22 ARALIK 1988
İZİ YAZII
A h m e t Tevfik Paşa OsmanlI d e v le tin in en ön em li m ev
kilerin d e bulunm uş, dürüstlüğü, p o litik tecrü b esi ne
den iyle zor g ü n lerin adam ı olarak en üm itsiz d u ru m
larda d ö r t kez sadrazam lığa g e tirilm iş ti
Saray damadı
Kıatıdus Saıaşfna
|katıldı
yatılısı
son OsmanlI Sadrazamı ve oğullan
Mustafa Kemal
Yazan: Şefik Okday
S i l
(Sadrazam Tevfik Paşa nın Torunu)
5 ü
A
I
Harbi diye anılan Türk-Rus M M Savaşı'ndan başlayarak,
% Türkiye Cumhuriyeti’nin ku- H Ü rulmasına kadar geçen ya-
rım yüzyıllık zaman içinde
büyükbabam Ahmet Terfik
Paşa, OsmanlI devletinin en
önemli mevkilerinde bulunmuş, dü
rüstlüğü, politik tecrübesi nedeniy le “zor günlerin adamı" olarak en ümitsiz durumlarda dört kez sadra zamlığa getirilmişti. 6 yüzyıllık Os manlI devleti ortadan kalkıp, yetini yepyeni bir Türk devleti olan Türkiye
Cumhurlyeti’ne bırakırken “Son Os-
manlıSadrazamV'olarak tarihe geçti.
C > ^ ~ 'v _ A D
İkisi de padişah yaveri olan çocuklarından padişah dam adı olan
oğlu sarayı ve sultan efendiyi İstanbul'da bırakarak Anadolu -
ya geçmiş ve M ustafa Kemal Paşa'ya k atılm ıştı
Son Sadrazam Tevfik Paşa ve
onun İki oğlu (padişah yaverleri İsma il Hakkı ve Ali Nuri Bey’ler) yaşadık ları çok renkli, çok değişik, çok me raklı hayat hikâyeleri dışında, bir baş ka özellikleriyle de dikkati çekiyorlar. Türkiye’de Batılılaşma hareketini ve olgusunu onlar belki de herkesten önce, soyut kavramlar olarak değil, somut bir gerçek olarak hem kendi nefislerinde, hem geniş aile çevrele rinde yaşamışlardı.
Bu yazı dizisi, bu önemli olgu nun ayrıntılarını sadrazamın İki oğlu nun meraklı bir sinema dizisi gibi ge çen hayat hikâyesi İçinde verirken... Bir yandan da Kurtuluş Savaşı’nın bi linmeyen bazı detaylarını, ikisi de pa dişah yaveri olan sadrazam çocukla rının maceralarını, padişah damadı olan büyük oğulun sarayı ve sultan efendiyi İstanbul'da bırakarak, Ana dolu’ya geçişini ve Mustafa Kemal Paşa’ya katılışını anlatmaktadır.
Şefik OKDAY
1859
yılında, Ahm et Tevfik on altı ya şında Vidin Rüşti yesini bitirdiği yıl larda İsviçre’nin(1) Rusya’nın başkenti St. Petersburg’da
maslahatgüzarlık yaparken Çar II Alexander ona büyük yakınlık gösteriyor, ama bir yandan da Başbakan Gorçakov’un savaş planlarını destekliyordu. Bu planları Ruslardan çaldırtan Tevfik Bey “ 93 Harbi" diye bilinen savaşın
başlamasına engel olamadı.
de Çar açık bir jest yaparak OsmanlI masla
hatgüzarına “Sizinle sonra görüşmek istiyo
rum” demiş ve yemekten sonra Tevfik’i özel
bir konuşma odasına çağırtmıştı. Böylece Çar, çevresine Türklerle dostça görüşmeler yap tığı izlenimini veriyordu ama, konuşmada, Os manlIların Rus isteklerini kabul etmesini ıs rarla istiyordu.
