiminin Babıâliye verdiği ücretli asker kıtasının komutan muavini olarak Mısır'a gidişinden, burada komutayı ele alışından bahs olunmaktadır: Çok geçme­ den Napoleon Mısır'dan gidiyor. Fakat Mehmed Ali, Mısır' da kalarak büyük ga­ yeler peşinde koşuyor. Kısa bir müddet içinde çevirdiği entrikalar sayesinde son Mısır valileri Husrev, Tahir, Ali- ve Hurşit Paşaları bertaraf etmek suretiyle hemen hemen müstakil olarak Mısır'ın idaresini eline alıyor ve 1805 t e , Medine'yi ele geçi­ ren Vehabî'lerin ayaklanmasını bastırması şartiyle, Mısır valiliği Babıâli tarafından tasdik olunuyor. Mehmet Ali durmadan çalışmakta, Mısır'ın her bakımdan kalkın­ masını sağlamak için esaslı tedbirler al­ maktadır. H e r şeyden önce mevki ve kuv­ vetini dayandırabileceği modern bir ordu meydana getiriyor. Nitekim Mart 1807 de İskenderiye'yi zapt etmiş olan İngiliz'lere karşı Nisan 1807 tarihinde esaslı bir zafer kazanmak suretiyle bütün dünyaya bu kuvvetini tanıttığı gibi, İstanbul'un ve bütün İslâm âleminin itimat ve sempatisini kazanmağa muvaffak oluyor. Bir müddet sonra Vehabi'lere karşı esaslı bir müca­ deleye girişiyor ve bu askerî sefere oğulu Tosun'u memur ediyor. Şimdi uzunca bir zaman için bütün asker kuvvetini Hicaz'a göndermek lâzımgeliyordu. F a k a t Mehmet Ali, memlekette mevkiinden henüz tam mânasiyle emin değildi. Nüfuzlarını daha önce kırmış bulunduğu Kölemenler, ken­ disi için hâla büyük bir tehlike teşkil etmekten çıkmış değillerdi. Ordusunun ha­ reket edeceği 1 Mart günü, bütün Köle­ menleri bir ziyafete davet ediyor ve heli­ sini (480 kişi) bu ziyafet esnasında öldür-tüyor. Bundan sonra tam mânasiyle Mısır' ın hâkimidir. Vehabî'lerle çok uğraşıyor; değişik talihli birçok seferlerden sonra nihayet 1819 da oğlu İbrahim Paşa kesin

K a v a l a l ı M e h m e t Ali P a ş a İ s y a n ı . Mısır Meselesi 1831-1841. I. Kı­

sım. Türk Tarih Knramu yayınlarından

VII. Seri, No. 7. Ankara 1945. Yazan 8

Şinasi Altundağ, Dil ve Tarih-Coğrafya Faküliesi Tarih Doçenti ve Türk Tarih Kurumu üyesi.

Fakültemiz tarih doçentlerinden olup uzun zamandan beri Kavala'lı Mehmet Ali Paşa ve Mısır meselesi ile uğraşan Şinasi Altundağ'ın son defa olarak çıkar­ dığı 166 sahifeden ibaret bu eser, esas itibariyle Mısır meselesinin 1831-3 yılla­ rındaki birinci safhasını ihtiva etmektedir.

(5)

YAYINLAR ÜZERİNDE 569

neticeyi elde etmiş bulunuyor. Artık Hicaz'ın idaresi de Mehmet Ali Paşaya geçmiştir. Bundan sonra büyük bir şöhret ka­ zanmış olan Mısır kuvvetleri, Mora ayak­ lanması sıralarında Babıâlinin yardımına koşuyorlar. Bunun sonunda Girit valiliği de Mehmet Ali Paşa'ya geçiyor. Fakat bütün bunlar kâfi gelmiyor. Mısır'da ba­ ğımsız bir devlet kurmak kararını çoktan vermiş olan Mehmet Ali Paşa, ötedenberi Suriye'ye de göz dikmiş bulunmaktadır. Daha 1810 da, yâni Suriye'ye taarruzundan tam 21 yıl önce, bu husustaki niyetlerini açığa vurmaktan çekinmiyor. 1807 de Emir Beşir ile bir anlaşma yaptıktan sonra mü­ temadiyen Suriye işlerine karışmakta, buradaki valiler ve Emirler arasında çıkan anlaşmazlıklarda hakem rolünü oynamakta, Bebıâli üzerinde nüfuz icra ederek Suri­ ye'de istediği partiye dâvasını kazandır­ maktadır. 1829 Edirne barış andlaşması ile, önceden yardımına karşılık olmak üzere kendisine vâdolunan Mora valiliği üzerinde ümidi kalmayınca, bunun yerine Suriye'nin kendisine verilmesini Babıâli-den istiyor. Babıâli'nin muvafakat etme­ mesi üzerine, Suriye'deki valiler arasında çıkan bir anlaşmazlığı bahane ederek Su­ riye'ye taarruza başlıyor (1831).

