• Sonuç bulunamadı

Başlık: BİLGİ SOSYOLOJİSİ VE DİN SOSYOLOJİSİYazar(lar):BERGER, Peter;LUCKMANN, Thomas;çev. AYAS, M. RamiCilt: 30 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000728 Yayın Tarihi: 1988 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: BİLGİ SOSYOLOJİSİ VE DİN SOSYOLOJİSİYazar(lar):BERGER, Peter;LUCKMANN, Thomas;çev. AYAS, M. RamiCilt: 30 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000728 Yayın Tarihi: 1988 PDF"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bİ~Gİ SOSYOLOJİSİ VE DİN SOSYOLOJİsİ

Yazarlar:

Peter BERGER ve Thomas LUCK3'1ANN

'Çeviren: M. Rami AY AS

Din, çağdaş Batı topluluğunda hem etkili hem de karmaşık bir

olaydır. Amerika ile Avrupa arasındaki dini n toplumsal' durumuyla

ilgili önemli farklara rağmen, Atlantiğin her iki yakasında gerçek

budur. Amerika'da din, kamu yaşayışında etkili' bir yer tutmakıa ve

tamamiyle iradi bir zeminde, kendi teşkilatlanmış cemaatlarında

nüfusun yarıdan fazlasının şekli bağlılığını devam ettirmektedir. ,Av-rupa'da, birtakım ülkelerde hukuki kuruluşların çeşitli kademelerinde

varlığını sürdürmesine karşılık, teşkilatlanmış dine halkın iştiraki

Atlantik Okyanusunun öte yanındaki kitlelerinbelirgin dindarlığınıll' oldukça gerisinde kalır. Bununla birlikte, bu geride kalış, iki büyük Hristiyan inancından biri ya da her ikisiyle özdeşleşen siyasi partilerin en güzel örneğini verdiği, teşkilatlanmış dinin siyasi üstünlüğünce te.

lafi edilmektedir. Hem Avrupada hem de Amerikada din; komünist

dünyaya karşı bütünüyle ideolojik vaziyet a:lmada önemli bir roloynar.

Bundan başka, yine, ortaya çıkan Kuzey Atlantik Medeniyetinin her

iki kesiminde de halkın dine yaygın bir ilgisi vardır. Bu, ilgi, kitle ha-berleşme araçlarınca güçlü bir biçimde yansıtıldığı gibi, entellektüel

seviyesi yüksek kesimde de görülebilir. Hem Protestanlık hem de

Katoliklik, bir teolojik canlanma denilebilecek güçte fikir hareketleri doğurmuştur. Tuhaftır ki, toplumda yaygın olan dinle ilgili sert

eleşti-riler ve bu yaygınlığın son derecede aldatıcı olup olmadığ; üzerinde

şüpheler sadece ilahiyatçılar arasında vardır. Bazı ilahiyatçılar, dini kuruluşların sürekli çalışmalarıyla ancak hafifçe gizlencn bir '~Miladi tarih sonrası"ndan kalıaca sözetmişlcrdir. Böylece, dini olayın çift değerliliği dışarıdan gelecek bir sosyolojik suçlamadan önce, dini dün-yanın kendi bilincinde buliınmaktadır.

İki büyük kilisenin ruhani otoriteleı:i bu aşırı teşhisIerde genel-likle ileri gitmediler. Yine de, şeylerin olması gerektiği gibi olmadığı

(2)

376 PETER BERGER-THOMAS LUCKMANN-M. RAM! AYAS

ve halk yaşayışının Hristiyan retoriğiyle ilgili tamamiyle gerçek olmıyan bir şeyin bulunduğu, dini bürokrasilerin iç çevrel~rinde bile çok söylen-miş bir sözdür. En azından Kil~seyle ilgili bu rahatsızlık dini sahnede birtakım bellisıkıntıların bilincine varmada görülebilir; mesela,

Avru-pada çalışan sınıftan çoğunun ısrarlı yabancılaşması ,ya da Amerikan

kiliselerindeki ırk ayırımı sorunu gibi. Bu rahatsızlığın daha şaşırtıcı sonuçlarından biri, kiliseleree sosyolojiye bir dönüş olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, kilisenin himayesinde yapılan, sosyolojik olarak yönlendirilmiş araştırmalarda dikkate değer bir gelişme olmuştur; öyle ki., bu girişim geniş b~r literatürün elde edilmesini sağla-mıştır. Bu ülkede, Protestan görevliler 1920 lerden beri geniş ölçüde mez-hep ve mezhe.pler arası dairelerin stratejik planlamasıyla ilgili bu türlü

araştırmalarla uğraşagelmektedir. Fakat bütün bu araştırma girişimi

biiyük ölçüde yayıldı ve Savaş sonrası "Dini canlanma"nın sonucu olarak daha da resmileşti. Amerikadaki Katolik görevliler bu Protestan

araştırma mutluluğundan olduğu kadar, Avrupada hızla gelişen Katolik

"Dini sosyoloji" den etkilendiler. Bu sırada Yahudi kuruluşlar da ken-dileri hakkında geniş araştırma faaliyetlerini sürdürmekte idiler. Bu-nunla birlikte, sosyolojik tekniklerin en gösterişli gelişmesi Avrupa

