• Sonuç bulunamadı

Deniz Gezmiş:"Çifte tabancalı polis"le...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Deniz Gezmiş:"Çifte tabancalı polis"le..."

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Benim G azetecilik Gönlerim

i

W

Emniyet Genel M üdür Yardtmcılığt görevi yanısıra Interpol Türkiye Temsilciliği ve Narkotik Büro Daire Başkanlığı görevini de yürüten Emniyet Müdürü Halit Elver, “kaçakçı a vı” nedeniyle Kilis’e düzenlediği bir baskın sırasında...

U em z Lıezmış

Çifte Tabancalı Polis le...

•Mete Akyol - Bütün Dünya•

E

mniyet Genel Müdür Yardımcısı Halit Elver’in, bir koltuğunda üç kar­ puz vardı. Genel müdür yardımcılığından başka,

Uluslararası Polis Örgütü İnter- pol’ün Türkiye temcilciliği ile, Narkotik Büro daire başkanlığı,

onun hem koltuğunda taşıdığı üç önemli karpuzu, hem de omuzla­ rında taşıdığı üç önemli görevi idi. Halit Elver, özelikle son iki gö­ revi nedeniyle, uluslararası mes­ leksel toplantılara ve çalışmalara katılmak için sık sık yurt dışına gi­ derdi. Büyük bir bölümü, "Ulusla­

(2)

B ü tü n D ü n y a « H a z ir a n 2 0 0 2

rarası polis yöneticileri arasındaki mesleksel bilek güreşi" niteliğin­ deki bu toplantılardan, çoğu za­ man mesleksel zafer, zaman za­ man da mesleksel şampiyonluk kazanarak dönerdi yurda.

Yurt dışından her dönüşünde, o gidişinde kazandığı başarısının ödülü olan kimi zaman bir roze­ ti, kimi zaman bir madalyayı, ki­ mi zaman da bir şildi "ıslatmak" için birlikte bir öğle yemeği yer, şerefe ayran bardaklarımızı to­ kuştu rurduk.

Bir yurt dışı dönüşü yemeği­ mizde Halit Elver, son zaferinin ödülünü lokantada göstermek istemedi.

"Yemekten sonra Genel Mü- dürlük’e gideriz, kahvelerimizi be­ nim odada içeriz" dedi. "Orada gösteririm sana yeni cicimi..."

Halit Elver’in son Avrupa sefe­ rinin ve son Avrupa zaferinin ödü­ lünü, Emniyet Genel Müdürlti- ğü’ndeki odasında gördüm.

Kabzası sedef mi, fildişi mi de­ sem, en az bu maddeler denli zarif bir maddeyle kaplanmış, Smith Wesson bir tabancaydı, bu son ödülü.

Yeni doğmuş torununu elleriy­ le havaya kaldırıp, hayranlıkla seyreden bir dede sevecenliğiyle tanıttı tabancasını:

"Duruşundaki şu zarafete bak, Allahaşkına" dedi. "Kuğu gibi de­ ğil mi, ha?"

Askerlik görevimin bile bana sevdiremediği silahı kuğuya ben­ zetip, üstüne üstlük bir de "duru­ şunda zarafet görmesi" Halit El­ ver’in bir ölüm makinesini değil, mesleğini sevmesinin işaretleriydi.

O mesleksel sevgisi nedeniyle

de, o "zarif1 Smith Wesson’unu, görev süresince resmi tabancası­ nın komşusu yaptı, belinin öteki yanında ise, onu da sürekli olarak taşımaya başladı.

Bu sevgisi nedeniyle ise mes­ lektaşları ve dostları arasında adı, "Çifte tabancalı polis"e çıktı ve... Hep de öyle kaldı.

H a lit E lver in

sekiz on adım ötesinde, Deniz Gezmiş’le burun buruna geldiğimde aklıma birden onun, belinin sağındaki ve solundaki bu iki tabancası geliver­ di. Ve ense kökümde bir ürperti belirdi.

"Bir bahane uydur, hemen ay­ rıl yanımdan" dedim Deniz Gez- miş’e. "Halit Elver’le birlikteyim..."

