• Sonuç bulunamadı

Matbuat Hayatımızdan Bir Sayfa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Matbuat Hayatımızdan Bir Sayfa"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Gülden Vicir

*

A POET IN KIRKAĞAÇ: ALİ RAUF

ÖZ: Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Memleket Şiiri adı verilen bir anlayış edebiyat dünyasına hakim olmuş ve büyük ölçüde Millî edebiyat döneminin Cum-huriyet dönemindeki devamı niteliğini korumuştur. Bu dönemde Millî edebiyattaki gibi millî kaynaklara, Anadolu insanına ve Anadolu coğrafyasına yönelinmiştir. 1928 yılı Memleket Şiiri’nin son dönemleri olsa da şiirlerini incelediğimiz Ali Rauf’un bu tarzda kaleme aldığı şiirlerinin var olduğu görülmektedir. Bununla birlikte derin ferdî şiirler yazan şairlerini etkileyen Ahmet Haşim’in temalarının da şair tarafından işlendiği görülmektedir. Aynı ikilik şairin kullandığı nazım şekillerinde de kendini göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Ali Rauf, Memleket edebiyatı, Kırkağaç, şiir.

ABSTRACT: Beginning from the fi rst years of Rebuplic, an understanding of poetry called Memleket Şiiri (national poetry) dominated Turkish literature and mostly became the continuation of Milli Edebiyat in Rebuplican years. Writers were canalized to national sources and Anatolian region like Milli Edebiyat era writers. Although 1928 is the last term of Memleket Şiiri (national poetry), Ali Rauf –whose poems we analyzed– wrote poems with this style. In addition to this, it’s observed that he wrote about deeply individual themes of Ahmet Haşim which infl uences many poets. Same dualism also reveals itself in poetry forms he used.

Keywords: Ali Rauf, Memleket Edebiyatı, Kırkağaç, poem.

...

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 19, Nisan 2019, s. 109-120.

* Dokuz Eylül Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora öğrencisi, (gldnvcr@hotmail.com). Yazı

(2)

Servet-i Fünun dergisindeki taramalarımız esnasında adını daha önce duymadığımız bir şaire tesadüf ettik: Ali Rauf adını taşıyan ve şiirlerini Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde yazdığı anlaşılan bu şairin, dergide tamamı 1928 yılında yayımlanan 21 şiiri vardır. Şiirlerin her birinin altında şairin adının yanında “Kırkağaç” notu vardır. Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde yaptığımız soruşturmada ne yazık ki bu ismi tanıyan birine rastlayamadık. Bu durumda iki ihtimalden söz etmek mümkündür. Ali Rauf ya Kırkağaçlıdır ve genç yaşta şehirden ayrılmıştır ya da Kırkağaç’ta bir müddet memurluk yaptıktan sonra oradan başka bir yere tayin edilmiştir. Gerek dönemin belli başlı dergilerinde gerekse Manisa basınında yaptığımız taramalarda bu şairin başka şiirine rastlayamadık. Ancak Servet-i Fünun’daki bu şiirleri dikkate değer bulduğumuz için elde olan 21 şiiri inceleme yoluna gittik.

Ali Rauf’un şiirlerinde işlenen temaları yalnızlık, akşam, Anadolu, aşk ve sanat başlıkları altında inceleyeceğiz.

1. Yalnızlık/Kaçış:

Yalnızlık Türk edebiyatının en çok işlenen temalarından biridir. Batı edebiyatıyla ilk temaslarımızdan itibaren yalnızlık, kaçış ve yabancılaşma temaları birbirleriyle bağlantılı ve değişik boyutlarıyla e debiyatımızda işlenmiştir.

Tanzimat dönemi İkinci Nesil sanatçılarında kaçış tabiata doğru olmuştur: Belde, Sahra gibi şiir kitaplarında Abdülhak Hamit kentten kır hayatına, tabiata sığınma arzusunu duyar.1 “Külbe-i İştiyak” şiiri, bu coşkunluğu ifade eden önemli örneklerden biridir. Servet-i

Fünûn döneminde ise sanatçıların Batı edebiyatından gelen etkiler ve içinde bulundukları şartlardan doğan karamsarlıkla kaçış temasına çok fazla ilgi duydukları görülmektedir. Bu şair ve yazarların Yeni Zelanda’ya yerleşme fi kirleri ya da Manisa civarında bir çiftliğe sığınma istekleri bütün kaynaklarda yer alan gerçeklerdir. Halit Ziya’nın Mai ve Siyah romanında bütün ümitlerini yitiren Ahmet Cemil, siyah bir gecede İstanbul’dan kaçarak Arabistan çöllerine sığınır. Keza Tevfi k Fikret’in “Ömr-i Muhayyel” gibi birçok şiirinde gerçeğin sıkıntılarından kurtulmak amacıyla hayalî bir ömür düşlenir.

