• Sonuç bulunamadı

Başlık: İLK FIKHİ İSLAM MEZHEPLERİNİN KAYNAKLARIYazar(lar):HASAN, Ahmad;çev. EROĞLU, SelahaddinCilt: 29 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000634 Yayın Tarihi: 1987 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: İLK FIKHİ İSLAM MEZHEPLERİNİN KAYNAKLARIYazar(lar):HASAN, Ahmad;çev. EROĞLU, SelahaddinCilt: 29 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000634 Yayın Tarihi: 1987 PDF"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İLK FIKHİ İSLAM MEZHEPLERİNİN KA YNAKLARl'"

Ahmad HASAN Tercüme: Y. Doç. Dr. Selahaddin EROGLV

Mezheplerin Teşekkülünden Önceki Durum

Hz. Peygamber'in devrinde İslam Hukuku gibi bir ilim YOktu. Hz. Peygamber, mükelleflerin fiilleri ile ilgili hükümleri, daha sonraki hukuk nazariyesinde ortaya konulduğu gibi vaeib, mendub, haram, mekruh ve mübah şeklinde tasnif etmemişti. Fiillerin hu tasnifi, Kur'an'ın farklı ayet ve surelerini, Hz. Peygamber'in muhtelif hadislerini, Sahabilerin ve ilk devir Müslümanlarının tatbikatım inceleyen fakilılerin kendi ça-lışmalarının mahsUlüdürI. Fakihlere göre her fiil bu beş kategoriden birisine dahil olmalıdır. Ancak Hz. Peygamber devrindeki Sahabilerin görüşü böyle değildi. Onlar için yegane ,ideal' Hz. Peygamber'in dav-ramşları idi. Onlar, abdesti, namazı, haccı vb., Hz. Peygamber'in fiil-lerini yine O'nun talimatı doğrultusunda dikkatle müşahede etmek suretiyle öğrenmişlerdir. Fakat, onlar fiillerin hangi kısımlarının er-kan'ı ve hangilerinin adab'ı oluşturduklarını aksettirmemişlerdir. Za-man zaZa-man, bir hükme varması için meseleler Hz. Peygamber'in önüne getirilmiştir. Hz. Peygamber'in verdiği hükümlerde O'nun etrafındaki kimseler, hukukun muayyen noktaları hakkında O'na sırf nazari maksat-larla sorular yöneltmemişler; benzer durumlarda benzer hükümlere varabilmek için O'nun hükümlerini bir model 'olarak almışlardır.

Kur'an'dan öğrendiğimiz gibi, şüphesiz Sahabiler Hz. Peygaınber'e arasıra bazı ciddi mes'elelerle ilgili sualler sormuşlar2, Hz. Peygamber

de onlara uygun cevaplar vermiştir. O'nun sağlığında halk, gereksiz felsefi müzakerelere veya kaidelerin teferruata dair inceliklerine pek alaka göstermiyordu. Kur'an'dan anlaşıldığına göre Sahabiler Hz. Pey-• Hasan'Ahmad, "Origins of the Early Schools of Law", İslaınic Studies, 1970, C. iX. ss. 255-269.

1 Prof. Sclıaclıt'a göre el.Ahkumü'I.Hamse, daha sonraki fakiWer tarafından Stoa (Re-vakiye) felsefesinden alınmıştır. Bak., Schaclıt, An Introduetion to IslaOOc Law, Oxford, 1964, s. 20. Bu doğru olabilir; fakat bir şeyin aymsının yabancı bir kültürde var olması, fikri tesirin dışandan olduğu kesin olarak ispat edilmedikçe, onun yabancı kaynaklı olmasını gerektirmez.

(2)

AIUIAD HASAK. SEI ..AHADDİ:\' EROGLV

gamher'e genelde çok az sual sornıuşlardır. Bir defasında hazı kimselerin O'na lüzumsuz sualler yöneltmeleri üzerine, Kur'an Sahabilerin hu tür davranı~lardan sakınmalarını emretmiştir3• Neticede Sünnet, icra! karakterde daha çok genel hir talimat olarak kalmış ve ilk Müslümanlar tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Hz. Peygamber'in sağlı-ğında hile halk bir çok mes'eleIerin teferruatını bilmiyordu4• Şüphesiz Hz. Peygamber muayyen kaideler vaz' etmişt1r; fakat fakihler onları daha teferruatlı bir şekilde ortaya koyınuşlardır. Hz. Peygamber tara-fından kesin bir şekilde ortaya konan kanunlara, yorumvasıtasıyla yapılan bu ilavelerin sebehi, "O'nun kendisinin, emirlerine muayyen bir esneklik kazandırmış ı)lmasıdır. O, birçok şeyi, mevcut duruma göre karar verilmek üzere İslam toplumunun tasarruf ve takdirine bırakmıştır.

İslam'ın ilk yıllarında hukuk, daha sonraki devirlerde görüleceği üzere müsamahasız ve harfi harfine uygulanır bir 'karakterde değildi. Birçok mes'elelerle ilgili farklı vebatta birbirine zıd hukuk kaidelerine, karşılıklı müzakere temeline dayalı olarak müsamaha gösterilebiliyordu. Bu husus, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Sahabilerin ihtilafından Ye ilk kanun koyucularİn (early legists) tatbikatından açıkça anlaşıl-maktadır. Hatta, Hz. Peygamber'in genel karakterli talimat vermek suretiyle veya aym durumla ilgili biri diğerinden ayrı iki fiili de sahih kabul ederek, farklı görüşler için geniş hir saha sağlamış olduğu anlaşıl-maktadır. O devir, gelecek nesiller için örnek alınacak bir modelin geliş-me devri olduğundan Hz. Peygamber, farklı durumlarda insan düşün-ccsinin kullanılmasını vc ortak duygu ve düşünce imkanlanm sağlamayı hedef almıştır. Eğer Hz. Peygamber, her mes'cle için dcğişmeyen bir takım katı kaideler koymuş olsaydı - ki, bu İslam düşmanlarıyla uğraş-mak gibi acil prohlemler muvacehesinde onun için mümkün dcğildi -, sonraki ncsiller, akıl yürütmeden ve zamanın acil ihtiyaçlarına göre ka-p,unlar geliştirmekten ro.ahrum lmakılmış olurl;rdı. Binaenaleyh, Hz. Peygamher'in zamanında iki kişinin, bir ve aynı durumda, farklı yollar takip etmeleri mümkün idi. Bu görüşümüzü açıklamak için bir misal verebiliriz: Benlı Kureyza Muharebesi münasebetiyle Hz. Peygamber hazı Sahahilerini düşman bölgcsine gönderdi ve onlara, ikindi namazıarını gönderildikleri yere vardıkları zaman eda etmelerini söyledi. Fakat her nas~sa onlar henüz yolda iken namaz vakti geldi. Bunun üzerine bazı

3' Kuraıı. 5: 101.

4 Ebu Yuslif, Ömer'in dahi bir takım meseleleri Hz. Peygamber'den teferruatı ile öğren. mediğini gösteren bir kaç misal zikretmektedir. Böylece onun halk ile istişarede bulundu~ nak-ledilmektedir. Bak., Kitabu'l.Harôc, Kahire, 1302, ss. 13-20, 25, 106.

(3)

İLK FIKHİ tSLA~J IIIEZHEPLEUL\tN KA'{:-AKLARI 315

Sahabiler nama.,;larını, Hz. Peygamber'in onu te'hir etmeği kasd etme-diğini öne sürerek yolda iken eda ettiler; diğerleri ise, H.,;. Peygamber'in emrini zahiri manasıyla alar~k akşam üstü hedeflerine vardıkları zaman namazıarını kıldılar. Olay kendisine bildirildiğinde Hz. Peygamber sü-kut etti. Sahabiler bunun her iki grubun yaptıklarının sükut yoluyla kabulü m.anasına geldiğine hükmettiler5• Eğer gruplardan birisinin yap-tığı hatIl olarak telakki edilmiş olsaydı, Hz. Peygam~er'in bunu belirt-miş olması ve onun doğrusunu söylemiş olması gerekirdi.

