• Sonuç bulunamadı

Başlık: İPTİDAİLERDE ÖLÜ GÖMME İLE İLGİLİ BAZI PRATİKLER VE İZAHLARIYazar(lar): ACIPAYAMLI, OrhanCilt: 20 Sayı: 3.4 Sayfa: 245-254 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000232 Yayın Tarihi: 1962 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: İPTİDAİLERDE ÖLÜ GÖMME İLE İLGİLİ BAZI PRATİKLER VE İZAHLARIYazar(lar): ACIPAYAMLI, OrhanCilt: 20 Sayı: 3.4 Sayfa: 245-254 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000232 Yayın Tarihi: 1962 PDF"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ö L Ü G Ö M M E İ L E İ L G İ L İ BAZI P R A T İ K L E R V E İ Z A H L A R I

Doç. Dr. O r h a n A C I P A Y A M L I

Biyolojik bir olay olan ö l ü m ü ilkel insanlar 1, d a h a başka bir gözle görmek­ tedirler. O n l a r a göre insan, r u h2 v e v ü c u t t a n ibarettir. R u h , u y k u , s a r ' a veya b a y g ı n l ı k esnasında vücudu, yani kalıbını terketmektedir. R ü y a , vücudu geçici olarak terkeden r u h u n gezdiği yerlerde görüp yaptıklarından başka bir şey değildir3. Birçok ilkellerde, uyuyan bir kimsenin r u h u n u n , tekrar kalıbına girmesine mani olmamak için, o şahıs birdenbire uyandırılmaz 4. İlkel insanlar ölü­ mü de, tıpkı rüyada olduğu gibi, r u h u n vücudu terketmesi şeklinde düşünmekte­ dirler. H a t t â bazı kavimlerde, r u h u n evvelce ayrılmış olduğu vücuda döneceği inancı hâkim olduğundan, ölüyü uzun m ü d d e t bulunduğu yerden kaldırmaz­ lar 5. Böylece ceset bırakıldığı yerde çürür. Şu hald e ö l ü m , bir ilkel için, ha­ yatın s o n u değildir. Vücuttan ayrılan r u h yaşamasına devam etmektedir. İnsanlar gibi o da yer, içer ve izdirap duyar.

İşte, b u ç e ş i t r u h r u h anlayışı, ilkel t o p l u m l a r d a s a y ı s ı z â d e t v e i n a n c ı n d o ğ m a s ı n a s e b e p o l m u ş t u r . M a d e m ki ruh yaşamaktadır, o halde o n u n arzularını yerine getirmek; sevmediği hususlardan kat'i surette kaçınmak bir ilkel için vazifedir, mecburiyettir.

İlkel toplumların bizden farklı olan bu r u h anlayışı yüzünden ölü, çeşitli şekillerde gömülmektedir. Ö l ü n ü n mezarı üzerinde yemekler yenir, eğlenceler tertip edilir. Bazı yerlerde ise, ölenin karısı, kocasıyla birlikte yakılır.

Örnekler pek çoktur. Kadavrayla ilgili olan birçok pratikleri makaleye ko­ yamadık. K o n u n u n e s a s ı n ı , ö l ü n ü n y a k ı n ç e v r e s i n i i l g i l e n d i r e n

p r a t i k l e r6 t e ş k i l e t m e k t e d i r . B u n l a r ı ü ç k ı s ı m d a t o p l a m a k m ü m ­ k ü n d ü r :

I) Ölünün eşyası ile ilgili pratikler,

2) Ölünün malı olan hayvanlarla ilgili pratikler,

3) Ölünün karısını, çocuğunu, hizmetkâr ve esirlerini ilgilendiren pratikler. (1) İlkel sözü iptidaî kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.

(2) James Thayer ADDİSON, La Vie Apres la Mort Dans les Croyances de l'Humanıte. Paris, 1936, s. 9-17; W.HOWELLS, Les Paiens. Paris, 1950, Payot, s. 171-194.

(3) Emile D U R K H E İ M , Les Formes Elementaires de la Vie Religieuse. Paris, 1937, s.80. (4) J.DENİKER, Les Races et les Peuples de la Terre. Paris, 1926, s.270.

(5)J. DENİKER, to., s. 270, ve 305; A. M. HOCART, Les progres dee'homme. Paris, 1935, Payot, s. 215

(6) Pratik kelimesi âdet ve inanma yerine kullanılmıştır.

(2) James Thayer ADDİSON, La Vie Après la Mort Dans les Croyances de ı'umanité. Paris, 1936, s. 9-17; W.HOWELLS, Les Païens. Paris, 1950, Pavot, s. 171-194.

(3) Emile D U R K H E İ M , Les Formes Elémentaires de la Vie Religieuse. Paris, 1937, s.80. (4) J.DENİKER, Les Races et les Peuples de la Terre. Paris, 1926, s.270.

(2)

Şimdi, her üç çeşit pratiği ayrı ayrı ele alacağız. Sırası gelince bunların esası hakkındaki şahsi görüşümüzü açıklayacak ve bu pratiklerin çeşitli şartlar altında uğradığı değişiklikleri tesbit edeceğiz.