Tevfik Bey, Rusların savaş kararını iyice anlamış olduğundan İngiliz elçisiyle anlaştı ve onun yardımıyla Rus savaş planlarını 2300 İngiliz lirası karşılığında çaldırttı. Bu planlar İstanbul’a vardıktan az sonra Ruslar 24 Nisan 1877 günü, tarihimize 93 savaşı diye geçen sa vaşı başlattılar. Plevne’dekl Gazi Osman Pa- şa'nın kahramanca müdafaasına rağmen sa vaşı Ruslar kazandılar ve ta Ayastefanos'a (bu günkü Yeşilköy’e) kadar geldiler.
ELİSABETH’E AŞIK OLUP EVLENDİ
(2) Tevfik Bey 1868 yılında başkâtip olarak görev yaptığı Berlin'e 1885 yılında SefirT Kebir olarak
atanmıştı.
VVolfisberg kasa basında Jakob Tschumi adında sevimli, sıcak kanlı bir adam yaşıyordu. Görevi o köyün kol culuğu idi. Bir tür köy polisi olan Tschumi üç kez evlenmiş ve üç hanımdan sekiz çocuğu olmuştu. Kolcunun üçüncü karısı Tschum i’- nin dokuzuncu çocuğuna hamileydi. 24 Ha ziran 1859 günü Tschumi ailesine Elisabeth adı verilen küçük, sağlıklı, şirin bir kız katılır ken, İstanbul’da Arslanoflulları ailesinin en
İsviçreli Elisabeth Tschumi, Ahmet Tevfik Paşa ile A ti na’da maslahatgüzarlık yaptığı sırada tanışmış ve evlen mişlerdi. 20 yaşındaki Elisabeth daha sonra Afife adını almıştı.
Atina m aslahatgüzârlığı sırasında İsviçre
li Elisabeth ile evlenen Tevfik Bey’in ik i oğ lu oldu. A tin a ’da dünyaya gelen İsmail Hakkı ve Ali Nuri anneleri ile.
parlak genci Harbiye mektebinin giriş sınav larına çalışıyordu. Bu sınavları başarıyla ve ren delikanlı, askerlik mesleğine girme hak kını kazandı ve 1862’de Harbiye mektebini pek iyi derece ile bitirdi. Süvari üsteğmeni olarak da Davutpaşa 2. Süvari Alayı’na tayini yapıldı.
Tevfik, yüzbaşılığını beklerken, arkadaş ları kendisine bir oyun oynamak istediler ve Harbiye'de düzmece bir tören düzenleyerek Tevfik’in omuzlarına yüzbaşı apoletlerini tak tılar.
Tevfik, sevinçli ve gururluydu. Ama kısa bir süre sonra, Tevfik’in işi ciddiye almasına ve olanlara böylece içtenlikle inanmasına da yanamayan bir arkadaşı durumu ona anlattı. Tevfik duyduklarına inanamadı önce. Böyle bir şaka düşünemiyordu. Genç adam ertesi gün Harbiye’ye gelmedi. O binaya bir kez daha gi receğini düşünemiyordu. Omuzlarını süsleyen sahte apoletlerini sıyırıp atmıştı, ama kesin likle yeni bir apolet takamayacaktı. Bütün bir gece düşündü ve hayatının yolunu değiştire cek bir karara vardı. Bu konuyu hiç kimse ile tartışmadan istifasını yazıp gönderdi.
Artık Tevfik, Topkapı’da Şeyhülislam so kağındaki konaktan çıkmıyor, kütüphaneye kapanıp eline geçen ve merak ettiği bütün ki tapları anlatılmaz bir açlıkla okuyordu. Bir yan dan da, bir Fransız madamdan öğrenmiş ol duğu Fransızcayı ilerletmeye çalışırken, öte yandan okuduğu kitapları fişliyor, notlar çıka rıyordu.
1865 yılının bir Ekim günü Tevfik, ailesi ne, Babıali Tercüme Kalemine memur olma ya karar verdiğini açıkladı. Artık Arapçayı, Farscavı ve Fransızcavı sökmüs. ufak ufak İn
gilizce egzersizlere başlamıştı. Bürokratik mu ameleler hemen tamamlandı. Tevfik, artık her sabah Topkapı’daki Şeyhülislam sokağında ki köşkten yedide çıkıyor, BabIali’ye yürüye rek gidip geliyordu. Kendisini Tahrirat-ı Hari ciye (dış yazışmalar) Başkâtibi (genel sekre teri) olan Musevi asıllı Davut Efendi'nin yanı na vermişlerdi. Sonradan en üst basamağına kadar (sadrazamlık) çıkacağı bürokrasi yolun da, Davut Efendi onun için çok mükemmel bir rehber oldu. Tevfik, kalemde Davut Efendi’- den başka kimseyle konuşmaz, nazik, ama uzak... Böyle yaşamayı yeğlerdi.