Katolikliğinde oldu. O, Fransa'da başladı, ama bugün Katolik nüfusun

oldukça yoğun olduğu her ülkeye yayılmış bulunuyor. Çeşitli başlıklar altında ("Dini sosyoloji", "Mahalli cemaat sosyolojisi", "İrşad sosyo-lojisi" vb.) bir ususlararası federasyonda biraraya getirilen önemli

sayıda araştırma merkezleri, doğrudan doğruya Katolik yetkililerin

himayesinde araştırmaları devam ettiriyor. Avrupa Protestanları bu

gelişmeye tamamiyle erişemediler, ama etkin çabalar Katolik örnekle

(Bk. Anon, 1959) pekala rekabet etmeğe başlamıştır. Bazıları çağdaş

toplumda din sosyolojisi için şüphesiz ki değerli veriler üreten bu araş-tırma girişimlerini değerlendirmenin yeri burası değildir. Bununla

bir-likte, bu sosyolojik faaliyetin genel karakteri hakkında birkaç söz

söylemek gerekir.

Bu karakter, sözkonusu girişimlerin iktisadi tabanmea

belirlen-mektedir. Genelolarak demek gerekirse,sonrakiler pazar araştırmasının dini bir çeşidin i oluşturur. Onların masrafı, pragmatik sorunlarla

yüz-yüze gelen ve bu sorunlara pragmatik çözümler arayan ruhani

teşek-küllerce karşılanmaktadır. Bu araştırmanın, saikleri bakımından

iş-veren tarafından yönlendirilmiş olması kimseyi şaşırtmamahdır. Görül. mesi daha önemli olan .şey, onun kavramsal çatısının da bu işveren yön-lendirmesinee belirlenmiş olmasıdır. İlginin odağı Kiliseye sıkı sıkıya

(3)

BİLGt SOSYOLOliSİ VE DiN SOSYOLOJtsİ 377

bağlı dindarlıktır; onun varlığı ya da yokluğu yönetim bakımından bir

"iyi" ya da "kötü" durumu oluşturur. Söylerneğe ihtiyaç yok ki,

Kili-senin himayesinde devam eden araştırma bu sorunu, sözgelişi sanayi

ve hükumette olduğu gibi, başka türden bürokratik yönetimin

işver-diği sosyologların çalışmalarıyla paylaşır. Dolayısiyle, Kilise tabanlı bu araştırmanın kendi metodolojisini bürokrasi bakımından fonksiyonel sosyolojinin öteki dallarından ö'dünç almış olması pek şaşırtıcı

olmama-lıdır. Bu metodoloji hemen hemen sosyografiktir; hem teknik hem de

ideolojik olarak fonksiyonel bir olgudur.

0,

işverenin doğrudan doğruya pragmatik ilgilerinden öteye giden sorulardan kaçınır (çünkü bu sorular kullanılan metodlarca ele almağa uygun değildir) ve girişimin "Bilim-sel" geçerliğini meşruİaştmr (çünkü bu metodlar kiliselerin dışındaki en keskin pozitivist bilimselliğe tamamiyle uygundur).

Başpiskoposlar ile anket soruşturmacıları arasında bu umulmadık

bağlantıda değerli bir şey vardır. Bununla birlikte burada bizi ilgilen-diren şey, bu yeni din sosyolojisi ile klasik sosyoloji teorisinde dinin

tuttuğu yer arasın~aki büyük uyuşmazlıktır. Bu bağlamda, Weber,

Durkheim ya da Pareto'nun nazarı sistemleri bakımından bu ifadenin

ayrıntılarına girmek pek gerekmez; ancak bu üç önemli ismi anıyoruz.

Bununla birlikte, insan, anılan bu nazariyecilerden hiçbirinin kişi

olarak "Dindar" olmadıklarını hatua getirebilir. Onlar sosyolojik

ne-denlerden ötürü dinle ilgilenmekteydiler. Din onlarca topluluk

ger-çeğinin bir temelolayı idi; dolayısiyle, genelde sosyolojik anlayış için

zorunlu olarak temel kabul edilmekteydi. Weber'in dini tarihsel süreç

içinde bir temel etken olarak tanıması; Durkheim'in, bütün insanı

dayanışmanın nihai dinsel karakteri üzerindc israrı ve P~reto'nun

in'sanın kendi kendini sürekli aldatma oyununda dinin yerini

incelemcsi-insan, kendi nazariyesini oluştururken bu durumlarla ne yapmak

is-terse istesin, açıktır ki onlar, sosyolojik araştırmamn başlangıç nokta-ları olarak, kilise bürokratnokta-larının başağrılarından uzakta idiler.