I) Ölünün eşyası ile ilgili pratikler : Ö l ü g ö m ü l ü r k e n ş a h s i e ş y a s ı - bil­ h a s s a k e n d i y a p m ı ş o l d u k l a r ı i l e d a i m i b i r s u r e t t e t e m a s h a l i n d e bu­ l u n d u k l a r ı - b e r a b e r c e m e z a r a k o n u r , yakılır, kırılır ve ç o k nadir o l a r a k s u y a atılır v e y a y ü k s e k bir y e r e asılır. H e m e n hemen dünyanın her köşe­ sinde rastlanılan bu pratiklerden bir kaç örnek vereceğiz :

« Avustralya'nın güneyinde yaşıyan ilkeller silah, bıçak, balık ağı, v.s. gibi eşyayı ölü ile birlikte mezara koyarlar.

Avustralya'nın Viktorya eyaletinde yaşıyan yerli topluluklarının büyücüleri, ölünün bütün eşyasının mezara konulmasına dikkat eder. Hattâ en son eşya mezara konulduktan sonra orada hazır bulunanlara, «Ölünün geride kalmış diğer bazı eşyasının bulunup bulunmadığını» sorar. Ancak menfi cevap aldıktan sonradır ki mezarın kapatılmasına izin verir.

Okyanusya adalarına dahil bulunan Bismarck adalarında, ölünün eşyaları mezarının üzerine yığılır ve ölümü takip eden üç hafta içinde muhakkak yakılır.

Merkezi Brezil'yada yaşıyan Borero'larda ölüm, bir aile için felâkettir. Ölünün neyi varsa yakılır, kırılır, mezara gömülür veya suya

atılır. Bu suretle, geride kalan aile fertleri çırılçıplak meydanda kalırlar. Brezilya'nın güney sakinleri olan Abipone'larda ailenin bütün eşyası ölüyle beraber yakılmaktadır. Bu olayın bir neticesi olarak ölünün karısı ile çocukları hayatlarını başkalarının yanına sığınmak suretiyle devam ettirirler.

Yeni-Gine'de ölenin bizzat yapmış olduğu ok, yay, mutfak aletleri ile çalışma araçları mezar üzerinde kırılarak yok edilir.

Orta Hindistan'da bir Savara öldüğü takdirde, ölü, yakma mey-danında ok, yay, balta, kama, gerdanlık ve elbise gibi şahsı eşyalariyle birlikte yakılır.

Afrika Kongosu ilkellerinde ölü, kıymetli veya kıymetsiz eşyasıyle birlikte gömülür.

Amerikada Kaliforniya sakinlerinden olan Mishinam'larda kadavra, eşyalariyle beraber yakılır.

Kaliforniya'da yaşıyan Wintun'\ar, ölünün ufak cinsten olan eşyalarını mezara koyarlar.

Kanada topraklarında yaşıyan Vancouver'liler ölüyle eşyasını birlikte mezara koyarlar.»7

(7) L.Lévy-BRUHL, Les Fonctions Mentales dans les Sociétés İnférieures. Paris, 1928, Librairie Félix Alcan, s. 378-396.

(3)

2) Ölünün malı olan hayvanlarla ilgili pratikler : Bu cins pratikler, ölünün eş­ yasını ilgilendiren pratikler kadar yaygın değildir. Z a m a n ı m ı z d a n 20-30 sene önce geniş bir yayılma sahası gösterdikleri tesbit edilmiştir. Örnekler :

«Brezilya'nın güney sakinleri olan Abipone'lar ölünün mezarı üzerinde sürüleriyle birlikte atlarını da kurban ederler.

Kaliforniya Ko-ma-cho'ları, ölen kimsenin atlarını mezarı üzerinde öldürürler.

Borneo' da yaşıyan Saravaklı'lar, yalnız atlarının değil, hayvanlarını da ölen şahsın gömüldüğü mezarın üzerinde kurban ederler.

Kuzey Amerika sakinlerinden olan Pavnee'ler, ölen şeflerinin mezarı üstünde, en kıymetli atını öldürürler.» 8

3) Ölünün karısını, çocuğunu, hizmetkâr ve esirlerini ilgilendiren pratikler : Bu çeşit pratiklere çok nadir rastlanır. Bir zamanlar, bu pratikler de geniş bir yayıl­ ma sahası göstermişlerdir. :

«Celebes adaları yerlileri, ölü ile birlikte esirlerini de kurban ederler. Afrika Altın Sahili yerlileri, ölünün arkasından esir ve kadınlarını da yakarlar. Orta ve güney Afrika'da yaşıyan Zoulou'larda durum

aynıdır. Hindistan'da, kadınlar ölen kocaları ile birlikte yakılmak­ taydı. Bütün yasaklara rağmen bu âdet, bazı yerlerde hâlâ yürürlükte­ dir» 9.

Yukarıda e l e a l d ı ğ ı m ı z ö r n e k l e r b i z i ş u s o n u c a g ö t ü r m e k t e d i r : Ö l ü y l e ilgili o l a n ü ç c i n s pratik, y a n i k a d a v r a y l a birlikte e ş y a v e canlı­ l a r ı y a k m a k , i n s a n l a r ı ö l d ü r m e k , e ş y a l a r ı k ı r ı p m e z a r a g ö m m e k b e l l i bir a m a ç l a yapılır. Bu amaç, ölüyü ve ona ait eşyayı, canlılarla temas ettir­ memektir. İşte bu a m a ç bir yığın âdet ve i n a n m a n ı n doğmasına sebep olmuştur. Acaba ilkeller ne gibi düşünce ve duygularla kendilerini, ölü ve eşyasından uzak tutmayı istemektedirler? İlkellerin bu hususta verdiği cevapları üç noktada toplamak müm­ kündür :

1) Ö l ü n ü n ö b ü r d ü n y a d a fakir d ü ş e r e k b a ş k a l a r ı n a m u h t a ç kal­ m a m a s ı n ı t e m i n e t m e k l â z ı m d ı r . O halde, ölen kimsenin eşyalarını, -zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkârlarını da- ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller eşyaları da insanlar gibi canlı addettiklerinden, bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder.