Tevfik 1879’da Atina’ya maslahatgüzar ola rak tayin edildiğinde 36 yaşında, İsviçre’nin VVolfisberg kasabasındaki genç Elisabeth 20 yaşındadır. Ancak kader her ikisinin yolunu Atina’ya çevirir. O zaman Avrupa sosyetesin de, Fransızca ve Almanca bildikleri için İsviç reli genç kızlar mürebbiye olarak pek gözde idi ve Elisabeth de bir yolunu bularak A tina’ daki İngiliz maslahatgüzarın kızlarına müreb biyelik yapmaya başlamıştı. Tevfik, bir akşam yemeği davetinde Elisabeth'le tanıştı. Hep ha yal ettiği, mavi gözlü, sarı saçlı, fıkır fıkır kay nayan bu kıza kısa sürede âşık oldu. Sonun da, yetişme bakımından çok değişik çevreden gelen bu iki gencin aşkı evlilikle noktalandı. Elisabeth Afife ismini aldı, ancak Protestan dinini değiştirmedi. Aralarında genellikle Fransızca konuşurlardı. Sonraları Rumcayı ilerletmek için Rumca konuşmaya başladılar. Tevfik kendisine Türkçe ders de verirdi ve da ha sonraları genellikle aralarında Türkçe ko nuştular.
Tevfik bu arada Atina sefiri olmuş ve pa şa unvanını almıştı. 1881'de ilk oğulları İsmail Hakkı ve 1883’de de ikinci oğulları Ali Nuri dünyaya geldiler. Artık eski genç mürebbiye ' Afife (Elisabeth) ekselans olmuş ve kendi ço cuklarına, Vlktoria isminde, Rum asıllı bir mü rebbiye tutmuştu.
RUS ÇARININ SAHTE DOSTLUĞU
Tahrirat-ı Hariciye kalemindeki stajı yak laşık üç yıl sürdü. Tevfik bu sırada hiç maaş almadı ve bürokraside öğrenebileceği ve öğ renmek istediği her şeyi öğrenmeye çalıştı. Sonunda 1868'de Roma’ya ikinci kâtip olarak atandı. Oradan Viyana’yave sonraları Berlin'e ikinci kâtip olarak gitti. 1875’te Atina Başkâ tibi ve 1876’da da, Çarlık Rusya’nın başkenti St. Petersburg’da maslahatgüzar olarak görev aldı. Petersburg’da kendini çabuk gösterdi. 1877’de Rus Çarı II. Alexander onu saraya da vet etti. Bu davetler birbirini kovalıyordu. Çar ona açık bir dostluk ve yakınlık gösteriyor ve bir Osmanlı-Rus savaşından çekindiğini açık lıyordu. Ne ki bir yandan da Rus Başbakanı Gorçakof, OsmanlI ile savaş planlarını hazır lıyor, Çar da bu planları destekliyordu. Rus ların Osmanlı hükümetine, anlaşmak için öne sürdükleri şartların hiçbiri ise kabul edilecek gibi değildi.O günlerde, bir davette ve herkesin
önün-1885’te de Atina sefirliği sırasında Paris’ teki Süveyş Kanalı Komisyoru’nda görev alan Tevfik Paşa, aynı yıl Bertil, î rfir-i Kebiri (bü yükelçisi) oldu ve 1895’e ka. ar tam on yıl bu görevinde kaldı. Berlin’de iken 1888’de Zeh
ra ve 1889’da Naile ismindeki kızla. > doğdular. Afife (Elisabeth), oğlanlar Almancay; Kay
nağında öğrenecekler diye Berlin tayinine çok sevindi ama Berlin’de kendisi hiç ummadığı bir bunalıma düştü. Çünkü Alman imparator luğumun başkentindeki şatafatlı hayat, kabul resimleri, garden partiler onu son derece sıktı. İsviçre’nin küçük bir kasabasından gelmiş olan genç kadın bu yaşantı biçimi ile uyum sağlayamıyordu. Bunun üzerine Tevfik Pa şa, eşinin sıkılmasına son vermek İçin çare ler arar ve “Türkiye’de hanımlar bu tür davet
lere zaten katılmıyorlar” gerekçesi ile toplan
tılara yalnız gider. Ancak Tevfik Paşa’nın yal nız olarak da/etlere g ittiği bazı akşamlar, Afi fe’nin odasına çekilip hazin hazin ağladığını çocukları görmüşlerdi.
