• Sonuç bulunamadı

Başlık: BİR TENKİDE VERİLEN ZORAKİ BİR GEVAP HAKKINDAYazar(lar):ÜÇOK, Coşkun Cilt: 4 Sayı: 3 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000302 Yayın Tarihi: 1955 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: BİR TENKİDE VERİLEN ZORAKİ BİR GEVAP HAKKINDAYazar(lar):ÜÇOK, Coşkun Cilt: 4 Sayı: 3 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000302 Yayın Tarihi: 1955 PDF"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BİR TENKIDE VERİLEN

ZORAKİ

BİR

GEV1P'

HAKKINDA

:41'

•• :.<

62 sayılı Bell~tende «Selçuk Türkİyesinde faizle para ikrazına dair hukuki bit'vesika» :adıyla yayınlariıı~ olduğu bir mak~lede 'muhterem Profesör Doktor

, , 'ı " '.

Osman Turan' ,Beyefendiliin gene seri halinde yanlı~ yaprriı~olduğunugörerek, bu 'makaleyi İlahiyat Fakültesi Dergisinde 1953'yılında çıkmı~ olan bir makalemizde

tenkit etmi~ V~ muhterem Profesörün yapmı~ olduğu yartlı~lctrı 'göste'rmi~tik. Ara-dan Üç yıl ~gibibir zaman geçtikten sonra, ad~ geçen profesör zoraki bireevap

ver-Iİlek.lüzUIİlunu, hissetmi~ler ve" btirlda da bir )rancian gene yanlı~lar 'yapmaya de-' vain'ederken biryandanda doğrudan dogruya ııah:sımızıhedef tutmaktan çekinme" miıılerdir. Muhterem Profesörün her ııe~den önce «Eğer müellif arkada~ımızıİı hu~ kuki bilgisi ve biraz olsun İslam hukukuna vukufu bulunsaydı, kendi:sinin de bi-zim aııağıda çıkaracağımız sonuçlara varacağını sanırdık.» cümlemize sinirlenmiıı ve bunu kendilerini tezyif için yazdığımızı sanmııı oldUKları artlaııılmaktadır. Hiç bir kimseyi, hiç bir zaman tezyif etmek aklımızdan geçmediği gibi, akademik ün-vanlar elde etmi~ bulunan bir kimseyi tezyif etmeği düııÜllmiyeceğimiz de gayet tabiidir. Bu cümleyi yazmaktan maksadımız tamamiyle yapılmııı olan yanlııılara makul bir sebep bulmaktan ibaretti. Yarın muhterem Profesör «Selçuk Türkiyesi tıp tarihi» 'adlı bir eser yazarlarsa -ki kendilerinden bu da beklenebilir- ve bir ta-bib de Osman Beyefendi tıp bilmedikleri için ııu, ııu yanlı~ları yapmııılardır derse, her halde kenJdiierini tezyif etımı:ş olmazlar. Halbuki muhterem Profesör Beye-fendinin kalemi ellerine sırf bizi tezyif etmek, için almııı oldukları anlaııılmakta-dır. Bir yandan yazdıkları zoraki cevapta bu yoldaki gayretlerini görüp bir yandan da bu yazııI'rında ve diğer makalelerinde söylediklerini okuyunca, Hamid'in ima etmek istedikleri hicviyesinin mütemadiyen aklımıza geldiğini söylemek isteriz.

i

Muhterem Profesör adı geçen tenkidi bizim yazmııı olduğumuzdan ~üphe e-diyorlar ve bunun adeta bir heyet tarafından hazırlanmııı olduğunu iddia ediyor-lar. Hemen ııunu söyliyelim ki, biz kendilerinin ııimdiye kadar yayınlamııı olduk-ları ve her biri ilmi bir kontribüsyon mahiyetinde olan yazılarının ve hatta tercü-melerinin (1) -,arapça metinlerin. okutulması .i~i bir yana bırakılırsa- tamamiyle

(l) Msı. Muhterem Profesör «Tarihi ,krono'ojinin esaSları» aıdlı tercümelerinin 45. sabife-sinıde M~pCltalıııya'da «}ooslular» ın zuhunından 'pa~e,tmelkitedJir~eT.Bizıim bi'Kl1iğimiz«Kos» İs-tanköyadasının ,yunanca adıdır. İstanköylülerin Mezopotamya'ya gitmili oldUlklan da şimdiye k's-dar kimse tarafından iıddia edilmemiştir. Bu su retıle O.sıman Beyer.fendi yeni bir buluşla İ5'tan-köylü'erin Mezopotaı."11ya'YıM. Ö. 1750 sıralarında ~stila etmiş oldıuklan iddiasiyle ilme büyük bir kontri,büsyoııda bulunmuşIar:d'ı:r. Eğer sayın Pro fıeror Eıınin Bi~giç'in veya 5llJym' DOçent Kemal Ba'ıkan'ın BelIeten'de veya D. T. C. F. Dergisinde ~aYlnlanmış olan yazılarına bir gözatmış oL salamı, bu sırad'a Mezopotamya"Yl İstıınköylülf!'rin deği[ Kaslar'ın veya Kassitlerin istila etmiş oldUlklarını öğrenmiış qlurlardı. Kaldı ki KosIula rın fransızcası «cosseeus» değil «coseens» dir.

"

(2)

kendileri tarafından yazılmı~ olduguna eminiz. Biz' adı geçen makalede yayınlaiı~ mış o,lJan '\,nesilkamn'tercii.mesini okuyup orijinal metinde ~~. kÖkü~den gelme hiçbir kelimenin bulunmadıgını görünce, vesikayı Sayın Bay İzzetHasan'a okuttuk ve .kendilerinin bu husustaki değerli yardımlarından faydalandığimıza da i~aret ettik. Bunun dı~ında, muhterem Profesör Osman Turan Beyefendinin .bize' yardım ettilderini sandığı kimselerin. kimIer oldugunu' iıse,halaöğrenememi~ bulü~ nuyoruz. Osman Beyefendinin, sayın Bay İzzet Hasan'm bu vesikayıokuyahilece:' ginden de ~üphe ettikleri anla~ılmakta ve kendileri bizi, Sayıİl BayİZzet Hasan'in po1eioıgm,fyaıbiJıgiıs:ioildugunu iıspatadavet etmektedirler. Bunun iıspatı.gayet kOlaydır: Oshıan Beyefendi ba~kalarına' okutturamadıkları bir vesikayı Sayın Bay İzzet Ha-san'a okutmayı tecrübe ederler ve onun buna muktedir olduğunu hayretle görür-ler.

. .

Vesikanın daha önce Konya'daki Anıt dergisinde yayınlanm~~ oıdugu 'niese~ lesine gelince: Biz bu vesikanın daha önce yayınlanmı~ • olduğunu, İnakale~izin basılasını verinciye kadar bilmiyorduk. 23 Nisan 1953'de, HukukFaküıtesi Fikir Kulübünün tertip etmi~ oldugu ~onya gezisinde, sayın Zeki Orarla' tani~tık. Kofi'. ya' daki gezintilerimiz sırasında Sayın Bay Zeki Oral ile konu~urken söz Selçuklu~ larda resmi dile intikal etti ve sayın Müdür, Selçuklularda' resmi dilin farsçaol~ masinarağmen mahkeme dilinin arapça oldugunun, Amasya' mahkemesinde 'tan': zim edilmi~olan: ve kendisi tarafından yayınlanmı~ bulunan bazı vesıbıla:tdan an": la~ıldıgını 'söyledi. Bunun üzerine ben' «Evet Osman Turan da böyle bir vesika ya.

i ' •

yınladı» dedim. 'Sayın Zeki Oral: «İ~te 'o vesikayı ben' daha önce yayınlamı~tım» diye cevap verdi. Ben ~<Osİriimınher halde haberi YOktUD>deyince de <kıt 'der-gi~inin bütün nÜJShalarmı satın a1mİştı; bizde bunların kendisine satıldığını göste-ren dip koçanları mevcuttuD> dedi. Bumin üzerine ertesi gün matbaaya telefon e-derek yazımınhenüz basılmadıgını ögrenince, .en sündaki o cümleyi. ekIemeği fay-dalı buldum. Bundan sonra dasayın Zeki O~al'ı ~imdiye kadar ~ki defa,:0'da: gayet kısa olmak üzere gördüm. Bu itibarla vesikanın daha önce yayınlanmı~ olduğunu gtiya kendilerine haber vermi~ olan kimsenin de kim oldugunu bilmiyorum ..Olay-ların dediğim gibi olup olmadığını, dergiyi- o zamanlar basmı~ olan mü~terek. dos-tumuz Sayın Doçent Adnan Erzi'den sorupöğrenmeleri her 'zaman mümkü:r:ı~ür. Muhterem Profesör böylebir vesikanın ellerinde bulunduğUnu ve yayınlamak is-tediklerini daha önce, 1~48 yıl~nda Belleten'de çıkmı~. olan makalelerindeyazmıı;ı olduklarını söylüyorlar. Halbuki bu makalede kendileri tarafından yayınlanmış 0-.

lan vasikadan değil, yayınlanmamı~ olup Ortaköy'deki toprak sati~ı ile iigili olan.

vesikadan bahs.edilmektedir (2).. '..' .