2 ) Ö l ü m o l a y ı n e t i c e s i n d e ö l ü n ü n karısı, y a k ı n l a r ı v e e ş y a s ı pis ­ lenir. Bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar t a b u d u r . Onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lâzımdır. Çünkü, bu eşya ve canlılardaki pislik, derhal temas edene geçmektedir.

(8) L.Levy-BRUHL, op, cit., s.380; James Thayer ADDİSON, op. cit., s.28. (9) James Thayer ADDİSON, op.cit., s.24-25.; A. M. H O C A R T , op. cit., s.217

(4)

3) Ö l ü , y a ş ı y a n l a r ı b ü y ü k bi r k ı s k a n ç l ı k l a g ö z l e m e k t e d i r . Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kullanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür.

İlkellerin bu şekildeki inançları, nasıl oluyor da hakikati görmelerine mâni oluyor? Bir ölü uğruna ailenin b ü t ü n maddi varlığı feda edilebiliyor? Evler yıkılıyor, kadın­ lar kurban ediliyor, hayvanlar öldürülüyor. Ve b ü t ü n bunları istiyerek yapı­ yorlar. Halbuki, ilkeller arasında uzun m ü d d e t yaşamış olan seyyah ve etnolog­ lar, bu insanların hiç de budala olmadıklarını söylemektedirler. Bilâkis menfaat­ lerini bilirler. Haklarını kimsenin çiğnemesine müsaade etmezler. Fakat, bir ölü uğruna yaptıkları bu yıkıcı tahribat nereden geliyor? Neden ölüye ait olan eşya ve canlılarla temasa gelmekten kaçınıyorlar? Bizzat kendilerinin izah ettikleri gibi tabu, ölüden korku, ölünün malını kullanabilmesine imkân bırakma gibi sebeplerden midir? Yoksa yakmak, yıkmak, öldürmek ve gömmek şekillerinde tezahür eden temasa gelmeme halinin d a h a başka bir sebebi mi vardır? Ş i m d i d e bu d u r u m u açıklamıya çalışacağım :

D o ğ u m d a çocuktan sonra gelen kan parçasına eş denir. Bu eş rastgele bir yere atılmaz. İhtimamla toprağa gömülür, akar suya atılır veya yakılır 10. Çünkü eş'i eline

geçiren fena niyetli kimse, seneler sonra bile, eş'in sahibi olan kadına istediği kötülüğü yapabilir. Örneğin: Eş'i yakacak olursa adı geçen kadın ölür. Eş'in üstüne kısır bir kadın oturacak olursa, eşin sahibi çocuk yapamaz.

Çocuk arabezi11 sokağa atılmaz. Kullanılmıyacak hale gelmişse yokedilir 1 2. Aksi halde, bu bezi ele geçiren kimse, beze tatbik edeceği muamelelerle çocuk üzerin­ de kötü tesirler vücuda getirebilir. Eğer bezi makasla kesecek olursa çocuk ısti-r a p çekeısti-r.

Biraz önce eş'le ilgili olarak bahsettiğimiz suya atmak, toprağa gömmek, yakmak gibi âdetler ölünün eşya ve yakınları ile ilgili âdetlere çok benzemek­ tedir. Onlar da eş gibi yakılmakta, gömülmekte veya yok edilmektedir. H e r iki şekilde de hâkim olan fikir, bunları yabancılarla temas ettirmemek esasına dayanır. Eş lohusanın bir parçasıdır. Çünkü lohusadan ayrılmıştır. Arabezi de çocuğa ait bir parçadır. Çünkü çocuğa temas etmiştir. Ö l ü n ü n eşya ve karıları için de d u r u m aynıdır. Onlar da evvelce, muhtelif şekillerde temas ettikleri ölen şahsa ait birer parçadır. Ş u halde, ö l ü n ü n e ş y a s ı n a t e m a s e d e n bir k i m s e , ölüy e t e m a s e t m i ş o l m a k t a d ı r . B u t a k d i r d e ö l ü m hali, ö l ü d e n t e m a s e d e n e geçebilir. V e y a ö l ü n ü n e ş y a s ı n a t e m a s e d e n k i m s e , i s t e n i l m i y e n b i r özelliğini ö l ü y e aktarabilir. İşte, ölü eşyasının muhtelif şekillerde yok edilmesinin ve bun­ larla temastan kaçınılmasının hakiki sebebi budur. Bu sebeb e i l i m dilinde maji diyoruz. Örneklerimizdeki maji ise, majinin iki prensibinden biri olan

t e m a s p r e n s i b i ' d i r . T e m a s p r e n s i b i n e göre, evvelce bir a r a d a

bulu-(10) Dr. Orhan ACIPAYAMLI, Türkiyede Doğumla İlgili âdet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü. Erzurum,1961, s.50, 51,52.