Tevfik Paşa’nın oğulları İsmail Hakkı ve Nuri, önce Berlin’de yuvaya verildiler. Yuva dan sonra çocuklar Fransız kolejine yazılır. Burada Almancadan başka, mükemmel Fran sızca da öğreniyorlardı. Kolejde büyük sana yicilerin, Musevi bankerlerin ve zengin tüccar ların çocukları vardı. Bunların hayata bakışı, özellikle ticari anlayışı bir Osmanlı paşasının ve bir sefir-i kebirin çocuklarına nazaran çok farklıydı. Ayrıca İsviçreli annenin hayat anla yışı, biçimi ve herkesin bir yolla çalışması zo- runluğu üstündeki fikirleri de Tevfik Paşa’nın çocuklarını etkiliyordu. Bu etkiler Almanya’ daki hayatı, ailenin her ferdinde bir başka açı dan hareketli, heyecanlı ve renkli bir hale ge tiriyordu.
Tevfik Paşa'nın ik i oğlu padişah yaveri olunca, kızkardeşleriyle hatıra fotoğrafı çektirm işlerd i. (Soldan sağa) Zehra Ha nım, İsm a il Hakkı Bey, Naile Hanım, A li N uri Bey.
İsm ail Hakkı ve A li N uri beylerin Galata saray M ekteb-i S u lta n is i’ndeki tah sille ri kısa sürecek ve II. A bd ü lh a m id ’in is te ğ i üzerine her ik is i de padişah yaveri olm ak üzere H arbiye’ye geçeceklerdi.
8 f
-23 ARALIK 1988
Alman imparatoru II Wilhelm, imparato- riçe ve çocukları. 6 prens ve 1 prenses İran Şahı'na takdim edilirken, Şah, impa ratora bunların kaç kadından olduğunu sormuş, II Wilhelm de kahkahayı bas mıştı.
BUTUN BU ÇOCUKLAR
KAÇ KADINDAN?
T e vfik Paşa'nın Bertin sefirliği sırasında İran ’ın
Kaçar sülalesine mensup Nasıriiddin Şah, Berlin’i zi yaret eder. Şerefine verilen bir ziyafette İm parator 1!.
Wilhelm, İmparatoriçe Auguste Viktoria, kızları ve 6 oğlu ile bütün kordiplomatik bulunmaktadır.
Prensler ve Prenses, Şah’a takdim edildiklerinde, Şah bunların kaç kadından olduğunu sorar ve Alman İmparatoru da dayanamayarak kahkahayı basar. Ko casının böyle candan güldüğünü gören İmparatoriçe gelip de sebebini sorar. Ancak İmparatorun neye böyle güldüğünü öğrenince yüzünü asarak, “ Ben bunda gü lünecek bir şey görmüyorum” diyerek arkasını dö ner ve uzaklaşır.
İMPARATOR SOFRASINDAN FIRLATILAN TAVUK KEMİKLERİ
Kaiser Wühelm’in, Şah’ın şerefine verdiği bir zi yafette mönüde tavuk da vardır. Şah tavuk budunu eliyle yemeye başlayınca, herkes birbirine bakar. An cak misafirini mahçup etmemek için İm parator da ta vuğu elle yemeye başlayınca, sofradakiler İm parato ru taklit ederler. Ancak etini yedikten sonra, Şah elin deki tavuk kemiğini arkasına doğru fırlatınca sofra dakiler büsbütün şaşırırlar. İm parator da hafifçe te bessüm ederek kendi kemiğini arkaya atınca, bütün sofradakiler büyük bir hevesle bunun aynını yapar lar. Büyükbabam bana bu anıyı birkaç kez anlatmış ve gülerek "Ben de kemiğimi kuvvetle arkaya atmış ve aynaya çarptığım duymuştum" demişti.