Yukarıdaki misal, Hz. Peygamber'in bir h~üküm koyarken, fiillerin hizatihı şekilleri yerine ası olarak onların değer ve ruhunu nazar-ı iti-hara aldığını göstermektedir. Bu durumda önemli görünen husus ilahi emirlere itaat idi. Her ik; grubun da Allah'a olan bağlılıklarını ortaya koydukları görülmektedir. Bir grup Hz. Peygamber'in emrini harfiyyen, zahiri manası ilealarak ikindi namazını akşamüstü kılarken bir diğeri de o em re mana ve ruh olarak itaat etmiştir. Bir emirden, onun yalnızca lafzının taşıdığı mana kastedilmediğini, nazar-ı .itibare alınması gere-kenin, Allah'a ve Peygaınber'e bağlılığı oluştman niyet ilc emirlerin altında yatan gerçek mana ve ruh olduğunu belirtmek önemli bir husus-tur. Bu da, tefsir ve yorumlama esasına dayalı olarak halkın, itaat şekil-lerinde farklı görüşlerde olabileceklerine işaret et.mektedir. Böylece fakihler arasında hukuk sahasında farklı gürüşler ortaya çıkmıştır.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra Sahabiler, İslam dünyası'nın muhtelif yerlerine dağıldılar. Onların bir çoğu fikri ve dini liderlik me,i-kilerini işgal etmeğe başladılar. Bulundukları bölgelerde yaşayan halk, çeşitli mes'eleler hakkındak~ hükümler için onlara başvuruyordu. Onlar da hükümlerini, bazen Hz. Peygamber'den üğrendiklerine ve O'nun emirlerinden hafızalarında kalanlarına göre, bazen de Kur'an ve Sün-net'ten anladıklarına göre vermi~lerdir. Sahabiler çok kere, Hz. Peygam-ber'in bir hükme varmasına yol açan şer'i değer'e bakmak suretiyle hir görüş ortaya koym.uşlardır. Mesela 1bn Mes'fıd'a, kocası mehir miktarını tayin etmeden ve evliliği zifana tamamlamadan ölen hir kadının mehir almağa hak kazarnp kazarnnadığının sorulduğu rivayet edilmiştir. İbn Mes'ud önce bu konuda Hz. Peygaınber'den herhangibirşey işitmediğini söylemiş, fakat kendisinden bu konuda bir fikir yürütmesi istendiğinde o, söz konusu kadının kendi sosyal mevkiindeki bir kadının bekleyebileceği hir. miktara mehir ol~rak hak kazandığını söylemiştir. Bundan .ha~ka.

5 İbn Sa'd, et-Tabakatü'I-Kiibru, neyrut, 1957, e.II.,5.76. İbn Hazuı, bıı nokı,,-i nazarı destekleyen bir kııç misiil ziktetmiştir. Bak., İbn Hazin, el-İhkum fi. U.flli'I-Ahkôm, Kahire, 1947, e. V, s. 72. vd.

(4)

316 AHMAD lIASAX - SELAHADDiN EROGLU

İbn Mes'tid kadının, kocasının terikesinden tam payını alabileceğini ve kadın için bir bekleme süresi (iddet) olacağını da öne sürmüştür. Ma'kıl b. Sinan (ö. 63/683)'ın bu konuda İhn Mes'ı1d'un görüşünü desteklediği ve Hz. Peygamher'in buna benzer bir hüküm verdiğini söylediği rivayet edilmiştir6. Ancak, İbn Ömer (ö. 73/692) ve Zeyd h. Sabit (ö. 45/665)'in buna benzer bir mes'ele hakkında farklı bir hükme vardıkları haber veril-mektedir. Bu ikisinI( göre böyle bir kadın hiçbir şekilde mehir alamaz, fakat sadece terikeden payını alabilir. Iraklı fakihler, İhn Mes'ı1d'un görüşüne tabi olarak İbn Ömer ve Zeyd b. Sabit'in görüşünü reddeder-ler? Bu tercihin sebebi, ilk görüşün Hz. Peygamber'e atfedilmesinden; diğerinin ise O'na atfedilmemesinden olabilir. Görüşlerin her birisinin hadisIere dayandığı düşünülürse, hirbirine zıd bu iki görüşten hiç birisi, genel bir kaide olarak, Hz. Peygamber'e kadar ulaşamaz. Çünkü, evlilik gibi önemli hir ictimaİ müessese hakkında Hz. Peygamber'den sarih bir hüküm sadır ol~.uş olsaydı, bir birine zıd yönde gelişen böylesi farklı görüşler nasılortaya çıkardı. Bundan ba.şka, sadece Iraklıların görüşü-nün Hz. Peygamber'den nakledilen bir hadise dayandığı düşünülürse, bu defe, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve hatta İbn Mes'ıld gibi önde gelen Sahabilerin özellikle, münakaşa konusu olan husus evlilik gibi çok önemli bir sahada olduğu zaman, bu hadisten baberdar olmamaları onun sıhhatini son derece şüphcli kılar. Böylesine mühim bir mes'elede Hz. Peygamber'in hükmünün, sadece bir veya iki sabablnin bileceği kadar özcl ve münferid olarak kalacağına inanmak güçtür. Binaenale)'h bu tür messelclere mesela; söz konusu hadis, diğer sahaLilere ulaşmamış olabilir şeklinde verilen yaygın cevap şeklini kabul etmek mümkün değildir.

Bazı hadislerin delil olarak öne sürüldükleri, fakat onların Kur'an ayetlerine aykırı bulunmasından dola)'ı reddedildi ği haller olmuştur. Mesela, Fatıma bint Kays'ın durumunu ele ••lalım. Fatıma bint Kays'ın II. Halife Ömer'in huzurunda kendisinin kocası tarafındantalak-ı seliise ile boşandığı fakat iddeti sırasında evde tutulması için Hz. Peygamber'in bir şey yapmadığı gibi, nafaka içinde bir şey takdir etmediği şeklinde şahadette btilu~duğu rivayet edilmiştir. Ömer, doğru mu yoksa yalan mı söylediği hakkında karar veremediği bir kadının rivayeti uğruna Al-lah'ın kitabını terkedemiyeceğini söyleyerek bu hadise itibar etmemiş-tir8. Burada enteresan olan husus Ömer'in bu sözlerinin sadece Iraklı

6 Ebu Yusuf, Kitabü'l.Asar, Kahire, 1355, s. 132. 7 eş.Şeyballi, el-Muvatta', Deoband, t.y., ss. 249-50.

8 Ebu Yusuf, Kitabü'l.Asar, zikrediidi., s. 132. Ömer'e güre Fatıma hint Kays'ın rivayet ettiği. hadis, Kur'an'w 65: 6. ayetine muhalif olabilir.