Bir de muhterem Profesörböyle eski ve önemlİ bir. vesikanın pekala' bir kaç kere yayınlanabilecegini söylüyorlar. Bunda haklıdırla.r ..

Ancak.

b:ugibi dur,ı..ı:m-larda «böylece bu vesikayı ilk defa olarak yayınlıyoruz» demeyipbunun daha önce nerede ve kimin tarafından yayınlanmış olduguna iı;ıaret de usuldendir. Böyl~ söy-liyen Profesör, bizim tarafımızdan vesikanİn düzelWmi~bir . tercümesinin yayın-ıiih~işoıriı.asma. ise kızıyorlar ve. kendi' tercii,meleri ile bizim te!cümemiz .aras.ın-d.a .esaslı h:ir fark omı.aıdığııııileri sürüyorlar. Mesela kendileri .için belki «ona, mezkUr .meblag karşılığı olarak. ...•.aşagıda zikr ve şerh-edilmiş akal'ın hepsi,.. ni bütün cüzleriyle rehnetti.» ile «Adı geç~n meblB.gve bu meblB.gın her cüzü

(3)

rehnetti» arasında . bir davayı

kazan-86

şılığında ... a~ğıda zikr ve şerhedilmiş olan akarın bütününü bir fark olmıyabilir. Ancak aradaki fark birhukukçuya büyük

dırabilecek kaaar büyük ve önemlidir.. .

Muhterem Profesör bizim kullandığıinız türkçe kelime ve. terimleri de ciddi hir yazıya yakışmaz buluyorlarve sonra '.da yazımızın bir safsatadan ibaret oldu~ ğunu ve kendi. yazdıklarını değiştirmediğil}İ: ileri sürerek açık hir tez~.da düştükle-rinin farkında olmuyorlar. Her şeyden önG~ şunu söyliyelim ki, biz türkçenin sade-leşmesi gerektiğine inanıyor ve bütün ya~ı.ı.arımızda mümkün olduğu kadar türkçe yazmaya çalışıyoruz. Mesela 1948'de «MüsJümanların inancası melik . ve sultanla-,:,ın güvencesi.'..)), «Şeriatin yüceldicisİ...)), «~iyamete değim), «Gene Tanrı tevfikini arttırası vakıf adı .geçen iki köydeki çiftçiJfrin zirai hasılatından beşte birden artık vergi)) yazıp (3) 1953'te işaret ettiğirPiz kelimelerin yerinearapça veya fars-çalartnı kullananlardan, veya gene mesel~'.1941'de «en geniş anlamile (!)>> yazıp (4) 1953'te <~Anlam» keliuıesini afaroz -e:de,nlerdendeğiliz.

,!"v,'{'

Muhterem Profesör türkçe düşündü~ıE!ri halde, şimdi lügatli yazınaya okadar gayret sarietme~tedirler ki, zoraki cevapl~pnın daha ilk cümlesinde «Yayınlandı» düşünmüşler, fakat sonradan yayınlarıdı yerine intişar etti k'Jymuşlar ve böylece yazılarının hemen başında 'Bay Coşkun t)çok tarafından bir tenkid makalesi inti-şar etti)) gibi bozuk bir cÜmle elde etmişler ve bunun da yanlış olduğunu farkede-memişlerdir. Buna karşılık bütün yazıları rpozuk cümlelerle dolu olan muhterem profesör (5) bizim bozuk bir cümlemiii gö~termek için guya tenkit ettikleri ve 10 yıl önce basılmışOlan «Türk Hukuk Tari~i .Dersleri »adlı kitabımızm son sözünde-ki bir cümlemizden bir kelimeyi atınak il~tiyacını duymuşlardır.

ii

Muhterem Prôfesör zoraki cevaplarında «mezkur makalemizde tslaı:n huku-ku bakınundan, tenkitte yer alan, lüzumsuz ve malum teferruata girişmeksizin, iki esaslı neticeye varmış idik» demektedirler: Halbuki adı geçen makalelerinde, ya-yınlamış oldukları vesikayı en ince teferrüata kadar giden bir takım tahlillere ta-bi tutmuşlar ve burada toprağın hibesinin bahse konu olduğunu, . her yıl ayrıca mahsulün de dörtte birinin hibe edileceğini ve şubatta yapılan sözleşme de mah-sulün de rehne konmuş olduğunu iddia etmiş ve bu iddilarına dayanarak bazı fa-iz hesapları da yapmışlardı. Biz adı geçen tenkidimizde, burada bir hibe değil bir ibahenin .mevcut olduğunu,. mevcut olmıyan şeyl'er hiıbeedilemiyecegi için malh-su:Ller.inde lliibe eidill1emiyeceğinive gene mevcut ollınıyan şeıyler rehnediılemiıyeceği için mahsulün de, rehnedmıemi!yecegini delilleri ile gö'sltermiş1:iik.Bu it~barla muhterem ProfeısÖı'rÜnyapmış oldukları h€lsaip~rm da hukuki dayıanw1«iıanmaihııu:moldugunu hil

(3) Bk, Osman TUl"an, 8eI1çuk devri vaikfiyeleri, BelIeten Sayı 4S. S. 110' ve lll'. (4) Bk. Osman TUTan, On iiki hayvanı ı Tüı1ktarlrNimi. İstanbul 1941. 8.47.

(S) Sıııf hir iki örnek ,g'ÖStenneıküzere ok. msı' O~ımanTuran, selçuk devri vakt:iy{lleri. Belleten Sayı 42.S. 217: «faka!t ıbun[ar Kagana g~ciere,kbunun bir ecd'at ya.d~giA.rıolup putlannm kend'ue'I'ine bu sayede bu ka:ctar ihsanlarda bulunduğunu ıica ettikten sonra müsaade. aldıik1a.nnı yazar» cümlesinde acilIba neYi rica etıniş1erclir? Gene msı. S. 21,9: I«Diğer taraıftan kanunen bir genç mm bikrini izale eden. kuvvetli 'bir nakdi ceza vermeğe ve . onunla evlenmeğe meoburdu» cülınles:t ile dS Göktft'ı:1klü1erin,kanunen bir fUM işI'iyenlere 'ceza vercUıklelin:l öil'rendiltl!I1iz gibi, gene Gök!türkl~rde cezala,nn iku:vıvetUvekuvvetsiz veYa za,yıf olarak i)tiye aynldık1a.nm da. öğ-renmiş oluyoruz.

(4)

87

dirmi~tik. Şimdi Osman Turan Beyefendi, sanki ibahe ile hibenin farkını bizim makalemizden önc~ biliyorlarmı~ gibi, kalemi ele almı~lar ve yeni bazı 'hesaplarla durumlarını. kurtarmaya çalı~ı~la;r. Adı geçen yazımızda ibahenin ne zaman riba sayıldıgın], ne zaman sayılmadıgını göstermiştik. Bu yolda yazdıklarımızı yeniden yazmayı lüzumsuz gördügümüz için, kısacil muıhterem Profusör:e; Ordinaryüs Pro.,. fesör hocam Sabri Şakir Ansay'ın 1955 yılında ikinci baskısı yayınlanmış ol~ın<<Hu-kuk TariıhEtndeİısMm Huol~ın<<Hu-kuku» adlı eserinin 173. sayfasının ikinci notunu okuma-sını tavsiye ederiz. Bu notu okudukları zaman .~u cümleyi göereceklerdir:» İslam. hukukçularına göre bu intifa ibahe edilmek suretiyle riba ve haram olmıyacak-tır». Bununla beraber, biz merhunun tilmamını veya bir k!sn1ını ibahe etmegi ri •. ba sayan müçtehitler de bulunduguna işaret etmi~ ve Amasya mahkemesinde «şer'-iyyeten makbuleteri» kaydiyle böyle bir'yesikanın tanzim eslilmiş olmasının, Ana-dolu Sırçuklularında fetvanm, bUlr1Iunriba sayılmadıgı yolunda. verilmi~ oldugunu göşterdigini söylemi~tik. Muhterem Profesör her halde fetva ile fermanın farkını bilmiyorlar ki, bunu da anlıyamamı~lar, ve benim fetva ile Gazan Hanın çıkartmı~ oldugu fermanı birbirine karı~tıİmış oldı:ıgumu sanmı~lar. Gazan Han ribayı ya •. sak etmiştir. Ancak bir işlemin riba saY,ıl~psayılmadıgını göstermek her memle-kettefetva çıkarmaga yetkili en yükse~ "adli makama düşer. İslam hukukunda bir mezhep içinde bile, aynı mesele ha~kındabir çok birbirine zıt içtihatlar bu-lundugundan, fetva çıkarmaya yetkili ma:kam,. mahkemelerin hangi içtihada uya-rak hareket edeceklerini bir fetva ile göşterir. Msı. Osmanlılar'da vakıftan cayılıp cayılamıyacagı meselesinde İmam Ebu Yusuf'a uyulması gerektigine dair fetva çı-kaitılmı~tır. Böyle bir fetva' bulunmazsa kadılar istedikleri içtihadı seçmekte ser. besttirler. Böylece adı geçen vasikanın bir mahkemede kadı tarafından «~er'iyye-ten makbule«~er'iyye-ten» kaydı ile, tanzim edilmi~ olnn.aısıve kadının, hangi, müçteihide da-yanarak bunu yapmış oI.du~nun gösterilmemesi bize böyle bir fetvanın verilmiş 'oldugunu gösterir. Sunlar İslam hukukunun alfabesidir.

