• Sonuç bulunamadı

Başlık: MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMİNDE VE MEMLEKETİNE DÖNüŞÜNDE KARŞILAŞTIĞI PROBLEMLERYazar(lar):HAMİDULLAH, M;çev. KOŞTAŞ, MünirCilt: 25 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000668 Yayın Tarihi: 1982 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMİNDE VE MEMLEKETİNE DÖNüŞÜNDE KARŞILAŞTIĞI PROBLEMLERYazar(lar):HAMİDULLAH, M;çev. KOŞTAŞ, MünirCilt: 25 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000668 Yayın Tarihi: 1982 PDF"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMİNDE VE MEMLEKETİNE DÖNü-ŞÜNDE KARŞILAŞTIC-ı PROBLEMLER.

Prof.Dr.M.HAMİDULLAH Çeviren: Dr. Münir KOŞTAŞ

İnsan denen varlığın birliği yahancılann başka bi~ ülkeye uyumun-da bazı çevreleİ"in ve inaçların meydana getirdiği güçlüklere engel ola-mamaktadır. Bu güçlükler daima izafidir. Bir İngiliz kendini Fransa'da tam olarak rahat hissedemez, Mısır, Endonezya veya diğer bir ülkede daha da az rahat hisseder. Bu kısa konferans için Avrupa ve Amerika'yı ihtiva eden Bat Alemini bir gurup, buna karşılık İslam Alemini de bir gurup olarak ele almaktayım. Fakat önce şunu belirtmeliyim ki, bu sos-yolojik inceleme, sosyolog olmayan, Garp Alemi için oıduğu kadar geniş İslam Alemi hakkındaki bilgi ve müşahedeleri de sınırlı olan bir yazann eseridir. Buna ilaveten, meşgulolunan sahalar da farklıdır. Benim

meş-gUL olduğum saha ile sizinkiler her zaman ayın değildir. Eğer ön~de, buna benzer bir inceleme modeli bulunmuş olsaydı meselenin izahı be-nim için daha kolayolurdu.

Her .lleolursa olsun, bu inceleme müslümanların Batida bulunduklan sürede ve kendi ülkelerine dönüşlerinde karşılaştıklan çeşitli problem-lerle ilgili davraınşlannı ele almaktadır. Bunlar da genelolarak yiyecek, İ:;ecek, dini, sosyal ve psikolojik prohlemlerdir. Bir kişiniİı bilgi ve görgü kapasitesini aşan ve hir ciltlik bir esere sığamayacak kadar geniş olan bir konunun eksiksiz bir şekilde ele alınmış olabileceğini de beklemeyini:lJ.

Batı Aleminde iki gurup müslüman vardır. Birincisi, Batıya müslü-man olarak gelen ve yavaş yavaş içinde bulunduğu topluma uyan ya-bancılar, ikinci gurup ise, ihtida ederek yavaş yavaş kendi gurubundan aynlan müslümanlar. Önce ikinci gurubtakilerden bahsedelim.

i.

ASLI AVRUPALı OLAN MÜSLüMANLAR

Güney ve Kuzey Amerika'da dahil olmak üzere Norveç'ten İtalya'-ya kadar uzanan bölgede İtalya'-yakın bir tarihte ihtida ederekmüslüman

olan-,

• Bu makale "Normes et Valeurs dans VIslam Contemporain, Payot, Paris, 1966.' adlı kollektif eserin '192-203 sayfalannda yayınlanmıştır. .

(2)

420 MÜNİR KOŞTAŞ

ların sayısı oldukça çoktur, bu sayı gün geçtikçe artmaktadır. Londra'da yayınllınmakta olan TİMES gazetesi bir kaç ay önce, her hafta İngilte-re'de en a2:ından iki kişinin maslüman olduğunu yazmaktaydı. İslamı uygulayabilmek için, bu çok sayıdaki müslümanıara iki çeşit kolaylık gerekir: önce onlara islamın esaslannı ve her sahadakı islamı görevlen yerine getİJ~medeyardımcı olabilecek yayınlar, Sonra kendi çevrelerinde üstün durumda bulunan gayri müslimler arasında onlara maddı kolay-lık temin edebilecek olan imkanlar sağlamak. T~lerans veya 'düşman-lıklar daha ziyade şahsa aid olan şeylerdir. İhtida mensuPolduğu cemiyetten kurtulmak için edilir. İhtida eden kişinin kendi ,çevresinden koparak aynımakistemesi gayet taMidir, fakat bu yavaş yavaş olur. Önce inaçla işe haşlanır, kilise veya sinaoğa devam etm'emesi hariç, inancını , çevresinden gizleyebilir. Daha sonra günlük ibadet problemi ortaya çıkar. ,Bu da az veya çok ~evresinden gizli olarak eyde yapılabilir. Az veya çok dedim, zira evde çoğunlukla hizmetçiler veya müslü,man olmayan misa-firler bulunur. İki iiç yıl kadar önce Cenevre'd'e müslüman olmuş bir aileye rastUadım. Çayd~sonra ikindi namazı kılınmak istendi. Ev sa-hibi önce h.izmetçiye izin vererek evden uzaklaştırdı ve uzaklaştırma se-bebini de bana şu şekilde izah etti: eğer müs~üman olduğum duyulup yayılirsa sosyal statüm kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalır, dedi. Kendi vatandaşları için kullandığı kötü kelimeleri burada tekrar edeme-yeceğim. K.ısaca, beni kapısını kilityerek anahtannı cebine koyduğu bir odayagötiLı'dü.Bu dostum daha sonra bana hizmetçiye ihtiyacı olmadı-ğım fakat ailesinin bir hatırası olarak onu muhafaza ettiğini söyledi. Bu İsviçre'li aJlle~inramazan orucunu nasıl tuttuğunu bilemiyorum. Nihayet beslenme meselesi büyük bir problem o~arak ortayaçıkmaktadır, zira Cenevre'de Paris'te olduğu gibi mezbahada müslümanlar için ayn bir

bölüm yoktur. '

İhtida eden Batılı müslümanlar elbiselerini d~ğiştirmiyorlar, zira bunda dini bir engelde yoktur. Sadece vücut hatlarını gösterecekşekilde şeffaf kumaştan yapılmış elbise ve kısa etek giymemeleri tavsiye edil-~ektedir. Yalmz bir nokta ~adınların canını sıkmaktadır, -zaten Doğu Alemi:gittikçe Batı Alemini taklit etmekteler- ki bu da saç tuvaletidir. Bildiğinizgibi erginlik çağına ulaşmış kadın.ar için ayda en az-bir defa, ev]i kadınlarise gerektiği zaman daha sık gusletmek zorundadırlar. O halde, islamı olan yıkanma (gusül) sadece vücudun değil, saçlarla birlikte bütün vücudunyıkanmasıdır. Bu da saçlann ondüIasyonunu bozar. İşin ,maddi yanı, yani para yönü vardır ki sonuçta hesabedilir mi bilemiyo-rum. Eğer müslüman olan kadınlar saçlannı perma yaptırmaktan

(3)

vaz-MÜSLÜMAN'IN BATIALEMI 421

geçip kısa kestirmeyi veya saçlannı tabii halleri~de bırakmak isteyerek bundan da memnun olduklarını beyan edecek olurlarsa, kuatörler der-neği buna muhalefet ederek karşı çıkmayı ihmal etmeyeceklerdir. Tanı-dıklanm arasında ç~şitli reaksiyon gösterenlere rastladım, şöyle ki: bunlardan bazıları saçlannı perma yaptırmaktan vazgeçtiler, bazıları da b~rbere gitmezden önce banyo yapıyorlar, nihayet bazılan da bu me-sele üzerinde fazladurmuyorlar ve modern olarak kalmak istiyorlar. Mesele oldukça nazik, bunu hanımlara anlatabilniek oldukça zor, zira hanımlar arasında İsıamın ibadet yönünü yerine getirerek yaşıyanlar azınlıktadırlar.