(5)

İLK FIKHl İSLAM MEZHEPLER1?'<11N KAYNAKLARI 317 fakiWer tarafından bilinmesi ve yalnızca Ebu Yusuf tarafından rivayet

edilmiş olmasıdır. Böylece Malik ve Şafii (bain bir talak ile) boşanmış kadına, iddeti sırasında nafaklı. verilmeyeceğini ifade eden bu hadise tabi olm.uşlardır. Onlar, boşannüş kadınlara nafaka verilmesi hükmünü ihtiva eden Talak Suresi'nin altıncı ayetini sadece hamile kadınlar le-hine te'vil etmektedirler9•

Kur'an'ın tefsiri de Sahabiler arasında görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Kur'an hükümlerinin hakkında sessiz kaldığı veya muğlak bıraktığı hususlar açıklığa kavuşturulmalıydı. Neticede bu ayetler bazen Hz. Peygamber'den nakledilen hadislerin ışığı altında, bazen de İslam hukukçularının görüşlerine dayalı olarak te'vil ediliyordu. Bundan baş-ka hadislerin kendileri muhtelif olduğundan, görüş ayrılıklarının bulun-ması da tabii olacaktı. Şafi'i bu konuda bir takım misaller zikretmekte-diriD. Kur'an'ın bir ayetinde şöyle buyrulur: "Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç ay başı hali beklerler (kuru')"ll Bu ayetteki kuru' keli-mesi açık değildir (müşkil). Bu kelime kadınların adet görmelerini (hayz) ve temizlik hallerini (tuhr) ifade etmektedir. Binaenaleyh ,Ömer Ali, İbn Mes'lid ve Ebli Mlisa el-Eş'ari'nin kur' kelimesini hayız hal~ manasına aldıkları rivayet edilmektedir. Sa'id b. el-Müseyyib, Ata' ve Tabilin'dan bir grub ile bir takım fakiWer;n de bu görüşte oldukları söy-lenmektedir. Öte yandan ..Aişe,Zeyd b. Sabit ve İbn Ömer'in kur' keli-mesini, hayz halleri arasındaki temizlik halleri (tuhr) manasına aldıkları rivayet edilmektedir. Bu iki görüş arasındaki farklılığın neticesi olarak, birinci görüşe göre kadının bekleme süresi (iddet) üçüncü hayız halinin başlamasıyla son bulmaktadır. Ayın şekilde, Sahabilel'in Talak, 6 ve Bakal'a, 22612 ayetlerinin tefsirinde ihtilafa düştükleri rivayet

edilmek-tedir. Esasen, fakihler arasındaki görüş farklılıkları Kur'an ayetlerini tefsir etmede Sahabilel'in kendi aralarındaki ihtilaflarından kaynaklan-maktadır.

Ayın durum hadisler için de söz konusudur. Hadisler hakkındaki ihtilaf bir takım faktörlerden kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber'den bazen birbirine zıd iki hadis rivayet edilmiştir. Bazı Sahabiler bunlardan birine bazıları da diğerine tabi olmuşlardır. Riba hakkındaki hadisler birbirine zıd hadisler için en uygun misali teşkil ederler. İbn Abbas, Üsame b. Zeyd'den Hz. Peygamber'in, ödünç vermenin dışında bir riba 9 Malik, eI.Muvatta', Kahire, 1951, c. II., 8. 581; Şafi'ı, Kitahü'ı.üının, Kahire 1322, c. V, 8. 219.

10 Şafii, zikrediidi, c. VII, 8.245. II Kur'an, 2: 228.

(6)

318 AHMAD HASA;\ - SELAHADDlN EROtiLU

yoktur dediğini nakletmiş; öte yandan, Ubiide h. es-Samit, Ebu Said el-Hudri, Osman b. Affün Ye Ebu Hüreyre, elden ele değişilmesi teamüI haline gelen altı çeşit ticari maldaki riba ile ilgili meşhur hadisi rivayet etmişlerdir. İbn Abbas'a tabi olanlar ile Mekkeli fakihlerin birinci görüşe tabi oldukları rivayet edilmektedir. Bu görüşe göre, bir dirheme karşı iki ve bir dinara karşı iki dinarın mübadelesinde hiçbir heis yoktur. İbn Mes'ud'un da bir dirhemin iki dirhemle mübadelesinde hiç hir beis görmediği rivayet edilmektedir; ancak, aynı riyayette kendisinin böyle _ hir şey yapmadığı da zikredilrnektedir. Şafi'i, bu tenakuzu tevil yoluyla uzlaştırmaya çalışarak çoğunluğun görüşüne tahi olmağa çalışmakta-dırB. Esasen, bu tür şaz görüşler Hz. Peygamber'in vefatından sonraki ilk nesilden beri daima var olmuş, fakat bunlar icma'a dayanılarak nazar-ı itibara alınmamış ve zamanla kaybolmağa yüz tutmuştur.

Bazen bir Sahabi, hakkında hadis bulunduğunu bilmediği bir me-seledc kendi görüşüne giire hüküm veriyordu; daha sonra o konuda bir hadis olduğunu öğrenince de bu ictihadından vaz geçiyordu. Şafi'i, Öm.er'-in kendi görüşlerinden vaz geçtiği hallere dair çeşitli misaller zikret-miştirl4.

ilgili hadisin mevcut olduğu fakat onu rivayet edenin kendisinin, onun gerçek mahiyetini kavrayamadığı haller de olmuştur. İbn Ömer'in, yakınlarının ağıtlarından dolayı ölen kimsenin azah gördüğü şeklinde Hz. Peygamber'den bir hadis rivayet ettiği nakledilrnektedir. Bu hadis Aişe'ye ulaştığında o, "İbn Öıuer belki yanlış anlamış veya hadisin ilgili bir kısmını unutmuş olabilir" diyerek reddetmiş ve "aslında Hz. Peygam-ber bir keresinde, ölen bir Yahudi kadının yakınlarının ağladıklarını duymuş ve bu konuda 0, 'yakınları onun ölümüne ağlıyorken müteveffa kabirde cezalandırılmaktadır'ls diye ilave etmiştir. Daha sonraki eser-ler buna Aişe'nin, İbn Ömer tarafından rivayet edilen hadisin "kimse başkasının yükünü taşımaı"16 şeklindeki Kur'iin ayetine aykırı olduğunu söylediğini de ilave etmiştir.

Kur'an'ın bir ayetinin muayyen bir hadisle nıütenakız olması, Sahabiler arasında 'görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Kur'iin'a aykırı ol-duğundan dolayı Öm.er'in Fatıma hint Kays'ın rivayet ettiği hadisi na-sıl reddettiğini yukarıda göstermiştik.

13 Şafi'" lhtiıarü'I.Hadis, (Kitabiil'-tmm'ün Iıamişinde), Kahire, 1322. e. Yıl., ss. 241-43; Kitabü'ı-Umm, c. YIl, s. 163. Bak. Şafii, er-Risnle, Kalıire, 1321, s. 40.

14 Şafi'i, tlıtilafu'I.Harlis, zikrediı,!i, s. 140.

15 lIHılik, zikrediidi, c. I, 123-ı. Bak. Şafii, lhtilafu'I.Hadi., zikredildi, ss. 266-67. 16 Kıır'an, 6: 164.

(7)

İLK FIKHİİsLAM .MEZHEPLERıNİ~ KAYNAKLARI 319

Ancak, Sahabiler, vardıkları hükümleri Kur'an ve Sünnet'e da-yandırmak için ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Onlar, vardık-ları hükümlerin ve şahsi ictihadlarının Hz. Peygamber'inkilerine müm-kün mertebe yakın olması için büyük titizlik göstermişlerdir. Farklılık-lara rağmen. onlar, hiçbir şekilde Kur'an ve Sünnet'in ruhundan sap-mamışlardır.