Bu, hiçbir zaman, Amerikan s~syolojisinde bu klasik

s01>Yolo-jilerin dine yaklaşımlarıyla bağlı bir dcvamlılığın bulunmadığı anlamına

gelmez. Nitekim, insan, Howard BECKER vc Gerhard LENSKİ'nin

din hakkındaki kitaplarında kuvvctli WEBER'ei izler, ya da Lloyd

W ARNER ve Milton YİNGER'inkilerde DURKHEİM'den belirli bir

çeşni bulabilir. Talcott PARSONS'ın dini ele alışında hem WEBER

hem de DURKHEİM'in etkisi apaçıktır. Gerçekte din sosyolojisi

(daha önce tartışılan, kiliseye bağlı araştırma girişiminden farklı olarak)

(4)

318 PETER BERGER-THOMAS LUCKMANN-M. RAMI AYAS

göre sınırda kalmaktadır. Din sosyolojisini bir çeşit aşırı korumaya al-manın tarihsel nedenleri ne olursa olsun, anlamı oldukça açıktır: Din, sosyoloji teorisi ya da çağdaş topluluğun sosyolojik tahlili bakimından temel bir sorun değildir. Dolayısıyla, din, çoğu kez topluluk tarihçi-lerine, etnologlara ya da "Klasiklere" bir antikacı merakıyla ilgilenen hazı sosyologlara-ve, şüphesiz, dini kurumlarea istihdam edilen oldukça yabancılaşmış meslektaşlar zümresine bırakılır.

Bu içerik savunulabilir mi? Din sosyolojisi alanı, ancak kiliseye ait terimlerIc tanımlanırsa, yani onun odağı kiliseyle sıkı sıkıya bağlı

dindarlık olacaksa ve onun varolan ya da olmayan çeşitli mertebeleri

bulunacaksa; bu soruya olumlu cevap verebiliriz. Apaçık bir başka soru, bu tanımın sosyoloji teorisi açısından bir anlamı olup olmadığıdır.

Bi-zim burada cevabımız açıkça olumsuzdur. Bu cevabın nedeni

sosyo-lojik girişimin tabiatı hakkmdaki anlayışımıza dayanır.

Her şcydcn önce, diyebiliriz ki, yalnızca kiliseyle bağlılıkta ya-pılan din tanımını işleyen sosyolog, pek dar ve, sanki kurumun hukuki kavramına sahiptir: Bu son olarak anılan, şüphesiz, sosyolog tar~fından

gözönünde tutulmalıdır; ama obuo'un ya da başka bir olayın varolan

toplumsal gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Topluluğun hukuki ya da.

başka 'resmi' tanımlamaları göründükleri gibi alınırlarsa, sosyolojik görüş açısını her zaman çarpıtıro Onları böylece basit bir şekilde ele alan sosyolog,. sözkonusu "yönetim" in görüş noktasını benimser. O

bu noktadan itibaren, hukuk kurumuna göre tamamiyle o şekli alan

pozitivist hukuk okulunca en iyi bir biçimde tasvir edildiği üzere, tu-tucu bir ideolog olma yolundadır. Bu durumda olmakta olan şey, "resmi" ya da "yönetim" bakış açısının sosyolojik ilgi alanını sınırlandırmasıdır.

Yada, deneysel olarak söylenirsc, sosyologun araştırmalarının

konu-larını belirleyen kendisi değil de, (ister başpiskoposlar yada amiraller, ister hayıl' kurumu görevlileri ya da iş yöneticileri olsun) kendisine iş

verenlerdir. İlgili konuda onun tanımına girmeyen şey, ya sözde bir

"öznel" ve "bilimsel olarak erişilemez:' alana havale edilir ya da başka bir akademik disipline nazikane terkedilir. Birinci çözüm pozitivistlerinkidir. İkincisi de psikologların alanına tecavüz etmeğe istekli olmayan sosyolog-ların çözümüdür. Pozitivist ve psikolojik tercihler arasında bir yerdeki

pragmatik bir çözüm bu kurumsalolarak tanımlanmamış olguları

sosyoloji tapınağı geçitlerinde gelişen "görüşler" ya da "tutumlar"

üzerinde yapılanaraştırmaya bırakan çözümdür. Bu tereilılerin,

hiç-birisinin kendi ilgi evrenini bilen ve onasaygı gösteren bir sosyolog için uygulanabilir olmadığını ileri sür~biliriz.