Müçtehit1erin büyük bir kısmP'u merhunun ibahesini rib8: saymamayasev-. keden sebep, ibaheden ibahe edenin her zaman cayabilmek hakkına sahip olması-dır, Adı geçen vesika tanzimedildikten mesela bir hafta sonra rahin ibahıeden vaz geçeııse mürtEfuinitn jıbahe yoluyıla elde e:tmek istedigi kar da yok olur., Onun' için-dir ki. ibahe ribanın hile-i 'şer'iyyesi olarak ta,tlbiikatta kuillanı.JlmazvebiHnen di-ger hile-i şer'iyye yollarına gidilir. Bu hile-i şer'iyye'lerde iseasıl ribayı meydana getiren işlemden vesika veya senette bahsedilimez~ bu iışlernin üstü mekroh olmı-yan di~er bir işlemle, örtülür. Eger ibahe riba sayılsaydı o zaman ibaheden bah. setmemek icap ederdi: Muhterem Profesörün bu husus da anhyamadıkle n anla!$l. lıyor. Mesela öd~ç verenden kitap satınalıp sonra kitabı gene ödünç ve~:'enehibe etme şeklindeki hile.,.i.şer'iyye'de hibeden mahsedilmez yalnız borçlunun karzdan başka ib,jr de kitap bedeli horçlu oldugu zikredilir.

İbahe'nin riba için hile-i şer'iyye teşkil etmedigini daha iyiceanhyabilmeleri için muhterem Profesöre Juynboll'un «Handbuch des islamischen Gesetzes (Lei~ den 1910h> adlı eserinin 270-76 ncı sayfalarındaki riba bahsİni tercüme ettirerek okumasım tavsiye ederiz. Bunu yaparlarsa göreceklerdir ki; merhundan intifa yo-luyla, faiz. eLde ,etmek İ.stiyenJe,r-:İIbaihedenrahin her zaman cayabilecegi için- ya 'beyi bilvefa veya ariyet yolunu seçerler.

Adı geçen tenkidiinizde bütün söylenenlere 'tagmen ibahenin gene de faiz yerine kuııanıImı~ olabileceginin dü~ünü1ebiIecegini söylemi~, .ancak bu takdirde

(5)

88

de elde edilen menfaatin birinci yıl için bir ihtimale göre %2,5 ve bundan sonra-ki yıllar için ise en çok

%

1,25 olabileceğini göstermiııtik. Osman Turan Beyefen-di içine düııtükleri fasit daireden kenBeyefen-dilerini ku:rtarabilmek ve yaptıkları hesapla-rı doğru çıkarabilmek için tutmuıılar vesikanın yayınlanmaısı sırasında

C:.')

diye doğru 6kuttukları kelimeyi bu sefer

c:)

diye oku1Jmuşl'ar. Bu ikin-ci akunuşun doğruolduğ)lnu ispat edebilmek için de «sekizde bir»- demek durur-ken«dörtte birin yarısı»' denemiy~ceği mblojik iddiasını ileri sürmüşler. İmdi ke-J:i,ill,e eğer

t:J)'

değii de< ~) Üilsaydı,o takcLYrıdeaynı keHiınıeikiınci defa geçtiği za-m'an hemen biraz arkasmoon ge~'en~\.>kelirmesi:ı.nin ne }Ü'mmu kalırdı? '(2'". . mahsuıl" derİıek ~,lıduğuna göre, o zaman kelimenin ikinci defa geçtiği ye~de

~öy-le bir ibare ne', ka1rşılaşml'ş olurdu k: <"Inerhunun mMsulünün yarısını

ve bunun m'?lhsulünü:»; bu pek tavşanın suyunun suyuına benzeyıe:t1

ta-biri ciddibir hukuki vesikada var saymalk mÜ'müün deg~1dir. Her halde

Osman Beyeferı~i, okutturdukları kimseye vesikanın aıt kısmını göstermeği

unut-muş olacaklar, '

Sekizde bir, çeyreğin yarısı iddiasına gelince: feraizdeki sehimlerin hesabın-da kolaylık elde etmek amacıyla İslam hukuku dilin'de» sekizde bir» yerine ~<dörtte biri yarısı» gibi tabirler yerleşmiştir. Hatt~ sekiizde bir yerine <.(Nıısf-iİ.nısf al-nısf» bile deı:ıir (6). Gene msı: muhterem Profesörün diğer yazılarından, dikkatle oku-muş olduİdarı a:riiaııılaI?-,sayın Pr9fes6r Ömer Lutfi Ba:rkan'm Malikane-Divani Sistemi ad~ı m~lelerindeld (7) birvesikada «sekiz de üçü

=

selase esman» yeri-ne dörtte biri yarısının üçu» selase erba-i iIısfı» gibi çok daha dolambaçlı bir tabir kullanıldığı görülmektedir. Bu itibarlaÖs~an Beyefendi kendi çizmi~ oldukları

fasıt' ~aireriin .iÇinden çık.amamışlardır. . " ,

Bu arada muhtere~. Profesör bize bir de hukuk dersi vermeği ihmal etme-misler. Zoraki cevaplarında 25. sahifede «Naz'ar! hukukla tatbiki hukuk arasında-ld farklara dair, tenkid sahibininkolay anlıyabilmesi m:aksadıyla, tarihten değil' ziunanımızda:iıbir ,misal vermek faydalİ olur. Mesela bugilıl Türkiye'de medeni kanünar~ğmeİlbitden 'fazla kadınla evlenme hadisesi vardır.V~ nesebi gayrisa-hih ,çocıiJ~lara'(helT h.alide gaıyrimeşru demek)stemiş9Iacaklar) dair sadır olan ka-ımnlar .da,örftenveya:,eski hukuktan" gelen bu vakıanı~ şeri bir hilesi olarak, mey-dan~ çıkmaktıidlD;' buyurmuşlar. Her ~eyden 211ce',~öyliyelim ki,muhterem Profe-soniİı

bu

cutnlesini' okuyunca büyük pir sevinç duyduk. 'Çüpkü ~imdiye kadar Tür~ hU,ki.ıkçuları taraiın:d~n hemenhemen. hiçbirhukuk naz~riyesi ~urulamamış ölduğühalde; Osman Beyefendi bu cümleleriile YEmibir hu'kuknazaİiyesi kurma-yı'.~a~arm;şi~rdi~., Ken.dIİ~~lni.t~brik ede~iz.' 'A~cak,' c~tiıiele~nden anlaııildığına gör:e«nıızari hukuk» il€, her halde «mevzu hukuID>u kasdetmişolacaklar. Yoksa riazarı hukuk, tatbikat'ın ve mevzu hu~ukun' Ümi "bir ııekÜd.eizahıdır. Her memle-kette mevzu hukuk ile tatbikatarasında aykırılıklar meydana gelir. Ancak misal olarak 'gösterdikleri şey ~evzu' hukukun tatbikatı değil, hukuka aykı~ı hareketler-dir. 'Ne 'yazıkki kabul edemiyeceğirrihbu ~azariyeyi kabul edebilse idik, o zam~n

nı.eseıA

öldurmeyı meneden: ce~a h~ıkuku m:evzu hukük'(inuhterem Profes6re' göre nazari. hukuk) 'Türkiye'de 'adam ~ldürme vaka~arı da 'taiJbİild.hukuk olurdu; gene msı. hırsızlığı meneden maddeler' mevzu hukuk, memleketimizde hirsızlık

yapıl-(6) :sık. Mahmut Es sıt, Fel'aiz ül-femiz, İst.. 1326. S. ı74.

(7) Bk. 'I1ü'pkHukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, rI.. S, 172.