(11) Kundaktaki çocukların bacaklarının arasına konan bez parçası. (12) Orhan Acıpayamlı tarafından Acıpayamda derlenmiştir.

(5)

n a n ş e y l e r b i r b i r l e r i n d e n a y r ı l d ı k t a n s o n r a da, y e k d i ğ e r l e r i ü z e r i n e t e s i r e t m e k t e d e v a m e d e r l e r 1 3.

O halde, ölüye temas eden eşya veya şahsın pis sayılıp tabu addedilmesi, ölünün öteki dünyada kendi eşyasına sahip olmayı istemesi, eşyasını kullanan­ lara ceza vermeğe kalkmasına dair ilkellerde yerleşmiş olan fikirlerin esasını, maji teşkil etmektedir. Tesbit ettiğimiz pratikler temas prensibinden doğmuştur. K ı s a c a , ö l ü n ü n diriler ü z e r i n d e h e r h a n g i bir fena t e s i r y a r a t m a m a s ı v e dirilerin d e ölüler ü z e r i n d e b e n z e r bir s o n u ç m e y d a n a g e t i r m e m e s i için, ö l e n ş a h s ı n t e m a s e t m i ş o l d u ğ u e ş y a ile k a t i y e n t e m a s e d i l m e z . B u n u n i ç i n d e bunlar, m u h t e l i f ş e k i l i l e r d e yokedilirler.

Çeşitli s e b e p v e etkiler altında p r a t i k l e r d e b a z ı d e ğ i ş i k l i k l e r m e y ­ d a n a gelmektedir. Bu değişiklikler şeklî olduğu müddetçe zararsızdır. Fakat pratiklerin esasını teşkil eden sihri bağda gevşeme olduğu takdirde, d u r u m cid­ didir. Bu suretle meydana gelebilecek değişiklik sonucunda pratik t a m a m e n yok olmaktadır. Böylece, konumuzla ilgili bir çok pratikler ortadan kalkmaktadır. İnsan ve hayvan kurban etme pratiklerinde olduğu gibi, bazı istisnaları göz önü­ ne almazsak, bugün yeryüzünde ölüsüne insan kurban eden topluluklara rast-gelmemize imkân yoktur. Halbuki, aynı prensibe dahil olmasına rağmen, eşya ile ilgili pratiklerde esasi değişiklik sonuna kadar gidememiştir. Yani eşya ile ölü arasındaki sıhri bağ t a m a m e n kopmamıştır. Bugün çok nadir olarak ölünün arka­ sından evi yakılmaktadır. Fakat silâhları, çalışma araçları yine eskisi gibi kırıl­ makta, yakılmakta veya mezara konmaktadır. Demek oluyor ki, b ü t ü n tesirlere rağmen ilkel insan, ölü karşısında menfaatini düşünür bir hale gelmiştir. Vere-ceğimiz örneklerin yardımiyle, pratiklerin tedrici bir şekilde nasıl ve ne gibi etkiler altında şekil değiştirdiklerini ve h a t t a bazan yokolduklarını göreceğiz. Birinci örnek :

Güney Afrika ilkellerinde ölümünün yaklaştığını hisseden kimse, mirasçılarına bırakmak gayesiyle, yeni gömleğini giymez I 4.

Bu pratiği izah edelim. Eğer ihtiyar adam, yeni aldığı gömleği giyecek olur­ sa, majinin temas prensibinin bir sonucu olarak şahsiyle gömleği arasında, majik bir bağ kurulmasına sebeb olur. Öldüğü taktide ailesinden hiç bir kimse, bu gömleği giymeğe cesaret edemez. Çünkü ihtiyarla gömleği arasında majik bağ kurulmuştur. Geride kalanların yapacakları ilk iş, ölüyle birlikte bu gömleği yok etmektir. İhtiyar, bu vaziyeti önceden görerek gömleği giymemiştir. O halde, başkasının lehine de olsa b u r a d a ilk istifade fikrini görüyoruz. Tabii cömertliğin esas kaynağı ihtiyardan gelmeyip cemiyetin yeni anlayışı sonucunda doğmuştur. Bu anlayış ise, işaret ettiğimiz gibi fayda esasına dayanmaktadır. Bu örnekteki değişikliğin önemini anlamak için, ölünün kendisiyle beraber, ailenin b ü t ü n varlığını birlikte alıp götürdüğü örnekleri hatırlamak kâfidir. Fakat bu

örnek-(13) Raoul ALLİER, Le Non-Civilise et Nous. Paris,1927, payot, s.38...ve 66; Lord, RAG-LAN, Le Tabou de I'Inceste. Paris, 1935, Payot, s.97; Robert H. LOWİE, Manuel d'Anthropologie

Culturelle. Paris, 1936, Payot, s. 325.