(5)

--BiLGİ SOSYOLOJİSİ VE DIN SOSYOLOJİSi 379

Sosyoloji, topluluk kurumlarının resmı tanımlarına uymasa bile,

sağduyu düzeyinde zaten topluluk gerçeği olarak kabul edilen her şeyle

ilgilenmek zorundadır. İnsan olaylarının toplumsalolarak

nesneleş-miş fakat kelimenin dar anlamınca kurumlaşmamış geniş bir alanı

vardır. Sosyolojinin bakış açısından bu olayları dışarıda bırakmak

metodolojik olarak kabul edilemiyeceği gibi; herhangi bir kurum

kav-ramı da, aslın~a bir sosyolojik nesnellik anlayışında temelIenmezse,

nazari olarak havada kalır. Toplumsal nesnelleşmenin temel biçimi

dildir. Dil tahlil eder, biyolojik olarak temellcnen öznel bilinci yeniden teşkil ve tesbit eder; ve bnu özneler arı,ısı, örneğe uygun ve bildirilebilir tecrübelerde biçimlendirir. Dilin mecaz ve teşbih gücü, tecrübenin

yo-rumlandığı toplumsal değerler ve kuralların kalıplaşmasını

kolaylaş-tırır. Gerçekliğin öznel algılarını bir anlamlı, tutarlı ve "nesnel" evrene

dönüştüren semantik alanların, kategorilerin ve kuralların (norm) bu

muazzam yapısıdır. Bu evren, yani herhangi bir kültürde "görüldüğü şekliyle gerçeklik", belirli bir topluluk ya da birliktelikte öylece kabul edilir. Bir topluluk ya da birlikteliğin üyeleri için bu, yorumlamanın, hatırlamanın ve kişisel tecrübeyi aktarmanın "tabil"- şeklini

oluştu-rur. Bu anlamda o, dünyayı yaşama biçimi olarak bireyin iç alemine

aittir. 0, aynı zamanda, birey ve hemcinslerinin varolduğu ve eylemde bulunduğu dünya olarak bireyin dışındadır.

Böyle bir evreni esas itibariyle mevcut olgu geçerli kılmıştır ki, bu olgu, bireysel tecrübeler ve eylemler üzerinde aralıksız baskı yapan

besbelli bir dış gerçeklik olarak bireyle bütün ömrünce yüzyüzedir.

Gene de, tutarlı bir anlam topluluğu olarak bu evren, tekrarlanan ve

açıkça formüle edilen geçerliliği (legitimation) -gerektirir. Birey daha ilk toplumsallaşmasında bu geçerliliğin temel formüllerini öğrenir.

Bu-nunla birlikte, toplumsallaşma, aslında bütünüyle başarılı olmadığı

gibi, tamamlanmış da değildir. Geçerli kılma formülleri yetişkinin de-vam eden yaşayışında, özellikle bu yaşayışın (geçiş törenlerindeki gibi) büyük bunalmilarında tekrar edilmelidir. İnsan, anlam yapıları olarak

bütün evrenIerin istikrarsız olduklarını söylemekle bunu biraz farklı

sunabilir. Bireyin dünya hakkındaki "bilgisi" toplumsalolarak ortaya

çıkmıştır ve toplumsalolarak korunmalıdır. Alfred SCHUTZ'un

deyi-miyle, bireyin gerçek olarak kabul edilen dünyası hep yeniden geçerli

kılınmak durumundadır. Genellikle bu gerçerli kılma, kurumlaşmış

özel biçimler olarak ortaya çıkacaktır. Ancak insan, bilgiyi (sözgelişi, evrenin anlam olarak biçimlenmesi) öğrenme veya gcçerli kılmanın res mı kurumları (sözgelişi, bu evrenin tutarlılığının açık ve sembolik olarak

(6)

380 PETER BERGER-THOMAS LljCKMANN-M. RAMİ AYAS

"açıklanması") vc kurumsalolarak örgütlenmiş ideolojiler ile karıştı

1'-mamağa dikkat etmelidir. Bu nazari ayırım toplumsalolarak kurulmuş

evrenin dini boyutu bakımından hilhassa önemlidir.