Dini eğitim ihiida edenler için hüyük bir end~şe kaynağı olmaktadır. Baü'da ikamet eden müslümanların oranı itibariyle Fransa başta gel-mektedir. Fakat benim bilgilerime göre, ihtida edenlerin oranlan itiba-riyle İngiltere başta gelmektedir. Doğuluların yardımına ihtiyaç duy-madan İngilizlerin bu misyonu yerine getirerek müslümanların çoğal. malanna yardımcı olmalan bizi hayrette bırakmasın. Aynı durum Federal Almanya'da da vakıdir. Bu iki ülkede (İngiltere ve Almanya) birçok dini heyetler vardır ki bunlar sadece Ahmediler ıleği], daha radio kal gurublardır. B~ çeşitli gurublar güçleri nisbetinde dini eğitim için bilhassa gençlere yar,dımcı olarak bu sayede misyonlannı yerine getir-meğe çalışmaktadırlar. Gazetelerden öğrendiğimize göre Federal Alman-ya Hükümeti İsıam dinini resmi din olarak kabul etmediği için camiIeri ve ibadethaneleri özel dernek gibi mütalaa edip bunlardan vergi al-maktadır.

II.

GEÇİCİ OLARAK BULUNAN :MÜSLÜMANLAR

Şimdi de Batı Dünyasına yeni gelmiş olan müslümanlardan bahsede-delim. Onların problemleri daha da çoktur; hunlan birer birer ele alarak incelemeğe çalışalım.

a) Gıda maddelerinin tedariki:

İnsanın ilk ihtiyacını gıda maddeleri tcşkil eder. Yeni gelen müslü-manlar için bu alandaki güçlükler yerli olanlardan daha da. fazladır, zUa bu kişiler otel odalarıy.da ikamet etmekteler ve mecburi ularak sa-dece lokantalardan yemek yiyebilmektedirler. Bilindiği gibi bu hususta birçok güçlük vardır; mü~lümanlar Allah'ın adı zikredilmeden kesilen etleri yiyemezler. Buna iıaveten mutlak,yasak olan yani yenmesi dinen haram olan yiyecekler, meseıa domuz eti gibi. Bunlardan başka yenmesi haram olan hayvanlardan elde edilen çeşitli yağlarında yiyecek olarak

(4)

/

422 MONİR KOŞTAŞ

kullanılması yasaktır. Bu noktaya açıklık getirmek için biraz daha iza-hatta bulunalım: farz-ı ~uhal kabul edelim ki, takva derecesinde ileri ol~n müslümanların etin her türliisünü ve etten mamül olan yiyecekleri yemekten çekinereksadece balık, yumurta veya patates V.s. ile yetinsin. Fakat tereyağı, margarin veya sıvı y~ğları kullanmadan b~ yiyeceklen nasıl pişirebilecektir? Buna çorbaları ve pastala.rı da ilave etmek gere-kir. Bilindiği üzere müslümanlar gibi yahudiler için de domuz eti ve domuzdan mamul herşey haıamılır. Ba,u Dünyasına yeni gelen müslü-manlar domuz etini hiç görmemişlerdir, geldikleri ülkenin ekseriya dilinii de bilmedikleri için domuz etini diğer etlerden ayırdedememektedirler ve çoğu defa bilmeden bunları yemektedirler. Fransa'da bazı kurbağa cinsleride yenmektedir. Hindistan'da Cin mutfaklarında farelerinde bazı yemeklerde kullanıldığı zannedilmektedir. Bunların hepsi müslümanlar için haramdır, Diğer önemli bir husus ta alkoldür. Alkolün içecek olarak kullanılması, çeşitli alkollü pasta veya dondurmaların yenmesi haram-dır . İşte gıda maddeleri hususundaki problemlerin en önemlileri bunlar-dır. Bunların içinden nasıl çıkılabilir?

Batı Dünyasına yeni gelmiş olan müslümanların bunları düşünme-diklerini vey:~ düşünemediklerini iiiraf etmeliyim. Bunlardan bazıları kendi kendilerine şöyle demektedirler: seyehatte ve yolculuk halinde olduğum için mecburiyet ve sıkıntı içindeyim, lokantadan yemek zo-rundayım, memleketime dönüşte haram olan şeyleri yemek ve içmekten çekinirim, bunun için de her h ••lde Allah kusurlarımı affeder. Diğerleri ise, .kendilerinin bilgili olduklarını zannederek, Kur'an-ı Kerim'de Ehl-i Kitabın hazırladığı yemekl,erin ve dana, koyun ve kümes hayvanları gibi etlerin de yenmesinde ,bir beis olmadığını ifade etmektedirler. Fakat bu müslümanlar, görüldüğü gibi, günümüzün hıristiyalarının Hz. İsa dö-nemi ilehavarilerinin zamanındaki hıristiyanlık akidelerini yerine getir-mediklerini ve Kur'an-ı Kerim'in ancak o dönemdeki hıristiyanlardan bahsettiğini unutmaktadırlar. :Nihayet Batıya yeni gelmiş olanlardan bazıları ise tamamen yaEaklanmış olan et ve etten mamül yiyecek ve içe-cekleri kullanmaktan eekinerek sadece bitkisel yiyeceklerle yetinmekte-dirIer. Bunların gerçek IJranları bilinmemekle beraber, aunlıkta olduk-ları muhakkaktır.

Mesela Paris'te. Vilııette .mezbahasında müslümanlanu etlerini kesııielt'ri için ayrı bir bölüm bulunmakta, 3}rıCa özellikle Cezayirli müslümanlar tarafından işetilen çok sayıda lokanta bulunmaktı.ı.dır. Fakat bu lokantalarda kullanılan etlerin dinı esaslara uygun olarak kesildiği ve bu kaidelere riayet edildiği biraz şüphelidir. Paris'te

Mr.

Le

i

(5)

--MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMi 423

Prence sokağında gayet büyük ve oldukça lüks bir müslüman lokantası vardır: Bi~ gün oraya Pakistanh bir dostumu götürdüm. İslam esa~larına göre kesilip hazırlanmış et bulunup bulunmadığını sorduğum zaman lo-kantanın idarecisı, adeta şoke cilurcasına bana şöyle cevap verdi: "hiç-kimse bu güne kadar bana böyle birşey sormadı; yarın sizin için özel olarak hazırlatayım,,, Bundan 'başka, Paris, müslümanların gittikçe artan bir oranda ziyarete geldikleri Avrupa ve Amerika'daki yüzlerce şehirden sadece biridir. Villette mezbahası meseleyi ha])etmeğe kafi de-ğildir.

Yalındilerin et hususunda kendi dini akidelerini daha iyi yerine getirdikleri bilinmektedir. Müslümanlar Batıda bunlardan istifade ede-büirler, fakat çoğu defa lokantalarda yahudiler kendilerini yahudi ola-rak beyan etmemektedirler, Daha da öte, bütÜn yahudi lokantaları ger-'çek olarak dini hükümleT"e riayet etmemektedirler.

Kendi memleketine dönüşünde mescle bu şekilde olmamaktadır. Batıda iken, domuz etini yiyen, f~kat memleketine döndüğü zaman, yanında hıristiyan bir kadın bulunsa bile, domu7J etine müsaade eden

, i

bir müslümana rastlamadığımı belirtmek isterim, hem de çoğunluğu müslüman olmayan Hindistan gibi ülkelerde. Buradaki mezbahalcirın, idaresi müslümanlar tarafindan yürütülmekte ve dolayısiyle et hususun-da büyük bir güçlük ortaya çıkmamaktadır.