Asıl kaçış teması ve yalnızlık duygusu Ahmet Haşim ile ortaya çıkar. Haşim “O Belde” şiirinde bir ada içerisinde kendi hayalinde kurguladığı bir ülkeye kaçmak ister. Oradaki belde hayali, Tevfi k Fikret’in “Ömr-i Muhayyel”indeki bir mısraıyla benzerlik gösterir:

Her sahn-ı hakikatten uzak herkese meçhul

Ali Rauf’ta ise kaçışın ya da yalnızlığın iki yönünden söz edilebilir: Pişmanlık ve kabullenme. Sığınmanın ise tek yönü vardır: Dağlar...

1 Bu konuda geniş bilgi için bk. Mehmet Kaplan, “Hamit’in Şiirlerinde Tabiat”, Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1976.

(3)

Ali Rauf’un yalnızlığı anlattığı iki şiirden biri olan “Haydut” şiirinde yalnızlıktan pişmanlık duyan bir genç, “Münzevi” şiirinde ise yalçın bir dağın eteklerinde tek damı kendine yurt edinmiş yaşlı bir adam anlatılır. İkinci şiirdeki münzevi dertlidir ve derdini inleyerek yaşamaktadır. Şair dertlerini uzun uzun anlatmak yerine “ömrü sürüklüyorum”, “uzun kederlerim”, “kartalların kanlı gagaları ve pençeleri”, “kuduz canavarlar”, “iniltili ses” gibi ifadelerle okuyucusuna hissettirmeyi tercih ediyor. Şiirin sonunda da “dertli” kelimesini a “münzevi”ye sıfat yapmıştır. Bununla da kalmayıp hüzün duygusunun sürek-liliğini ve şiddetini göstermek için bu tamlamayı bir mısra içinde iki defa tekrarlamıştır:

Dertli münzevisiyim, dertli münzevisiyim!..

Ancak münzevi konumundaki yaşlı adam içinde bulunduğu durumdan şikâyetçi de değildir.

“Haydut” şiirinde ise yalnızlık, kaçış ve yabancılaşma temalarıyla bağlantılı olarak ele alınmıştır. Yıllar önce sevgilisi yüzünden dağlara çıkmış bir gencin yol kesen bir hayduda dönüşerek topluma yabancılaşması anlatılmaktadır. Şiirde haydudun muhatabı yolculardır ve onlara konuşmaktadır. Haydut, yıllarca yol kestikten, insanları öldürdükten sonra canavarlıkla pişmanlığın ikilemini yaşamaktadır. Bunun için şiirin çeşitli yerlerinde:

Yolcular yaklaşmayın, yaklaşmayın yolcular Kuduran benliğimde bugün bir canavar var

ifadeleri tekrarlanmaktadır. Haydut, adeta bir yandan sevgilisini elde edememenin öfkesi, diğer yandan da yaşadığı pişmanlığın arasında kalmıştır. Haydudun bu duru-ma gelmesinin psikolojik açıkladuru-ması, şiirin son dörtlüğünde kendini göstermektedir:

... Şu kopası elimin parçaladığı etler, Kaybolan varlığıma sırıtan iskeletler, Ardımda bir kahkaha gibi sürükleniyor: Bilediğim hançerim ellerime iniyor!

Bu mısralardan haydudun öldürdüğü insanların onu hem görüntü hem de ses ola-rak rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. Son mısrada ise haydudun bu pişmanlıkla intihara doğru gittiğini düşünmek mümkündür.

Ali Rauf’un kaçış duygusunu dile getirdiği üçüncü şiir, “Bir Yelkenli” başlığını taşır. Şiirin ikinci bendi sembolistlere özgü bir söyleyişi içermektedir. Sembolistler denizi bir daha geri dönmemek üzere açıldıkları bir yer olarak düşünürler. Bu şiirdeki “meçhul, uzak iller”, “ebede yelken açma” ifadeleri bu anlayışla paralellik göstermektedir. Yine şiirin bir başka yerinde “uzak illere doğru” ifadesi bu düşünceyi desteklemektedir.

Şiirde, diğer birçok şiirden farklı, sevinçli, telaşlı ve heyecanlı bir atmosfer vardır. Şair âdeta bir yelkenliyle başka âlemlere gitmenin heyecanını yaşamaktadır. Bu anlamda şiirin, Ali Mümtaz Arolat’ın “Bir Gemi Yelken Açtı” şiirinden etkiler taşıdığını da

(4)

söyleye-biliriz. Hatta bazı mısraların birbirine bir hayli benzediği bile görülmektedir. Örneğin; Ali Mümtaz Arolat’ın “Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine” mısraına karşılık Ali Rauf “Bir gemi sahillerden ebede yelken açtı” mısraını kullanmıştır. Yine Ali Mümtaz Arolat’taki;

Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın Titrek son akisleri dalgalandı belirsiz

mısralarına karşılık Ali Rauf’un şiirlerinde;

Yelkenlerin üstünde yakut gibi nakışlar Senin dudaklarının allığından örüldü

gibi mısralar vardır.