Eserin elli ikinci sahifesine kadar gelen bu «giriş» b ö l ü m ü n d e müellif, kırk birinci sahifeden itibaren Mısır meselesinin mahiyetini, Mehmet Ali Paşanın Suriye'ye taarruzu sıralarında Osmanlı İmparator­ luğunun ve Avrupa Devletlerinin genel durumunu ele alarak kısaca bilgi vermek­ tedir.

Sahife 53 ten itibaren eserin ana kısmı olan Mısır Meselesinin birinci saf­ hasının mütalâasına girişilmektedir. Bu kısım iki bölüme ayrılmakta olup birinci­ sinde İbrahim Paşa'nın Suriye'ye taarruzu, Suriye ve Anadolu'daki savaşları (Akkâ'nın muhasarası, al Zerraa muharebesi, Akkâ nın zaptı, Şam'ın zaptı, Humus meydan muharebesi, Halep'in zaptı, Beylan meydan muharebesi, Konya meydan muharebesi) : ikinci bölümde ise diplomasi müzakereleri ve neticeleri (Kütahya anlaşması, Hünkâr İskelesi muahedesi, Münchengraetz mua­ hedesi) anlatılmaktadır.

Akıcı bir üslup ile yazılmış olan

bütün bu bahislerde müellifin derin ve geniş vukufu, konusundaki problemlere hakimiyeti ve en ince ayrıntılara k a d a r her nokta üzerinde büyük bir dikkat ve hassasiyetle duruşu bilhassa göze çarp­ maktadır.

Eserin başında verilmiş olan alfa­ betik bibliyografya (ki 200 den fazla ayrı eseri ihtiva etmektedir) , kitabın telifinde kullanılmış malzemeden ziyade, Mısır me­ selesi ve Mehmet Ali Paşa hakkında ya­ zılmış bulunan eserleri ve aynı mevzu üzerinde mevcut kaynakları toplamaktadır. Doğu ve batı miletlerinin dillerinde mey­ dana getirilmiş olan bu kadar zengin bir bibliyografya, Mısır meselesi ile bütün dünyanın ne kadar meşgul olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. An­ cak batı yazarları ve tarihçileri, A r a p ve Türk kaynaklarından faydalanmak imkâ­ nını bulamadıkları gibi, A r a p tarihçileri de kısmen batı kaynaklarını, kısmen de Os­ manlı kaynaklarını görmeden eserlerini yazmış bulunmaktadırlar. Bu itibarla gerek doğu, gerekse batı tarihçilerinin Mehmet Ali Paşa hakkında yazdıkları kitaplar, birer bakımdan noksan kalmış oldukları gibi, içlerindeki hükümler de aynı şekilde isabetli olamamıştır. Devrin vakanüvisi Lütfi bile, mahremiyetine binaen resî vesikaların hep­ sini görememiş, gördüklerinin de büyük bir kısmını ancak noksan olarak ele geçirilebil-miştır. Bundan dolayıdır ki o bile devrin ana problemlerinin büyük bir kısmını kav­ rayamamıştır. İntisabı dolayısiyle Mehmet Ali Hanedanını çok iyi tanıyan Kâmil Pa­ şa da, tanınmış siyasî Osmanlı Tarihininde verdiği bütün enteresan malûmata rağmen, aynı sebepten noksandır.

Yukardanberi söylediklerimizden an­ laşılıyor ki Mısır Meselesinin ve Mehmet Ali Paşanın yeniden ele alınması, buna ait şimdiye kadar yayınlanmış ve yayın­ lanmamış yazılarla kaynakların toplanarak bu büyük şahsiyet hakkında esaslı ve ilmî bir etüt yapılması hakikaten ilim âlemi için büyük bir ihtiyaç haline gelmiştir.