Alkolden özellikle bahs etmek zurundayım Bu mahsul hassaten batılılam aid olan bir şey değildir. Doğu Aleminin bütün ülkeleri isla-miyetten önceki devirlerden beri bunu tanımaktadırlar. Hatta Halife-nin gayri müslimlere alkolJü içkilerin içilmesine, ithaline, imal edilmes~ne ve satılmasına müsaade ettiği bilinmektedir. Tarihin bize bildirdiğine göre sadece Halifeler değil, Hz.Peygamber bazı müslümanları alko])ü içki içmiş oldukları için cezalandırmıştır. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim'-in yasaklamış olmasına rağmen çeşitli zamanlarda az veya çok müslü-, man ülkelerde dahi alkolJü i(ki kulJanılmasına mani olunamamıştır.

Avrupalılar önce sÖmürgelerinde kendi ihtiyaçları için içki satan dük-kanlar açmışlar, fakat daha sonraları bunlar müslümanlara da açılmı!?-tır. Sömürgelerde Avrupalı cJitlerin müslümanlara verdikleri resmi veya Bosyal kok.teyl partilerini bir tarafa bırakalım; özeıpkle harp yllJarında sömürgeci devletlerin ordularında askerlik yapan müslüman askerlerin alkole alıştıkları, hatta alkollü içki ihraç eden açıkgöz ihracatçıların menfaatleri için bunların alkol e alıştırıldıkları bilinen bir gerçektir. Herşeye rağmen bu alışkanlık Doğu İslam Aleminde pek yaygın hale ge-lememiştir. Bununla beraber, şarabın milli bir içki kabul edildiği bir

(6)

424 MüNIR KOŞTAŞ.

ortama yeni gelmiş müslümaniçin bu fevkalade birşey değildir. İki asır önce benim ecdadımdan birisi Piıris'e gelmiştir. Seyahat notlarında Pa-ris şehrinin ~urlarının muhteşemliğinden, sayısız kapılarından ve kilise-lerinden bahsetmekle birlikte, fakat gemisi ile buradan üç gün Sonr••kac-.,mak zorunda kaldığını zira bu menfur şehirde ne yiyel'ek ne de içecek bir şey bulundugunu zikrediyor Bugün insanı böyle dehşete düşürecek bir şey yok. N e ohirs~ olsun, aralarında kadın erkek ayırımı olmayan arka daşlıkların bulundugu bircemiye.tte bunun neticesiz kalması beklene mez: islamı bir cemiyetin ve ebeveYtlin kontrolünden uzak olan gençler-den erkekler, kad;nlara göre biraz daha fazla olarak meşru olmayan çe-şitli arzularına karşı gelememektedirler.

Batıdan dönüşte mesele karmaşıklığını muhafaza etmektedir; En-gelleri aşahilenlerden çoğ~ bu gibi şeylerden kendini korumağa çalışmak-tadır. Fakat bazı 'kişiler, şayet çeşitli vesilelerle Avrupalıların evlerine davet edilirlerse, ~ele orada kendi vatandaşlarından da kimse yoksa, bir-de buna ilaveten daha önce içkiyi tatmışsa, hu alışkanlıklaf!.nın deva-mına müsaade etmektedirler. Zaten ç<Jğukişiler batıda elde ettikleri alış-kanlıkların çoğunu de~am ettirmektedirler. Alkolizmin gençler

arasın-daki yaygmlığı dikkate alınacak derecede sabittir. Maalesef Maliye Ba-kanlığı içki satışlarından alınacak vergiyi hesahetmektedir, buna muka-bil, Din İ~leri Bakanlığı, Sağlık ve S(>syalYardım Bakanlığı, Milli Eği-tim BakaIlIı~ ve Adalet Bakanhğı bu eahadaki gücünü kaybetmektedir.

b) Elbise ve tuvalet h.ususu

Elbise ve tuvalet hususunda kadın ve erkekleri ayrı ayrı ele almak daha uygun olacaktır. Önce kadınlar üzerindeki tesirlerden bahsedelim. Hukuki durum örf ve adet daima farklıdır. Köylerde bu durum hiçbir mesele te~kil et memektedir. Şehirlerde ise, ane ak orta tabakaya. mensup kişiler tesettüre riayet etmektedirler. Bundan başka tesettür her yerde aynı şeyi ifade etmemektedir. Çağımızda modern üniversiteler~e doktora seviyesine kadar başları örtülü olarak kurlara devam eden genç kız öğren-cilere raslanmaktadır. İstanbul ve Ankara sokaklarınd~ tesettüre riayet ederek yüzlerini kapatmış hanımlara ben bizzat ş.ahit oldum. Fakataynı toleransı nııır kapılarındaki gümrük polislerinin pasaport kontrolleri anında mü~ahede etmek biraz güç. Batıyı ziyaret eden hanımlann sayısı erkeklere göre azdıı, fakat bununla beraher müslüman ülkelerde dahi örtünme gittikçe ortadan kalkmaktadır. Mamafiyh, örtünmenin sadece erkeklerin kötülüklerine karşı ve kadının iradesinin hilfıfına ortaya çık-tığını zaıınetmemek gerekir Bundan size bir misal vermek is~erim:

(7)

MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMi 425

1957 de Münih'te Şarkiyatçılar Kongresinde rasladığım Pakistan'lı bir hanımdan bahs etmek isterim. Birlikte yapılan bir gezi anında tesadüfen bu Pakistan'lı hanım ile bir Alman hanımır. arasında bulundum. Bütün gezi boyunca bu iki hanımla birlikte biulunduk ve almanca konuştuk. Almanların tecessüslerini bilirsiniz. Söz dönüp dolaşıp örtünme mese-lesine geldi. Bu genç üniversiteli hanım, öğrenimini Bonne Üniversite-sinde tamamlamış ve öğrenim süresince de başından eşarpını hiç bırak-mamış. Almanya dönüşünde Karaşi hava alanına kadar da örtüJü ula- , rak gelmiş. Dönüşte yine örtülü olarak kalmak niyetinde olduğunu ve' bunu kendisinin isteyerek yaptığını beyan etti. Şüphesiz örtÜllmeye bu kadar bağlı kalabilmek istisnai olan bir şey, çok az kişi Balıdan kendi ülkesine döndükten sonra tesettüre riayet edeıek örtülü ka!abiliyor. Elli yıl önce Haydarabat'lı kız öğrenciler İngiltere' de ünivereite öğreni-mi yaparak diplomalarını almışlardı. Dönüşlerinde hastanelerde hemşire olarak, kız liselerinde öğretmen olarak veya üniversitede kızlara aitsınıf veya bölümlerde görevaldılar. Bu ülkenin 1948 de Hindistan tarafından işgaline kadar sivil idarede tek bir kadin yer alm~ş değildi. Geçiş sarsın-tısız oldu, zira müslüman olmayan yerli halk, 'ki bunlar Hıristiyanlar, Zoraastrienneler, Brahmanistler örtünmeden rahatça sokağa çıkıyorlar-dı. Batıdan dönen bu hanımlar özel bir sınıf meydana getirdiler ve örtülü olan kız kardeşleri ile örtülü olmayanlar arasında bir köprü vazifesi gördüler. Ama rahat bir şekilde erkeklerin arasına karışamadılar. Erkek-lerin devam ettiği kulüpler kadın ziyaretçiErkek-lerine kapılarını sınırlı olarak

laçıyorlardı. Kocalarını veya babalarını ziyarete gelen erkeklere hoş

gel-diniz demiye gelmezler, aynı masada birlikte yemeğe hiç oturmazlar. Fakat hemen şunu belirteyim ve tekrar edeyim ki, örtün me büyük bir hızla müslü,man ülkelerde dahi ortadan kalkmakta ve bir prublem ol-maktan çıkmaktadır.