2. Anadolu

Bilindiği gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Memleket Şiiri adı verilen bir anlayış edebiyat dünyasına hakim olmuştur. Bu anlayış büyük ölçüde Millî edebiyat döneminin Cumhuriyet dönemindeki devamı niteliğindedir. Tıpkı Millî edebiyatta olduğu gibi gibi millî kaynaklara yönelme, hece veznini kullanma, sade Türkçeyle yazma, Halk edebiyatı nazım şekillerini kullanma gibi ölçütler öne çıkarılmıştır. Millî edebiyattan en önemli farkı Turan fi krinden Anadolu coğrafyasına yönelinmesi olmuştur. Ankara’nın başkent olması dolayısıyla devlet memurlarının ve sanatçıların bu vesile ile Ankara’ya gitmeleri ve yolculuk esnasında Anadolu’yu, Anadolu insanını ve bu coğrafyayı tanıma-ları bu yönelimin oluşmasında etkili olmuştur. Özellikle Faruk Nafi z Çamlıbel’in “Han Duvarları” ve bir poetika niteliği taşıyan “Sanat” şiiri bu yönelişin en güzel örnekleridir.

Her ne kadar 1928 yılı Memleket Şiiri’nin son dönemleri olsa da Ali Rauf’un bu tarzda kaleme aldığı şiirlerinin olduğunu görüyoruz. Bu şiirler: “Kerem”, “Sıla”, “Ayşe Kaçırılıyor”, “Nasıl Görmüştüm?”, “Yolum Anadolu’dur”, “Hasret Yolcu-su” başlıklarını taşır. Bunların içinde ilk şiir olan “Kerem”, Halk edebiyatının özel-liklerini taşıyan şiirlerden biridir. Kerem ile Aslı hikâyesine telmih vardır. Şair iki kişi arasındaki aşkı hatırlatmasına rağmen, ilk iki bentte mekân tasviri yapmaktan geri duramamıştır. Buradaki mekân tasvirlerinin amacı anlatılacaklara bir atmosfer oluşturmaktır. Şair önce hüzünlü bir atmosfer oluşturup sonra da Kerem’in hüzünlü hikâyesini izlenimlerle anlatmaktadır. Sözgelimi; “Vurdu parmaklarını kırık sazına Kerem vurdu”, “Dokundurdu göğsüne teşne dudaklarını, Aslı’nın dudağında kayboldu son nefesi” gibi izlenimler hikâyeye hüzün katan unsurlardır. Bu hüzünlü izlenimleri anlatırken yine zaman zaman tabiattan faydalanılır: “Gördü ki yanık kalpler gelmiş önünde vücuda”, “Ulu dağlar eğilmiş, tepeler kılmış secde.” Bu anlatılanlar karşısında rüzgârın durumunu anlatan, “Durmadan aç canavar gibi rüzgâr tepindi” mısraı şiirin

(5)

iki yerinde yer almıştır. Böylece bu hüzünlü hikâye karşısında dağların ve tepelerin eğilip secdeye varması, rüzgârın Kerem’in isyanına paralel olarak bir canavar gibi tepinmesi imajları oluşturulmuştur. Şairin bu hüzünlü hikâye karşısında tabiata farklı fonksiyonlar yüklediği görülmektedir.

Aynı sayıda –“Mehmetçiğe Şiirler” üst başlığıyla– yayımlanan “Sıla” şiiri, dö-nemin ruhunu anlatan şiirlerdendir. Şiirin kahramanı bir asker olmasına rağmen, şiir epik bir tona sahip değildir. İki dörtlükten meydana gelen şiirin ilk dörtlüğünde askerin köyüne dönüşünün ve sevgiliye kavuşacak olmasının sevinci vardır. İkinci dörtlükte ise muhatap sevgilidir. Asker sevgilisinden bir öpücük istemektedir:

Dudağıma nişan tak Karanfi l dudağından

Şiir yapı bakımından da diğer şiirlerinden farklıdır. Diğerlerinin tersine yedi heceden oluşan kısa mısraların kullanımı şiirin içeriğini de belirler. Bu kısa mısra-larda şair, köyüne ve sevgilisine kavuşmanın sevincini ve telaşını adeta okuyucuya hissettirmek istemektedir.

“Köyümün Şiirlerinden” üst başlığıyla kaleme alınan “Ayşe Kaçırılıyor” şiiri Anadolu’daki sosyal bir problemi anlatmasına karşılık, şekil bakımından halk şiiri özelliklerinden uzaktır.

Şiiri bölümlendirecek olursak birinci bent bir mekân tasvirini ifade ediyor. Şairin kullandığı kelime grupları mekânla birlikte zamanı da açıklamaktadır: Vaktin çok geç olduğu “ayın son nefesleri”, “tek tük kağnı sesleri” gibi ifadelerle vurgulanıyor. Şiirin ikinci bölümünü oluşturan ikinci ve üçüncü bentte Ayşe’nin fi ziksel yapısı ve iç dünyası anlatılmaktadır: Ayşe genç, güzel ve sevdiği olan bir kızdır. Üçüncü bölüm tekrar bir mekân tasviriyle devam eder. Şair muhtemelen gerçekçilik duygusu uyandırmak için mekânın adı olan “Köse Ahmet Bağı” adını kullanır. Son iki bendi oluşturan dördüncü bölüm ise Ayşe’nin kaçırılmasını anlatmaktadır.