(6)

89

ması ise tatbiki hukuk olurdu .. Bu nazariye bir .yana, bizim tenkit ve tahlil ettiği-. miz vesika resmi bir mahkemede tanzim edilmi~ hukuki bir vesikadır, bundan ötü-ıü .de hukuka aykırı i~lemlerle bu mukayese edilemez. Eğer böyle resmi bir ma-kam tarafından tanzim edilmişolan bir vesikada hukuka aykırı bir i~lem huku~a uydurulmak istenirse, o zaman hile-i ~er'iyye yoluna sapılır, ve böylece hukuka uygunluk temin edilir. Memleketimizde birden fazla kadınla evlenme hadisesi ol-duğundan bahsediyorlar, halbuki memleketimizde birden fazla kadınla evlenmek hadisesi yoktur, dünyanın her tarafında oldugu gibi birıden fazla kadınla ya~amak hadisesi vardır. Yoksa acaba bu ikinci veya üçüncü kadınlarla ya~amaya medeni kanunumuzun «evlenmenin umumi hükümleri» ba~lığı altında toplanan 151-169. maddeleri uygulanmaktadır da bizim mi haberimiz yok veya evlenirıe memurları evli bir, erkeği bir daha evlendiriyorlar da biz mi bilmiyoruz? Gayri me~ru çocukla-rın durumuna gelince: bu yalnız' memleketimizde görülen sosyal bir yara olma-yıp dünyanın her yerinde tedavisi imkanları aranan bir derttir. Msı. değil çok ev- • lenmeyi, bo~anmayı da kabul etmiyen İtalya'da bile parlamento'nun büyük çoğun-luğu tarafından bir müddet önce kabul edilıen bir kanunla, gayrimeşru çocukkum baiba ve anneIleri üzerine tes'çj,Jedilmeleri -!hem de zamanla sınırh:in,dırılmakisızEtl-' kabul ediilimiştir. Gene msı mem~eketimizde buıgün %20 faiıı: i:IeGidüm.çvıermek ya-saktır. Buna ragımen %100 He bile ödünç veııenJ:er vardır. Ancak %!QO faizlıe udünç veriılki:iğinıedair noterde y,apıllrmşbir söz,leşmeyi Ç)sman Heyefendi bôşuna arıya-ca:klarldır. BU/günde

%

100 faiız almak isteyen biT kiimse1000 l'iTaborç:veroiğ'i za~an borçlunun 2000 liralık ibiırnıoter senedi getirmesini iiSter. Biz tenldq'imiede Selçuk-luı1aırz'a:rnanında faiz y.dktu demedik, bu vesilkaldaki i'şlettnif:dz saymak yerinde ol-maz dedik Yoksa Selçuklubr zamanında tavuklar naisı'l yumurtuyor idiysJe, faiz

dealıllma:kta idi .

,B'İirde mUihterem Profesör «Türk HU:klik Tarilhi Dersleri» ,ad'h kit'3.ibımı gftya terikid edıerken «IIİ. Hiıcri yüzüıldan sonr'), İslam hukukunda iıçtiihatkapısı 'kapandı-ğı için Türkler İslam hukukunun iİerlemesine yardım edememi~lerdir» cümlemize takılmı~lar ve bunu yazarken Osmanlı kauunnamelerini dü~ünmemiz. gerektiğine i~aretle «Türk çocuğunun muhayyilesinde Türklerin açamıyacağı bir kapı olmadı-ğını hatırlatmak lazımdıD>buyurhıuşlar. Eğer tenkidettikleri kitabımızı okumuş olsalardı, Osmanlı kanunnamelerine gereken 'yeri vermiş olduğumuzu görürleI'di.

Ancak bu kanunnameler muhtevasının İslam hukukuna yeni içtihatlar getirmi~

ol-duğunu her halde muhterem Profesörden başka kimse bilmiyor olmalıdır. Bizim bildiğimiz bu kanunnameler İslam 1?ukuku dışında kalan mahalli örf ve adet huku-ku ve vergi huhuku-kuhuku-ku ile İslam. hukukun im bazı müesseseleriiıin iptidal bir tedvi~ ninden ibarettir. Yoksaburada bir yeni içtihat bahse konu değildir. Ceza hukuku alanında görülen bazı yenilikler ise, İslam hukukunun geIi~mesi değil, yeni ve hat-ta bazan İslam hukukuna aykırı kaidelerden ibarettir.

Yalnız muhterem Profesör bizi kısa görü~lülükle itham edebilir. Niteki111

1946 yıİında kitabımızı bastırdığımız zaman, bundan 7 yıl sonra Osman Beyefendi'-nin içtihat kapısını hem muhayyilesinde, hem de fiilen açarak iıbaııeBeyefendi'-nin hibe de-mek olduğu, hibe edilen bir toprağın mahsulühün de ayrıca hibeediiebileceği, mev-cut olmıyan '~ahsuııerin rehne konulabileceği, bir kims'enin, mülİdyetindeki bir ~eyi satın alabileceği içtihatlarını ve a~ağıda göstereceğimiz diğer hususlardaki ye-ni içtihatları bu kapıdan geçirebileceğiye-ni göremeı:ye-niışolmak ka:biaihati.'ni. se'Ve seve

(7)

," \lU

LI

Adı geçen tenkıdimizde, vesikada geçen «alalaı» kelimesinin, Muhterem Profesörün iddia ettikleri gibi «Alfdyeli»nin türkmencesinin arapçası olan «al-alai» olmayıp dogrudan doğruya borçlunun Amasya'nın kuzey-batısındaki «Alala» köyü-ne mensup olduğunu gösteııdiğini yazmıştık Muhterem Profesör eğer kendileri ,A-masyanın hemenyanı başında <<Alala»adlı bir kpy bulunduğunu haritada arayıp bulabilselerdi, muhakkakki Selçuklular'da köylüh:~rinunvanları hakkında da bir makale veya hiç olmazsa birmakalelerinde bir bölüm yazmaktan. çekinmezlerdi. Ancak bunu arayıp bulmak zahmetine katlanmadıklarından şimdi bizim yerinde olan iddiamızı çürütmek için iki husus ileri sürüyorlar:

ı.

«Arapça bir beldeye mensubiyeti gösteren nispetler harf-i tarifsiz kullanılmaz» ve 2. Elimize geçen bunca vesikalaıda şehir ve kasabalara mensubiyet yanında bir emirin bir kÖye nis-betiyle tanındığına dair bir kayda rastlamıyoruz».

ı.

İmdi, bir beldeye mensubiyeti gösteren arapça kelimelerin başına harf-i tarif geldiği herkesin bildiği birgramer kaidesidir. Ancak anadili arapça olmıyan-.lar tarafından yazılmış olan arapça metinlerde çok kere bu harf-i tarifin unutuldu-ğu da muhterem profesör gibi derin bir filolojik formasiyona sahip olanların bil'" mesi gereken bir gerçektir. Bir örnek. olmaık üzere söyliyeliım: K.a.şf al-zunun'un 1.. cildinin 83.2. sahifesinde «şirazı» ve II. cildinin 1760. sahifesinde de «tebrizı» nis-petleri harf-i tarifsiz yazılmıştır: İsterlerse muhterem Profesör aynıkitapta daha birçok örnekler bulabilirler. Belki bu örneklere baskı hatasıdır derler, o halde kendilerine çok iyi tanıdıkları veya yayınladıkları v~sika ve. yazılardan örnekler verelim:

a. - Sayın Zeki Oral tarafından Anıt dergisinin 18. sayısında' yayınlanmış olan.vesikadaki 9, tanık «Sultanşah bin İbrahim Sonusai» dir: Sonusa da bugün A,l{jld!şi'ninbağlı bulunduğu bucak merkezinin adıdır. Burada uiıspet gösteren 'ij,

olmamasına rağmen kelime nispet göstermektedir ve başında harf-i tarif

bulunma-maktadır. '

b. -.:. Muhterem ProfesörünBelleten'in 43. sayısında yayınlamış bulundukla-rı Mübfı.rizeddin Er-Tokuş vakfiyesinin 35. satırında Bediüddin Behram bin 'Bük-müşı'de, nispet ifade eden ve belki de Manisa'nın Akhisar ilçesinin Palamut buca-ğına bağlı bulunan Bükmüş köyüne mensubiyeti gösteren «Bükmüşı» kelimesi de

harf-i, tarif almamıştır. ..

c. - Gene muhterem Profesörün Belleten'in 45. sayısında yayınlamış olduk-' ları Mescit ve Zaviye vakfiyesinin sonundaki tanıklardan Ebubekir'in nispet edil.: diğİ «E,l<sazı»köyü de muhtemJelen Bmdur'u:n Bucak il:çesinin Memi bucağına bağ-lı bir köyiclür ve burada da keıliimenin başına han-i britf ~lm~!miışti-r.