Kıyafet meselesine gelince; İslam dünyasında bir birlik göze çarp-mamakta, Ortaşark ve Afrika genellikle, batı modasına adapte olmakta-dır. Pa.kistan, Hind ve Gü,ney Doğu Asya ülkelerinin müslüman hanım-Jarı ise yerli kıyafetleri tercih etmektedirler Paris sokaklarında red-garenk Hintli ve Pakistanlı hanımların "sari"lerine rastlamak olağan , ü,stu bir şey sayıJmamaktadır. Bunların mi~i kıyafetlerini bırakmak is-temedikleri zannedilmektedir. Erkeklere gelince, bunlar tamamen Av-rupai kıyafetle'ri benimsemekte<Iirler. Başlıkları ise istisnai bir durum arzetmektedir. Müslüman dininde yahudilerde olduğu gibi başı açık olarak ibadet etme yasağı olmadığı için batıdaki ibadethanelere müslü-manların başları açık olarak geldikleri göze çarpmaktadır. Avrupaı

(8)

426 MONIR KOŞTAŞ

kıyafetler orta şark ve güney doğu Asyada gittikçe yaygınlaşmaktadır, fakat tarih açısından yavaş bir gelişme olmaktadır. Batı dünyasından döndükten sonra ana vatammda on dört yıl geçirdim ve bir defa olsun batılı kıyafeti üzerimde taşımadım. Yüzlerce meslekdaşım arasında,ki bunların çoi~unluğu batı üniverEitelerinden diplomalıdır, iki veya üçü mahalli kıyafeti giymiyorlardı. Orta Şark ve Afrikada durum böyle de-ğildir Bilhaı;sı> Kuzey Afrikada (Fas, Tunus, Cezayir) Avrupai kıyafet-ler tamamen yerli kıyfayetlerin yerini almıştır.

Kısa bıyık ve uzun sakal; işte Hz.Peygamber'in tavsjyesi. Binbir geee masallarında "KhaIi' al-Adhar" sa~alsız bıyıksız (tÜYfÜZ,iğdiş edil. miş) tiplere rastlanır. Bir asır önce Hindistan'da Aligarh Üniversitesinin kurucusu olan Seyit Ahmed Han'ın alimler topluluğunahitap ederkim "bayanlar haylar" diye söze başladığını anlatırIar. Halbuki toplantıda hil,- bir kadın bulunmuyormuş herkesin etrafına bakındığım görünee hatip, alaylı bir şekilde özür diIeyerek: "Beyler, bazı kişiler görüyorum ki, ne sakalları ne de bıyıkları var, Herhalde onları hanımIar ile karıştır. mış olacağım" demiştir. Hülasa, müslümanlara sakal ve bıyıklarını ke-serek traş olma alışkanlığını batı dünyasında kalmış olmak vermemiştir. Konuyu' dağıtarak vakit geçirmek istemiyorum.

Kadınlara makyajla ilgili olarak islami yönden yasakama yoktur. Zenciler bile dud~klarına ruj sürmekten kendilerini alamamaktadırlar; "görünüşü pek de hoş oImamakla beraber" Bu husus bana meşhur bota-nik ansiklopedisinin yazarı DİNA YARİ'yi hatırlattı. Diş fırçası ile ilgili olan 'Darim' bölümünde bize bin yıl öneeki doğu aleminden hahsederken burada kadınların darim denen ağ,lCın dallarından çıkarılan !iflerin du-daklara SÜl'üldüğii zaman kıp kırmızı ettiğini ve kadınların hunu kul-landıklarım zikrediyor. Daha sonra yazar, hunları kullanan kadınların ~evgilileri tarafından daha çok heğenildiklerini ifade eden hir kaç arapça heyit de zUnetmektedir.

-e) ıkametsalı ve yerleşme problemkri

Ikametah ve yerleşme meselesi üzerinde fazla durarak zamanınızı almak istemiyorum. Bu konuyu mümkün olduğu kadar kısa tutmaya

çalış~ağım. . .

İslamlın ibadetler için vücut temizliğine özel hir yer verdiği bilinen bir şeydir. BQylcee, müslümanlar tuvalet kağıdıyla yapılan taharete iti. bar etmezler ve taharederinde su kulla'wrlar. Halhuki, hatıdaki mes-kenIerde bulunan tuvaletlerde su hulunmadığı için, bu ihtiyacı gidermek mümkütı- olamamaktadır. Oteher ve özel ikametgahlarda da aynı

(9)

proh-MÜSLÜMAN'IN. DATl ALEMİ 427

lem söz konusudur Paris Üniversitesin~ öğrenci yurtlarında bazı müs-lüm~n öğrencilerin tuvaIete çıkarken beraberlerinde su dolu şiş~leri götürdüklerine şahit oldum. çoğu zaman, namaz vakti gelince bazıiarı-nın sabah ikametgahıarını terkettiklerinden beri taharetlerini su ile yapamadıkları için namaz kılaınayacaklarını özürdileyerek beyan

eden-lere rastladığım çok olmuştur .

Banyo meselesi ise, diğer önemli bir problemi teşJil etmektedir .. Fransa'da, diğer ülkelerden daha fazla olarak evlerde, otetlerde ve müs-'takil banyolar pek fazla bulunmamaktadır. çoğu zaman 'Vücut sadece lif ile silinerek temizlenmekte ve bununla iktifa edilmektedir. Halbuki .kadın ve erkek müslümanlar için boy abdesti (gusül) almak lüzumlulu-ğu vardır. Frımsa'daki büyük şehirlerde halka açık umumi banyolar bulunmakla beraber, bunlar haftanın. dört gününde açık olup üç güıı kapalıdırlar. Bu husus geçici olarak bulunan müslümanlar için büyük bir problem teşkil etmekle kalmayıp devamlı olarak orada yaşayan ve ikametgahıarında banyosu olmayanlar için de büyük bir problem teşkil etmektedir. Övmeğe değer bir hususu nakletmek isterim ki, bazı ekmekçiler ve eczanelerin haftanın aynı gününde kapanmayarak devam-lı olarak eezane ve ekmekçi bulmak mümkün olmaktadır. Halka açık olan imumİ banyolarda da aynı usul takip edilerek haftanın muayyen günlerinde banyoların hepsinin birden kapatılmaması nöbetleşerek açık banyo bulunma.sı mümkün olamaz mı? .

d) Ibadet saatleri ..