Bu şiir, bir hikâye anlatması ve hareketli bir üsluba sahip olması bakımından Ali Rauf’un diğer şiirlerinden farklı bir özellik göstermektedir. Şiirlerin büyük bir çoğunluğu sıfatlarla yapılan manzara tasvirlerinden oluşurken, bu şiirde sıfatların yerine fi illerin daha fazla kullanıldığı görülmektedir.

Anadolu şiirleri içinde “Nasıl Görmüştüm?” şiiri de dikkat çekicidir. Şair belli ki Anadolu’da dolaşmış ve köylünün sıkıntılarına şahit olmuştur. Şiir, şairin bu gözlemleri karşısındaki hayal kırıklıklarını anlatmaktadır.

Şairin Anadolu’yla ilgili gözlemleri hep olumsuzdur. Bu yüzden her dörtlük “Böyle mi görecektim ulu Anadolu’yu” mısralarıyla bitmektedir. Bu olumsuzluk çe-şitli sıfatlarla dile getirilmektedir: İskelet, titreyen, çatlak, sarı, işlenmemiş, yarı ölü, kapkara, hasta, üfürüklü, yanık, veremli, baykuş...

(6)

Ali Rauf’un bu şiiri yazmadan önce “Sıla” şiirinin altına yazdığı nottan İstanbul’a gittiği ve tekrar Kırkağaç’a döndüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen şair bu yolculuk esnasında Anadolu’yu yakından gözlemlemiş, yaşadığı hayal kırıklığı ve şaşkınlığı bu şiirinde ortaya koymuştur.

“Yolum Anadolu’dur” şiiri ise şekil olarak diğer şiirlerinden farklı bir mahiyet taşır. Şiir 6’şar mısralık bentlerden oluşmaktadır. Şiir boyunca son iki mısralar tekrar edilmiş böylece hem ahenk bütünlüğü sağlanmış hem de Anadolu’ya gitme arzusunun sürekliliği vurgulanmıştır.

Bu şiir, Ali Rauf’u Memleket Şiiri’ne bağlayan en önemli şiirlerden biridir. Tıpkı diğer birçok Türk şairi gibi kendisinin de Avrupa’yı, İstanbul’u bırakıp Anadolu yollarına düştüğünü anlatır. Şair bu yollara düşmek için başka diyarlardan gelmiş, sevdiklerini geride bırakmıştır, ama her şeye rağmen mutludur. Bunu her bendin sonunda tekrarladığı;

Gönlüm neşe doludur Yolum Anadolu’dur

beyitlerinde görmek mümkündür. Bu tekrarlar son bentte;

Gönlüm ferahla dolu Mevzuum Anadolu

şeklini alır. Böylece Memleketçi Şiir’in en önemli temlerinden olan Anadolu, Anadolu insanı ve Anadolu coğrafyasına yöneliş kesin olarak ifade edilir.

“Sıla” şiiri gibi “Hasret Yolcusu” şiiri de 7’li hece ölçüsüyle ve dörtlüklerle ya-zılmıştır. Şekilde görülen bu benzerlik şiirin muhtevasında da görülür. Bu şiirde de gurbetten gelen bir gencin sevgilisine doğru gidişi anlatılmaktadır. Şiirlerinin çoğunda 14’lü hece veznini kullanan Ali Rauf’un bu iki şiirde 7’li mısraları kullanması tesadüfî olmamalıdır. Şair bu kısa mısralarla yukarıda da belirttiğimiz gibi sevgiliye kavuşmanın heyecanını ve aceleciliğini okuyucuya hissettirmeye çalışmaktadır.

3. Akşam

Ali Rauf’un bu şiirleri yazdığı 1928 yılı, Yedi Meşaleciler’in Servet-i Fünûn’da yayımladığı şiirlerinden seçmeleri Yedi Meşale adıyla kitaplaştırdıkları, ardından Yusuf Ziya Ortaç’ın yayımladığı Meşale adlı dergide yazdıkları bir dönemdir. Bilindiği gibi Yedi Meşaleciler’in en fazla etkilendikleri şair Ahmet Haşim’dir. Ahmet Haşim de bu gençlere kayıtsız kalmamış derginin birinci sayısına “Yedi Meşaleciler” başlıklı bir yazıyla katılmış2 ve sonraki bazı sayılarda da katkısını sürdürmüştür.

(7)

Ali Rauf’un da şiirlerinde gerek tema olarak gerekse imaj olarak akşam ve onun çağ-rışımları olan benzetmelere sıklıkla rastlanmaktadır. Sözgelimi; “Bağlarda Gölgeler”, “Bir Canavar Kudurdu”, “Köyümde Akşam”, “Kırkağaç’ta Akşam”, “İzmir Sahillerinde Akşam” başlıklı şiirleri doğrudan akşamı konu alır. Şiirlerin adları bile şairin bu vakte olan düşkünlü-ğünü gösterir. Bunların yanında “Kerem”, “Bir Yelkenli”, “Haydut”, “Eşref’in Mezarında” ve “Parkta” şiirlerinde ana tema akşam olmamakla birlikte yapılan tasvirlerde atmosferi akşam vakti oluşturur. Diğer taraftan akşamı konu alan bu şiirlerin önemli bir kısmı aynı zamanda Anadolu tasvirlerini de içerir ki bunlar “Anadolu ve akşam” temalarının birleştiği şiirlerdir. Başka bir ifadeyle devrin hakim iki şiir anlayışını tek bünyede birleştirilmişlerdir.