Tabiller, Sahabilerin ifade ettiklerine göre tavır almışlardır. Onlar, Hz. Peygamber'in hadislerinden ve Sahabilerin görüşlerinden ezberle-ye bildiklerini muhafaza etmişlerdir. Bundan başka, bu safhada Saha-bilel'in birbirine zıd olan görüşlerini uzlaştuma çabalarında bulunul-. muştur; bununla. beraber, Tabiiler iki şekilde ictihad etmişlerdir. Birin-cisi, onlar bir Sahabinin görüşlerini bir diğerininkine; hatta, bazen bir Tabii'nin görüşlerini bir Sahabininkilerine tercih etm.ekten çekinme-mişlerdir. İkincisi, Tabiiler herhangi bir konuda kendileri ilk defa fikir yürütm.üşlerdir. Aslında İsHim hukukunun gerçek manada teşekkülü aşağı yukarı profesyonel bir tarzda Tabiilerle başlamaktadır!? Netice itibariyle, hukuki konulardaki pek de az sayılamıyacak ihtilaflar, mahal-li Ye bölgesel faktörlerden doğmuştur.

Hz. Peygamber'den sonraki ikinci nesil yani Tabiiler zamanında, İsliim dünyası'nda müstakil hukuki faaliyetlerin cereyan ettiği üç coğ-rafi bölge ortaya çıkmıştır. Bunlar Irak, Hicaz ve Suriye'dir. Irak, ayrıca Basra ve KUfe olmak üzere iki ekole sahiptir. Biz, Basra'dakine kıyasla KUfe'deki hukuki düşüncenin gelişmesi hakkında daha çok bil. giye sahip bulunmaktayız. Ayın şekilde, Hicaz'da da hukuki faaliyetlerin yürütüldüğü meşhur iki merkez vardır; bunlar Mekke Ye Medine'dir. 17 Bununla biz, İslam hukukunun Hz. Peygamber ve Sahabiler devrinde henuz .istemli bir hale getirilmediğini kastediyoruz. İsliim hukuku, Tabiiler devrinden itibaren teşekkül etmeğe başlamış ve müstakil bir araştırma alam haline gelmiştir. Prof. Sehaeht gibi batılı müeııifler, İsliim hukukunun farklı şekilde hir gelişme gösterdiğini öne sürmektedirler. Onlara göre son devir Emevilerinin popüler ve idari tatbikatı İslam hukukuna dönüştürülmüştür. (Bak., Majid Khııd. duli, Lııw in the Middle Eııst, Washington 1955, s. 40, Joseph Sehaeht "Pre-islamie baekground and Early Development of Jurisprudence"). Müsteşrikler, Müslümanlann, Kur'an ile Hz. Pey-gıımber ve Sahabilerin bıraktıkııın bir evveliyata sahip oldukııın gerçeğini görmezlikten gel rnektedider. Dııhıı önee karşılaşılmıımış veyıı hakkında açık hükümler bulunmayan hmuslıırda fııkiWer kendi ietihadlarıyla.Iıüküın vermişlerdir; ancak bu da Kur'an'ın talimatı ile Hz. Peygam-ber'in sünnetinin .rnh ve manasına aykırı değildi. İlk devir Müslümanlan tarafından ortaya

Çl-kanlmış ve uygulanmış, fakııt henüz taın manasıyla değerlendirilmemiş bulunan bütün bu bilgi-ler sistematik hukuk haline getirilrnişti~. Şüphesiz, muayyen bir takım popübilgi-ler gelenekbilgi-ler hukuka nüfUz etmiştir; fııkat bunlar, İslam'ııı temel prensiplerinden sapmamıştır. İslam hukukunun tamamen Emevilerin popüler tatbikatına dayalı olduğunu ve onun Kur'iin ve Hz. Peygamber'in sünnetinden kaynaklıınmadıi:,'1 şeklindeki görüş, gerçeklere aykırı müdafaa edilemez bir görüştür.

(8)

320 AHMAD HASAl'\ - SELAHADDİN EROGLU

Bu ikisinden Medine daha önemli olup hukukun gelişmesinde Hicaz'ın temsilcisi durumuna gelmiştir. Suriye ekolü, ilk devir kaynaklarında fazla zikredilmemektedir: ancak, bu ekolün hukuki temayülünü Ebu Yusuf'un eserleri vasıtasıyla sıhhatli bir şekilde öğrenmekteyiz. Kendine has bir ekol geliştirmemiş olan Mısır'ı ilk hukuk ekollerine dahil ederni-yoruz. Mısır'da bir kısmı Irak bir kısmı da Medine görüşlerine tabi olan fakihler vardır18• el-Leys b. Sa'd'ın (ö.

175/791)

Mısır hukuk çevrelerinde ön sırada olduğu göze çarpmaktadır. Onun, Malik ilc birtakım görüş a)'Tılıkları olmuştur. el-Leys b. Sa'd'in Malik'e yazmış olduğu bir ri-sale, eğer sahih isel9, onun hukuk sahasındaki keskin zekasını ve müs-takil düşüncesini göstermektedir.

Her önemli şehir, o bölgede hukuk düşünees;nin gelişmesine katkı-da bulunan otoritelere sahiptir. Aşağıda zikredilen şahısların muhtelif bölgelerin tanınmış ilk fakihleri olduğu rivayet edilmektedir:

Mekke: Ata'b. Ebi Rebah (ö.

114/732),

Amr b. Dinar (ö.

126/743)

Medine Sa'id b. el-Müseyyib (ö.

94/712)

Urve b. ez-Zübeyr (ö.

94/712)

Ebu Bekr b. Ahdirrahman (ö.

94/712)

Ubeyduııah b. Abdillah (ö.

98/716)

Harice b. Zeyd (ö.

99/717)

Süleyman b. Yesar (ö.

107/725)

Kasım b. Muhammed (ö.

107/725)20

18 eş-Şeybani, Irak, Suriye v" Medine olmak üzere sadece üç ekolden söz etmektedir. Bu, hukuk düşüncesinde Mısır'ın müstakil bir yeri olmadığım göstermektedir. Bak. eş-Şeylıarn, es.Siyeru'I-Kebir (Serahsi'nin şerhi ile birlikte), Kalıire, 1957, e. I, s. 230.

19 Leys b. Sn'd'ın Mülik'e yazdığı risale, İbn Kayyim (ö. 751/1350)'in I'Iamü'I-Muvnk-kı'in ndlı eserinde rivayet edilmiştir. Ancak İbn Kayyim'in yaşadığı devir çok sonra olduğundan ve bu risaleye ilk kaynaklann herhangi birisinde rastlanmadığından biz onu nazar-ı itibare al. madık. Ahmad Hasan'ın sözünü eı:tiği bu mektup Dr. Mulıammed Yilsuf Musa'nın Tarihu'l-Fıkhi'I.İslümi, (Kahire, 1958) adlı. eserinin 202-225 sayfalannda da ele alınmış ve bu bölüm Prof. Dr. Abdulkadir Şener tarafından dilimize çevrilmiştir. (Bak. "İmam Malik ile Leys b. Sa'd Ara-sındaki İhtilaf ve Yazışma", A.t!. tlahiyat Fakültesi Dergisi, 1968, C. XVI, ss. 131-154). (Çe-virenin notu).

20 "Medine'nin yerli fakibi" tabirine ilk İsı üm hukuku kaynaklannda rastlanınamaktadır. İbn Sa'd (ö. 230/844), onlann bazılanın bir arada zikretmekte fakat bu tabiri kullanmamakta-dır. (İbn Sa'd, zikrediidi., e. V, s. 334). İbn Nedim, (ö. 385/995), tbn Ebi'z-Zinad (il. 174/790)'ın

LI ...; 1..,..ob-\L..J ~.ul

J..-\ ,:;•

.:ıl..~)\

'ı..w

l <st yt5 i)

isiınlibir kitabını zikretmektedir. (el-Fihrist, Kahire, 1348, s. 315). bu söz konusu tabiriıı hieri ikinci yüzyılın ortalannda bilindiğini göstermektedir. Prof. Sehaeht bu kitabın ismini İbn Ne-dim'in kendisinin koyduğunu kabul etmektedir.. O, bu iddiasında haklı olabilir: ne var ki her

(9)

İLK FIKHİ İSLAM MEZHEPLERİNİ1\ KAYNAKLARI 321

Bunlar, genellikle "Medine'nin yedi fakihi" listesine dahil

edilmiş-. lerdiredilmiş-. Bundan başka diğer tanınmış isimedilmiş-.ler de vardır:

Salim b. Abdillah b. Ömer (Ö. 106/724)

İbn

Şihab ez-Zühri (Ö. 124/741)

Rabi':ı, b. Ebi Abdinahman

(Ö. 136/753)

Yahya h. Sa'id (Ö. 143/760).