Bu noktada özellikle namaz vakitleri ve oruç meselesi üzerinde duracağım. B~tıda karşılaşılan engeller sadece şahsi olanlar değil, tabi-atm kendisi de engel teşkil etmektedir. Bu hususu üah edeyim:

Müslümanlar Ramazan 'ayının her gününde oruçlarını - gayri müslim yazarların belirttikleri gibi-güneşin doğuşundan batışma kadar değil, şafaktan güneş batıncaya kadar süren zaman içinde tutarlar. Tropikal ülkelerde, mevsimlere göre, güneş saat 16.30 ile 19.30 arasında batmaktadır; fakat kutuplara doğru çıkıldıkça yazın günler çok uza-maktadıro Kutuplarda (Kuzey ve Güney) senenin iki ekinoks günü (21 Mart, 23 Eylül; gece ile gündüzün eşit olduğu günler) hariç altı ay gündüz, altı ay gece devam etmektedir, dolayısiyle güneş alti ay bat-mamakta, altı ay da- doğmamaktadır. Hatta, kutuplardan daha aşağı-larda, 72° kuzey parelel dairesiude 9 Mayıstan 4 Ağustosa kadar 88 gan, 70° kuzey parelelinde 17 Mayıstan 27 Hazirana kadar 41 gün, 68° Kuzeyparelelinde 27 Mayıstan 17 Hazirana kadar 21 gün, 66°

(10)

428 MONİR KOŞTA$

Kuzey parelelinde 13 Hazirandan 29 Hnzirana kadar 16 gün, güneş ufukta kalarak ne gece ne de gündüz butmaktadır. Karşılaşma peri-yotlarında güneş 24 saat doğrnam .•ktadır. 66° K uzey parelelinde güneş 30 Haziranda saat 05'de doğmakta ve 23.46 da bat~akta; 2, Temmuz da 03 d;} doğmakta 23.32 de batmaktadır. Misali çoğaltmak mümkün-dür. Şüphesiz 23 saat (.ruç tutmak söz konusu değildir. Bazen daha az olmakla berahe.r bir kaç ay veya' bir kaç hafta süren: günlerde oruç tutmak söz konusu değildir. Fakat me~elc bu değildir. Kutuplarda gör-düğümüz gibi" senede sadece üç gün var; bunlardan sadece ikisi, ekinoks günleri 24 saat sürmektedir, 363 gün ise ekinokstaki kesintiler hariç bir biri arkasına devam etmemektedir. Şayet senede sadece üç gün olursa Ramazan ayı için zaman nasıl tesbit edilecektir?

Kutup rasathanelerinde Rusların müslüman teknisye~eri de istih-dam ettikleri muhtemeldir. Ne yazık ki, Fransız, Amerikan ve diğer rasathımeleri1l. de müslüman teknis}enler bulundurmadıkları ~ilinen bir husustur. 66° Kuzey paralel bölgesinde bulunan Finlandiya, Norve~' ve İsveç'te ihmal edilemeyecek sayıda muslüman t(\pluJuklan bulunmak-tadır. Finlandiya'da Tampere camiinin imamı Kur'an-ı Kerim'in ta-mamının Finee tercümesini yayımladı. Sonuç olarak belirtmek gçrekir-se, bu problem teorik olara~ üzerinde durulacak bir mesele değil, aktüel ve gerçek bir problemdir.

'Tııbü fenomenler sadece Ramazan için değil, namaz vakitleri için-de büyükgü~:lükler arzetmektedir. Güney Finyandiya'da bazen geceler sadece IS dakika kadar sürmektedi;, ,halbuki gece eda edilmesi gereken üç vakit namaz vardır: Sabah, akşam ve yatsı. Bu kuzey ülkelerinde gü-neş birçok gün, bazen ufkun üzerinde, baze'n de altında bulunmakta ve böylece hesap güçlükleri ı rzetmektedir.

İşte tabiatın arzetmiş olduğu anormal şartların ortaya çıkardığı problemler. Bunl~r ;nasıl çiizümlenecektid

Tarihin işaret ettiği gibi İslam'ın ilk yayıldığı zamanlar~an beri, sadece normal tabİlıt şartlarının hüküm sürdüğü bölgelerde değil, tropi-kal bölgelerde olduğu gibi Atlantik'den Pasifik'e kadar yayılmıştır. İs-lam iliihiyat~:ıları ve hukukçuları mufasBal bilgileri havi eserler vermiş-lerdir; fakat bu alimIerden hiç birisi, buzuJJarın hakim olduğu yerleri zi-yaret etmiş değillerdi. Pek azı da anormal iklim şartlarının hüküm sür-düğü bölgelerde yal?amışlardı. Bu fenomenleri tanımadıkları i,in de mü-nakaşasını yaparak gerekıi kaideleri işaret etmemişlerdir. Şüphesiz el-Birıinı ve diğer matematik ve astronomi alimleri bu fenomenleri

(11)

keşfe-MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMI 429

derek bunlaı;-dan bahs,etmekle birlikte namaz vakitleri ~eoruç meselesiyle direkt meşgul olmamışlardır. Altın kabiJesinin müslüman oluşundan beri Finlandiya ve Litvanya'da islamiyeti kabili"' edenler f,-okiur. Kur'-an-ı Kerim'in Litvanya diliqe yapılmış bir tercümesiaip. Arap harfleriyle yazılmış olduğunu biliycruz (el yazması 'olarak). Bu gün bizi meşgul edeubu problemleri geçen asırlarda bu müslümanların nasıl çözümledik-lerini bilemiyoruz. Fakat birinci dünya harbinden beri Finlandiya'daki müslümanların müslüman ülkelerle mün~sebetlerini yenilediklerini ve ilerIettiklerini görüyoruz. Haydarabad, Kahire ve diğer utemameclis-leri bu konuyu müzakere ederek, Kur'an-ı Kerim'dea ve hadis-i şerif. lerden konuyu <özüme 'kavuşturacak deliller bU:lmuşlardır. Onların cevapları gayet basit, mııntıki Ye ikna edicidir; fakat akıl yürütmelerin- , deki mekanizma da sizi ilgilendirebilir. Modern düşünce bakımından bu islamı düşünce enteresandır. Mehaz olarak önce Kur'an-ı Kerim'e müracaat edilmektedir (Bakara Suresi, 286) "Allah, insanları vüs'atinden fazlasıyla sorumlu tutmaz". Şu halde24 saat veya daha fazla süren zaman içinde oruç tutulamaz. D~ha sonra Ebu Davud'un Deccal haklpndaki Hz. Peygamber'in hadis-i şerifleri hatırlatılmaktadır.Bunu metin halin-de size zikrehalin-deyim: (Ebu Davud

XXXVI,

14) "Bir gün Hz.Peygamber deccalden bahsederken dedi ki: Eğer Deccal ben sizlerin arasında bulun-duğum zaman gelirse, ona karşı sizleri ben müdafaa ederim; eğer ben siz-lerin arasından ayrıldıktan sonra deccal gelirse herkes kendisini ona karşı korusun, Allah ben~ sizlerin {her şahsın) yanında bulunduracaktlr". Bu kişiler Sı1re.i Kehf'in haş kısmındaki ayeti kerimeleri okusun, böylece kendisini şiddetli iğvalardan (Deccahn) korumuş olacaktır. Ebu Davud devam ediyor: "O zaman Hz.Peygamber'e şöyle sorduk: "Deecal ne kad;r zaman dünya üzerinde kalacak?" Hi.Peygamber -ona (Ebu Da-vud'a) şöyle cevap verdiler: "kırk gün kalacaktır, fakat günlerden birisi bir yıl kadar, diğeri bir ay kadar, diğer bir günü ise bir hafta kadar, geriye kalanları içinde bulunduğumuz günlerın uzunluğu kadar olacaktır. O zaman şu soruyu sorduk: "Ey Allah'ın Resı1lü, bir yıl sürecek olan günde, beş vakit namazı ifa etmemiz bize kafi gelecekmidir?" Hz.Peygamber şöyle cevap verdi: Hayır onu "yani günü" hesapla hesap ediniz. Nihayet kırk gün sonra Meryem Oğlu İsa Şam'da Ak minarenin yanında yere inecek, Hz.İsa Deecah öldürmek için" Lydda "kapısına doğru gidecek." Bu apokaliptik "mecazlı" keramet, Hz.Peygamber'in "HaYır, onu he-sapla hes~p ediniz" diye sözünü ettiği pasajı hatırlatıyor. Diğer taraf. tan, güneşin hareketini değil, bahsi geçen olayı takip etmek gerekir. "Uzunluğu bir hafta kadar olan gün tabiri Finlandiya ve komşuları olan bölgelerdeki günlere uymaktadır. Esas problem çözümlenmemiş olarak