“Bağlarda Gölgeler” şiirinde şair, akşamın belli bir anını değil, ilerleyen değişik zamanlarını anlatmaktadır. Renkler önce pembe iken ardından kızıla bürünür, sonra da gece gelir. Bu şiir, zamanın değişik enstantenelerini anlatması bakımından emp-resyonizmin en temel özelliğini ortaya koyar. Şiirde renklerin sıfat olarak kullanıldığı görülmektedir. Anadolu’yu (tabiatı) anlatması bakımından Memleket Şiiri’ne, akşam vaktini ve akşam kızıllığını işlemesi bakımından Ahmet Haşim’e bağlı bir şiirdir.

Akşamı konu alan “Köyümde Akşam” ve “İzmir Sahillerinde Akşam” şiirleri akşam vaktinin benzetmelerle anlatıldığı şiirlerdir. Zaman zaman yapılan bu benzetmeler şiirlerde bir tablo duygusu oluşturmaktadır. “İzmir Sahillerinde Akşam”da tamamen göze hitap eden imajlar varken “Köyümde Akşam” şiirinde hem göze hem de kulağa hitap eden imajlar vardır.

Benzer şekilde “Kırkağaç’ta Akşam” şiiri de akşam vaktini anlatır. Gündüz çalışan insanların sığındıkları yerler, han odaları ve kahve köşeleridir:

Gündüz alın terini dökenlerin yeridir: Şimdi han odaları ve kahve köşe[le]ri! Burda bir damla kahve gam, kederi eritir.

Diğer akşam şiirlerinden farklı olarak bu şiirin sonuna bir aşk motifi de ilave edilir:

Upuzun, sırma saçlı nurdan bir yüz belirir Sevgilimin çiçekle süslü penceresinde... Ve akşam Kırkağaç’ın üstünde böyle erir.

Bu şiirler içinde diğerlerinden farklı ve ilginç olanı “Bir Canavar Kudurdu” şiiridir. Şiirde canavardan kastedilen akşam vakti, dağların ardına inmek zorunda kalan güneştir. Şiirdeki tasvirlere bakıldığında güneş âdeta bir mağaraya kapatılan ve bundan öfke duyan bir canavara benzetilir. Bu şiirlerde de tek bir zaman yoktur. Önce akşam sonra gece gelir. Şair, bu değişimi vermek için zaman zaman benzetmelere zaman zaman da “ay”, “gece” gibi doğrudan ifadelere başvurur. Bu şiir, Ahmet Haşim’in “Süvari” şiiriyle “anlatılan şeyin ne olduğunun söylenmemesi” bakımından birbiriyle benzerlik gösterir. Her iki şiirde de anlatılanın güneş olduğu dolaylı yoldan ifade edilir. Böylece bu şiirlerde “Süvari” ve “Canavar” sembolik birer mahiyet kazanırlar.

(8)

4. Aşk

Ali Rauf, aşk temasını dönemine uygun olarak hem halk edebiyatı ekseninde hem de bireysel aşk ekseninde oluşturmuştur. Halk hikâyelerinden Kerem ile Aslı’ya telmihte bulunduğu ve daha önce Anadolu şiirleri arasında da irdelediğimiz “Kerem” şiirinde aşk; hasret, ayrılık ve vuslatla birbirine bağlantılı olarak işlenmektedir. Ayrı-lığın âşığa verdiği hüznü şiir boyunca ele alan şair, Kerem’in isyanına paralel olarak tabiatın da bu hüzne eşlik ettiğini okura hissettirmektedir:

“Dağlardan yamaçlara hazin bir nağme indi.” “Ulu dağlar eğilmiş, tepeler kılmış secde.” “Durmadan aç canavar gibi rüzgâr tepindi.”

mısralarıdan anlaşılıyor ki şaire göre aşk acısının yüceliğine tabiat da kayıtsız değildir. Şairin halk şiirinden izler taşıyan bir başka aşk şiiri ise “Kıskandığım” adlı şiirdir. Bu şiir diğer aşk şiirlerinden farklı olarak doğrudan sevgiliye hitap eder. İlk dörtlükte;

İki damla yaş olsun bırak ki gözlerimde Ardında Kerem gibi güdeyim izlerini...

mısralarından anlaşıldığına göre, tıpkı Aslı gibi sevdiğini kendisinden zorla ayırmış-lardır ve şair de sevdiğini bulmada Kerem kadar kararlıdır.