(6)

te dikkatimizi çeken husus başkadır. Eski inanışta gedik açılmıştır, bu doğru. A m a nasıl? D a h a önce verdiğimiz örneklerde, ölüm vukuunda o şahsa ait olan malların istisnasız yokedildiklerini görmüştük. H a t t â mezara konan ölünün eş­ yalarına nezaret eden büyücü, bir ara etrafındakilere : «Ölünün daha başka eşyası olup olmadığını» sormakta idi. Son örneklerdeki d u r u m biraz değişiktir. İhtiyar adamla gömlek arasında majik bağ kurulması için , ihtiyarın gömleği giymesi gerekmektedir. Halbuki, belki de gömlek ihtiyar tarafından yapılmıştır. Yahut ihtiyar gömleği dışardan alarak evine getirmiştir. Her iki halde de ihtiyar, göm­ leğe temas etmiş bulunmaktadır. Bu d u r u m a göre, arada sıhri bağın kurulması icap ederdi. Fakat pratikte görülen vaziyet başkadır. Aradaki b ü t ü n temaslara rağmen gömlek sihri bağdan m a h r u m adedilmektedir. D e m e k ki m e n f a a t d ü ş ü n c e s i k a r ş ı s ı n d a , pratiği m e y d a n a g e t i r e n m e k a n i z m a d a değişik­ lik m e y d a n a g e l m i ş t i r . Başka bir örnek :

Güney batı Afrika'da yaşıayan Baronga'larda bir kimse öldüğü zaman, üzerindeki elbise ile beraberinde taşıdığı eşyalar götürülerek aile kulübesine konur. Ve bunlar çürüyünceye kadar kulübede kendi hallerine bırakılırlar. Yerlilerden hiçbir kimse, bu eşyaya el süremez ve tasarrufuna alamaz l 5.

Bu örnekte gözlediğimiz değişiklik, bir önceki pratiktekine nazaran çok d a h a fazladır. İhtiyar a d a m yeni gömleğini mirasçısına bırakmak istediği zaman, gömleği giymemekle meseleyi hallediyordu. Bu pratikte ise, evi hariç, üstünde taşımadığı b ü t ü n eşyalar ailesine kalmaktadır. Yani, b u r a d a majik ilişki, yalnız şahsın beraberinde taşıdıkları için varittir. Ölünün korkunç kudretini ancak bu eşyalar geride kalanlara iletmektedir. Bu sebepten dolayıdır ki yalnız bu eş­ yalar, ölü gömme sırasında yapılan merasime dahil olmaktadır. Şu farkla ki, tahrip edilmiyerek külübeye bırakılmaktadır. Buna rağmen tabu'luk hüviyetini muhafaza etmektedir. Yani bunlardan o cemiyete mensup hiçbir şahıs fayda­ lanamamaktadır. Faydalanmayı da düşünmemektedir. Yalnız civarda yaşıyan Hiristiyan yerliler gelip de istedikleri takdirde, ufak bir ücret karşılığında adı geçen eşyalar kendilerine terkedilmektedir. Buradan çıkan sonuç şudur: Ölünün mensup olduğu cemiyetin fertleri gerçi bu eşyaları kullanamamaktadır, fakat çok az da olsa gelirinden istifade etmektedirler. Yani maddi menfaat meselesi, bu bir. İkinci sonuç d a h a önemlidir: Diğer uyerlilerin aksine olarak Hiristiyan yerliler, bu gibi eşyayı kullanmakta sakınca görmüyorlar. Aynı kültür çevresine mensup, yalnız din bakımından farklı olan bu adamların an'anelerine karşı gös­ terdikleri ilgisizlik acaba nereden geliyor? Cevap basittir: Din değişikliği dolayı-siyle inançlarda, daha doğrusu zihniyette meydana gelmiş olan değişiklik, bu ilgisizliği m e y d a n a getirmiştir. Böylece, ö r n e ğ i n tahlili, i n a n ç l a r d a m e y d a n a g e l e n d e ğ i ş i k l i k l e r l e m a d d i zaruretlerin, p r a t i k l e r d e f a r k l ı l a ş m a m e y ­ d a n a g e t i r m i ş o l d u ğ u n u g ö s t e r m e k t e d i r . Bir örnek d a h a :

Afrika'nın bir çok yerlerinde kıymetli addedilen eşyalardan başkaları, ölüyle beraber gömülmemektedir 1 6.

(15) L. Levy-BRUHL op.cit., s.387. (16) L. Levy-BRUHL, op.cit., s.382

(7)

Bu pratikten çıkan sonuç şudur : Ancak kıymetli kabul edilen eşyaların ölüyle majik bir ilişkisi vardır. Bunlara dokunmak yasaktır. O n u n için bu eşya­ lar, ölüyle birlikte gömülmektedir. Kıymetli eşyaların dışında olanlar, yani ailenin bilfiil faydalandıkları, ölüyle gömülmemekte, aileye verilmektedir. Aile fertleri, ölüm olayından sonra, bu eşyaları kullandıklarına göre, onların majik etkilerinden korkmamaktadırlar. D a h a doğrusu böyle bir bağın mevcut olduğuna inanmamaktadırlar. Şu halde, pratiğin esasında değişiklik meydana gelmiştir. D e ğ i ş i k l i ğ i n s e b e b i m a d d i d i r . Ç ü n k ü aile m u h t a ç o l d u ğ u e ş y a l a r ı ö l ü n ü n a r k a s ı n d a n feda e t m e m e k t e d i r . Şimdi de canlılarla ilgili bir kaç örnek vere­ lim :

Güney Afrika'da yaşıyan ilkellerde kocaları ölen kadınlar, gömme merasiminden sonra çöle atılırlar. Burada ömürlerinin sonuna kadar kalan dullar, hiçbir şekilde kimseyle temasa gelemezler17.