Malik (Ö. 179/795) ve onun muasırı olan fakiWer, Medine

ekolü-nün son temsileiIeridirler.

Basra

MüsIim. h. Yesiir (Ö. 108/726)

Hasan b. Ycsar (Ö. HO/728)

Muhammed h. Sirin (Ö. HO /728)

KMe

Alkame b. Kays (Ö. 62/681)

Mesrfık b. el-Ecda' (Ö. 63/682)

cl.Esved

b. Yezid (Ö. 75/694)

Şureyh h. Haris (Ö. 78/697)

Bunlar Abdullah b. Mes'fıd'un tanınmış arkadaşlarıdırlar.

İbrahim en-Neha'i (Ö. 96/714)

cş-Şa'bi (Ö. 103/721)

Hanunad b. Ebi Süleyman (Ö. 120/738)

Ebfı Hanife ve öğrencileri

Suriye

Kabisa b. Züveyb (Ö.I01/719)

Mekhfıl (Ö. 113/731)

şeyden önce bu kitabın isminin İbn Ebi'z.Zinad değil de İbn Nedim'in olduğu keyfiyeti yalınzea bir tahminden ibarettir. İkinci olarak kitabın başlığı daha sonraki bir devre ait olsa bile, şüphe-siz önemli olan nokta, hierı ikinci yüzyılın ortalarına doğru Medine'nin yedi fakihinin hukuld görüşlerini ihtiva eden bir kitabın yazılnnş olmasıdır. İbn Ebi'z.Zinad, Medine'nin yedi fakibinin görüşlerini tesbit etmeyi önemli bir vazife olarak teıakkı etmiş olduğunu açıkça göstermektedir. Bunu böylece belirtikten sonra, söz konusu tabir nisbeten önemsiz hale gelmektedir.

(10)

322 AHMAD HASAN - SELAHADDtN EROGLU

el-Evza'i (Ö. 157/774), Suriye ekolünün önde gelen faküılerinin sonuncusudurı! .

Farklı bölgelerin bu fakihleri vardıkları hükümlerini ve fetvalarını o bölgelerde yaşamış olan SahabileI'in görüşlerine ve hükümlerine da-yandırmışlardır. Medine fakihleri, hukuk bilgilerini Ömer, Aişe ve İbn Ömer'in görüşlerini bildiren haberlerden almışlardır. KMeli fakihler hukuki görüşlerini İbn Mes'fid ve Ali'nin görüş ve fetvalarından almış-lardır. Bu, onların genel temayülü idi; yoksa bu ekolleI'in her biri kendi hukuki görüşlerinin te'kidi için diğer bir takım Sahabilerin görüşlerinden de faydalannuşlardır.

Bu ilim merkezlerini Şafi'{ eserlerinde zikretmektedir. O, Müslü-manların her şehrinin bir ilim merkezi olduğunu ve halkın kendi şehir-lerinde yaşamış olan ilk İslam hukukçularının görüşlerine, birçok haller-de tabi olduklarını söylemektedir~2. Bundan başka Şafii Mekke, Medine,

KMe,

Basra ve Suriye'nin otorite kabul edilen fakihlerini de zikretmek-tedir. Şafi'i'nin zamanında bu eski bölgesel ekoller yoğun bir hukuki faaliyet ve görüş ayrılıkları içindeydi. O, h.er önemli ilim merkezindeki fakilıler arasında mevcut olan ihtilaflardan bahsetmekte; Mekke'de bazı kimselerin, Ati!'nın görüşlerinden pek ayrılmazken, diğer bir grubun da farklı bir görüşe tabi olduklarını söylemektedir. Medine'de de durum 21 Prof. Sehaeht, İslam hukukunun Küfe' deki geli~mesinin tarihinden söz ederken, tbra. him en-Neha'i'den önceki devri efsanev, olarak telakk, etmektedir. Ona göre, İbn Mes'ud ve arkadaşlarına ve Şureyh'e isnad edilen İsliim hukuku ile ilgili rivayetler sıhhatli değildirler. O, Hasan el-Basri'yi bir fakih, hatta bir muhaddis olarak hile görmemektcdir. Ona göre KMe'de hukuk düşüncesinin gelişmesi tbrahim en-Neha','den itibaren başlamaktadır. Ayın şekilde o, "Sahabilerden "akledilen haberler sahih olarak kabul edilmez" diyerek, Omer ve İbn Omer'in Medinelilerin ilk otoriteleri olduklannı bir çırpıda reddetmek te dir. Böylece o, araştırmasına Me-dine'nin yedi fakilıinden başlamaktadır. (Bak. Sehach, The Origins of Muhammadan Jurispru-dence, Oxford, 1959, ss. 229-237 ve 243-244). Araştırmaların yegane temeli olan ilk hukuk eser-lerinde bu ilk otoriteler hakkında yeterli malUmat olmadıi(ı söylenebilir. Fakat, bu ilk eserler bile bu otoritelerin sahip olduklan hukuk, evveliyatı üzerine yeterince ışık tutmaktadır.

Onlara (Sahabiler) atfedilen her rivayetin zayıf ve mevzu olduğunu ortaya atmak, mÜ6teş-rikler arasında gelenek haline gelmiştir. Biz, bu ilk otoritelcri ancak eserleri ile değerlendirebiliriz, ki bunlar maalesef bize kadar ulaşınamıştır. Bu konuda malumatm yetersiz oluşu ilk otoritelerin efsanev, olduklannı isbat etmez. Biz, kısmen onlann biyoğrafilerine dayanabiliriz.

Hasan el-Basri'nin hukuki görüşlerinin ve fetvalannın yedi eilddc toplıındığı rivayet edil. mektedir. (Bak. tbn Hazm, eı-thkam, zikredildi, e. V, s. 97). Eğer Hasan ei-Basri, Sehaeht'ın öne sürdiiğü gibi bir hukukçu olmasaydı onun hukuk, gi;rüşleri ve fetvaları nasıl böyle toplan-mış olabilirdi?

KMc'de, Fıkh'ın gelişmesi bizatilıi geniş bir araştırma sahasıdır. Prof. Sehaeht'ın hayal, dediği rivayetleri inceleyebilmek için derinliğine bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Bu kısa inceleme, ,bizim bu konuyu ele ulmamıza müsait değildir.