Bir iki soluk satır bir de kalbin elimde, Bunlarla bulacağım nasıl olsa yerini

diyen dizeleri, sevgilinin güzelliğinin anlatıldığı ve kendi aşkının büyüklüğünün be-lirtildiği mısralar takip etmektedir.

Şiirin dördüncü bendi kısmen Faruk Nafi z’in “Kıskanç” şiirini hatırlatmaktadır. Sözgelimi, Ali Rauf’un:

Sana bir ateş olsun benden başka her koca, Vücudun sağ olsa da yüreğin tutuşacak.

mısralarıyla Faruk Nafi z’in:

Dilerim Tanrı’dan ki, sana açık kucaklar Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun

mısralarında âşık, sevgilinin başka birini sevme ihtimali karşısında çılgına dönerek bedduada bulunur. Bu açıdan halk hikâyesiyle şiir arasında bir fark ortaya çıkar ki Kerem, Aslı’nın sevgisinden asla şüpheye düşmez ve onun başka biriyle olabileceğini aklına bile getirmez.

Şairin bireysel bir aşk hikâyesini anlattığı “Park’ta” adlı şiirin ithafı dikkat çekici-dir: “Şiirlerimin ilk okuyucusu Şaziment’e”. Bu Şaziment’in kim olduğunu bilmiyoruz.

(9)

Şairin eşi, sevgilisi ya da uzaktan hayranı olduğu bir kadın olabilir. Şairin karşısındaki kişiye hitabı senli benli değil, resmî tarzdadır. Ona sürekli olarak “siz” diye hitap etmektedir ve kadının güzelliğini anlatan benzetmeler yapmaktadır:

“Dudaklar bir çift yakut gibi parladı yer yer” “Ve gözler billur gibi yakın bir kalbe sindi.” “Siz canlı bir Venüs gibi yolda iz bıraktınız”

Şair bir yandan Kerem ile Aslı hikâyesine telmihen kadının tebessümünü As-lı’nınkine benzetirken, şiirin başka bir yerinde onu Venüs’e benzetmesi de ilginçtir ve acaba bu durum Yunan mitolojisini şiirlerinde işleyen Ali Mümtaz Arolat’ın Ali Rauf üzerindeki başka bir etkisi olabilir mi sorusunu akla getirmektedir. Şair karşısındaki kadının şampanya ve şarap içtiğinden söz etmektedir. Bu gerçek de olabilir, akşamın kızıllığıyla da ilgisi kurulabilir. Çünkü şiirin ilk dörtlüğünde bir akşam manzarası ve ortalığa döktüğü kızıllık tasvir edilmektedir.

5. Sanat

Şiir yazmanın çok güç olduğunu, uzun çabalardan sonra ancak birkaç satır yazılı-verdiğini söyleyen Orhan Seyfi , ilhamı bulanın işinin bitmediğini düşünür. Çünkü ilham bulunduğunda hangi vezin ve nazım şekliyle yazılacağının belirlenmesi gerekmektedir. Bunun yanında şairliğe söz gelmemesi için şiirin temiz bir dille mükemmel bir biçimde ortaya konulması gerektiğini de savunur.3 Benzer şekilde şiir yazmanın güçlüğüne

de-ğinen Ali Rauf, “İlk İzler” üst başlığıyla yayımladığı “Şair” şiirinde bu konuyu ele alır. Şair, şiir yazmanın güzelliğini “Ördüğün şarkıların sanki zümrütten bir ağ”, “Gö-nüllerde ne esersin” gibi ifadelerle; zorluğunu ise “Sevdanın ateşinden daha kızgın her mısraı”, “Yakan bir rüzgâr gibi”, “Uğraşırken hayatı şiirim anlatsın diye” “Boynuna kement olur ördüğün her kafi ye” gibi ifadelerle betimlemektedir. Görüldüğü gibi şiir yazmanın zorluklarını anlatan ifadeler daha baskındır ki bu da bize güzel bir şiirin oluşması esnasında şairin içinde bulunduğu ruh hâlini göstermektedir. Ama yaşadığı bütün bu sıkıntılara rağmen dünyadan sıradan bir insan gibi göçüp gidecektir. Böylece şaire karşı toplumun lakaytlığı da dolaylı bir şekilde ortaya konulmaktadır.

“İlk İzler” başlığı altında yer alan ikinci şiir “Meçhul”e gizli bir ses hâkimdir. Bu müphemliği sağlayan her iki bentteki “kim” kelimeleridir. Şiirde bir belirsizlik oluşturmak, bilindiği gibi Ahmet Haşim şiirinin en önemli özelliklerindendir. Ahmet Haşim bu belirsizliği renklerle veya yarı karanlıkla yaparken; Ali Rauf, bunu uzaktan gelen ve kaynağı belli olmayan bir sesle oluşturur. Bu ses oldukça etkileyici bir sestir. Bu etki her bendin sonundaki soru ifade eden mısralarla sağlanmaktadır.

(10)

Diğer taraftan ilk mısradaki “şiir”, “kaval” ve “bestelerken” kelimeleri şairin Memleket Edebiyatı’na yakınlığını bir kere daha göstermektedir.