Deniz Gezmiş, bir sağa, bir sola çevirdi başını, kimseyi göremedi:

"Halit Elver mi?" dedi ve sorusunu, onun takma adıyla pekiştirdi:

"Çifte tabancalı polis, yani... Hani, nerede?"

Gözlerimi, kolunun yanından, arkasına doğru kaydırmamaya özen gösterdim, sesimi de biraz hafiflettim:

"Sakın başını arkana çevirme" dedim. "Yanımıza geliyor ama me­ rak etme, nasıl olsa seni şahsen ta­ nımıyor... Gelince de bir bahane uydurursun, yanımızdan ayrılır­ sın... Ben idare ederim gerisini..."

Deniz Gezmiş, birkaç saniyelik fırsatı değerlendirdi:

"Orta Doğu (Teknik Üniversi­ tesi) ne zaman açılacak, abi?" de­ di. "Bir bilgin var mı?"

Ben de saniyelerle yarışarak yanıt verdim:

(3)

9 7 ) S A U * 5 0 K U R U Ş

i

Ankara'da dört

silâhlı gangster

Is Bankasını

soydu

Polis, soygun olayı ile ilgili olarak Deniz Gezmiş’i arıyor

öğrenci liderinin ar­ kadaşları " Bu çirkin bir.tertio tir.D en lz’In soygunda İlgisi o la­

maz " d i y o r l a r ,.. öğrenci lideri (Y»zı«> 6.8«yfndfl) Deniz Gezml»

göbeğindeki

rY uıueı « .« a y ftd a l

T

j

'

jnkamüdü

DANKA SOYCUNU YÜZÜNDEN

, ORTA DOĞU TEKHIK ÜNİVERSİTESİ

A R A N D I... difina

ODTÜ cumartesi gününe kadar kapatıldı. Soyguncular henüz

yakalanamadı f Anke

* n v n

'-rtcUÎÆ M

“SİLÂHLIYDILAR

VE DENİZ

yıkamadıkları tanılıyor... O

GEZMİŞ HENÜZ E

¿GEÇMEDİ

"İstanbul’dan geliyorum" de­ dim. "Üç dört gündür Ankara’da olup bitenlerden haberim yok."

Biraz öteye park ettiği otomo­ bilinden çıkıp, şimdi Deniz Gez­ mişin arkasından bana doğru ge­ len Halit Elverin birkaç adım öte­ sinde ise, sokak lambasının oluş­ turduğu gölgelik yerde, iki kişinin silüetini gördüm.

"Yalnız değilsin galiba?" dedim. "Hayır, yalnız değilim" dedi Deniz. "Arkadaşlarla beraberiz."

E sk işeh ir'd e,

Ordu- evi’nin karşısındaki kafeteryanın kapısı önündeydik. Yanlamasına esen sert rüzgar, kar tanelerini de yanlamasına savuruyordu.

Yıllardan 1971, aylardan Şu­ bat, günlerden ayın üçü, saatler­

den ise akşamın sekizi idi. İş Bankası’nın Ankara Emek Mahallesi’ndeki Emek Şubesi’nin soyulması olayının üstünden tam yirmiüç gün, dört saat geçmişti.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, tümüyle siyasal nedenlerle gerçekleştirdikleri bu banka soygununu, 1960’lı yılların balayı sarhoşluğundan yeni yeni uyanmaya başlayan o günlerin ba­ sını, "Dört gangsterin banka soy­ ması" sanmıştı ve okurlarına da olayı o biçiminde duyurmuştu.

12 Ocak 1971 tarihli gazeteler, "Ankara’da silahlı dört gangster İş Bankası’nı soydu." başlıklarının al­ tında, "Soygunda kullanılan oto­ mobilin, Eskişehir yolunda terk edilmiş vaziyette bulunduğunu" da bildiriyorlardı.

(4)

B ü tü n D ü n y a • H a ıir a n 2 0 0 2

Polisler de aynı yanılgı içine düştükten sonra, ancak bir gün sonra "kendine gelebildiler" ve ■önce banka soygununun gerçek nedeniyle, soyguncuların kimlik­ lerini saptadılar, sonra da olayın, hemen her öğrenci olayında tanış­ tıkları ve bu nedenle kendileri için hiç de "meçhul" olmayan "fail- ler"ini, "Ya şurdadır ya burda, hel­ vacının dükkanında" yöntemiyle aramaya koyulmuşlardı.