(11)

İLK FIKHİ İSLMıl :\IEZHEPLERINI;\" KAYNAKLARI 323

aymdır. Alimlerin çoğu İbnü'I.Müseyyib'in görüşlerine tabi olmuşlar fakat daha sonra onlar, bazı görüşlerini Malik'in görüşleri lehine terket-mişlerdir. Miilik de aym şekilde değerlendirilmiştir. İbn Ebi'z-Zinad, Miilik'e olan muhalefetinde aşırıya kaçarken, Muğire ibn Hiizim ve ed-Dıriiverdi, Ma1ik'in bazı görüşlerine tabi olmuşlar, fakat diğerleri onun bu görüşlerine muhalif kalmışlardır. KMe'de ise Şafi'i'nin bildirdiğine göre iilimlerin bir kısmı İbn Ebi Leyla'nın görüşlerine mütemayil olup Ebu Yusuf'unkilerine muhalefet etmişler; bir kısmı da Ebu Yusuf'u takip edip İbn Ebi Leylii 'nın görüşlerine karşı çıkmışlardır23•

İlk hukuk ekollerinde m.ahalli unsur çok kuvvetli idi. Abbasi halifesi ELu Ca'fer el-Mansur (Ö. 158/774-75)'un hacca gittiği rivayet edilir. ve o, MiHik'e Muvatta' adlı kitahının nüshalarını, hukuki mes'e1e1erde yegane otorite olarak kabul edilm.esi gerektiğine dair bir talimat ile, vİla-ye tl ere dağıtmayı düşündüğünü söylemiştir. Malik çeşitli yerlerdeki iilimlerin çeşitli hadislere dayanarak farklı görüşler geliştirmiş olduğunu öne sürerek Halife'nin böyle bir şey yapmamasını tavsiye etmiştir. Böy. leee o, Mansur'a, bu bölgelerin kabul edilmiş olan hukuk kaidelerine müdahale etmem~sini salık vermiştir24• Miilik'in bu cevabı hukuk sa-hasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarımn tabii olduğunu gösterdiği gibi; İslam hukukunun, tii ilk devirlerinden itibaren fikir ayrılıklanna büyük çapta imkan tamyan e1astiki hir hüviyet içinde kaldığına da işa-ret etmektedir.

İlim merkezlerinin önde gelen iilimleri arasındaki görüş ayrılıkları-nın sehepleri, Sahabilerin daha önce zikrettiğinıiz yorwnlarıyla hemen hemen ayındır. Tahiun devri'nin sona ermesiyle her ilim merkezinde Hz. Peygamber'in hadislerinin, SahabiIerin ve Tabiilerin görüş ve ieti. hadlarının yaygın olduğu bir devir başlamıştır. Hz. Peygamber'den biribirine zıd olarak rivayet edilen hadislerin yamnda Sahabilerin kendi görüşleri ve tatbikatı hakkında da mütenakız haberler vardı. Bir rivayete göre Ehu Bekr ve Ömer, sabah namazıarında kunut'u okurlardı; fakat ~ bir diğerine göre onlar bunu hiç okumamışlardır25• Bazen Sahabilerin,

23 Aynı eser. 6. 257.

24 İlın Alıdi'I.Berr, Ciimi'u Beyiini'l-İlm, Kiihire, t.y., c. I, 6. 132. Bak., İbn Kuteybe, el.İmôme ye's-Siyôse (ona isnad edildiği üzere) Kahire, t.y. e. II, s. 155.

Ancak :Miilik hakkında nakledilen bu kıssa, ıneşhur olmasına rağmen bazen el-Ma1!sıir'a, hazcn Harun er-Reşid'e ve hattii bazen el-Mehdi'ye atfediimiştir. Bu, ilgili lossayı tamamen şüpheli duruma sokabilir. IIer halükarda bu, ekollerin mahalli karakterlerine bir ışık tutmakta-dır. (Bak. KI., Joseph Sehaeht, Miılik (madd.).

25 Şııfi';, Kitulıü'I.Lmın, zikredilıIi., e. VII, 9.129; bak. Ebu Yusuf, Kitabu'ı-bur, Kalıire, 1355, ss. 70, il; eş-Şe)'hani, Kitahü'I-Asar, Karaehi, t.)'. ss. 1l2, II3.

(12)

324 AHIlIAD HASAN - SELAHADDİK EROCLU

Hz. Peygamber'den nakledilen hadislere muhalif olan görüşleri ve tat-bikatı rivayet edilmiştir. Bir rivayet, Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın muzaraa'yı uyguladıklarını ve arazilerini üçte bir hisse ile kiraya ver-diklerini göstermektedir. Halbuki bu rivayet Cabir, Rafi' b. Hadie'in Hz. Peygamber'den naklettiği ve müzaraa akdini batıl sayan ha-dise muhaliftir26• Bir başka rivayet de Hz. Peygamber'in çoraplar üze-rine mesh ettiğini bildirmektedir; oysa ki Ali, Aişe, İbn Abbas ve Ebu Hureyre'nin bunu reddettikleri naklediImektedir27• İlk otoritelerden bunlara benzer mütenakız biı çok rivayetler misal gösterilebilir. Böy-lece, hadislerin toplannmasıyla birbirine zıd olan rivayetler günden güne artmış ve fakihler i~te bu mütenakız rivayetleri esas alarak fikir yürütmüşlerdir.

Bu fakihler arasında görüş ayrılıklarına sebep olan bir diğer önemli faktör, re'y'in tatbiki idi. Aşağı yukarı ortak bir prosedür olan re'yin bir neticesi olarak görüş ayrılıkları mutlaka ortaya çıkacaktı; ger-çekten de bir şehrin çeşitli yerlerinde aynı zamanda aynı mes'ele hakkın-da birbirine zıd şer'i hükümlere varılmıştır. Bu karmaşık durumu kont-rol altına almak ve ümmeti parçalanmaktan korumak için icma' prensi-bi ortaya konmuştur. Şaz görüşler bir kenara bırakılarak her mahallin yaygın görüşü, o yerin mahalli icmaı olarak kabul edilmiştir.

İlk devir fakilılerinin bu kaosu bertaraf etmek için takip ettikleri bir başka metod da, onların Hz. Peygamber'den veya Sahabilerden nak-ledilen hadislerin Müslümanların tatbikatı ile te'yid edilenlerini kabul etmeleri olmuştur. ilk hukuk ekollerinde tatbikata niçin fazlaca önem verilmiş olmasının sebebi budm28• Malik, Medine ehlinin yaygın tatbi-katına sık sık atıfta bulunınaktadır29• Ebu Yusuf, ahM hadislere karşı temkinli davranılmasıııı söyleyerek meşhur Sünnet'in önemine işaret

26 EbU Yusuf, Kitabu'I.Harae, zikrediidi,. 65. 50-51.

, 27 Şafi'i, Kitabü'I-Ümm, zikrediidi., c. VII, s. 245. Yine bak., İhtil8fü'I-Hadis zikredildi.

8. 47.

28 lIk hukuk ekolleri ilc hiz, Şafi'i'den önee çeşitli bölgelerde yaygın olan ve onun müna-kaşa konusu ettiği hemen hemen kesin ve muayyen hadisleri kastediyoruz. Böylece Ebo. Hanife, Evza'i ve Malik ilk ekoller arasında yer almaktadırlar. Ancak, şurası asla unutulmamalıdır ki, ilk hukuk ekolleri o zamana kadar gelişme göstererek bir takım değişiklikleri bünyesinde topla-mıştır. Bunların en önemlilerinden birisi, Ebu Hanife, Evza'i ve Malik'in çeşitli derecelerd" kullandıkları hukuki karaktcrli hadislerin kabulü ve geliştirilınesidir.

29 UJ.:&.~ ~1.J")ı1 (Bize göre üzerinde iCffia edilen şey) gibi el-l\Iuvatta'da gc-çen, ifadcler, Malik'jn kendi görüşüne işaret etmektedir.

(13)

tLK FIKHt İSLAM )fEZHEPLERİ~İN KAYNAKLARI 325

etmektedir. Evza'i ise" daha önceki Müslümanların önde gelenlerinin tatbikatı"30 ifadesini çokca kullanmaktadır.