Bu bölümde ele alacağımız bir diğer şiir, “Eşref’in Mezarında” başlığını taşımak-tadır. Adından da anlaşılacağı gibi bu şiir, sanatı konu almaktan çok bir sanatçıyı ele almaktadır. Kırkağaçlı meşhur şair Eşref’in sanatçılığına ve kişiliğine dair düşüncelere yer verilir. Bir mısrada onun için “şimşek” benzetmesi yapılır. Eğilmeyen bir başı olduğu, barut gibi şiirler yazdığı, hürriyet yoldaşı olduğu da şiirin çeşitli yerlerine serpiştirilmiştir. Şair, Eşref’in hak etmediği bir ilgisizliğe uğradığını düşünmekte ve bundan üzüntü duymaktadır. Sözgelimi “Dikenlere yüz sürdüm Eşref’i anmak için” mısraında onun mezarının bakımsızlığı vurgulanmak istenmiştir. Daha sonraki bir bentte ise durum daha açık bir şekilde ortaya konmuştur:

Acıdım büyüklerin kadrini bilmiyorlar, Mezarının önünde değil, eğilmiyorlar Hatta göz dikiyorlar, yazık kırık taşına

Ali Rauf’un şiirleri şekil ve üslûp bakımından da dikkate değer özellikler taşımak-tadır. Şiirlerde koşma ve terzerima nazım şekillerinin kullanıldığı görülmektedir. Bazı istisnalar olmakla birlikte Anadolu’yu konu alan şiirlerin dörtlüklerle kaleme alındığı, diğerlerinin terzerima nazım şekliyle yazıldığı görülmektedir. Şair terzerimanın değişik şekillerini kullanmıştır. Şiirlerinin 5’i dörtlüklerle, 15’i terzerima tarzında ve bir tanesi de herhangi bir nazım şekline uymayan tarzda kaleme alınmıştır.

Vezin olarak Ali Rauf’un tercihi hece vezninden yanadır. Şiirlerin büyük çoğun-luğu 14’lü hece vezniyle yazılırken, ikisi 7’li hece vezniyle yazılmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu iki şiirde gurbetten gelen gencin sevgilisine bir an önce kavuşma telaşı, aceleciliği ve heyecanı bu kısa mısralarla verilmeye çalışılmıştır.

Göğe açık her alnın; Yoldaşın olsun bağrın; Bekliyor ah nişanlın Seni harman yerinde!

(Hasret Yolcusu)

Ali Rauf’un şiirlerinin en önemli özelliklerinden biri atmosfer yaratmaktır. Bu atmosfer daha çok akşam vakti ve akşamın kızıllığının tasviriyle sağlanır. Böylece şiire kazandırılan hüzün duygusuyla okuyucuyu etkileme gücünün arttırılması sağlanmak istenmiş olabilir. Ali Rauf bu konuda o kadar ileri gitmiştir ki “Eşref’in Mezarında” ve “Parkta” şiirlerinde hiç gereği yokken şiirlerine akşam vakti ve akşam kızıllığı tasvirleriyle başlamıştır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Ali Rauf, nazım birimi olarak üçlükleri kullanmıştır. Ancak bunların bazılarında değişik anlatım şekillerine ulaştığı da görülmektedir. Sözgelimi; üç mısralık bir bendin ikinci mısraını hem birinci hem de üçüncü mısra

(11)

ile okumanın mümkün olduğu görülmektedir. Bunun en güzel örneği “Kırkağaç’ta Akşam” şiirinde görülmektedir:

Akşam, ıstırap dolu uzun bir şarkı olur; Sarhoşların çaldığı gramafon sesinde Akşam, ıstırap dolu uzun bir şarkı olur

üçlüğünü iki ayrı beyit gibi okumak mümkündür:

Akşam, ıstırap dolu uzun bir şarkı olur; Sarhoşların çaldığı gramafon sesinde

veya;

Sarhoşların çaldığı gramafon sesinde Akşam, ıstırap dolu uzun bir şarkı olur.

Aynı şiirden bir başka örnekte de görüleceği üzere üç mısralık bir bendi iki beyit gibi okumak mümkündür:

Güneş kendini attı bir dağın üzerine, Kamyonlar taşıyınca tütünden gelenleri

ile;

Kamyonlar taşıyınca tütünden gelenleri Dövenler kemik gibi kaldı harman yerinde

Şairin kullandığı bir başka teknik ise “Münzevî” şiirinde görülür. Terzerimanın şekil yapısına uygun olarak şiirin sonunda tek mısra vardır. Şair, şiir boyunca bir mün-zeviyi anlatır, ama münzevi kelimesini hiç kullanmaz. Bu kelimeyi şiirin sonundaki tek mısrada kullanır:

Dertli münzevisiyim, dertli münzevisiyim!

Böylece şair, o tek kalan mısra ile insanlardan uzak tek başına yaşayan münzeviyi anlatmakla kalmaz, kelimeyi şiirin sonundaki tek mısrada zikrederek şekil bakımından da anlatılmak istenen yalnızlığı pekiştirmiş olur.