ç. - Gene muhterem Profesörün Belleten'in 42. sayısında' yayınlamış olduk-ları Şe.mseddin Alt~n-Aba vakfiyesinin 198. satırında mütevelli olarak adı geçen Necbüddin'in bir yere nispetini gösteren «Ayazmayeri»nin başmda da harf-i tarif

bulunmamaktadır. +

d. -c- Nihayet gene Belleten'in 43. sayısında yayınlanmış olan makalelerinin

426. sahifesinde muhterwn Profesör, İsmail. Hakkı Uzunçarşılı'mn .Kitabeler II., S. 232'de' bulunan $." nispetitni. bizzat. kendileri harf-i tarifsiz 'olarak almııı ve. ,keihul etmiış~erdir. Burada $.. .•, He'« ~ :"1; .'İn iDgi:sinin' ne 'oldu-ğun;u iyice a-nhyamadığımızıbiT yana bırakalım, ~" nİlspetinden önce'

(8)

harf-i" tarif bulunmadığı gibi bundan önceki ~eyh kelimesinden önce de gelmesi ge-,

reken harf-i tarif bulunmamaktadır (7a). ..,

Bütün bu örneklerde arapça değil de farsça bir terkibin kullanilmı~ olabile-ceği akla gelebilir. O zaman. bizim <<Alala!»de farsça terkiple «Gene-i alala!» olur ve Alala köyüne mensubiyet borçlu Şücaüddin Süleyman'a değil dedesininbabaşı , Genc'e ait ve böylece de muhterem Profesörün ikinci itirazları da kendiliğinden

yok olur.

2. Kaldıki bu vesika ~imdiye kadar Muhterem Profesörün eline geçen diğer vesikalara benzemez. Burada mahkemece bir borçlunun hüvi,yeti tespit edilmekte-dir. Amasya'nın yanında «Öksİ» kadar me~hur olmamakla beraber, son kazılardan ta Romalılar zamanında önemli bir kültür merkezi olduğu anla~ılan Alala adlı bir köy mevcut iken, Amasya kadısını, AHiiyelinin türkmencesinin arapçasını yazma-ya ve böylece iltibasa meydan vermeğehangi düşünce sevketmi~dlabilir? Sonra .emirlerin köylere nispet edilmedikleri yolunda bir kaide koyarken, muhterem Pro-fesörün ~imdiye kad~r böyle bir şeye rastlamamış olmaları yetmez, köylü olduğu-nu billldiıkJ.eribirr emirin vesi'kalıarda bu köye nispet edilmediklerinr tespit etmi~ olmaları gerekir.

Kaldı ki Emirunvanınında Anadolu Selçuklularında ö~le pek titizlikle kul-lanılan bir unv~m olmadığı, gene muhterem Profesörün 43 sayılı Belleten'de ya-yınıamış olldukkırı va'kiiiyede iki defa .~j (8) ve bia.- defa' ~f) (9)

okuttuıkları hatunun babası iki defa

Jr"

fo (LO» ve bir defa da j ~.f.

(ll) okutmakta bir beis görmedikleri Rum asıllı Hristiyan hakkındada emir un-vanın kullanılmış olmasından anlaşılmaktadır. Bir Rum Hristiyan için kullanılcın bir unvanın bir Türk köylüsü için kullaİlllamıyacağl yolundaki iddiayı

anlıyama-dıiİımızı burada itiraf ederiz. .

III

Muhterem Profesör zoraki cevaplarının 27. sahifesinde, kendilerinin «Öksİ» şeklinden başka bir şekilde okunmasma imkan olmadığım iddia ettikleri köyüli <<Akkişi»olarak okunması gerektiğini göstermiş olmamızı ve bu köyün yerini de tespit etmi~ bulunmamız ı takdirleandıktan sonra 28. sahifede bunu da kendiba-şımızabulamıyacaiİımızı iddia ediyorlar. Halbuki <<elif» ten satıra gelen harfin «vav» olmayup da «fe» veya, «kaf» olduğunu Sayın İzzet Hasan söylemi~ olduk-tan sonra bu köyün adını ve yerini bulmak için, ne Muhterem Osman Beyefen?i gibi, Beyşehir'e gidip gelen ~oför vearabacıların yerini bildikleri ve 200000/1 lik haritada adı ile sanı ile Konya'nın 15 Km. kadar batısında gösterilmiş olan Altuna-pa hanını, ILgın ile AkşeMr arasındaki Argıthanı köyüne yerle~tiren ve bununla da iftihar etmekten geri durmıyan tanınmı~ bir toponiinist olmaya, ne de bizim gibi Almanya'da4 yıl Tarih yanmda coğrafya ve bilhassa Anthropogeographie tahsil etmiş ve toponimi ve topografya seminerlerine devam etmiş

bulunmaya)il-(7a) ({De:diki»hakkaıda c10ğrubilgi edinmek için Blk. Zeki Oral. Yatağan ,Mürsel vakfiyesi. Sellete11 71.8. 343 v.d. '

(8) 8ll1hife 232. satır 236 :ve 238. (9) Saihife' 233. satır 2'56. (10) ,gahife 232, satl't" 236. 238.

(9)

92

zum yoktu. Bunun için «Türkiyede meskCm yerler klavuzu» adlı iki ciltlik bir ki-tabın mevcudiyetinden haberdar olmak ve harf sırasını bilmek yeterdi.

Gerç€fkten. de muih:tereımPmfesörün toponimi alanında yapmış oldugunu san-dıgı araştırmalar ve vardı~ı sonuçlar ibretle gözden geçirilme~e değer. Bunun için mesela Belleten:in 42. sayısında yayınlamış oldukları Şemseddin Altun-aba vakIi-yesi (S. 197-236) nin içinde geçen yer adları hakkında yapmış oldukları araştır- ' mayı örnek olarak alalım. Bu suretle hem muhterem Profesörün seri halindeki yan-lışları görülmüş, hem de bu yerler mümkün oldu~u nispette dogru bir şekilde tes~ pit edilmiş olur.

Bu araştırmalarındamuhterem Profesör, vakıfın vakfetmiş oldugu gayrl-menkuller arasında bulunan Altun-aba har;l1nınyerini şöylece tayin ediyorlar: «İbn Biibi, ATtun-aıha kervaınsaraymm Konya havalisinde bulundugunu kaydettigi gibi IL İzzeddin Keykavus'un ikinci defa Bizans'a sı~ınmasını anlatırken de bunun Kon-ya'nın batısında Bizans yolu üzerinde bulundu~unu, bu munasebetle naklettiği va-kalal'dan, çıkarmak mümkündür. Vakfiye, kervansarayın bulunduğu mevkiin Ar-kıt adını taşıdığını da zikrederki bu kayıtlarda~ bugün Ilgın ile Akşelıir arasında buıunan Argıt Hamköyünün kervansarayın bulundugu yer olduğu' meydana'

Çı-kar. Bundan dolayı zamanla kervansaray olduğu gibi (!), yukarıda kaydettiğimiz üzere, buradaki köy' de. bu mevkiin adlarını almıı;ılar demektir. Bu suretle Altun-aba'ya aİt. kervansaray ile onun bulunduğu yer ve adını tespİt etmiş bulunuyoruz.» a. - İmcıi, herşeyden önce bu hanın Konya'mn batısında, Köprü adıile ta-nınmış olan Arkıt mevkiinde oldugunu vakf1ye zikretmektedir. Gerçekten de 200000/1 Jikharitada Konya'nın 15' Km. kadar t~m batısında, Beyşehir yolu' üze-rinde <<Altunapa ham harabesi» kaydi vardır ve hemen burada Konya dışındaki ilk önemli köprü bulunmaktadır. Şehir ve kasabaların dışındaki i~k önemli, köprü le-rin de çok kere ayrıca bir ada iüzum görülmeksizin «Köprü» diye amldı~ını da her kes bilir. Ayrıca buramn tam 16 Km. g~ney-batısında <<Arhıt köprüsü» adlı bir başka köprü bulunmakta ve bize «Arkıt» adının buralara yabancı olmadı~ını gös-termektedir. Gene han harabesinin 16 Km. güneyindeki «YaIrnan ağılları» da, vak-fiyede adı geçen Bedreddin Yalman'ni ad1hın buralarda yaı;ıadıgına belki bir işa-rettir. Bütün bunlar bir tarafa, İbn Bibi.

n.