İnsanlık tarihi boyunca din', evrenlerin kuruluş ve devamlılığında

kesin Lir roloynamıştır. Bu ifade zorunlu olarak aşırı hir

DURK-HEIM'ci konumu; dinin bundan başka hir şcy yapmadığı ya da bu

toplumsal işlevden haşka hir şeyolmadığını içermez; fakat, bu işlevin sosyolojik olarak merkezi olduğunu helirtir. Herhalde, dininbu işlevi her kültürde ortaya çıkabilirken, dinin kiliselerde ya da benzeri

cema-atlarda kurumsalolarak uzmanlaşmış mevkiine tarihte oldukça az

rastlanır. Şüphesiz, bu Hristiyanlığın geliş~ıesinin bir hususiyetidir. Fakat bu geneııikle eski medeniyetlerde yoktur ve ilkel topluluklarda

hemen hemen hiç bilinmez. Dolayısıyla, genel bir din sosyolojisinin

amaçları bakımından, bu kurumsal uzmanlaşma dini tanımlayan ölçü

olarak kuııanılamaz. Din sosyolojisi alanının kilise açısından tanımı, o zaman, en azından, belirgin bir tarihsel ve kültiirel bağnazlığı ortaya koyar.

Şüphesiz evren kurmanın daha genel dini çabası ilc kurumlaşmış

mevcut dinin ilişkisinde bir sosyolojik sorun vardır. Fakat sorun yal-nızca bu değildir. Tersinc, Batı ve batılılaşan topluluklarda laikleş-menin yakın geçınişe ait tarihi göstermektedir ki, geçerli kılmanın

te-mel süreçlerinde kurumsalolarak uzmanlaşmış dinin rolü

azalmakta-dır. Bu gelişme kendi içinde büyük bir sosyolojik önem taşır ve zaten

onu açıklamak isteyen çeşitli teoriler va;dır (Bkz. SCHELSKY,

1957;

PARSONS,

1960;

s.

295-321;

ACQUAVIVA,

1961;

GOLDSCHMIDT

ve MATTHES,

1962,

s.

65-77).

Başka bir önemli sorun da "göç" olarak

tanımlanan ve bunun sonucu olarak da geleneksel Hristiyan

dindarlı-ğının bile kiliselerden "soyutlanması"nda yatar ki, bu da, özellikle

Avrupa'da önemli olan bir olgudur. (Bkz. SCHNEIDER ve

DORN-BUSCH,

1958;

GOLDSEN,

1960,

s.

153-195;

BERGER,

1961;

WO-ELBER, 1959). Bununla birlikte, bize göre, sosyoloji yönünden çok

önemli bir başka sorun var: Çağdaş toplumda gerçekte etkili geçerli

kılma süreçleri;in ayırdedici nitelikleri nelerdir?

Hiçbir insan topluluğu, bu ya da şu şekild~ geçerli kılma

olmak-sızın varolamaz. Çağdaş topluluktan, gittikçe laikleşen toplum diye

sözetmek doğru olursa (biz doğru olduğunu sanıyoruz), kişi, dolayısıyla, sosyolojik olarakçok önemli geçerli kılmaların, kurumsalolarak uzman-laşmış dinin alanı dışında bulunabileceğini söyleyebilir. Bununla birlikte,

(7)

BILGI SOSYOLOJIst VE DiN SOSYOLOJIst . 381

bu, şu anda yapılması gereken sosyolojik tahlilin ancak başlangıcıdır. İnsanın şimdi, bu geçerli kılmaların hangi şckilleri aldıklarını, ne

de-rcceye kadar kurumlaştıklarını ve böylece ncrede kurumlaştıklarını

sorması gcrekir (çünkü artık kişinin dikkatini geleneksel dim

kurum-lara teksif etmesine herhangi bir sebep yoktur). Bu noktada, söylemeğe ihtiyaç yok ki, kişi, modern toplumla ilgili sosyolojik bir anlayışın temel sorunlarından bir kısmına ulaşmıştır.

Modern toplumda din sosyolojisi bakımından bunun içerikleriyle

ilgili bazı ifadelere girişmeden önce, bir, an, daha genel nazari düşün-celere dönebiliriz. Geçcrli kılma, geçerli kılınan evrenden ayrı olarak

sözkonusu edilemez. Böyle bir evren, kısaca göstermeğe çalıştığımız

üzere, topluluk üyesinin dünya hakkında "nesnel (ohjective)" bilgi

olarak tartışmasızca kabul etmeği öğrendiği bir toplumsal kuruluş

olarak kurulmu~ gerçekliktir. Toplumsallaşma, kültürel unsurların sadece

münferiden öğrenilmesi olmayıp, aynı zamanda tecrübe, hatırlarna,

düşünme ve iletişimin en önemli temel kategorilerinin oluşmasındaki

toplumsal' baskıdır; bu olgu da (DURKHEIM'in, toplumsal

gerçek-'liğin "nesneye benzer" niteliğ'i dediği) nesnelliği belirlemektedir. Bu

demektir ki, en geniş anlamda, bilgi toplumsalolarak üretilir. Bilgi

sosyolojisinin ödevi, hilginin toplumsal şekillerinin, bireylerin bu

hilgiyi edinıne süreçlerinin ve nihayet bilginin kurumsal örgütlenmesi-sinin ve toplumsal dağılımınıIl tahlilidir. Açıktır ki, biz burada bilgi

sosyolojisine şimdiye değin verilenden çok daha geniş bir anlam veri.

yoruz. Biz bilgi sosyolojisini, özellikle toplumsal yapı ve bilincin ilişki

alanının biitünüyle ilgilenme olarak görüyoruz. Böyle anlaşılan bilgi

. sosyolojisi, düşünce tarihine eğilim gösteren sosyologların bir özel du-rumlailgili çalışmaları olmaktan çıkar ve açıkça sosyoloji teorisinin tam merkezinde yer alır.