LMANYA’da oku l bitm iş, ta tile girm işlerdi. Şimdi iki kardeş, Tevfik Paşa’nın kü tüphanesine giriyor, kitap ve dergilerden, parlak kâğı da basılı resim leri gizlice kesiyor, kalın bir kartona ya- _ piştirip, sefarethanenin ar ka kapısından çıkarak, işporta kurup satı yorlardı. Ne var ki sefaret kâtiplerinden biri bunu görmüş, büyükelçi-hazretlerine duru mu bildirm iş ve çok haysiyet kırıcı bulunan bu ilk ticaret denem esine son verilm işti. Oysa çocuklar, neden kötü bir iş yaptıkla- tın ı b ir türlü anlayamıyorlardı. Tabii İsviç
reli anneleri de.
Ama bir başka gün, büyükelçinin iki oğ- .lu, ambalajlanırken kırılan çikolataları ucuz fiya tla çocuklara satan bir dükkân keşfet tiler. Sefaret seyisinin oğlu, yarı yarıya ucuz olduğundan hep bunları yiyordu. Ali Nuri, tıemen bu kırık çiko lata kavanozunun tü- fnüne ta lip olm uş. Ama şekerci, Ali N u ri’ ye istediği bir kavanoz kırık çikolatayı ver memiş, “ Bunlar parası az olan fakir çocuk
lar İçindir” dem işti. O zaman Ali Nuri, se
faret seyisinin oğlu ile anlaşır. On kırık par çadan birini ona vermek üzere... Ucuz ç i kolata ticareti tık ır tık ır yürüm ektedir. Ne var ki, işi farkeden büyükler “koskoca bir
sefir oğluna yakışmaz” diye çocukları bun
dan da men ederler.
SEFİRLİKTEN HARİCİYE
NAZIRLIĞINA
1895’te Tevfik Paşa acele b ir telg rafla İstanbul’a çağrıldı. Merak ve telaşla topar lanıp memlekete döndüler. Tevfik Paşa he- fnen saraya gidip m abeyin m üşaviri Gazi Osman Paşa’ya bu âcil çağrılışın sebebi ni sordu. Kesin cevap alamadı ama paşa, Tevfik Paşa’nın m uhtem elen hariciye na zırı (dışişleri bakanı) olmak üzere davet edil diğin i ima etti. Gerçekten de kısa b ir süre feonra dört yüz altın lira maaşla nazır oldu ve Ayazpaşa’daki hariciye nazırlığı konağı na yerleşti (bu konak bugün yıkılm ış olan Park O te l’in yerinde bulunuyordu). İki oğ lan da Galatasaray Mekteb-i Suitanisi’ne yazıldılar.
Bu Galatasaraylılık döneminde, sınıf ar kadaşları olan ve ilk Türk aktörü diye anı- lan Burhanettin Tepsi ile do stluk kurarlar ve Ayazpaşa’daki konağın alt katlarında ilk Fransızca tem silleri verirler. Babam Ali Nu ri ve amcam İsm ail H akkı’dan başka, son raları hariciye nezaretinde yüksek m evki lere ulaşm ış olan Enis, Şevki Berker,
Ce-Calatasaray Mekteb-i Sultanisi'nde okurken
saraydan gelen büyük bir sürprizle karşılaştılar
20 yaşlannda iki
padişah yaveri
• Hariciye Nazırı Tevfik Pasa’yı memnun etm ek ve kendisine daha
fazla bağlamak isteyen Sultan il. Abdülhamidonun iki oğlunu
255 kişilik Yaveran Ordusu’na katar. Tevfik Paşa'nın iki oğlu Har-
blye’den yüzbaşı olarak mezun olduktan birkaç sene sonra 24
ve 26 yaşlarında albay rütbesine terfi ederler
• l l . A bdülham ld’ln ta h tta n İndirilm esiyle her ikisinin
de
rü tb e le
ri tenzil ed ilir ve norm ale döndürülerek üsteğm en olarak
gö
reve devam ed erler
m il Selman ve Ragıp Raif de aktör olarak bu tem sillere katılırlar.