(12)

MÜNIR KOŞTAŞ

duruyor Zira dünyanın normal bölgeleri nerede bitiyor ve fevkalade anormal -olan bölgeleri nerede başlıyor? Önümde Haydarabad ulema meclisinin raporları duruyor. Ekvatordan kutuplara kad ••r olan mesafe 90° dir. Diğer bir ifade ilc, ekvatorun iki tarafında kalan (kuzey ve gü. neyinde)

4;5

er derecelik paraleller arasında bulunan kisım dünyanın yarısını teşkil etmekte, fak •..t söz konusu olan, dünyanın 3/4 nün mes-kun veya iskan edilmeğe müsait oluşudur. Bu 450.Kuzey paraleli Bordo

(Fr.), Bükreş, Sivastopol (Avrupa kıtası)dan, Portland ve Halifax (Ku-zey Amerika) şehirlerinin bulunduğu yerlprden geçmektedir. Güney yarım kürede ise, (45°. paralel dairesi) Güney Amerika kitasının küçük bir bölümünden ki, bunl ••rda: Şili, Arjantin, ve Gür~ey Balmacedas, bunlara ilaveten Yeni Zelanda'ya ait olan birkaç adadan geçmektedir. Şu halde norma] olan bölgelerin içine bütün Afrika kıtası, Hihdistan, Pakistan Endonczya, Avusturalya, Arap ülkeleri ve İran, bütün Çin, "İspanya, ltalya, A.B.D. v.S.... girmcktedir. Anormal şartların hükünİ

sürdüğü bölgelere ise, sadece Kanada, Fransa'da Bordo'nun kuzcyinde kalan bÖlge, Almanya, İsviçre v.s. gibi ülkelcr girmektedir. Eğcr 45°. paralel dairelerinden (kuzey ve güney) kutuplara kadar olan bölgeler anormal şartların hüküm sürdüğli yerler kabul edilecek olursa, bu böl. gelerin hiçbir islam ülkesini içine almayacağı ve Peygamber ile Sahabi. ler döneminde islamiyetin bu bölgelere kadı;ır uzanamamış olduğu mü. şahade edilecektir ve normal şartların hüküm sürdüğü yerlerde 14 asır-dan beri güneşin doğuş ve batışma göre zaman takibedilmektedir. Şu halde, 45°. paralel dairesi için hesabcdilen zaman "güneşin doğuşu ve batışı" kutuplara kadar geçerli olacaktır, yani Bordo için geçerli olan 8aat, aynı zamanda Paris, Londra, Moskova, Helsinki için geçerli olacak-" tir, fakat hurada söz konusu olan saat mahalli saattir. Şu halde, yaz mev. siminde Paris'te iftar ettiğimiz zaman güneş henüz batmamış olacaktır, kış mevsiminde ise, orucU açmak için güneşin hatması kafi gelmemekte ve biraz daha beklemek icabetmektedir, binaenaleyh, müslümanlar if. ta) etmek için bir süre daha bekleyeceklerdir.l Temmuz'da güneş Bordo'. da 19.56de Paris'te ise 19.56 da, Londra'da 20.23 te, Oslo ve Hels,inki'. de 21.25 te, batmakta; 1 Aralık'ta ise güneş Bordo'da 16.20 de, Paris'te 15.55 te, Londra'da 15.52 de, Oslo ve Helsinki'de 15.03 te batmaktadır. Oruç tutanları Bordo saati rahatsız etmeyecektir, zira orada yazın Tah. ran veHUimus'tan yarım saat fazla, Aııkara'dan ise, 17 dakika fazlı. bir zaman ge~:mektedir.

Anor;nal şartların hük~m sürdüğü yerlerde tabiatm kendisinin or. taya çıkar~ığı engeller ve güçlükler söz konusudur~ Fakat, insanın ve

(13)

m"o-MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMİ 431

dem medeniyetin ortaya çıkardığı ve müslü,manlann ibadetlerini yerine getirmelerine engelolan güçlükler de bulunmaktadır. Burada sadece işçi ve öğrencilerde,n eöz edeceğim: işçi ve öğrencilerin dinlenmeleri için öğle-den sonra sadece 12 öğle-den 14 de kadar boş zamanları bulunmaktadır 'Bu saatten sonra 18 e kadar boş zamanları bulunmamaktadır. Şu halde; ikindi namazı kılmak için boş zaman bulunmadığına göre müslüman-lar güçlük içinde kalmaktadırmüslüman-lar.

Buharive MüsÜm tarafından zikredilen bir Hadis-i Şerifte Hz. Peygamberin bu hususta bir kolaylık gösterdiği bilinmektedir. lbn-i Abbas'ın rivayetine göre Hz.Peygamber bazı zamanlarda, seyahat.in dışında, öğle ile ikindi namazlannı aynı anda eda etmekteydiler, hatta akşam ile yatsı namazıarını da birlikte kıldıkları olurdu. Şu halde, işçi ler ve öğrenciler için öğle ve ikiodi namazıarını öğle paydoslannda bir-likte kılabilmeleri içiII dinen müsaade verilmiştir.

i

Günlük ibadetler (beş vakit namaz) tek başına ve kendi ikametga-hında yerine getirilebilir, fakat cuma namazı ise tek başına edası im-kanı olmayan ancak gurup ile edli edilen bir ibadettir. Batının hemen hemen bü,yük merkezlerinin bepEinde cami bulunmaktadır, fakat diğer şehirlerde cami yoktur. Bundan başka, gitgide müslüman cemaatleri bulundukları önemli şehirlerde bir lokal kiralayarak Cum~ namazlannı oralarda kılmaktadırlar. İsviçre, Avusturya ve A1m,mya'nın birçok böl-gesinde bu gibi yerler bulunduğunu biliyoruz. İtalyan hükumetinin Ro-ma'da cami inşaa etmek için bir arsa bağışında bulunduğunu duyduk, fakat camiin inşaasının gerçekleşmesi şüphesiz hemen yarın için müm-kün değiL. Fransa'da, Paris hariç, diğer bir şehirde -FREJUS- askerler tarafından inşaa edilmiş bir cami vardı, fakat sel Metinden sonr~ halen kullanılabilir durumda değildir. Fransız ihtilalinden önce Türk Büyü-ke1~ilerinin gayretleri ile Versay'da yapılmış bir camiin bulunduğunu okumuştum. Birkaç defa aramama rağmen tanıyan veya bilen bir kim-seye rastlayamadım.

Pratik ibadete teallük eden diğe:r birnokta da mezarlık meselesidir. Psikolojik olarak bir dinin mensubu kendi di1J.inden olmayanlarla bir-likte aynı mezarlıkta defnolunmayı arzu etmez. Paris'te küçük olmakla beraber, Franko- Müslüman hastanesille bağlı Bobigny've ayn bir müs-lüman mezarlığı bulunmaktadır. Ayrıca Viljüif yakınlarındaki Thiais mezarlıgında da müslümanlar için aynlmış bir bölü,m vardır.

e) Din i Eğitim

Orijin olarak yabancı olan müslümanların Batı Aleminde ç"cukla-nnın dini eğitimleri büyük bir problem teşkil etmektedir. Söz konusu

(14)

\

,

432 MÜNIR KOŞTAŞ

.

/

olanlar; uzunca bir süre oturmak için gelenlerdir. Karısı ve çocukları ilc gelenler veya orada çocuk sahibi olmak için evlenenler içinde problem aynıdır. Çocuklar bulundukları ülkenn dilini çabuk öğrenmekteler fa-kat, bu problemi halletmeğe kafi gelmemektedir. Zira mahalli okullar çocuklar için din eğitimini küçük yaşlardan itibaren vermemektedirler.

iParis ve Londra gibi büyük merkezlerde manalli camiler pazar günleri

çocuklar için din dersleri vermektedirler. Diğer yerlerde velilerin kendi-leri bu işin içinden çıkmak zorundadırlar .