Bir disiplin olarak din sosyolojisi için sonuç açıktır: Din sosyolo-)ısı bilgi sosyolojisinin bir bütünleyici hatta merkezi bir parçasıdır.

Onun en önemli ödevi, kendisiyle toplumsalolarak kurulmuş bir

ev-. ren i (yani evren hakkında bilgiyi) gerçerli kılan kavramsal (cognitive) ve

kuraıcı (normative) mekanizmayı tahlil etmektir. Tamamiyle tabii

olarak bu ödev, bu mekanizmanın hem kurumlaşmış hem de

kurum-laşmamış görünüşlerinin tahlilini içine alacaktır. Bu, Batı

medeniye-tinde (yani, insan kaderi ve dünya hakkında Yalıudi ve Hristiyan

yorumu olarak) bu terimin genellikle anlaşıldığı anlamda din araştır-masındaki di!1 sosyolojisini kapsayacaktır.' Fakat din sosyolojisinin

(8)

382 PETER BERGER-THOMAS LUCKMANN-M. RAMt AYAS

insan ister "diİıi" istersebilimcilik, psikolojizm, komünizm vh. gibi-laikleşmiş bir toplumda g: :tikçe öncm kazanan "sözdc dini" diyc ad-landırmak istesin). Şüphc! :z, yalınız ikincisi dahi yapılırsa, geleneksel

din sistemlerinde ve onlann kurumsal tezahürlerinde devam eden

ol-gunun elverişli hir sosyolo. ik anlayışını elde etmek miimkün olacaktır.

Din sosyolojisinin bı yeni yorumundan empirik araştırma için

ne gibi sonuçlar beklenelıilir ? Her şeyden önce, höyle hir ycniden

yorumlama sosyologu (sos:Tolog sıfatıyla) yalnız geleneksel dinin geçerli kılan sistemlerinden değil, bütün ideolojik ilgilerden bir kopuşa götürür. Bu, kiliselerdeki "resmi" förüş açısından ve aynı zamanda sosyoloji ala-nının kendisinde mevcut .ılabileeek herhangi bilimsel ideolojiden

kop-mayı da içermektedir. Araştırma uygulamasıyla ilgili olarak, din

sos-yolojisi alanında apaçık. ,ir genişleme olacaktır. Bu daha geniş alan,

ileride dünya görüşünü (weItanschaııungen) paylaşacaklara sahip

olmak için yarış eden çeş;tli geçerli kılma sistemlerinin hulunduğu çağ. daş çoğulcu toplumda ö:~ellikle önemlidir. Şüph'esiz, hiz kuvvetli bir şekirde inanıyoruz ki, gcı:erli kılma sistemlerinin bu pa?ar karakteri, tek başına, sosyolojik ta IiIe değer önemli hir niteliktir. Din s08yolo-jisi burada kendisini kit) ıkültürü ve kitle iletişimIeri sosyolojisince

daha önce araştırılan sc'unlarla iç içe bulur.

Bu, daha başka önmli sorunlara götürür. Çeşitli geçerli kılma

sistemleri karşısında tüLeticinin sınırlı özgürlüğUnün kişilik

yapı-sını etkilediğini sanıyOl'l.l (Bkz. RIESMAN,

1950;

GEHLEN,

1957;

LUCKMANN,

1963).

Gdeİıeksel topluluklarda herhangi bir geçerli

kılma sisteminin zorunlu ve kesin içselleşmesiyle karşılaştırılınca, günümüz toplumunda re '~ahet eden geçerli kılma sistemleri karşısında bireyin tüketiei durumu ,başka hiçbir şey olmasa- en azından özgürlük hayalini sağlar. Öyle sa: .iyoruz ki, işlevselolarak rasyonel ve

bürok-ratik kurumların hireyia topluluk içindeki sıkı denetimi ilc kişisel

"özgürlük" arasındaki ç rpışmalar, günümüz topluluğunun toplumsal psikolojisinin temel sorunlarından birini oluşturur. Batı medeniyetinin başlıca geçerli kılma sis1~mleriııin yol açtığı tekelci statünün kaybıyla ilgili önemli bir sosyoloj ~ sorun var. Bi? inanıyoruz ki, hu süreç, ima-nın öznelleştiritmesinin, başka deyişle, dini görevlerin, topluluktaki belirlenmiş geleneksel yerlerinden "çıkarılıp, Alman sosyologlarının (pek istemiyerek de olsa) "mahrem alan" dedikleri alışılagelmişin dışın-daki alana sokulmasıdır. Aynı evrensel süreçlerin, psikoanalizin geçerli kılan işlevleri ve çağdaş toplumdaki diğer psikolojizm biçimleri, yani "öznelleştirme" bakımından örneksel denilebilecek işlevlerle rahatlıkla