Galatasaray Lisesi'ndekl öğ ren im le ri nin ikinci yılında, 1898’de babam ve amcam büyük bir sürprizle karşılaşırlar. H ariciye nazırlığı yapan, babaları Tevfik Paşa’yı memnun etmek ve kendisine daha çok bağ lamak için Sultan II. Abdülham id, amcam ve babamı yaver tayin eder. B öylelikle iki kardeş, Sultan'ın 89’u paşa ve 166’sı çeşitli rütbelerdeki subaylardan oluşan 255 k iş i lik “Yaverân ordusu”na katılmış olurlar. Ne var ki kendileri henüz sivil ve Galatasaray Lisesi öğrencilerindendir. Artık onlar için yapılacak yegâne şey “ Efendimizin emri
böyle imiş” deyip, Galatasaray Lisesi’ni
terk ederek Harbiye M ektebi’ne yazılmak olur. N itekim böyle de yaparlar. Sınıf se
çerken de tabii en gö ste rişli sınıf olan sü vari sınıfını seçerler. Alm anca, Fransızca ve Rumcayı su gibi konuşan iki kardeş, Türkçe derslerini takip etmede zorluk çek mişler, ancak özel hoca tutarak bunu da kı sa sürede te lş fi etm işlerdi.
ARKADAŞLARININ SEVGİSİNİ
KAZANDILAR
Harbiye’ye girdiklerinde ikisi de otom a tik olarak m ülazim isani (teğmen) rütbe si ni alırlar ve yaverlik kordonlarını takarlar. Kendilerine, tıpkı şehzadelere verildiği g i bi, birer at verilir ve diğer arkadaşlarının ya ya olarak iştirak e ttikle ri talim lere de at üs tünde katılm a hakkı tanınır. Ancak her ik i si de babaları Tevfik Paşa’dan aldıkları, bu günün deyim i ile dem okratik terbiye nede niyle bu imtiyazlarından faydalanmazlar ve
ZİYARET EDEN TEK BÜYÜKELÇİ
1870/71 Alman-Fransız savaşında muzaffer olan Alman kral ve prensleri, Versay Sarayı’nda Prusya
Kralı I.Wilhelm’i Alman im paratoru ilan etmişlerdi. İmparatorluğun gerçek kumcusu, tarihlerin yazdığı gibi Prusya Şansölyesi (Başvekili) Prens Bismarck idi.
Babasının ölümünden sonra tahta geçen II. Wil helm ile Bismarck’ın arası açıldı ve Bismarck göre vinden affedilerek Berlin’in kuzeyinde bulunan Friedrichsruh’daki malikânesine çekildi. Ancak Al man halkı ve bilhassa milliyetçi Alman gençliği ken disini unutmamış ve 1895’teki 80’inci yaş günü için büyük törenler hazırlamıştı. Ancak İm parator Wil helm ve Alman parlamentosu o günü unutm uş gözü küyorlardı. Bunun için de ne bir nazır ne de bir ecnebi elçi bu törene iştirak etmemişti. Tek istisna Osmanlı Büyükelçisi Tevfik Paşa idi.
Tevfik Paşa, Bismarck’ın Berlin Kongresi’nde Türk tezini savunmuş olduğundan, kendisine 80’inci yaş gü nü münasip bir hediyenin verilmesini Sultan II.A1- dülham id'e teklif etmiş, sultan da tebrik mesajı ile birlikte imtiyaz nişanım Tevfik Paşa’ya yollamış, bunu bizzat Bismarck’a vermesini istemişti.
Ancak böyle bir hareketi Alman im paratorunun nasıl karşılayacağını öğrenmek için Tevfik Paşa Kont Eulenburg’a başvurur. İm paratordan gelen cevap çok tipiktir: "Padişahı tarafından sefirine verilen bir va zife, sefiri tarafından elbette ifa edilecektir.”
Bismarck, Osmanh sultanının bu hareketinden son derece mütehassis olur ve Tevfik Paşa’yı yanma otur tur. Sofrada da, o zamanın diplomatik lisanı olan, Fransızca olarak,“ Gözden düşmüş beni unutmayan tek hükümdar olan devletin padişahınızın sıhhatine kadehimi kaldırıyorum” sözlerini söyler.