İşte Doçent Şinasi Altundağ, doğu ve batı dillerinden bâzılarına hakim bu­ lunmasının kendisine sağladığı mesut bir avantaj ile, tarihimizi ilgilendirdiği kadar bütün dünyayı da alâkadar eden ve

(6)

gerçek-ten XIX. yüzyılın en esaslı bir meselelerin­ den biri olduğuna şüphe bulunmıyan Mısır meselesi ve Mehmet Ali Paşa İsyanının mo­ dern bilim metotlarına uygun bir şekilde ve esaslı olarak yazılması gibi pek önemli ve ağır bir işi üzerine almış görünüyor. Ancak, yıllardan beri bu mesele üzerinde çalıştığını bildiğimiz Şinasi Altundağ'ın bugün elimizde bulunan ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde habilitasyon tezi olarak sunulan bu küçük kitabı, sadece kendisinden beklediğimiz büyük eserin bir bölümünden ibarettir. Şüphesiz ki bugü­ nün şartları ve imkanları içinde, istenilen tarzda çalışarak eser vermek, çok güç bir iştir. Temenni ediyoruz ki, yalnız kita­ bın başında vermekte olduğu zengin bib­ liyoğrafya île bile, Mısır meselesi ve Mehmet Ali Paşa'nın yazılması husu­ sunda büyük ümitler vâdeden Şinasi Al-tundağ, yakında kitabını tamamlasın ve tam bir eser versin.

Bekir Sıtkı Baykal

B u g ü n k ü Ç i n Bölüm 1, Ankara

1945, 55 s s ; Bölüm II, Ankara 1945, 56 s s ; Bölüm III, Ankara 1945, 31 ss ; Bölüm IV, Ankara 1945, 36 ss.

Hiç şüphesizin Türk sinologlarının en mühim ödevlerinden biri de Çin'i ve Tür­ kiye'yi bir birine daha çok yaklaştırmak-dır. Hudutlarının uzaklığı nisbetinde, da­ hili ve harici siyasetlerinde yakınlık ve h a t t a müştereklik vardır. Tutulan yol, varılacak nokta, her memleket içinde aynıdır. Her ne kadar, demokratik hükü­ metlerin tavrı hareketi, millî vicdanlarının mâkesi isede, diplomatik münasebatı mâ-nalandıran kültür tesirleri ve bu tesirlerin neticesi olan kültür birliğidir. Fakat esefle kaydetmek isterim ki, müşterek gayenin azameti karşısında yapılabilmiş olanlar bir gölgeden daha silikdir. Bu noksanı bizim kadar derinden hissetmiş olan iyi niyetli dostlarımız « B u g ü n k ü Ç i n » unvanı altında seri broşürler neşretmek­ tedirler. Bu yazının konusu bu iyi niyeti selâmlamakdır.

*

Şimdiye kadar, bu seriden, dört kitap neşrolunmuştur. Bunları bir bir incelemeden önce, hepsinde gördüğümüz müşterek nok­ sanlara işaret etmek istiyorum.

Nazarlara çarpan ilk ve mühim nok­ san, broşürlerin telifmi, tercümemi, yoksa adaptemi, olduğu hakkında bir kayıt bulunmamasıdır. Gerçi bunlar mahiyeti icabı, ne ilmî nede edebî iseler de vülga-rize edilmiş malûmatı ve birçok esaslı hükümleri muhtevidirler. Gerek bu yönden ve gerekse müşterek gayeye hizmet eden­ leri tanımak ve tanıtmak bakımından olsun, hiç bir isim bulunmaması, üzerinde durmağa değer bir keyfiyetdir.

İkinci n o k t a , telaffuz problemidir. H e r ne k a d a r birinci bölümün sonunda (S. 55) bu hususda bir izahat verilmişse de biz iki bakımdan yeter b u l m a d ı k :

1. Çince has isimler ekseriya iki, üç veya daha fazla heceden müteşekkil­ dir :Yang-tse, Shang-hai, Ch'ung-king gibi. Halkımız bu kelimelere olan alışkanlığı dolayısiyle hece ayrımını seçebilir. Buna mukabil Sajan ( b ö l ü m I, s 5 de gördüğümüz gibi yazdık doğru yazılışı ile) kelimesini ele alırsak Sa-jan (Sa-chan'dır) yahut Saj-an şeklinde telaffuz etmekte tereddüt ede-ceği-ki bu yaridi hatırdır- bu mes'eleye bir kıymet atfetmemenin fena neticesi ortaya çıkar. Hece ayrımının zarureti Sinologlarca zaten çoktan beri takdir edilmiş olduğun­ dan heceler arasına bir tire koymayı ihmâl etmezler.