İzzedin Keykavus'un ikinci dafa Bi-zans'a sığınmasmı anlatırken, bu hükümdarın önce Altun-abakervansarayına sı-~mdı~ını, sonra da bur~dan Antalya'ya ve oradan da (12) deniz yoluyla İstan-bul'a gitti~ini kaydetmektedir ve kervansaray da Konya-Antalya yolu üzerindedir, yoksa Konya-İstanbul yolu' üzerinde değiL. Bilhassa Anadolu Selçuklulantarihi ile u~ra~an ,bir tarih Profesörü olarak bunu muhterem Osman Beyefendinin bil-memesini kabul edemiyecegimize göre, kendileri DU kervansarayı ille de Argıtha~ nı köyüne yerleı;ıtirmek ve böylece de iftihar edebilecekleri bir buluşta bulunmak isteğiyle tarihi vakalari -iddialarına uyduııınuş oill'Cüaklar.VaJkfiyede, Kıonya'nın ba-tısında ve Klbnya'ya bağli ~";KOıprü»diye tanırimıı;ı Arkıt mevkiinde diye yazılı ol-duğu ve haritada adının bulunmasından başka elde böyle müspet deliller bulı.in~ '.dugu halde, bu hanin niçin Konya'nın kuş uçuşu tam 80 Km. kuzey-batısında aran~'

mış oİduğuna akıl erdirmek biraz güçtür.' '. .

b. - Gene vakfiyede vakfedilmiş üç köyden birisi olarak «Saraycık» adlı bir köy gösterilmiştir. Muhterem Profesör bu köyün de bugün Seydişehir'e bağlı

(10)

93 bulunan ve Konya'nın 46 Km. gÜlley-batısındaki «Saraycık» köyü oldugunu iddia etmektedirler. Gerçekten de \bu köyün hemen güney-dqgusuiıda «Kozlu» adlı bir köy bulunmakta ve vakfiyede de «Saraycık» köyü sınırları arasında «Kozluevi» veya «Kozluova» adlı bi,r köy geçmektedir. Bu, muhterem Profesörün hiç bir deli-le dayanmaksızın «Kozlu» adını «Kozıuevi» olarak kabul etmesine yetmi~tir. Hal-buki ~onya'nm 53 Kım. t.:.m güneyinde «Apasaraycık» adlı bir köy mevcllttur ve

bu köyün hemen batısında vakfiyede adı geçen <<Kozludere»nin te~kil ettigi Koz-lu Ovacıgı ve gene Apasaraycığın hemen güney batısında KozKoz-lu bogazı mevkii var-dır. Altun-aba tarafından vakfedildiginden diger «Saraycık» adlı köylerden ayı]:"-"mak içip (çünkü Apasaraycıgın 24 Km. güneyinde «Taşba~ı» da denilen bir

Sa-raycık daha vardır) buraya sonradan «Apasaraycık» denilmi~ oldugu böylece a-çıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca burimın hemen 2 Km. dogusunda vakıf defterlerinde adı geçen <<Altun-aba» mezraasının kısaltılmı~ı olan ve vakıf defterine uygun ola-rak Sodur köyüne yakın bulunan <<Apa»köyü bulunmaktadır. Saraycık köyünün vakıf defterlerinde Lc1ıdik'ebag~ı oldugu yazılı imi~. Muhterem Profesör uzaklıkla-ra ve yönlere bakmaksızın bu Ladik'inde ~onya'nın 34 Kım. ku~'eyiIJ!deki Urlik köyü oldugunu ve bazı vakıf defterlerinde yanlışlıkla <<Ladik»yerine <<Lal'ende» yazılmı~ bulundugunu iddia ediyorlar. Vakıf defterle,rindeki kayıtlara yanlışlık izafe eden çocukça bir iddiada bulunmadan önce, muhterem Profesörün ba~k? bir

Ladik mevcut olup olmadıgını ve bu yere bazen Larende denilip denilmedigini a-ra~tırması gerekirdi: Seri halinde yayından böyle ara~tırmalaravakti olmadıgı an-la~ılan muhterem Profesör, gözüne ilk çarpan Ladik'in bu Ladik oldugunu kabul etmi~ ve vakıf defterlerinin, yanlı~ oldugunu iddiadan çekinmemi~tir. İmdi vakı! defterlerinde adı geçen bu Ladik muhterem Profesörun iddia ettigi Ladik'i Sfıh. te de denilen antik «Laodicae oombusta» veya yeni adıyla «Yorgan Ladik» degil (13) Konyanın Karaman ilçesinin merkezi «Karaman» kasabasıdır. Anadolu topo-nimiisi iıle uğıııaşanl:ar Kauip Çeleibi:~ninCihannüma adlı bir kitabı v~ bu kitapta da çok değerli toponimik bilgiler bulundugunu bilirler. İ~te bu kitabın İbrahim Müte-ferrika basısının 616. sahifesinde Karanıan'ın bir adının Lazkiye, bir adının Ladik ve bir adının da Larende oldugu yazılıdır(14). CarL Ritter'in 1859'da Berlin'de ya-yınlarimı~ olan «Die Erdkunde»- adlı eserinin XIX. cid~inin2.. kısmının 434. saihiıfe~ sinde Karaman'a XIX: Yüzyılda Ermeniler arasında hala antik adı ile Laren&~ de-nilmekte olduğu dayazılıdır (15).

c. - Valldediı]en köylerden birisi 0ı1an,~..QjI.W veya

~I.w

i d'€ Muliterem Profesör Ilgın ile Akşehir arasındaki «Argıillıanı» köyü olarak kalbul ert;-mişler ve Altun-aba hanını buraya yerle~tirert;-mişler. Vakfiyede bu köyün deKony1i~ nın batısında ve Konya'ya baglı olduğu yazıLdır. Yukarıda Alıtun aha lımı için söylediklerimizi burada yeniden tekrarlamak istemediğimizden kısaca şunu söyli-yelim ki, bu köyü de Altun-aba hanı harabesi ile Arhıt köprüsü ar~sında kalan bölgede aramak gerekir. Her halde buranın adı sonradan degil'itirilmişti;r veya bu köy sonradan .kaybolmu~tur.'

ç. - Vakfiyede 'vakfedilen üçüncü köyolarak gÖlster.:llen dJ(I.0 köyü-nün de muhterem Profesör Ak~ehire bağlı Gedil köyü oldugunun muhtemel

bu-(13) Bk. Oha.ı1lesTexier, Küçük Asya, Ali Sua,t tercümesi cilt II. S. 411. (14) Bk. ayrıca Taeschner, das anatolische iWegn:etz.Lei~ig 1923, S. 133.

(11)

'94

lunduğunu iddia ediyorlar ve iddialarına dayanak oİarak da bu köyün sınırında gösteriImiıj olan «Turgut» köyünün de Akşehir'e bağlı olmasını gôsteriyorlar. An-cak bu köyü 200000/1 lik haritada bulamadıkları için, Gedil'in sınırında olup ol-madığını tayin edemediklerir.ıi eklemeği de ihmal etmiyorlar. Hangi ilçeye bağlı olduğunu bildikleri ve değil 200000/1 lik, değil 800000/1 lik hatta 1 200000/1 lik ha-ritalarda, bucak merkezi olduğu için hem de büyük harflerle yazılı olan bir köyü 200000/1 lik haritada bulamamış olduğunu itiraf etmesi toponirnik 'araştırmalar yayınlıyan bir tarih profesörü için pekacı olsa gerektir. Belki gene bulamazlar di-ye söylidi-yelim' «Turgut» köyü «Gedil» in tam 44 Km. kuzey-doğusunda dır (200000/1 lik haritanın 'Akşehir paftası i ı 50); bundan ötürü de Gedil'in sınırı olarak sayı-lamaz.Kaldıki V'aMiyede ıbu 'köyün de Konya'ya bağlı bulunduğu ve Konya'nın ba~ tısında olduğu yazılıdır. Nitekim Konya'nın bdısmda bu adda bir köyün eskiden mevcut olduğunun, fakat bu köy halkının siyasi bir sebebten ötürü İzmir civarına sürüldükleri~in ve bunların orada «Turgutlrtı»yu kurdulklarının Konya'd'a halk a" rasında söylendiğini Konyalı bir öğrencim bana !:>ildirdi.Ayrıca bugün hala Me-ram suyunun «Turgutıu» adlı bir değirmeni çevirmekte olduğunu da' aynı öğren-cim hana söyIedi.Buın:dan ötüı:ıü

~.u

köryünü de Konya'nın hemen batısın-da aramak gerekir. Eğer muhterem Profesörün iddia ettikleri ve ispata çalı~tıkla-rı giıbi

<t~.u

köyü «GedE» köyü o!ısa idi, o zam: n vakfiye bunun için Konya'ya bağlı demez Akşehir'e bağlı der, hele Konya'nın batısında bulunduğunu hiç kaydetme~di. Ancak yukarda daişaret ettiğimiz gibi, Profesör beyefendi vak-fiyelerdeki yönleri ve mesafeleri hiç göz önünde tutmadan apriori buluşlarını is-pata çahıjmaktadırlar. Vakfiyede gene bu ,köyün sınırları arasında gösterilmiş olan

u"-'~ii very:a <..5':' ~ /; köyünden ön ce crij inal metinde bulunan .Jf';'.

kelimesini, metni okuyan kimse atlamış olduğu için« ....;fi »dan sonra gelme-si gereken ve gelımiışbuhman ~\ >nin muıhıterem Rmf€lsör bir bıirleşti1rme edat! o:ıdıuğunu anlıyamaıımışhr ve :bunu da«

lS"'~ı;

»,köyünün.iJk hecesi sahıarak bu köyün Gedilcivarındaki Papazyakası köyü olab:!İeceğjin,iiddia e1Jmişler. Başta bu-l

l~nan ,birleşti~me edatını farketmemiş olmaları bir yana, haritada buldukları Pa-pazyakası da' bir köy değ'il' tesviye münhanilerini!). açıkça gösterdiği üzere bir te-pedi'!'. Böylece muhterem Profesörün haritadaki köyadları ile tepe adlarını da bir-birinden ayıramadığ'ı ortaya çıkmaktadır.