Polislerin,

Ankara’yı ka­ zan, kendilerini kepçe yaptıkları bu çalışmalarda "arayıp da bula­ madıkları banka soyguncusu" De­ niz Gezmiş, şu anda Eskişehir’de benim karşımda, "çifte tabancalı polis" Halit Elver’in ise, beş adım önündeydi.

Beş adımlık uzaklık dört adım oldu, üç, iki, bir adım oldu ve... Halit Elver de yanımıza geldi, bize katıldı.

"Ne o, burada da mı bir tanıdık buldun?" dedi bana.

Ben ise, "Ankara’dan tanıyor­ muş beni... Buraya teyzesinin ya­ nına gelmiş de... Tesadüf..." der­ ken, Halit Elver elini uzattı, Deniz Gezmiş’e döndü:

"Merhaba kardeşim" dedi. "Ben Halit Elver..."

Deniz Gezmiş kendini elbette tanıtmadı:

"Memnun oldum, efendim" de­ di, sustu.

Tam bu sırada kafeteryanın ka­ pısı açıldı, bir garson içeri buyur etti bizi:

"Donacaksınız tipide, beyler" dedi. "Buyurun, içeri buynın... Ne­ fis mercimek çorbamız var..."

Halit Elver’in aklı fikri Eskişe­

hir’in meşhur salebindeydi. "Burada en iyi salep nerede bulunur?" dedi garsona.

Belli ki kafeteryada salep yoktu: "Bu saatte salebi ne yapacaksı­ nız, beyim?" dedi garson. "Nefis mercimek çorbamız var... Şahane tas kebabımız da var..."

Halit Elver, nedense salebi tak­ mıştı diline:

"Canım, önce çorbamızı içece­ ğiz, yemeğimizi yiyeceğiz, elbette" dedi. "Ben, yemekten sonra nere­ de bulabiliriz burada en iyi salebi diye soruyoaım."

Sonra garsonu bıraktı, Deniz Gezmiş’e döndü:

"Madem buralısınız, siz de bi­ lirsiniz" dedi. "Eskişehir’de en iyi salep nerededir?"

Deniz Gezmiş, kalın kumaştan yapılmış bir palto giymiş, özenle tıraş olmuştu.

Elini uzattı, kentin iç bölümle­ rine doğru koyulaşan karanlıkları işaret etti:

"Şu ilerideki ışıktan sağa dö­ nünce, biraz ileride bir pastane vardır" dedi. "Oranın salebi çok iyidir."

Deniz Gezmiş’in bu yanıtına kafeteryanın garsonu çok şaşırdı:

"Senin o dediğin yerde pastane mastane yok, efendi" dedi ve yine Halit Elver’e döndü:

"Eskişehir’de yalnızca istasyon­ da satılır salep" dedi. "İstasyondan başka bir yerde salep bulunmaz burada."

Garsonun bu sözleri Deniz Gezmiş’in canını sıktı.

Lafa ben karıştım hemen: "Yahu donduk burada, kapının ağzında" dedim. "İçeri girelim de, ön­ ce sıcak bir çorba içmeye bakalım."

(5)

D en iz G ezm iş " Ç ifte T a b a n c a lı P o lia "le ...

Garson bir adım geri çekildi, kapıdan girişi kolaylaştırdı.

Ben elimle Halit Elver’e yol gösterdim:

"Sen önden buyur, abi." Deniz Gezmiş’e döndüm, ya­ nak yanağa öpüştüm:

"Haydi eyvallah, kardeş" dedim ona. "Ankara’da ara beni... Büroya gel, görüşelim..."

Halit Elver de vedalaştı Deniz Gezmişle: "Allahaısmarladık dedi. "Tanıştığımıza memnun oldum." Kafeteryada, gar­ sonun da ısrarıyla önce birer mercimek çorbası içtik, arkasın­ dan yine garsonun İs­ rarı karşısında çare­ siz kaldık, birer de tas kebabı yedik.