Farklı bölgelerdeki ili, hukuk ekollerinde Ebıl Hanife, Ebiı Yılsuf, cş-Şeybani, Malik ve Evzai'nin isimlerine sık rastIamaktayız. Onların, İslam hukukn sahasınd'! re'ye dayalı ictihadlarından dolayı bu şöhrete sahip oldukları yaygın bir kanaattir. Bu, bizi fakihlerin içerisinde bu-lundukları ictimai hayat veya bölgelerinde hakim olan genel temayülün tcsİrinde kalmamış olduklarına inanmaya sevk etmektedir; fakat bu, tamamen d(lğru değildir. Onlar, bölgelerinin tatbikat ve düşüncesinden müteessiı olmuşlardır. Bu, onların istinbat usullerinde açıkça görülmek-tedir. MescIa, Malik'in ortaya çıkması~dan önce Medine'de muııyyen bir fikri temayül mevcuttu. Daha önce Medine'de Sahabilel'in ve tabii-lerin hukuk sahasında derin vukuf sahibi olanları yaşamıştı. İkinci Ha-life Ömer, İbn Ömer, Aişe, İbnü'l-Müse}yib ve Medincnin yedi fakihi-nin diğer ferdIeıi Medine'de hukuk düşüncesifakihi-nin teşekkülüne büyük öl-çüde katkıda bulunmuşlardır. Malik'in bu selefleri ietihadı ilk defa kul-lanmışhr ve geride zengin "e karm.aşık bir hukuk düşüncesi bın kmış-lardır. Şüphesiz, Malik bizzat ictihada baş vurmuştur. Ancak o, selef-Ierinin görüşlerinin ruhundan sapmaınıştır. 1rak'ta da durum aynıdır. Iraktaki fikri temayül Ebıl Hanife'den önce teşekkül etmiştir. Ali, Ah-dullah b. Mes'ıld gibi Sahabiler ilc Alkarne, el-Esved, eş-Şu'bi, İbrahim en-Neha'i gibi Tabiiler ve diğerleri Irak'ta yaşamışlardır. Bunlar Irak geleneğini tem.sil eden zengin b~r hukuk mirası bırakınışlardır. Ebıl Hanife, kendisinden önceki otoritelerin görüşlerini incelemiş, kendi deVl'indeki fakilıler ile ilmi münakaşa ve münazaralarda bulunmuş ve bazı neticelere ulaşmıştır. O, seleflerinin yaptığı gibi ietihada başvurmuş; fakat Irak'ta hakim olan ruh ve tatbikatı da yaşatmıştır. Ancak onun nüffızu Irak sınırları ötesine taşarak geniş bir alana yayılmış vc o, et-rafında Irak geleneğinin şekillendiği bir sembololmuştur. Kısaca, bu ilk hukuk ekolleri varlıklarını çeşitli bölgelerde ta ilk devirden beri devam edegelen bağımsız bir hukuk sürecine borçludurlar. Zamanla, alimler çok kere bu ilk otoritelerin görüş ve fetvalarına istinad etmeye başladı-lar ve nihayet önceleri ehil olan her Müslümana açık olan ietihad çok az sayıda kimselere has bir hak olarak kabul edilmeye başlandı.

Çeşitli ekollerde hukuk düşüncesinin teşekkülü devam ediyorken Şafi'i ön planda görülrneğe başlamıştır. Şafi'İ, seleflerinin eserIerini tet-kik etmiş, muhtelif bölgelerdeki ilim merkezlerini ziyaret etmiş ve bazı 30Ebfı Yfısuf, er-Red du ala Siycri'l-Evza'i, Kalıire, t.y. ss. I, 5,20,24,30.76ve birçok

(14)

326 AHMAD HASAi' - SELAHAOD!:\' EHO(;UJ

önde gelen ıııuhaddislerden hadis tahsil etmiştir. 0, Iraklı ve Medineli fakihlerle çetin münazara ve müzakerelerde bulunmuş ve bazı masele-lelerde onlara muhıı.lefet etmiştir. 0, seleflerinin ve çağdaşlarının siste-minde, kendisinin onlara tabi olmasını engelleyen bir takım şeyler bulınuştur.

Şafi'i, onların istinbat usullerinde tutarsızlık bulmuştur. Diğer bir ifadeyle o, Hz. Peygamber'den nakledilen bir hadis meveud iken onların bazen Sahabilel'in görüşlerini tercih ettiklerini veya mahalli tatbikata aykırı olduklarında, hadisleri nazar-ı itibara almadıklarmı görmüştür. ;\lesela, Malik, hıyaru'l-meclis hakkında Hz. Peygamber'den bir hadisi rivayet etmektedir. Bu hadis, bir bey' akdinde taraflara bulundukları meclisten ayrılmadıkları sürece tercih hakkını vermektedir. Bu hadisi naklettikten sonra Malik: "Bu hususta bize göre tayin edilmiş bir (zaman) sınırı olmadığı gibi; yerleşmiş bir tatbikatta yoktur"3!, demektedir. Fakat, diğer bir çok hallerde Malik, Hz. Peygamber'den Lir hadis nak-lederek ona tabi olm.aktadır. Ne var ki Şafii Hz. Peygamber'den nak-ledilen bir hadisin sıhheı.tı tesbit edildiği zaman, onun mutlaka kabul edilmesi gerektiği hususunda ısrar ederek şöyle söylemektedir: "Allah'a şükürler olsun ki ben eğer bir şey Hz. Peygamber'den rivayet edilmişse; Sahabilerden veya Tabiilerden bize karşı büyük yahut küçük ölçüde muhalefet olup olmadığına bakmaksızın o şeyi asla nazar-} itibara almaz-lık edemem."32. Bundan başka o, bir çok meseleICl'in şahsi re'ye dayalı olarak halledildiğini görmüştür. Onların vardıkları' hükümlerde birliği sağlayacak hiç bir kesin kaide yoktu. Böylece o, Kıyas kaidelerini ortaya koydu. Bütün bunların ötesinde o, bu fakihlerin Hz. Peygamber'den nak-ledilen hadisleri bazen ilgili isnad. zinciri olınadan, bazen de munkatı' bir isnad zinciri ile rivayet ettiklerine şahit olmuştm. Bunun üzerine o, isnad zincirinin doğru ve titiz bir şekilde zikredilmesinin önemini bilhassa belirtmjştir.

Şafi'i'nin hadis üzerinde önemle durmasınm sebebi, kendisinden önceki devirde hadisin tam manasıyla toplanmamış obnasındandı. Daha sonra bütün ömürlerini hadis araştırmalarına veren bir grup ulema or. taya çıkmış ye hadislerin sıhhatine hükmedebibnek için bir takım öl-çüler tesbit etmişlerdir. Bunlar, İslilm dünyasının hcl' tarafını dolaşmış-lar ve hadis toplamışdolaşmış-lardır. Hcl' ne kadar altı hadis kolleksiyonu (kü-tüb.i sitte) henüz ortaya çıkmamışsa da, hadis toplama faaliyetleri ta

3! lIIalik, zikrediidi., e. II, s. 671.

32 Şafi'!, Kiınhü'ı-Vmm, ?oikredildi., c. VII. s. 2-17, (Jo"p-ph Schacht'ııı Tlıe Origim of Mıılıammadan Juri"prudence, s. ll'deki terciimesi).

(15)

tLK FIKIIİ tSLA~I ~IEZHEPLEHL~ls K,\ Yi'iAKL\HI 327

Şafi'i'nin zamanında başlamıştı. Şafi'i eserlerinde ehlü'l.hadis tabirini kullanmaktadır. Bununla o, hadiste otorite olanları kastetmektedir. Bundan başka., hadısin geniş çevrelere yayıhuasıyla ulerna ilk hukuk ekollerinin nazar-ı itibara almadığı ahad hadisleri bile kabul etmeğe b.aşlamışlardır. Bu, Şafi'l'nin hadisi muhtelif beldelerdeki Müslüman-ların yerleşmiş tatbikatından niçin daha kuvvetli (bir delil olarak) kabul ettiğini açıklamaktadır. Hz. Peygamber'den nakledilen sahih hadis prensibini ortaya koymak suretiyle Şafi'i'nin ilk hukuk ekolleri arasında var olan görüş ayrılıklarının arasını uzlaştırmak için elinden gelen gayreti göstermesi, bu görüş ayrılıklarına bir son vermedi; bilakis yeni bir ekolün doğmasına yol açtı. Ayrıca, Şafi'i ile ilk hukuk ekolleri ara. sında bir uzlaşmanın tesisi de m.ümkün olamamaktadır. Çünkü, onun açıkça ortaya koyduğu hukuk ~eorisi ve prensipleri onlara büyük ölçüdc yabancı idi.