Bugün -Konya'nın hemen 8 Km. kuzey-batısındaki Sillebucağmm bir ma-hallesi olan «Kayabaşı» belki. de vakfiyenin' kary;dettiği bu \,,).,,:,~(; köydür. Bu takdirrde ," d:J{/ ~ nin Tekeii dağının kuzeyindeki «Kevelle>~ mevkiinde olması büyük bir ihtimalle söylenebilir.

Böylece Osman Beyefendinin toponimik araştırma ve buluıjlarına güzel bir ôrnek vermiş olduğumuzu sanıyoruz. Ancak bundan böyle -biricik toponimik kay-nakları olan 'köylerimiz adlİ kitaptan başka bir de daha gi:miş «Türkiyede mes-kiınyerler klavuzu» adlı bir kitab olduğunu ilk tenkidirniz dolayısiyla öğrendikle-rinegöre -bu gibi araştırmalarını ilmi dergilerde yayınlamadan öncemuhterem Profesörün toponimik bilgiler ihtiva eden kitaplara bir göi atn1asını, hangi' ilçeye bağlı olduğunu bildiğ'i ve 1 200000/1 lik haritalarda bile bulunan köyleri 200000/1 lik haritalarda bulmayı ve köyadı ile tepe adını ayırt etmeyi öğrenmesini birleş-leştirIİle edatlarına dikkat etmesini ve haritada adı ile sanı ile yazılı olan bir hanı bir ad benzerliğinden ötürü 80 Km. ötede başkayönlerde arayıp bulmaya

(12)

çalışma-95 masını, bulduğunu sanınca da tarihi hadiseleri ona göre anlamak istememesini is-temek her kesin hakkıdir.

LV '

Tenkidimizde muhterem Profesörün fransızca olarak yayınlanmı~ bulunan bir' makalesinin adınınyanlı~ olduğunu, fransızcada <<Droitterrien» tabirinin bu-lunmadığını yazmı~tık. Muhter.em Osman Beyefendi bize bu tabirin fransızcada bulunduğunu ispat edeceği yerde «Tercümedeki sağlamlıktan sarfı nazar makale-yi dergisinde basan Profesör J. Sauvaget'ye rağmen Droit terrien tabirinIndoğru olmadığını iddia etmektedir» buyurmu~lar. Muhterem Profesör hiçbir batı dilini devlet dil" imtihanını verecek kadar dahibilmediğine göre, bu makaleyi fransız-. caya, bu dili iyi bilen fakathukuk terimlerini bilmiyen birisi tercüme etmi~

ola-cak. Kendileri Profesör -Sauvaget'yi bize tanık göstereceklerine, herhangi bir lu-gatte «droit terrien» tabirininmevcut olduğunu gösterselerdi daha iyi olurdu. Yoksa msı. bir yabancı türkçe yazdığı bir makalede «kanunen bir: genç kızın bik-rini izale eden kuvvetli bir nakdi ceza vermeğe mecburdu» diye y~zsa ve bu maka-le de bir Profesörün yayınladığı türkçe bir dergide basılsa sırf bundan ötürü bu cümledeki «kanunen bikir izalesi» ve «kuvvetliceza» taıbi-rleridoğru mu olur? Bu itibarla muhterem Profesör fransızcada «Droit terrien» tabidnin' mevcut olduğu-nu, bir hukuk lugatinde veya herhangi bir lugatte bulup bize göstermedikçe -ter-cüme kendi imzaları ile çıktığına göre- bu tabiri fransızcaya hediyeetmi~ olmakla da öğünebilirler. Muhterem Profesör, fransızcaya tercüme edilmiş. ve .yayınlanmı~ olan bu çok dikkate şayari makalelerinin içindeki «problemlere temas etmediği-. mizi ve kendilerinin meşguloldukları meseleler hakkında bir hüküm vermek ~öy-le dursunbunları takip dahi edemiyecek bir durumda olduğumuzu» da ilave et-mekten çekinmeımiışler. Bu hususta yazdıkları doğrudur. Hukuka yeni başlıyan bir öğrenciden me~hur İslam hukukçusu Profesör Schacht'a kadar hiçbir hukukçunun muhterem Profesörün adı geçen makalesindeki hukuki problemleri anlamasına im .• .kfm yoktur. Biz de. tabii bunun bir istisnasını teşkil edemeyiz.

Tenkidimizde .konu dışına çıkmamak için, sırası geldiğinden. yalnız. <<Droit terri'fn» taıhi1rinin yanlış olduğunu yazmış, aynı başlığı taşıyan makaledeki .hu-~uka .aykırı fikirlere dokunmamıştık. Şimdi sırası gelmiş olduğu'için bunları da yazalım: Muhterem. PI10fesörün 47 sayılı Belleten'de yayınlamış oldukları (S.' 549-574) «Türkiye Selçuklularında toprak hukuku»~d'lı ma1kı.üeleri'nden,anlayalbildiği-mizegöre Osman ,Beyefendi Selçuklularda iki türlü mülkiyet tespit etmektedir-ler;. 564/65, sayfalardaki «şehir civarında bulunan, binaenaleyh birinci nevi, yaı)i tam mülkiyet (!) olan birbağın bir köy fiyatında satılması hadisesi köy. satışla-rının sad~e vergilerine 'ait mülkiyet üzerinde cereyan ettiğini gösterir. Bu gibi köylerin. vergilerine tasarruf manasını tazammun eden temlikIerde mülkiyet. hakkı tamdır. Yimi satılabilir, vakf, hibe ve irs (!) edilebilir» cümlelerinden anlaşıldığı-na' .'göre bu mi.ilkiyetlerden birisi bildiğimIz mülkiyettir, diged is~ .bazı toprakla-rın yalnız vergilerini toplamak. hakkını veren ikinci bir mülkiyettİr; İmdi, bu ikincimülkiyet eğer mevcut ise herşeyden önce mülkiyet değildir.' Olsa olsa belli bir toprağın vergilerini toplamakhakkıdır. Böyle bir hak ise satılamaz, vakfedi. lemez ve hibe~edilemez. Zira bir şeyin satılabilmesi için -toprak sahibinin sattı ğı mi'sl'iy.a,tta-naynalar dışında- mevcut olması. geııekir; hiitbı..iiki'verıgner a'kdin yapıldı-gi s'.1'ada mevcut değildir, ancak zamanı g'2ilince top~anaibiIir ve öı;'ced~n ~iktarı da. kesin olaı~aıkıbelli değ:ldi1r. Bu. vakıf d~edi!JIemez,zira mevkllf üzerind.e vakıfın

(13)

96

tam ve sınırlandırümamış bir mülkiyet hakkına sahip oliması gerekir (i6). Gen€ . İslam hukukuna göre mülkiyet hakkı üç ana unsurdan te~ekküı eder: 1) rakabe, veya bir ayn üzerinde hakimiyet sahibi .,olma kudreti, 2) yed, yahut ayne madde-ten ma,J,ikolm,a veyaelde bulundurma veya kısaca zilyetlik, 3) tasarruf, yani aytı-dan faydalanma veya bunun üzerinde ii.tediği hukuki i~lemi yapabilme kudreti