Çocukların problemleri bana devamlı olarak kalanlar için diğer önemli bir meseleyi hatırlattı: Orada büyüyen kız çocuklarına eş bulma meselesi. Müslümanbir erkek Hıristiyan veya Yahudi bir kadınla ev-lenebilir, faka.t müslii.man bir kadın ancak müslüman bir erkekle evle-nebilir. İşte burada problem çözüm bulunamadan canlılığını devam et-tirmektedir. Özel bir durum olmakla beraber, Paris'e tek başına gelen A-fganlı bir kız tanıyorum. Kendisini çok sev(m Danimarka'lı nişaıilisı evlenmezden önce Miislü,manlığı kabul etmişti. Bunun aksi de varid ol-maktadır; sevdiği erkek için İslam'dan ayrılanlar da olmaktadır. Bura-da her iki durumu Bura-da kesin şekilde belir~ecek hir rakam vermek imkan-sız olmakla heraber, Batı dünyasında doğulu hanımlarla evlenenlerin sa-yısı oldukça azdır. ~,ü,phesiz problem ihtida ederek İslam'ı kabul eden kadın ve kızlar içindir.

III. SOSYAL TEPKİLER

Birçok meselede Batı Dünyasına gelen müslümanların karşılaştık-ları hakikatlara atıfta bulundum, fakat daha da önemli olan bir noktayı detaylı olarak ele alacağım.

Hıristiyan ve Yahudi olan Batı Alemi bir tarafta, İs1fım Alemi bir tarafta olmak üzerı~ Lu iki alemin karşılıklı olarak münasebetlerinın başlangıcı

14

asır öncesine rastlar. Dini teşkilatlarının farklılığı, politik olayların ve savaşların ortaya çıkardığı peşin hükümler her iki tarafın da ızdırap çekmesine sebep olmaktadır. Yanlış anlaşılmalar olmakla beraber her iki tarafın da mutabık-olmadıkları noktalar bulunmaktadır. Bu iki alemİn sosyal kavramları birbirlerindem oldukça farklıdır. Batılı-ların Doğuya sömürgeci olarak gittikleri zaman ~u meseleleri nasıl hal-.lettikleri benim inceleme sahamın dışında kalmaktadır. Batılıların Do-ğuda yerli halk üzerinde nasıl bir intiba bırakıp gittiklerinden bahset-meyeceğim. Bundan başka 1?enim buradaki rolürn, Batılıların kendi ül-kelerinde il~amet eden komşuları hakkındaki reaksiyonları ve müşahe-delerini de belirtmek değildir. B~ problemin çeşitli yönlerinin

(15)

ayd~nla-MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMI 433

tılabilmesi için, Batılı ve Doğulu araştırıcı ilim adamlarının katılacak-lan bir kollokyumun yapılması lazımdır.

Her ha)-ü karda farklı iki kültüre sahip olan kişiler çeşitli sebeblerle bir araya geldikleri zaman samimi bir hava içinde birbirlerinin dini ve moral değerlerini tenkid etınektedirler.

Batımn bazı ülkeleri ilim, endüstri ekonomi ve askeri açİdan ileri gitmişlerdir. Geçen aSIl'da ise müslümanlar politik yenilgiye uğramışlar, aynı oranda da Avrupalıların hege~onyası altına düşmüşlcrdir. Eskiden sömürgeci olan bu beyaz ırka mensup bütün Avrupalılar üstünlüklerinin de farkındaydılar. Bu onlar için bazen büyüklük ve üstünlük olarak ken-dini' gösteriyordu. Batıya gelen müslüman kendilerinin birçok sahada özellikle, maddi alanda geri olduklarım müşahede edc'rek kabulleniyor, fakat muhatabni.ın daha ileri giderck İslama atak yapmağa başladığım, dini ve spiritüel konularda, 'moral ve ahlaki konularda kendisme haka-retamiz şekilde mua~ele edildiğini görünce bu kendisi için bir sürpriz niteliğine bürünüyol'. Müslüman biliyor ki önceleri kendi dindaşları ve vatandaşları Avrupalılardan daha ilerideydiler ve Avrupalıların bu me-safeyi fevkalade şartlarla kapattIklarımn farkındadır. Müslji.man, dün-yada hiçbir şeyin de ebedi olarak kcndisi için kaybedilmiş olamayacağı sonucuna varıyor: politik bağımsızlığım elde ettikten sonra da bu geri-liğinin gideceğini ümit ediyor. Maddi ilcrlemeye islamın mani olduğuna dair kendisine karşı ilcri sürülen suçlamamngeçerli olamayacağım, geçmişteki misalin hali .hazırda da olabileceğine dair ~1inde kuvvetli de-lilleri vardır.

Manevi yöne gelince Batı toplumunda fertlerin çoğu İslam hakkın-da fazla bir şey bilmiyor. Buna ha~ret de etmiyoruz, zira Batı ile Doğu-nun münakaşa mevzulan sadece iki veya üç noktada sımrlanmaktadır ki bunlar da: çok evlilik, köle mese~esi ve kadınların tesettür meselesidir.

Bu ezeli olan yavan meseleler üzerindc durarak kıymetli vakitleri-nizi almak istemiyorum. Müslümanların psikolojik tavır ve tutumlanna atıfta bulunmak her hal.ü karda sosyolojik açıdan uygun olacaktır. Eğer muhatabınin dini hakkında yanlış bilgılcre sahip ise, -genellikle vaziyet böyledir- meseleyi psikolojik açıdan ele almakta ve şöyle demektedir "Eğer ben iki kadınla evlcnirsem, bunu vicdanen müsterih olarak ya-panm. Sana gelince, sen bunu bendcn daha fazla ve gizli olarak yapmak-tasın vc vicdanen de müsterih değilsin." Eğer müslüman İncir'i biraz incelemiş ise, -Müslüman ülkelerde Batılı misyonerlcr tarafında~

(16)

434 MÜNİR KOŞTAŞ

mış olan okullarda okumuş oianlar için bu varittir-muhatbına karşı bir atakta buluı:Lmakta ve şöyle demektedir: İncil ve Tevrat'ta çok evliliği yasaklayan veya başka bir diini metinde buna benzer bir ayet göstere-bilirmisin ? Buna ek olarak müslüıİıan, evlilik müessesesinin tarihine de de atıfta bulun8rak Westermaek'ı misalolarak gösterip sadece Şarl-man devrinde değil.

16.

asım kadar bilhassa Almanya'da poligaminin kanuni olarak geçerli olduğunu belirtir. Kölelik meselesine de temas ede-rek bilhassa, pratikten mi;al olarak Amerika'yı göstererek, İncil'de kö- ' leliğin kaldll'llmasını tavsiye eden bir ayetin gösterilmesini istemekte-dir; buna k~rşılık, İslamın yü.eeliği ltakkında Kur'an'ı Kerim'den ve İs-lam Tarihinden misal vermektedir., Aynı zamanda tesettür için de, müs-lüman, Sen Pol'ün İncil'de yer alan hükümleri ele alarak, dini meselelerde muhatabına ortaya çıkan nahoş durumlann sebesinin kadın ve erkeklerin serbestçe bir arada bulunmahnnın sebep olduğunu ve bunu Sen P01'ulı de tasvip etmediğini bildirir.