Hicri ilk iki asırda tek bir otoriteye (im.am) mutlak manada bir bağlılık yoktu. Yukarıda hahsettiğim.iz coğrafi bölgeler vardı. Bazı or. .tak prensipler vardı yc her bölgedeki fakihler aşağı yukarı aynı doğrul.

tuda düşünüyorlardı. Ancak, bu ilk hukuk ekolleri, ilim geleneklerini kendilerinden ilim tahsil ettiklerini söyledikleri muayyen kişilerin et. etrafında teksif ettilcr. İlk kaynaklarda Ebu Hanife'nin ilmini hocası Hammad kanalıyla İbrahim en.Naha'i'den aldığı bildirilmektedir. Bazı mes'eIelerde farklı görüşte olmasına rağmen Ebu Hanife genellikle İbrahim en.Naha'i'nin görüşlerine tabi olmaktadır. cş.Şeybani, el. Muvatta'da Ebu Hanife'ye atıfhJrda bulunmaktadır.

O,

Muvatta'ın her bölümünü genellikle "Ebu Hanifenin ve genelde arkadaşlarımızın gö' rüşü budur"34 sözü ile bitirmektedir. Ebu Yusuf, eserlerinde sık sık "üstadlarımız" veya "fakihlerim.iz" şeklinde söz etmektedir~5. Şafi'i, Kı1fe'de bir grub ulemanın Ebu Ylısuf'un görüşlerine tabi olurken diğer bir grubunda İbn Ebi Leyla'yı takip ettiklerini söylemektedir36• O, Ku-fe'deki fakihlerin bir kısmmı "Ebu Hanife'nin taraftarları" diye isimIen-dirmektedir37.

Bir grub ulemanın, görüşlerini çoğu zaman Malik'e dayandırdıkları Medine'de de durum bunun benzeri idi. Onlar, Malik'in görüşlerini Me-din e (ehIi)'nin iema'ı olarak kabul etmişlerdir38. Bir defasında bazı Me.

33 Aynı eser. ss. 102, 147, 211, 338.

34 eş-Şeybani, zikrediidi. ss. 68, 71, 78 ve birçok yerdc.

35 Ebf. Yusuf, Kitiibü'I.Harae, zikredildi. ss. 43, 99, 101 vc birçok ycrde. 36 Şafi'i, Kitiibü'I-Ümm, zikredildi, e. VII, s. 257.

37 Aynı eser. s. 207.

(16)

321\ AHMAD HASAl'\ - SELAHADDİN EROCLU

dinelilerin özellikle Malik'i kastederek şöyle söyledikleri rivayet edilmek-tedir: "Biz üsıadımızın görüşüne tabiyiz"39. Şafi'i, kendisinin Medine-nelilerle olan münazaralarında Malik'e "onların üstadı" ve bazen de "benim ve onların üstadı" demektedir40 Ehu Yusuf dahi Medinelilerden "bizim Hieazlı arkadaşlarmuz'41' diye söz etmektedir. Bütün misaller wemanın Malik'e çeşitli dereeelerde şahsi bağlılıkları olduğunu göster-mektedir. Malik'e "onların üstadı" denmesinin diğer bir sebebi, muh-temelen onların Malik'ten ilim tahsil etmiş olmalarıdır. Çünkü o, fıkıh sahasında ilksistematik eseri telif etmiş ve İslam topraklarının dört bir yanından Irak, Afrika ve İspanya'dan halk ilim. tahsil etmek için M;dine-ye akın etmişlerdir.

Şafi'i, muayyen bir fakihe tabi olmayı kabul etmemektedir O, bunu eserlerinde kınamaktadır. Ne var ki, ŞaH'! kendisini Medine ekolünün bir mensubu olarak kabul etmektedir, Bazen o, Medinelilerden "bizim ashabımız"; Malik'ten de "üstadunız" diye söz etm.ektedir43. Bununla beraber Medinelilerin görüşlerini temd ederken Şafi'i, kendisini onlar-dan ayrı kabul etmektedir. Genel oİarak değerlendirildiğinde o, mezheb taassubundan uzak görülmektedir.

Yukarıdaki incelem.e, bir kimsenin görüşlerine tabi olma keyfi-yetinin takriben hierl ikinei asrın ortalarına doğru başladığını göster-mektedir. Çeşitli bölgelerdeki bu gruplaşmalardan başka, wema, hukuk sahasında özellikle müstakil düşünce ile meşgul idiler. Daha sonra Şafi'i kendi hukuk teorisini geliştirmiş ve hukuka tam bir tutarlılık kazandır-mak için uğraşmıştır. Şafi'i'den sonra, ilk ekollerin bölgesel karakteri yavaş yavaş silinmiş; bir imama bağlanına ve onun ortaya koyduğu prensiplere tabi olma temayülü tedricen yaygınlık kazanmıştır,

39 Aynı eser. s. 230.

40 Aynı eser. 8S. HO, 170, 194, 275; ve İhtiliıfu'I-Hadis, zikrediidi, ss. 34,35 vd. 41 Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harôc, zikrediıdi, s. 50.

42 Şafi'i, Cimô'uI'-İlm, Kahire, 1940,8.12; bak., Şafi'" er-Risôle, zikrediidi., s. 8. 43 Şafi Kitabü'I., Ümm, zikredildi., c. VII, ••. 170, 194, ve 275.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu bakımdan anonim şirketler kanunlarını genel olarak ikiye ayırmak mümkündür: Al­ man hukuku ve bu hukuku takip eden hukuklar belli bir azınlığa (esas sermayenin onda

Aynı görüşteki diğer yazarlar : Kalpsiiz, Adi Şirket (Türk Hukuk An­ siklopedisi) 204; Arslanlı, Kara Ticareti Hukuku Dersleri, Umumi hü­ kümler 83 (İstanbul 1960);

YARGIÇ ADAYLARI, YARGIÇ VE SAVCILAR, AVUKATLAR İLE ANKARA VE İSTANBUL ÜNİVERSİTELERİ HUKUK FAKÜLTELERİ ÖĞRENCİ VE MEZUNLARI HAKKINDA..

Ortada kalan sorular şunlardır? Öğrencilerin tazyiki ile alman kararların hukukî değeri nedir? Anayasaya aykırı hareketin karşı­ sında Üniversite, özerkliğinin

(2) Hattâ hükmen red müessesesini (2) kabul etmek suretiyle aynı mirasçıyı bütün borçlardan helâs et­ mek şıkkını ihtiyar etmiştir. Bu suretle her iki kanun da kabul

İşte burada şöyle bir temel prensip müdahale eder: Üçüncü şahıs hakkında kesin hüküm ancak, tarafların anlaş­ ması neticesinde bu üçüncü şahıs taraflarınkine

Buna'mukabil, daha çetrefil olan durum şudur: Acaba hâkim, delilleri şöyle değil de böyle, meselâ genel hayat tecrübelerinin ik­ tiza ettirdiğinden başka şekilde takdir

mann teorisine) göre ancak neticeye teıkaddüm eden son şart da nedensellik kabul olunabilir (47). Zira neticeyi tâyin eden bu son şarttır. Son şarttan evvelkilerde