"Tatlı olarak ne yiyelim, garson bey?"

Garsonun isteği uyarınca tatlı olarak da sütlaç yedik ve...

Yarım saatlik ye­ mek paydosundan sonra, Ankara’ya doğru yolumuza de­ vam etmek üzere arabaya giderken,

ben durdum, Halit Elver’e bir öne­ ride bulundum:

"İstersen sen önden çık, araba­ yı ısıt, abi" dedim. "Sen arabayı ısı­ tırken ben boşu boşuna donmaya­ yım. Araba ısınınca bir klakson ça­ larsın, tamam... Anında oradayım."

H a lit E lver in

aklı yattı bu önerime. Önden gitti, arabayı çalıştırdı. Bir süre sonra klakson

çalıp, arabanın ısındığını bildirin­ ce, ben de yerimden kalktım, ka­ feteryanın kapısından çıktım ve...

Yine yine burun buruna gel­ dim Deniz Gezmiş’le:

"Deniz, kardeşim... Lütfen yok ol, kaybol, toz ol..." diye yalvar­ dım. "Yanımdakinin kim olduğu­ nu söyledim sana... Allah sakla­ sın, bir terslik olacak, hayatım boyunca affetmeyeceğim kendi­ mi... Lütfen..."

Doğu Teknik Üniversitesi’nin ne zaman açılacağına takmıştı:

"Biraz önce dediğini tam ola­ rak anlayamadım, abi" dedi. "Orta Doğu ne zaman açılacak? Bu ko­ nuda bir bilgin var mı? Buna çok ihtiyacımız var."

Bir çırpıda ve tane tane anlat­ tım: "Bak, benim bir arkadaşımın düğünü vardı geçen hafta İstan­ bul’da" dedim. "Onun için bir haf­ kardeşim" Deniz Gezmiş ise kafayı Orta

Halit Elver (sağdan üçüncü), Türkiye’yi temsil ettiği uluslararası bir konferansta

(6)

B ü tü n D ü n y a • H a r ir a n 2 0 0 2

tadır Ankara’da değilim, İstan­ bul’dayım... Son bir hafta içinde Ankara’da ne oldu, ne bitti habe­ rim yok... İki gün önce de Halit Abi geldi İstanbul’a... Orada bu­ luştuk. Ankara’ya kendi arabasıyla birlikte dönmemizi önerdi. Bursa Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’yla iki saatlik bir işi varmış; o neden­ le de Bursa Eskişehir üzerinden dönüyoruz şimdi Ankara’ya."

"Halit Bey’in beni tanımadığın­ dan eminsin, değil mi?"

"Tabii eminim... Nereden tanı­ yacak?.. Naşı tanıyacak?.. Son gün­ lerde bir hayli fotoğrafın yayım­ landı gazetelerde ama... Hepsi de eski fotoğraflardı. Parkalı fotoğraf­ ların, üç beş günlük sakallı fotoğ­ rafların... Bu halin çok farklı o fo­ toğraflardan."

D e n i z C t a z m i ş 'i n arka­ sında, sokak lambasının aydınlattı­ ğı sınırlı bölgenin bittiği yerin iki adım ötesinde, iki kişinin silüetini yine gördüm.

Koşa koşa arabaya girdim. "Oh, fırın gibi ısınmış araba..." Halit Elver, on dakika önceki Halit Elver değildi. Biraz donuktu şimdi.

Arabayı hareket ettirirken, umursamazmış gibi sordu:

"Senin deminki arkadaş değil miydi, o?" dedi.

"Evet, oydu." "Ne istiyormuş?"

"Hiiiç..." dedim "Bir yerden dö- nüyormuş da... Tesadüf işte... Ben tam kapıdan çıkarken o da lokan­ tanın önünden geçiyormuş... Ken­ di de hayret etti bu tesadüfe..."

Yolda altmış, yetmiş metre ka­ dar ilerledikten sonra, Ankara yo­

luna girebilmek için sola dönme­ miz gerekiyordu.