Şiirlerde bir ahenk unsuru olarak tekrarlardan da faydalanılmıştır. Bunlar ses, kelime, kelime grubu ve mısra tekrarlarıdır. Özellikle mısra tekrarlarının şiirde ahenk bütünlüğü yaratmanın yanı sıra anlamda da pekiştirici bir etki yarattığı gözlemlenmektedir.

Durmadan aç canavar gibi rüzgâr tepindi, Vurdu parmaklarını kırık sazına Kerem, (..)

Vurdu parmaklarını, kırık sazına vurdu. (Kerem)

(12)

Şiirin değişik yerlerinde yer alan yukarıdaki tekrar da dikkat çekicidir. İlk mısra-daki “Kerem”in yerini ikinci mısrada “vurdu” kelimesi alır. Şair bu tekrarı yapmakla Kerem’in ayrılık acısından doğan öfkesini vurguladığı gibi, “vurdu” kelimesini ke-limenin başında ve sonunda tekrarlayarak onun bu eyleminin sürekliliğini de hisset-tirmektedir.

Yolcular yaklaşmayın, yaklaşmayın yolcular (Haydut)

Şair buradaki tekrarı değişik şekilde yapıyor. Aynı mısra içinde yer alan ilk cüm-leyi tersine çevirerek tekrarlıyor. Böylece söycüm-leyişini daha etkili hâle getiriyor. Şiirin başında da “Yolcular yaklaşmayın, yine gözlerim kanlı” ifadesi yer alıyor.

“Böyle mi görecektim ulu Anadolu’yu” mısraı şiir boyunca tekrar edilerek şairin Anadolu manzarası karşısında yaşadığı şaşkınlığı ve hayal kırıklığını pekiştirmektedir.

Ali Rauf’un şiirlerinde çok sayıda benzetme ve imajlara yer verilmiştir. Bu ben-zetmeler bazen benzetme sanatının bütün unsurları kullanılarak (paslı bir kılınç gibi dağlar gerindi), bazen de benzetmenin asıl ögeleriyle (kızıl bir boya damlar) yapıldığı görülmektedir. Bu benzetmelerin çoğunlukla renkler vasıtasıyla yapıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır.

Şiirlerde imajların da önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür. Şair ço-ğunlukla göze hitap eden imajları (“Siyah bir toz döküldü Kadifekalesi’ne”, “Güneş madalya gibi takılınca mağaralara”), zaman zaman işitme duyusuna hitap eden imaj-ları (“Kesik ulumalarla inleyerek derinde/Cehennem taşı gibi ta ciğerinden yandı”), bir yerde de dokunma duyusuna yönelik bir imajı (“Yat, belinde dolansın ayın ilk nefesleri”) kullanmıştır.

Şiirlerini muhteva, şekil ve üslup bakımından incelediğimiz Ali Rauf, şair kumaşı olan bir sanatçı olarak karşımıza çıkmaktadır. Devrinin önemli şairlerinden etkilenmek-le beraber kendine özgü imaj dünyasının, söyetkilenmek-leyişetkilenmek-lerinin olduğunu göz ardı etmenin mümkün olmadığını düşünerek bu şairin izinin sürülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

KAYNAKLAR

Ahmet Haşim, “Yedi Meşaleciler”, Yedi Meşale, 1 Temmuz 1928, s. 1.

Kaplan, Mehmet, “Hamit’in Şiirlerinde Tabiat”, Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1976.

Ürkmez, Hülya, Beş Hececiler’in Şiir Anlayışları ve Şiirleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2009.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bununla ilgili ilk çalışmayı yapma gereği duyan Pertev Naili Boratav özellikle Kerem ile Aslı gibi Orta Asya’da destan olarak adlandırılan türlere

Uzun, hilal, yay kaşlarının üstünden yüzüne dökülen bir top zülüf: tanrım nasıl da can yakıcı.. Uzak bakan iri mavi/çakır/kahve/yeşil gözlerdeki içli arzu, yakıcı

C.2 Job Shop Total Weighted Completion Time Problem with Intermediate Inventory Holding Costs For this case, we see in Figure 4(b) that the very first schedule constructed achieves

1/f α s¨urec¸lerinin, sec¸ilen bir α de˘geri ic¸in zaman uzayındaki benzetimlerini elde edebilmek ic¸in, sıfır ortala- malı, birim de˘gis¸intili, Dirac delta ¨ozilintiye

Kitabı ve okumayı her anına yerleştiren Atatürk için yemek sofralarındaki okumalar; yazar, şair, sanatçı ve bilim insanları- nın katılımıyla bir kültür

Bunu yaparken, düzenlenen yeni belgelerle ilgili olarak eski bilgilere şerh veya kayıt düşme yoluyla herhangi bir atıfta bulunulmamalı ve özel hayata ilişkin bu kişisel

Endüstri Mühendisliği Yüksek Lisans Tezi Türkçe

Şah mat adam için sürpriz oldu; Beth şahı kendi yatayın- da yakalamış, kolunu ta karşıya uzatıp kalesini oynayarak mat hamlesini tamamlamıştı. “Mat,” dedi adabına