2. Telaffuzla ilgili diğer bir keyfiyet de, Çince kelimelerin türkçe yazılışıdır. Bu hususda birinci bölümün sonunda «Çince isim ve kelimelerin bu lisanda (İngilizcede) yazılış tarzı hemen resmidir. Çin ile alâ­ kadar olanların bu transkripsiyona alış­ maları iyi olur» denilmektedir. Biz de aynı fikirde olmakla beraber teklif edilen eski transkripsiyonu değil, mükemmel sayılabi­ lecek, aşağı yukarı hemen her sinoloğun kabul ettiği Giles sistemine ünsiyet peyda edilmesini arzu ediyoruz. Malumdur ki Giles sistemi (ch) ı dilimizdeki (c) sesi olarak kabul etmiş, (ç) yi de (ch') la gös-termişdir. Halbuki broşürlerde j = c ve ch = ç olarak alınmıştır. Yeni neşriyatı takip etmek için Giles transkripsiyonunu

(7)

YAYINLAR ÜZERİNDE

571

öğrenmek ve ona alışmak daha faydalı

olur. Bu hususta T. T. K. yayınlarından Seri VII, N o . 9 u teşkil eden ve Nimet Uluğtuğ tarafından tercüme edilen Prof. Dr. W. Eberhard'ın «Çinin Şimal Komşu­ ları» adlı eserinin sonundaki tabela. I ine ve D. T. C. Fakültesinin Sinoloji Enstitü­ sünün yayınlarından olan polikopi olan Nimet Uluğtuğ'un «Türk Alfebesiyle Çince Heceler Transkripsiyonu» adlı eserler vardır.

İfade ve tabı bozukluklarının arızi olduğunu ve yakın bir atide berteraf edi­ lebileceğine inandığımızdan bu bapta mü-telea yürütmüyoruz.

*

* *

I. Broşürlerden ilki «Çine Ait Genel Bilgiler» dir. Eser Çine dair çok basit ve basitliği nisbetinde herkesin bilmesi zarurî olan malûmatı ihtiva etmektedir. Broşürün hedefinin «Çin ile alâkadar olanlara Çini tanımak ve anlamak hususunda yardım etmek» olduğuna işaret eden kısa bir ön sözden sonra altı sayfacık içinde Çinin coğrafyasınının ana hatları gösterilmek istenilmiştir. Bu kısım da yalnızca fizikî coğrafyasına hasredilmiş olup beşerî ve iktisadî kısımlarının mevzu bahs edilmemiş olması «tamamlayıcı bilgileri ihtiva ede­ cek olan broşürler» e intizar etmemizi icap ettiriyor.

Onuncu sayfadan sonra Çin tarihine geçilmektedir. Pek kısa bir prehistorya malûmatını müteakip Shang sülâlesine ge­ çilmiştir. Eserde (S. 11-12) bu sülâlenin eski kronolojiye uygun olarak, Milâttan önce 1750 den 1027 ye kadar hüküm sür­ düğü kaydedilmiştir. Halbuki yeni krono­ lojide Milâttan Önce 1450 - 1050 tesbit edilmiş bulunuyor. Burada eserin tam bir kritiğine başlanılmış zannedilmesin, yalnızca

eski kanaatların yer almış olduğuna bir misâl verilmek istenmiştir. Müellif otuz beşinci sayfada «Son yılların tarihi» ne geçmiş, sekiz sayfa da bu devrin oldukça iyi bir şekilde taslağını çizebilmiştir. S. 44 den 46 ya kadar Çin hanedanları kronolo­ jisi ve geriye kalan kısımlarda da din ve dil hakkında kısa bir izahat vermiştir. Bu kısmı bu işle az alâka duyanlar için kâfi ve nâfi buluyoruz.

II. Broşürlerden ikincisi « Halk ve Harp» ünvanını taşımaktadır. Başlık ko­ nunun tam bir ifadesidir. Yedi yıl süren harbin 1 Çin cemiyeti üzerine yaptığı tesir

istatistiklerle değil; sembol olarak alınmış bir Çinlinin hususî hayatının realist bir

hikâyesidir.