Bu örnekte, esas prensipte bir değişiklik olmadığı halde, şekil bakımından başkalaşma meydana gelmiştir. Şekil değişiklikliği şudur: K a d ı n b u n d a n evvelki örneklerde olduğu gibi kocasının ölümü üzerine hayatını kaybetmemektedir. Esas bakımından hiçbir değişiklik olmadığı hususuna gelince, dul kadın eski ör­ neklerde olduğu gibi yine tabu'dur. Yakınlarıyla cemiyetle temasa geleme-mektedir. Ş u h a l d e dul kadın, h â l â k e n d i s i n e t e m a s e d i l m e s i a r z u edil-m i y e n bir varlıktır. Ö l ü y l e aralarında, b e r a b e r y a ş a edil-m ı ş o l edil-m a l a r ı s e b e ­ b i y l e majik bir b a ğ m e v c u t t u r . O halde kadın, kazara da olsa bir kimseye temas edecek olursa, ölünün istenmiyen etkisini, derhal o şahsa iletir. Veya temas ettiği kimsenin hoşa gitmiyen bir özelliğini, ölü kocasına aktarır. Bu sebepledir ki dul kadınlar, içinde kimsenin bulunmadığı çöle atılırlar. Başka bir örnek:

Kocası ölen kadın, özellikle cinsel ilişkilerine dikkat etmelidir. Ömrünün sonuna kadar bu yasağı bozmaması icap eder. Aksi halde, dul kadını daimi biir şekilde göz hapsinde bulunduran kocasının ruhu gelerek kadını çok feci bir şekilde öldürür18.

Bu örnekte de kadın ölümden kurtulmuştur. Biraz önce verdiğimiz örneğin aksine muhitiyle de temasa gelebilmektedir. Şu halde, cemiyet için istenmiyen bir varlık olmaktan artık çıkmıştır. Buna r a ğ m e n kadın, h â l a y a s a ğ a tâbidir. A s l a c i n s e l i l i ş k i l e r d e b u l u n a m ı y a c a k t ı r . Dul, c i n s e l b a k ı m d a n ö l ü y e bağlıdır. Yani aralarında yalnız cinsi bağ mevcuttur.

Şu a n a kadar gördüğümüz örneklerde, dul kadınların ölümden kurtuluş­ larını gözlediğimiz halde, b u n u n hangi sebeplere borçlu olduklarını anlıya-mamaktayız. Şimdi, zikredeceğimiz örneklerin yardımiyle dul kadının, ölü ko­ casıyla aralarında mevcut majik bağı koparmak üzere hangi tedbirlere başvur­ duğunu göreceğiz:

Merkezi Avustralya'nın kuzeyinde bulunan ilkel kavimlerde öllen şahsın kardeşi ölü gömme merasiminden sonra dulun saçlarını keserek (17) L. Levy-BRUHL,

(18) İbid.,

(8)

ateşe atar. Bundan sonra dul, Uzun bir zaman için matem devrine girer. Her gece ocaktan daldığı külü karnına sürer. Eğer dul kadın, bunları ' yapmıyacak olursa, kendisini gözetliyen kocasının ruhu gelerek dulu öldü­

rür. Kadın arzu edilen şekilde hareket ettikten sonra, bir akşam küçük kardeşin evine gider. Bunlar akşam olunca aralarına ateşi alarak yatarlar. Fakat yekdiğerleriyle, nasıl olursa olsun, temasa gelmekten kati surette kaçınırlar. Ertesi sabah küçük kardeş, dul kadını akraba erkeklere gönderir. Bunlardan istiyen dul kadınla yatabilir. Sonra, herbiri kadına hediye vererek küçük kardeşe iade eder. Ancak bu kadar uzun ve çeşitli muamele­ lerden sonra dul kadın, kocasının küçük kardeşiyle evlenebilir 19.

B u ö r n e k t e n ç ı k a n s o n u ç ş u d u r : D u l kadınlar, k o c a l a r ı n ı n r u h l a r ı n a majik b a ğ l a r l a bağlı o l d u k l a r ı n d a n k i m s e y l e e v l e n m e l e r i n e i m k â n yoktur. H e r ş e y d e n evvel, bu b a ğ ı n k o p a r ı l m a s ı l â z ı m d ı r . Bu sebeple dul kadınlar, kendilerini bazı işlemlere tâbi tutarlar. U z u n m ü d d e t yasa girerler, karınlarına m u n t a z a m kül sürerler, saçlarını kocalarının küçük kardeşine kes­ tirirler. Bütün bu çalışmalara rağmen dul kadın, ölünün tazyikinden t a m a m e n kurtulamamaktadır. Aynı ailenin içinden biriyle evlenmeğe mecburdur. Başka bir örnek :

Güneybatı Afrika'da yaşıyan Ba-ronga'larda dul kadın kocasının ölümünü takip eden günlerde, gizlice köyünden kaçar. Evvelce bilme­ diği yerlere gider. Orada rastlıyacağı ilk yabancı ile yatar. Tabancının kendisini alıkoymak istemesine rağmen, dul oradan da kaçar. Evine döner. Kocasının akrabalarından biri, dul kadının geçimini sağlar. Her ikisi de bu sıralarda aralarından herhangi bir şeyin geçmemesine dikkat ederler.