Halit Elver dönmeden önce son bir kez daha baktı dikiz aynasından:

"Allah Allah" diyerek, hem kendi kendine söylenir gibi yaptı, hem de bana birşeyler duyurur gi­ bi yaptı. "Allah Allah... Senin arka­ daş elektrik direğinin dibinde dim dik duruyor, bizi seyrediyor... Bak, hâlâ kıpırdamıyor, olduğu yerde heykel gibi duruyor."

Halit Elver’in dikiz aynasından görüp naklettiklerini kendi gözle­ rimle görebilmek için arkaya döndüm, arabanın arka camından baktım:

Deniz Gezmiş, bir silüet olarak gerçekten kıpırdamadan öyle duruyordu.

"Yolcu yolunda gerek, Halit Abi" dedim "Haydi bir bismillah çekiver de, Ankara’ya doğru gazla..."

Biraz günün yorgunluğunu bahane ettik, biraz sıcak çorbay­ la, tas kebabının rehavetini baha­ ne ettik ve... Anakara’ya gelene dek ikimiz de pek konuşmadık galiba... Ben hatta, biraz uyukla­ dım ya da uyuklar gibi bile yaptım, bir ara.

O sabah biraz geç uyandım; gazeteye de biraz geç gittim. Ma­ samın üstünde iri iri harflerle ya­ zılmış bir not buldum:

"Sayın Halit Elver aradı. Gelir gelmez telefonunuzu bekliyor. Aceleymiş..."

Telefonu açtım, hal hatır sordum. Halit Elver hiç de oralı değildi:

"Gazeteleri gördün mü bu sabah?" dedi.

(7)

D en iz G ezm iş "Ç ifte T a b a n c a lı P o lis Nle ...

Çok geç uyandığımı, büroya ise biraz önce geldiğimi söyledim.

"Daha sabah kahvemi bile ıs­ marlamadım, abi" dedim. "Hele önce afyonumuz bir patlasın, sıra gazeteleri de okumaya gelir elbet."

Halit Elver’in şakadan da, soh­ betten de nasibi yoktu bu sabah.

"Günaydın gazetesine bir bak­ sana" dedi.

Gazeteleri karıştırdım, araların­ dan Günaydın gazetesini çıkar­ dım, en üste koydum:

"Tamam abi" dedim. "Günaydın gazetesi önüm­ de..."

"O halde birinci sayfada­ ki fotoğrafa bak."

Gazeteye dikkatle bakar bakmaz, Deniz Gezmiş’in basında yayımlanan ilk "doğaı dürüst" bir fotoğra­ fıyla yüz yüze geldim.

Bu fotoğraftaki yüz ile dün gece Eskişehir’de gö­ rüştüğümüz kişinin yüzü aynıydı.

Söyleyecek bir sözüm olmadığı için, bir süre kouş- madım, konuşamadım.

Telefondaki sessizliği Halit Elver bozdu:

"Bak Mete" dedi. "Sen ga­ zeteci olarak, ben de polis olarak dün gece, hayatımızın en önemli işini kaçırdık."

Ben yine birşey söylemi­ yordum.

Halit Elver devam etti:

"Şimdi sen de söz ver, ben de söz vereyim" dedi. "Bu olaydan hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiç kimseye bahsetmeyeceğiz... Tamam mı?"

Zar zor, "Tamam abi" sözü çı­

kabildi ağzımdan.

"Bir kişi duyarsa bu olayı" diye sürdürdü konuşmasını "Sen basın camiasında, ben de emniyet cami­ asında bir numaralı aptal ilan edi­ liriz. Öyle değil mi ama?"

Sesimi yine zar zor çıkarabildim: "Öyle, abi" dedim. "Haklısın."

Bütün D ünya

okurları için şimdi yeniden kaleme aldığım bu yazımı, dokuz yıl önce yayım­

lanan "Hem Yaşadım Hem de Yazdım" kitabım için yazmaya ka­ rar verdiğimde, Halit Elver’i bizim eve davet ettim.