Doğacağına şüphe etmediğimiz gü­ neşli günler için, Çinlinin çektiği ızdırap, davasının bir millet davası değil, bir in­ sanlık davası olduğunu anlatabilmesi ba­ kımından bu eser alâka ile okunmağa değer.

Bugünün elem ve kederi karşısında, dudaklarında yarının ifadesi olan tebes­ sümle duran yarım milyara yakın insanın, fert, aile ve cemiyet olarak «bu hikâye nasıl başlarsa başlasın iyi bir sonuca va,-r ı va,-r » diyen ata sözüne olan inancını gös­ termektedir.

III. "Çinin Anayasa Kavgası» : Bir milletin anayasası herşeyden önce tari­ hinin derinlikleri içinde kaynaşan bir takım içtimaî sebep ve amillerin mahassalasıdır. Binaenaley, bir milletin anayasasının tet­ kiki, tarihinin tetkikiyle mümkün ve ma­ nalı olur. İşte bu noktai nazar, müellifin hareket mebdeini teşkil etmektedir.

Bu kitap, Çine ait genel bilgileri ihtiva eden broşürün «Son Yılların Tarihi» adlı kısmının adetâ tafzili »mahiyetindedir. Eserde, Dr. Sun Yat-sen ve Chiang Kai-shek'in şahıslarında şuurunu bulan milli vicdanın hamlelerini umumi hatlariyle ta­ nıtılmıştır.

IV. Realist bir eser olan «Çamur ve Cesaret Şehri Çunking» de harp senele­ rinde şehrin gündelik hayatını bütün ızdı-rabile görmekteyiz. «Mağarada doğan» «Ça­ mur ve bambudan yapılmış evlerde otu­ ran», «Ne yiyecek, ne de giyecek bir şeyi olmayan» , «Kaderle mücadele eden» Çinli­ lerin, elem ve keder dolu hayatı, bu eserde, göz yaşı gibi ufak bir hacim içinde onun gibi, o derece manalı bir şekilde ifade edilmiştir.

Eserde, çocuğuna kundak olarak «Bir ızdırap, nasıl başlarsa başlasın, sonu iyiye varır» sözünü saranların imanını aksettirilebilmiştir.

1 Hernekadar Uzak doğu harbi dokuzuncu senesine girmişse de eserin aslı iki yıl önce ya­ zılmıştır.

(8)

Çin halkının «Adalet ve doğruluk için» döktüğü, al kanlarile, mavi semada zafer güneşinin doğacağına olan inancını göstermektedir.

*

* *

Son söz olarak denilebilir ki, bu bro­ şürler, hakiki bir ihtiyacın tatmini yolunda

atılmış ilk adımdır. Birçok başlangıçlar gibi noksan, fakat birçok başlangıçlardan farklı olarak «İyiye,, güzele, doğruya» gidişin sihrini taşımaktadır.

MUAMMER ERONAT Sinoloji Enstitüsünde İlmi Yardımcı.

(9)

HABERLER

Coğrafya Enstitüsünün

Batı Anadolu gezisi

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­

tesi Coğrafya Enstitüsü, 1945 yılı

haziran ve temmuz ayları içinde,

Batı Anadoluda 17 gün süren bir

öğretim gezisi tertip etmiştir. Profe­

sör Cemal Alagöz ve doçent Dr

Reşat Izbırak'ın idaresinde Coğ­

rafya Enstitüsü öğrencilerinden 26

kişinin iştirakettiği bu gezi,

Kütah-ya-Bandırma, Bandırma-Manisa ve

Manisa-Kütahya Demiryolu boyun­

daki arazi etrafında yapılmış, bir

çok yerlerde demiryolundan 40-50

Kilometre uzaklaşılarak, türlü

doğ-rultulardaki çeşitli yer şekilleri,

bitki örtüsü, beşeri ve ekonomi

durum incelenmiştir.

Fakültenin verdiği tahsisat ve

Devlet Demiryollarının sağladığı,

gereğinde bir dersane gibi kullanı­

lan vogonla gezi başarı ile

devam-etmiş, uğranılan yerlerde gerek

mahallî idare adamları ve gerek­

se sayın halkımız tarafından her

türlü kolaylıklar gösterilmiştir.