Uzun bir müddet geçtikten sonra, dul kadın evinden ayrılarak kendisine bakan erkeğin evine gider. Artık evlenebilirler. Doğacak çocuklar kadı­ nın ölen kocasının büyük kardeşine aittir 2 0.

B u ö r n e k t e d e dul kadının, ö l ü k o c a s i y l e a r a l a r ı n d a m e v c u t majik b a ğ ı k o p a r m a k üzere, n e l e r e b a ş v u r d u ğ u n u g ö r m e k t e y i z . Evden kaçmak, tanımadığı yerlere gitmek, yabancı ile yatmak, uzun bir m ü d d e t yas tutmak gibi... Fakat bütün bu fedâkârlıklara rağmen, önceki örnekte olduğu gibi, dul kadın kendisini kocasının baskısından kurtaramamaktadır. İstediği adamla değilde âdeta kocasının istediği adamla evlenmektedir. Çünkü evlene­ ceği a d a m uzak da olsa kocasının akrabasıdır. Bir örnek d a h a :

Bazı Peru yerlilerinde kocası ölen kadının ağaç veya topraktan yapılmış kabataslak tasviri, kocasının mezarına konur21.

Bu örnekle gördüğümüz Peru'lu kadın, kocasının ruhuyla aralarında mev­ cut olan bağı koparmak için, diğer örneklerdeki dul kadınlar gibi, birçok işkence ve ıstıraplara katlanmamaktadır. Ne saçı kesilmekte, ne yabancı ülkelere kaçmak­ ta ne de uzun bir m a t e m devresine girmektedir. Kocasının kadavrası yanına

(19) L. Levy-BRUHL, op.cit., s.391. (20) L. Levy-BRUHL, op.cit., s.393.

(9)

konan bir ağaç veya toprak parçası, aralarındaki majik bağın kopmasına kâfi gelmektedir. Heykelcik, k u r b a n e d i l e n kadın ı t e m s i l e t m e k t e d i r . B u su­ retle dul kadın, ş a h s i y e t d e ğ i ş t i r e r e k y e n i bir h ü v i y e t kazanmış olmaktadır. Asıl kadın ise, mezarın içindeki odun parçası haline g i r m i ş t i r . Böylelikle r u h aldatılarak kadına, h a y a t ve hürriyeti k a z a n d ı r ı l m ı ş t ı r . Kadınların, ko­ calarının mezarlarında kurban edilme pratiği, uzun merhalelerden sonra, bu şekle erişmiştir. R u h l a r ı a l d a t m a pratikleri, k a v i m ve m i l l e t l e r i n folk­ lorunda çok geniş bir yer tutar. Anneler, hasta olan çocuklarını kurtarmak için, bir şahsiyet halinde tasavvur ettikleri ölümü kandırırlar. Örnek :

Bir kadın hasta çocuğu alarak mezara götürür:

— «Al çocuğunu» diyerek çocuğu mezarın üstüne bırakır ve hemen geri döner. Orada gizlenen başka bir kadın da koşarak çocuğu alır ve kaçar 2 2.

Böylece ölümü kandırırlar. Ö l ü m de çocuğu aldığına inanarak yavruyu bir d a h a rahatsız etmez. Çocuğun da bu suretle hastalığı geçmiş olur. Birkaç örnek

daha : . Avustralyalılar, Boşimanlar, M e r k e z i Afrika zencileri,

Polenezyalılar gibi hemen hemen çıplak bir vaziyette yaşıyan kavim-lerde, ölen bir şahsın karısı, yüz ve vücudunun muhtelif kısımlarına çamur ve çeşitli boyalar sürer 2 3.

Amerika yerlileri, Afrika Manganyalıları gibi örtünerek yaşıyan kavimlerde ise kocası ölen kadın deri veya kumaş parçalarından yapılmış

acayip elbiseler giyer24. . • .. •

tikeller, b u p r a t i k l e r d e k i m a k s a t l a r ı n ı n k o c a l a r ı n ı m r u h u n u aldat­ m a k o l d u ğ u n u s ö y l e m e k t e d i r l e r . Acayip elbiseler giyen ve türlü renklerle

üslenen kadınları, bu yeni şekilleri altında kocaları tanıyamamaktadır. Burada da aldatmak fikri hâkimdir. Kanaatımızca, çeşitl i m i l l e t l e r d e g ö r ü l e n bugün­ k ü m a t e m e l b i s e l e r i n i n e s a s ı n ı , k o c a s ı n ı n r u h u n u a l d a t m a k ü z e r e b o y a l a r s ü r ü n m e k , deri v e k u m a ş p a r ç a l a r ı ö r t ü n m e k s u r e t i y l e k a d ı n l a r t a r a f ı n d a n y a p ı l a n pratikler t e ş k i l e y l e m i ş t i r . Bu suretle dul kadınlar, yeni

bir şahsiyet kazanmaktadırlar. . Şu anda konumuzun sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sonuç hakkındaki fikir­

lerimizi söylemeden önce, konumuza doğrudan doğruya girmeyen fakat onu şiddetle ilgilendiren bir hususa temas etmek zorundayız :

Acaba tarihi v e t a r i h ö n c e s i d e v i r l e r d e d e k o n u m u z u t e ş k i l e d e n pratikler m e v c u t m u y d u ? Meseleyi çok kısa bir şekilde gözden geçiriyoruz :

Prehistorya araştırmaları, Orinyasiyen çağdan itibaren ölüyle birlikte mezara ziynet eşyaları, silah ve aletler konulduğunu göster­ miştir25.