Olayı en ince ayrıntılarına dek birbirimize yineledik:

"Keşke onu o an

tanıyabilsey-Halit Elver, Kilis’e düzenlenen “Kaçakçılar avı" baskınında bir zanlıyı sorguluyor

(8)

B ü tü n D ü n y a » H a z ir a n 2 0 0 2

dim de, hemen oracıkda kıskıvrak yakalayabilseydim" dedi emekli Halit Elver. "Kendilerini idama gö­ türen öteki olaylara karışmaktan kurtulmuş olurlardı... Ve şimdi, üçü de yaşıyor olurdu..."

SÖZÜ d e ğ i ş t ir d im , ken­ disinden isteyeceğim izne getirdim: "İzin verirsen bu olayı şimdi yazmak istiyorum, abi" dedim. "Olayın üzerinden yirmiiki yıl geç­ tikten sonra, birbirimize o günler­ de verdğiğimiz sözü de, şimdi el sıkışarak bozabiliriz, değil mi?"

Saçları ak ak olmuştu Halit Elver’in.

"Tamam" dedi. "Sözümüzün

geçerlilik süresi bitmiştir. Aradan geçen yirmiiki yıldan sonra, bu olayı artık anlatabiliriz de, sen ise hatta yazabilirsin de..."

Bu anı ilk kez, olaydan yirmiiki yıl sonra, bugünden ise dokuz yıl önce, ancak o dost "vize"sinden sonra kaleme alınabildi.

Bu arada, kendisinden bile o güne değin saklı tuttuğum bir ger­ çeği ise, Halit Elver de ancak o ki­ tabımın okurlarıyla aynı anda öğ­ renebildi.

Eskişehir’de konuştuğumuz gencin kim olduğunu benim o ak­ şam da bildiğimi, kitabım yayımla- nıncaya dek bir türlü söyleyemiş- tim polis dostuma...»

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

G eçen A y k i B u lm a ca n ın Çözüm ü:

Geçen ay yayımladığımız bulmacamızı yanlışsız çözümleyerek gönderen ilk on okuyucumuzun adlarını

ve bulunduklan kentleri açıklıyoruz: •Kübra Tünür, Kütahya. • Nurcan Akyol, Akçaabat.

•Nuray Ciyer, Bursa. • Fatma Hilal Karcı, Ankara.

•Hülya Ataoğlu, İstanbul. • Mehmet Öztürk, Erzincan.

•Ali Dönmez, Giresun. • Sabahat Hakkı, Antalya. •Ahmet Güneş, Diyarbakır.

•Osman Avcı, Sivas. İnkılâp Kitabevi yayınlarından seçtiğimiz

birer annağan kitap, adlan yukarıda yayımlanan okuyuculanmızın adreslerine

gönderilmiştir. •

Taha Toros Arşivi

76

Referanslar

Benzer Belgeler

(Tüm adayların bu kılavuzu dikkatli bir şekilde okumaları ve belirtilen açıklamalara göre hareket etmeleri adayların yararına olacaktır.).. Dönem olarak Çarşı ve

Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u Bodrum Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğündeki Başkanlık Makamında ziyaret eden MHP Bodrum İlçe Yeni Başkanı

Emniyet güçleri olarak Bilişim Suçları konusunda ileride daha çok karşılaşacağımız vakalara hazırlıklı olabilmek için; yapılan çalışmaların başında Bilişim

Çünkü; bilgisayar kullanımı ile üretilmiş sahte para suçunda, olay yerinde delil niteliği teşkil edecek bilgilerin bulunması çok zordur ve bu delillerin toplanması ve

Her ne kadar olay yerinden delillerin toplanması bir laboratuar çalışması gerektirmiyor gibi görünse de kimi zaman delilin toplanması mümkün olamayan durumlarda olay

Ön sağlık kontrolü komisyonu tarafından “Polis Meslek Yüksekokulu Öğrenci Adayı Olur” kararı verilenler, fiziksel yeterlilik sınavına alınırlar. Fiziksel yeterlilik

Betimsel tarama modelinde desenlenen bu araştırmada, Türk Polis Teşkilatında görevli personelin algılanan liderlik ve saldırganlık düzeylerinin demografik faktörlere

ZDUE kitapçığı, zaman damgası başvurularının alınması, zaman damgası üretimi ve talep sahibine zaman damgasının gönderilmesi gibi temel zaman damgası hizmet