(17). Bu üç unsur bir id~ide toplanınamı~sa bu ayn vakfe~:iill'emez.Bu ~tiıbarl'a msL bir kimse çıplak mülkiyetiiıe ve tasarruf hakkına sahip oİmadığı ve ililyedi de bu-lunmadığı bir aynı vakfedemiyeceği gibi her ikisine de sahip olduğu ve zilyedi bulunduğu halde «~u. aynın yalnız tasarruf hakkını veya intifa hakkını vakfet-im.» dese, ÇIPfElk ınrüillkiy'eıtinide gaip etmi~ olur. Yalnız İslam devleti hükümdar-ları min toprakhükümdar-ların gelirlerini bir hayra tahsis edebilirler ki bu da vakıf değil,. tahsisat veya;vakf-ı gayrisahilıdir. Gene böyle bir hak hibe de edilemez. Çünkü hibe edilecek. aynı n da hibe edenin sınırsız mülkiyetinde olması ve hibe akdi a-nında mevcut-olması ve me~gul olmaması gerekir. Muhterem profesörün yayınla-mı~ olduğu vesikalarda da vakıfların, mülkiıy€tin bu üç unsurunu şaihıslarında top-klIDış ol{iulkJlıa'j:~a1ç'ıkçagörıülım€ktedi~.msı.45 .saıyılı Bellıetenin 142. sahiıfesinde mev-kufların müz,ara'a ve müsakat yolu ile icare verilebileceği hem d~ b,unun en çok 3 yıl için olabileceği yazılmaktadır. Bu ise bize vakıfın bu topraklar üzerinde tam bir tasarrufhakkına sahip olduğunu göstermektedir. Gene Belleten'in aynı sayı-sının 113. sahifesinde (satır 148) vakfın gelirlerinin bir kısmı ile «zarun olan zira-at aletteri ve çift sürecek öküzlerin szira-atın alınması» ~art ko~ulmu~tur. Bu da bize gene topraklar, üzerinde vakıfın tasarruf hakkına sahip olduğunu ve toprakların müzaraa ile i~l~tildiğini gösterir. Zira müzara'ada ziraat aletlerini ve çift hayvan-larını toprak sahibi tedarik ede~. Vakfiyelerin hepsinin sahih ve lazım olduğu il., gili makam tarafından kabul ve tasdik clunduğu gibi' ayrıca msı. Belleten'in 43, sayısında yayı:rilanmı~ olanvakfiyenin (Levha LXXIII) 88-90. satırlarında vakıfın vakf ettiği k~yleri yedinden ve tasarrufundan çıkarmı~ ve mütevelliye teslim et-mi~ olduğu yazılıdır. Eğer vakıfın hakkı yalnız vergileri toplamak olsa idi, yedin-den ve tasarrufundan neyi çıkarmaktadır': Iv.Iuhter~m Profesörün adı geçen maka-lelerinde i~aret buyurdukları (Belleten 47, S. 564) III. Gıyaseddin Keyhusrev'in Horasanlı Şeyh Behlül DEme'nin zaviyesi için vakfettiği köyün vergileri ise tipik bir vakfı gayrisahih veya tahsisattan ibarettir. Bütün bunlar iddia. ettikleri gibi bir mülkiyetil')- mevcut olmadığıll,ı ve olamıyacağını göstermek içinyeter de artar bile. Nitekimsonraları Ebu Suud Efendinin bu hususta vermi~ oldukları fetva da bunu göısteıım~ktedir: «Bir kariyerrin malikanesinden murad yerinin tasarrufu mu-Jur yoksa ö~rün hasılı mıdır?» sorusuna Ebu Suud Efend~ «Hiç biıi değildir YeTin rakabesidir. Sahibinin yer mülküdür, yeri tasarruf eden reaya müstecirlerdir. Ma-1ikane canibineonda bir midir, sekizde bir midir verdikleri yerin ücretidir» kar-~ılığını vermi~tir. Demek ki ,tasarruf hakkına sahip olan da gene aslında toprağın rakabesine sa~ip olan'kimsedir. Yoksa bu kimse toprağı reayaya kiraya veremez ve re:aya onun kirac li:>ı olamaz (lS), o da yerin ücretini alamaz. İ~in doğrusu ~u-dur: Gerek 8€1?lçukluliaTda ger,e:k sonradan Osmanlılarda miri araziden . yapılan

temlikIerde devlet toprağın mülkiyeti ile ..bir likte bazen (daha çok vakfedilece15:

0-.(16) Bk. MIs!. Milliot, İntroduction lt l'etude du droit mustilman. Pans 1953,s, 546. (17) Bk, Milliot,a,g,e. S, 574.

(14)

...

,

.

lan tapraklarda) bu tapmklardanalınmakta olan şer'i ve örfi verıgilerin heps.ini veya bir kısmını toplamak hakkını da mülkiydIe !birlikte devretmektedk. Böy-lece mi1rlarfl!ziiden yapüan temlikl'er~e üç türlü toprak meydana çıkmaktc:dır:

1) yalnız mülkiyetin. devredildiğ'i tüpraklar; 2) Mülkiyetle ihirlikte Ibütün v2rgi. leri toplamak halkkıhın da. devredildigi topraklar ve 3) Mülkiyetle ibirliıkte yal-nız bir kısım verıgileri toplamak hakkının devredildiğ'i topraklar.

Böylece birinci halde" devlet bütÜn vergileri topladığ'I ve toprak sahibi de

taprağ'ı kendisi islemeyüp kiraya verdigi takdirde kira aldığ'ı için ve üçüncü hal':'

de de de;let bir iısım vergileri tapladiğ'1 ve taprak sahibi de geriye kalan vergi--lerle birlikte kira aldığ'ı için iki ba~tan;tasarruf. sistemi ile kar~ıla~ılmaktadır. Dev-let zayıf düştüğ'Ü zamanlarda yapmış' alduğ'ubu temlikIerden bilhassa ikinci ~ekil'"

de alanlarına, sonradan kuvvetlenince müdahele etmek imkanlarını , ara~tırmı~, ve bunda çok kere ba~arı da göstermi~ ve bunun sanunda yer yer değ'i~en tasarruf şe-killeri ortaya çıkmı~tır. Bu gibi taprak sahipleri eğ'er taprakları mir! topraklar ile çevirili ise ve taprağ'ın bulunduğ'u bölgede taprak işçisi kıtlığ'ı varsa ve kendileri tapraklarını işleyecek durumda değ'ilseler çok kere mir! topraklarda uygulanan sis-temi kabul etmek mecburiyetinde kalriıı~lardır. Nitekim vilayeti Rumu tahrir ile bütiin taprakların hukukunu bir kanunname şeklinde, tespit etmi~ alanÖmer Hey bu kanunnamede «biitün mülk taprakların bizzat sahipleri tarafından i~lenrnesi mümkün iken umumiyetle ve adet alarak çokluk reayaya kimya verildiğ'ini»söy-lemektedir (l9). Toprağ'ını reayaya veren mülk sahibi ise bunları kaçırmamak için, min toprak rejimini aynen uygulamak mecbuii.yetinde' kalmı~tır.

Osman Beyefendi'nin üzerinde durdukları satı~lardaki fiyat farkı ise, top-raklardan birinin husus! bit şahıs olan sahibi tarafından gene hususi bir ~ahsave değerfiyatma satıldığını, diğ'erinde ise hükümdar tarafındandevletin ileri gelen memurlarından veyaaskerlerinden birine, da!hJ:ı.'çdk ihsan mahiyetinde olmak 'üze- ' re ve değ'er fiyatından aşağı bir satışın yapılmış olduğunu göstermektedir (20).

Bunun dı~ında, satılan taprakların hakiki değ'erlerini ve topraklar aynı' zamanda satılmamışsa. bu arada para değ'erinde meydana gelmi~ alabilecekdeğ'i~ikliklerle, toprak değerinde mey~ana gelen deği~iklikleri ,gözönünde tutmak gere~ir.

(L9) E~. Ö. L."Barkan, a,.g,e.s: 125,'not, ,f,:

(20) Msl. Osman Turan Beyefendinin ınakalelerinin 564. snhif~s:nde ,göstermiş . olduklan misa'l.

Referanslar

Benzer Belgeler

Atik-Şikâyet defterlerine yansıyan kayıtlarda yer alan şikâyet edilenlerin profili, Osmanlı hukuk uygulaması hakkında dikkate değer fikirler vermektedir. İncelenen 2215

“Burada vuku bulan itirazat içinde Encümence calibi nazar-ı dikkat olan bir cevap vardır ki, o da Boşo Efendi tarafından dermeyan olunan itirazdır. Gerek Hükümetten gelen

İkinci davalının yapmış olduğu hatadan dolayı davacının beyninde meydana gelen hasar ile tedavi hatası arasındaki nedensellik bağı meselesinde ispat yükü

Meselenin mutala'ât-ı kanuniye ve nazariyât-ı siyâsiyesi bu merkezde olup ancak bunlara asla ta'alluku olmayan ve sırf menfaat-ı maddiyeye ait bulunan bir ciheti daha

İsviçre Borçlar Kanunu, 418u maddesiyle, acentenin müvekkiline sağladığı müşteri artışı veya müvekkilin sözleşme sona erdikten sonra bu müşterilerden sağlamaya

1°) Dos profecticia nın mutlaka collati bonorum a tâbi olması lâzımdı, çünki bu çeşit cihaz malları pater terekesinden çıkmış mallardır. 2°) Dos adventicia mıı

Bu suretle ancak tapu siciline malik olarak kaydedilmiş kimse iktisapta bulunabilir (29). Adi zaman aşımının şartlarını MK 638 den de anlaşılacağı üzere üçe irca

menin tam manası ile tâbiiyetin, ancak hususî şahıslar için mevzuu bahis olabilecek bazı haklar (rey hakki, amme memuriyetlerine tây'n hakkı, suçluların iadesinden ko­