Geziye yirmibir haziran perşem­

be günü başlanmış ve Tavşanlıya

hareket olunmuştur. Demiryolunun

geçmesiyle kısa bir zaman içinde

hızla gelişen ve büyük bir kasaba

durumuna gelen Tavşanlı ile çev­

resinde müşahede ve incelemelerle

bir genel Coğrafya monoğrafyası

hazırlanmasına yarayacak malzeme

toplandıktan sonra 20 Km. kadar

kuzeybatısındaki Tunçbilek Linyit

işletmeleri üzerinde araştırmalar

yapılmıştır.

Tekrar Tavşanlıya dönüldük­

ten sonra Dursunbeye hareket

edil-niş, burada kasaba ve çevresinde

coğrafya araştırmaları yapılarak,

Dursunbey istasyonunun 12 Km.

güneyindeki Alaçam Orman İşlet­

meleri gezilmiştir. 40. 000 hektar

yer kaplıyan ve memleketin en

ö-nemli orman işletmelerinden birini

meydana getiren Alaçam ormanlar

rı üzerinde inceleme yapılırken, bu

ormanlarla çevresinin yer şekilleri

de araştırılmıştır. Bundan sonra

Balıkesire hareket olunmuş, şehir

ve çevresiyle Balıkesir ovasında

gözlem ve araştırmalar yapılarak

Bandırmaya gidilmiştir. Burada Ba­

ndırma limanı ve şehrinde araştır­

malar yapıldıktan sonra, Erdek ve

Kapıdağı yanmıdasında, Gönende

geziler yapılmıştır. Tekrar Balıke­

sire dönen kafile, Soma'ya gelmiş

kasaba ve çevresiyle Soma Linyit

İşletmeleri üzerinde incelemeler ya­

nlıştır. Somadan Bergamaya gidi­

lerek bugünkü şehir ve çevresinde

coğrafya araştırmaları yapılmış, ta­

rihî eserlerin bulunduğu yerler ge­

zilmiştir.

(10)

Somaya dönen kafile Manisa'ya

gelmiş, burada Manisa şehrinin

coğrafya konumu ve durumu, ti­

caret bakımından İzmirin yaptığı

etki incelenmiştir. Memleketimizin

en önemli kuru üzüm alanların­

dan biri olan zengin ve verimli

Manisa ovası görüldükten sonra

kafile 7 temuzda Ankaraya gel­

miştir.

Pek çeşitli Coğrafya olayları­

nın toplandığı bu bölgede geçen

17 günlük yurt gezisi, büyük bir

neş'e içinde geçmiş, gezinin sonun­

da 1945 -1946 ders yılı kış ve yaz

sömestrlerinde hazırlanmak, yüksek

seminerde münakaşalı konfaranslar

halinde verilmek üzere her öğren

ciye gezi hakkında birer konu ve­

rilmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yöre halkı ve yerli turistlerin demografik özellikleri (eğitim düzeyi, yaş dağılımı, gelir dağılımı) ile Akçakoca’daki turizm alanları açısından

Bu araştırmada, Ihlara Vadisi’nde yaşayan yerel halkın alandaki turizm faaliyetlerinin ekonomik ve sosyal katkısı ile birlikte alandaki kültürel peyzaj değerlerinin

Araştırma periyodunca Porsuk Çayı’nda örnek alınan istasyonlarda yoğun olarak bulunan sucul makrofit ve alglerin istasyonlara ve zamana bağlı değişimleri incelenmiş ve

Bu çalışmada, yetiştiricilik faaliyetlerinin çevreye olan etkileri ve bu etkilerin giderilmesi için alınacak önlemleri, ayrıca su ürünleri yetiştiriciliğinin çevre

Ancak bölgede özellikle 2000 yılı sonrasında Karapınar ve Hotamış ovalarında yeraltı suyuna bağlı olarak sulu tarım alanları artmaya başlamıştır.. Bölgenin

Doğa sporları etkinlikleri de, etkinlik çeşidine göre, doğal alanlarda bir çok ekolojik bozulmalara neden olabilmektedir.. Bu olumsuz çevresel etkiler Tablo

Lütfü ÇAKMAKÇI Ankara Üniversitesi Mehmet ÇELİK Ankara Üniversitesi Aykut Namık ÇOBAN Ankara Üniversitesi Ahmet ÇOLAK Ankara Üniversitesi Reyhan ÇOLAK

Serbest atmosferle mağara atmosferi arasındaki hava akımının yokluğu durumunda ise, mağara havası, mağarayı çevreleyen kayaçların termal ve nem karakteristiğine uyum