(9)

BİLGİ SOSYOLOlİSİ VE DİN SOSYOLÔJISl 383

ilişkisi kurulabilir. Çağdaş cinselliğin sosyolojik tahlili, onun efsane ve merasimleri de aynı alana girecektir.

Geçerli kılmanın pazar. niteliği (çoğulcu toplum denilebilecek

şeyin bir temel görüntüsü) geçerli kılan sistemlerin içeriği için büyük

hir ihtimalle önemli sonuçlar verecektir. Bu, yapacak hiçbir seçeneği

bulunmayan, yalınız lmakılmış ve ol<1ukça mütecanis olan köylü

nüfusun metafizik özlemleri üzerinde Brahman rolünde nezaret edecek

bir şeydir. Bir geçerli kılma sitemini (o, Vedanta bile olsa), kentin dış

çevrelerinde oturan varlıklı ve görgülü müşterilere, A.B.D.'nin orta

hölgesinden (Midwestern) ev kadınlarına, büyük kent sekreterleri ve

henzerlerine pazarlamaya çalışmak oldukça başka bir şeydir. Bu

toplumsal tipler arasındaki birtakım benzerlikler tüketim, cinsellik

ve duygu alanlarında; kısaca, kurum ve sınıf faktörlerine daha az dayalı olan bu "mahrem alan" içinde kalabilir. Mümkün olduğu kadar çok sayıdaki özelleştirilmiş tüketicilerin değişken zevkleriuc hemen cevap veren hem toplumsal hem de ekonomik zorunluluklar tamamiyle "mah-rem alan" için yapılmış hir geçerli kılma sistemi olan psikoanalizin öne-mini açıklar. Tabii bu, Zen Buddizm'in ya da siyasi şövenizmin, kitle

pazarının daha dar hazı özel kısımlarındaki başarısına engelolmaz.

Gözden uzak tutmamalıdır ki, Presbyterianism ve Reformcu Musevilik

de bu durumda kendisine başvurulan kısmı farklılık mekanİzmasından

ayrı değildir.

Bu düşünceler belki de çağdaş toplumda tekelci olmayan pazar

modeli zemininde geçerli kılmanın bir ayrıntılı tahliline işaret etmek-tedir. Burada, tüketici davranışlarının toplumsallaşmasında kitle ileti.

şim araçlarınm işlevine özel önem verilmelidir. Doğrudan doğruya,

anonim ve, sanki, uygun paniaları önceden hazırlanmış geçerli

kılma-larıyla bir yapma evrenin kurumlaşmamış intikalinde kitle iletişim

araçları daha da önemlidir. Bu bağlamda başka bil' araştırma alam,

televizyondan "kafa dinleme" ye değin hütün pazarlanabilir şeylerle ilgili iyi bir tüketici birlik olan ailenin konumudlIl'. Çocuklara göre

yapılmış kilise programlarından kent çevresindeki alışveriş

merkez-lerinin "çocuk köşeleri" ne değin yayılan geniş kurumsal tabamyla "ailecilik" anlayışının ideolojik kolları, kapsamlı "özelleştirme" süre-cinin bir başka görünüşü olarak tahlil edilmelidir.

Bu sorunlardan bir kısmı alanm değişik alt disiplinlerinde sosyo-loglarca araştırılmıştır. Burada ele alınan din sosyolojisinin ycniden yorumu, yukarıda belirtilen ödeyin deneysel veriler açısından bir çeşit

(10)

384 PETER BERGER-THOMAS LUCKMANN-M. RAMİ AYAS

boş bir levha'dan başlaması gerektiğini hiçbir şekilde iddia etmez. Zaten

\ araştırma alanının hem içinde hem de dışında daha dar anlamıyla din

sosyolojisi olarak adlandırılan zengin veriler hulunmaktadır. Ancak,

burada belirlenen din sosyolojisi kavramının bu verileri daha kapsamlı bir nazari kaynaklar çerçevesine oturtacağını ileri sürebiliriz, Dahası,

bu, deneysel araştırmanın henüz keşfedilmemiş yollarını da göz önüne

serebilecektir,

KAYNAKÇA

Al'\ON (1959), 'Report 011 the European eoııdqium on the 5ueiology of Protestantism, 1959"

Arch. Social. Relig., vol. 8, pp. 3-157.