(22) Müşfika ABDÜLKADİR, Şarki Karaağaçta Doğum Âdetleri ve Halk İlaçları. HALK BİLGİSİ HABERLERİ. 27, 1933, s,67.

(23) J. DENİKER, op.cit., s.306. (24) İbid.,

(10)

Medenî millet adını verdiğimiz bugünkü beşer topluluklarında da aynı âdet mevcuttur. Litvanya'da ölü ile birlikte mezara silahları, piposu, mermileri konmaktadır26.

Tarihi çağlarda, ölen şahıslarla birlikte hayvanları da öldürülmüştür. Orta Asya Türk mezarlarında at başı iskeletlerine rastlanmaktadır. Alacahöyük mezarlarında kurban edilen hayvan iskeletleri bulun­ muştur 27.

Birçok prehistoryenler, mezarlarda buldukları kuru kafalara dayanarak, çok eski çağlarda ölüye insan kurban etme âdetinin mevcut olduğunu ileri sürmektedirler.

İskit'ler kralları ölünce, kralın esir ve karılarımda birlikte gömer-lerdi28. 4000 sene evvel Mısır mezarlarına kurban edilecek

insanların yerine küçük heykelciklerin konulduğu tesbit edilmiştir29.

Bu kısa bilgi bile bize, incelediğimiz ölü gömme âdetlerinin tarih öncesi ve

tarihî çağlarda da mevcut olduğunu göstermektedir. Acaba bugünkü pratikler,

dünkü pratiklerin bir devamı mıdır? Yoksa birbirinden bağımsız olarak mı mey­

dana gelmiştir? Bu hususta şimdilik kati bir kanaatimiz yoktur. Yalnız, bu etüdden

elde ettiğimiz bazı sonuçlara dayanarak şunu ileri sürebiliriz: Mademki

ilkel-lerdeki ölü gömme pratiklerinin esasını sihir teşkil etmektedir, o halde tarih ön­

cesi ve tarihi çağlarda mevcut olduğunu bildiğimiz sihri inanışların benzer âdet­

leri doğurması imkân içindedir.

Tarihî çağlarda verdiğimiz bu kısa moladan sonra, tekrar konumuza dönerek

sonucu şu şekilde özetliyebiliriz :

İlkel toplumlarda ölü ile,

1) Eşyaları,

2) Hayvanları,

3) Karısı, çocukları,

4) Esir ve hizmetkârları arasındaki ilişkileri pratik yani âdet

ve inanma hüviyetine bürünerek maji tanzim eder. Aradaki sihri bağ

zayıfladıkça pratikler şekil değiştirerek kaybolmağa yüz tutar. Sihri

bağı, faydacı zihniyetle, o toplumda beliren yeni fikirler zayıflatıp

yoketmektedir. Buna rağmen majik bağı birden koparıp atmak müm­

kün değildir. Uzun ve meşakkatli bir çabaya ihtiyaç vardır. Bu çabanın

sonunda tâli pratikler meydana gelmektedir: Ç ö l l e r e k a ç m a , u z u n

bir yas t u t m a , t a h t a heykelcikle ö l ü n ü n r u h u n u a l d a t m a gibi...

İçinde canlı elamanlar bulunan pratikler, cansız elemanlara nisbetle

daha kolay yok olmaktadır.

(26) James Thayer ADDİSON, op. cit, s 27.

(27) Tahsin ÖZGÜÇ,Anadoluda'da Ölü Gömme Âdetleri. Ankara, 1948, s.92 (28) James Thayer ADDİSON, op. cit., s 25; A. M. HOCART, op.cit., s.217

(29) James Thayer ADDİSON, İbid., op. cit., s.29; Edward WESTERMARCK, L'Origine et la Developpement des İde'es Morales I. Paris, 1928, Payot, s.478

Referanslar

Benzer Belgeler

Karabük Üniversitesi’nde İşletme Fakültesi’ne bağlı olduğu için İletişim Fakülteleri’nden daha farklı bir eğitim müfredatına sahip olan Halkla

Turan, Osmanlı kaynaklarına hâkim 22 bir tarihçi olarak yukarıda adı geçen çalışmaları ve onlara ilave daha pek çok özgün araştırmasıyla Osmanlı Tarihi alanı

Bunun yanı sıra bayan öğretmenler, teknoloji kullanımının çok fazla zaman, para ve enerji gerektirmesinin matematik derslerinde bilgisayar destekli öğretim ve uygulamalarını

Two different organic additives; namely, ethylene glycol and citric acid (Figure 2) were used to test their influence on the stabilisation of H 2 O 2... All the

Düz, zikzak (B tipi) ve iç-dış zikzak (C tipi) kanatçık kullanılması durumunda kanal boyunca sıcak akışkan sıcaklık değişimleri paralel ve ters akış için

典禮當日,本校林建煌校長、吳介信副校長、朱娟秀副校長等北聯大近 200

另一層更深的意義,就是學校會因其校友的傑出表現而受到推崇敬重,更因其校

Bu becerinin de diğer becerilerde olduğu gibi çocukluk döneminden başladığı anlaşılmaktadır (Berman & Slobin, 1994). Çocukluk döneminin ortalarında başlayan