Kendisine Batılı tarafınd.an atak yapıldığızaman müslümanın dav-ranışı ile ayııı konular hakkında Doğu'da kendi dindaşları arasında cc-' reyan eden münakaşalardaki davranışlarının farklı olduğunu özellikle belirtmek isterim.,

Yahudiler geneHikle, münakaşaya girmemektedirler, Hıristiyan ve ateistler ise, ayrı bir durum a:rzetmektedir. Hristiyanlık hakkındaki bil-giler yalnızca ikinci' elden olan müslümanın ten~dleri genellikle, Hris-tiyanlıktaki "teslis" akidesi üzerinde olmaktadır. Dini eğitimin ayrıl-mış olduğu laik eğitimde gen(: İlriristiyan umumiyede kendisi bile dinini anlamaktan uzaktır. Sonuç olarak müslüman muhatabına Teslis'in Allah'ın birliği akidesi olduğunu uygun bir şekilde izah ederek ikna ede-bilmesi mümkün değildir. Müslümanların dışındaki d~ğuluları meselenin dışında mütalaa ediyorum. Garp cemiyetinin müslüman için bir zıdlık teşkil ettiği inkar edilemez bir gerçektir: Aynı zıtlık ve farklılık dini sınıflar arasında da bulunmaktadır, mesela, rahip ve rahilieler bir sınıf, 'rahip ve rahibeolmayanlar. diğer bir sınıf. lAy nı fark kıyafederde de gö-rülmektedir, Ruhb8n sınıfına dahilolmayan sade dindaşların ibadet-leri, Pazar günleri kiliseyi kısa bir' süre ziyaret etmeğe mütealliktir. Yemek, içmek ve giyim hususunda dinen hiçbir kısıtlama yoktur. Müs-lüman kendi kendine şu şekilde sormaktadır: Hristiyanlar mı dinlerini ihmal etmektedirler, yoksa dinleri mi onları ihmal etmektedir? Dini hizmetler sadece rahip ve rahibelere has bir işmidir? Her hal-ü karda her-kes aynı sonucu çıkarmamaktadır: bazıları kendi memleket/erine döndükleri l.aman dini vecibelerini ihmal etmektedirler, bdzıları da,

(17)

i

\

MÜSLÜMAN'IN BATI ALEMİ 435

azınlıkta olmakla beraber, görülmemiş bir şekilde dini bir hüviyete" bürünmektedirler. Politika ve din birbirinden farklı olan -şeylerdir de-mek gayet kolaydır. Pratikt~ şayet Hristiyan, İslam ile Müslüman-ların davranışlarını birbirine karıştırıyorsa, Müslüman için, Hıristiyan-lık Batının sosyal hayatı aynı şeyolmaktadır ki, bu iki noktayı bir-birine karıştırmak iki gözlemci i(,inde büyük bir yanlışlık olur.

Müslüman çeşitli hususları tesbit ederek kendi memleketine avdet etmektedir. Ender olarak tamamiyle kendi eski haline dönmektedir. çoğu defa Batı Aleminden dönen müslüman aracı rolü oynayan özel bir sınıf meydana getirmektedir. Kendi vatandaşları ile Batı arasında bir köprü olmak yerine her ikisi tarafından da hor görülmektedir. Batılı kendi kültürünün yayılmasını istemekte, fakat ne gariptir,ki, Doğulunun kendi kültür ve manevi dliğerlerini muhafaza ederek kalması için ona aynı saygı ve toleransı Batılı gösiermem'ektedir. Batı kültürünün dış yönü, çaıal, kaşık, yemek takımları, elbiseler V.s. gibi .. Doğu'da yayıl-maktadır, fakat, Hristiyanlık Batıyı ziyaret eden müslümanları daha " fazla etküetememektedir. K(lmünizmin özellikle materyalizmin, ekono-mik konulardadaha etkili olduğu kanaatindeyim. İbadetleri yerine ge-tirenlerin sayısındaki azalma sadece Batı aleminden döneDJer için değil, diğerleri içinde geçerlidir, yani umumi bir gerileme söz konusudur.

ts-. lama kitlelerin dini olarak bakıldığı zaman onun ib~det hususnda, özel-likle namaz, oruç v.s., Hristiyanlıkla mukayese edilemiyecek derecede mükellefiyet yüklediğini gözden kaçırmamak gerekir.

Din hürriyetine gelince, naçiz kanaatime göre, Halifeler dönemin-den beri İslam Devletlerinde Yahudi ve Hristiyan din adamlarına ras-lanmaktadır. Günümüzde milliyetçiliğiu cazibesi ile süslenmiş olan ka-hile taassubu başlangıçtanberi insanlığın zaafından kayn~klanmaktadır, bununla beraber yine de pratikte dünya vanatdaşı olanlara nadir 01-malda beraber raslanmaktadır.

Sözümü Müslüman Dünyasının birlikten uzak olduğunu belirt-mekle tamamlatIlak isterim: çeşitli fikir akımları, bunlara karşı olan akımlar, diğer bir anlam~a, dünyanın müslüman veya müslüman ol-mayan hiçbir ülkesi bu konuda istisna teşkil etmemektedir. Olayların sayılamayacak kadar çokluğuna rağmen müşahedeler şahsi kalmakta-dır. Muhakkak olan kuvvetli fikir cereyanlarına önem vermektir, ancak bu konuda cereyanın öneminin belirtilmesi hususunda gözlemci kendi görüşleriyle gerçekleri karıştırma tehlikesi içinde bulunmaktadır.

(18)

Ka-436 MüNİR KOŞTAŞ

naatime göre, bir dinln, bir ahla~ değerler manzumesinin tatbiki her şeyden önce ahval ve şeraite bağlıdır: cemiyetin İnsanı düşünülebilen bütün imkiinlara katılmaya hazır olmakla beraber, bir cemiyetin dış görünüŞünüı belirleyen fikir ve devlet adamlandır. Dahile gelince, insan denen bu iki ayaklı canlı kendisini huzur ve rahata ulaştıracak olan ra-hat ve kolaylığı aramaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

'incelememizin I. paragrafında, önce miri arazinin menşeini araştırıp, tarifini yapmakla işe bağlıyacağız. paragrafta, miri ara­ zinin reayaya tefvizinden ve bu tefvizin

İKA MAHALLİ İLE İLGİLİ BAZI ÖZEL HALLER Haksız fiillerden doğan borçlar alanında halen önemli bir yer işgal eden ika mahalli kavramından, ekseriyet tarafından kabul edi­

Fakat gene yukarıdaki misâlde olduğu gibi, bizim fırtına sesi üzerine kalkıp kapıyı kapamamız veya temiz hava almak düşüncesiyle kapıyı daha da fazla açmamız, belli

Burada göze çarpan bir yandan kültürün parçalanması (zira etnologlar her grubun kendine ait kültürü olduğunu ortaya koy­ muşlardır), diğer yandan, bu yeni, kütlelere

kambiyo istikrar fonu»dur. Ulusal para makamları kısmen kendi ulusal paralan, kısmen de altın ve diğer yabancı paralardan mey­ dana gelen bir fon oluşturur. Kendi

Hamilin ihbar mükellefiyetini yerine getirmemesi müracaat hakkını haleldar etmez (T.T.K. Kanunname-i Ticaret geniş anla­ mında protesto mefhumunun tesiri altında kalarak

Bunun haricinde bir gayrimenkulun hasara uğramasından mütevellit dâvalar (BGB §§ 823. 2, 989, 1005, 1134) ile yine bir gayrimenku­ lun istimlâk edilmesi dolayısıyla

Zaman aşımını ikmal eden kimse, haksız olarak tasarruf ettiğini kabul ettiği zaman; onun ikrarı, zaman aşımı süresince devam etmiş olan zilyetliğin bütün.. (8)