ACQUAVIVA, S, (1961), L'Eclissi del Saero ııella Civi,lıa [ııdusıiale, COUlmuııita, ::Ililaıı. BERGER, P. (1961), The Noise

~r

S"lcmn Assemblies, DoulıIeday.

ELlADE, lif. (1959), Cosmos and His/ory, Harper .

. GEHLEN. A. (1956), Urmenseh und Spaclhulııır, AtheııaeuUlı Bonn. GEHLEN, A. (1957). Die Seele in leehnisehen Z~iıalıer, Howohlt, Hamlınrg.

GOLDSCHMİDT, D., and ~IATTHES,.l. (1962), Probleme dcr Religionssoziologie, Westdeutseher Verlag, CoIogııe.

GOLDSEN, R. (1960), Whol College Sludenls Think, Vali ;\'ostrand. LEVI.STRAUSS, C., (1962), Lo Pensee Saumge, PIon, Paris.

LUCKMANN, T. (1963), Zum Problem dcr Rcligion i" der Moderner GeseUsclıafl, Rombaeh,

Freiburg.

MERTON, R. (1957), Social Theory and Social Slructıırc, Free Press of Gleneoe. PARSONS, T. (1960), Structure and 1'roees" in Modern Societies, Free Press of Glencoe.

REDFIELD, R. (1953), Tlıe Primitive World and iıs Transformatian .•, Comell University Press. RIESMAN, D. (1950), The Lonely CmlVd, Yale University Press.

SCHELER, ;If. (1960), Die ,ı;'issenform"" und die Gesellschaft, Franeke, Breıı.

SCHELSKY, H. (1957), 'Ist die DauerreflekıioIı imtitutioııalisiebar?', Zeitschr. eı'a"gcl. Ethik.,

vol. 4, pp. 153-U.

SCHNEIDEH, L., aııd DORi'iBUSCH, 5.::11. (1958), l'opular Rcligioıı, University of Chi~ago Press.

SCHUTZ, A. (1962), Colleeted Popers, l. The Problem of Social Reality, Nijhoff, The Hagııe. STAMMLER, E. (1960), Protestanten olıne Kirche, Kreıız, Stuıtgart.

STARK, W. (1958), The Sociology of Knowledge, Free Press of GIenene. VOEGELlN, E. (1951), The New Scienee of Politics, t:ııiHr,ity uf Chicago Press.

(11)

BİLGİ SOşYOLOJİSİ VE DIN SOSYOLOJİSİ 385

\VARNER, W.L. (1959), The Living and the Denrl, Yale Vııi"e"it.y Press.

,,"OELllER, H.O. (1959), Rrligion o/ıne Enıscheidurg, Vandenhoeek a Rupreeht, Goettingen. WOLFF, K. (cd.) (1959), 'The sociology of knowledge' 'fransacıions of ıhe Fol/rtk World COııgı",s

Referanslar

Benzer Belgeler

(1) Hukuk fakültesi öğrencileri bakımından böyle bir tehlikeli durumun A.B.D.'nde de var olduğuna değinilmiştir: Reich, Toward the Huma- nistic Study of Law, 74 YALE L J

Grossfeld bu gelişmenin tehlikesini belirtmek­ te, anonim şirketlerin temerküz olayına karşı savaşmaları gerekti­ ğini ve küçük pay sahiplerinin kendilerine tanınan:

Bir kimse ile akit yapmış olan gayrımümeyyiz küçük veya re- şid, bu akde istinaden bir şey iktisap etmiş ise, diğer âkide, aldığı bu şey'i muteber olmayan sebebe

tin «neticelerini bilerek ve isteyerek işlemek iradesi» şeklinde kabul olunursa genel-özel kast ayrımı mümkün değildir. Çünki bilinen ve istenen her çeşit netice genel

Yabancı Devletin bedelsiz kamulaştırma, millileştirme ve­ ya devletleştirme yollarına başvurması halinde kamu düzeni istis­ nasına dayanarak bu tasarruf bertaraf edilmeli ve

(12) Peter Badure Göttingen'deki ilk dersinde, Verwaltungsrecht im libe- ralen und im sozialen Rechtsstaat (Liberal ve sosyal hukuk devletin­ de idare hukuku), Recht und Staat (Hukuk

At this point, going beyond the question of ratification, I would like to submit the view that the United States should not content herself vdth mere adherence to the Human

Çünkü, Roma hukuku ancak kendi sistemi içinde kavranabilir ve bu sistem içinde mukayeseli medeni hukuk çalışmalarında Roma - Germen hukuk sisteminin temeli olarak bü­ yük