Tevfik Paşa (2) 1895’te Bismarck (1) ile.
arkadaşlarının sevgisini kazanırlar. Ayrıca her yıl bir üst dereceye terfi ederler ve 1903 yılında H arbiye’den mezun olduklarında her ikisi de kolağası (kıdem li yüzbaşı) o lur lar. Bu terfi sistem i sayesinde her ikisi 1904 yılında kaymakam (yarbay) ve 1907 yılında da 24 ve 26 yaşlarında iken m iralay (albay) olm uşlardır.
II. Abdülham id, tahttan in d irild ik te n ve M eşrutiyet ilan ed ild ikten sonra 25.7.1909 ta rih li “Tasfiye-I Rüteb” Kanunu ile rütbe ler norm ale in d irilm iş ve her ik is i de te k rar üsteğm en olm uşlardı. Babam her za man gülerek, “Allah’tan Sultan Abdülha
mid, bir-iki sene sonra tahttan indirilmedi, aksi halde biz bu arada paşa olacaktık ve rütbemiz istendiği kadar ayarlanmış olsun, herkes bizi paşa diye çağırmaya devam edecekti” derdi.
Padişah yaveri bulundukları sırada en büyük eğlenceleri de, Sultan A bdülham id’ in Zaptiye Nazırı Ş efik Paşa’nın zaptiyele rini deliye çevirm ekti. B ir gün, üsteğm en üniform alarını giyip, yaverlik kordonlarını kuşanan 18 ve 19 yaşlarındaki iki kahrama nımız dörtnala, Ayazpaşa’daki konakların dan Ş iş li’ye gelirler (o günkü İstanbul’a ba kın siz). Maslak istikam etinde yollarına de vam etmek istediklerinde, karşılarında, biri çavuş olan, d ö rt zaptiye askerini bulurlar. Çavuşun “ Buradan öteye gitmek yasaktır” ikazına, bu yasağı kim in koyduğunu sorar lar. Zaptiye Nazırı Ş efik Paşa’nın bunu ya saklamış olduğu cevabı gelince de amcam İsmail Hakkı, “O senin Şefik Paşa’n ın .... ” diye okkalı b ir kü fü r savurur ve c in s atını mahmuzlayarak dört nala ile ri fırlar. Bu g i bi maceraları pek sevm em esine rağmen, babam Ali Nuri de amcamı takip eder. Zap tiy e le r de tab ii atları ile kahramanlarımızı kovalamaya başlarlar, başlarlar ama cin s atlarla dörtnala giden iki süvari subayını ya kalamaları im kânsızdır. Y apabildikleri ye gâne şey, bu “akıl almaz olayı” zaptiye na zırına rapor etm ektir. Tabii oradan da rapor saraya ulaşır, hem de aynı günde. Kahra manlarımız saatlerce kırlarda ve orm anlar da dolaşır dururlar, sonunda Eyüp Sultan tarafından tekrar İsta n b u l’a girerler.
Ertesi gün de, hariciye nazırı olan ba baları Tevfik Paşa, sultanın huzuruna ç ık tığında, II. A bdülham id tebessüm ederek sadece, “Paşa, senin oğullann dün yine ya
ramazlık yapmışlar” der.
SULTAN II. ABDÜLHAMİD ÇOK SEVDİĞİ TEVFİK
PAŞA YA BİRİ SÜRPRİZ YAPARAK ONA SEVGİSİNİ
GÖSTERMEK İÇİN CANLI BİR ARMAĞAN GÖNDERMİŞTİ
Reddedilen
güzel cariye
A Ancak Tevfik Paşa "Efendimiz ben karıma ikinci evlilik Yap
mayacağıma dair söz verdim" demişti
® Y u n a n isyanını bastıran Tevfik Paşa barış görüşmelerine g it
m em e nedenini şöyle açıklamıştı: "Yunanlılar yalan söylü
yor, sözlerinden dönüyorlar”
• Hiçbir ihsan kabul etmediği için halk Tevfik Paşaya "Soba bo
rusu gibi doğru" adını takmıştı
S
ULTAN Abdülhamid, Tevfik Paşa'yı çok severdi. Bu sev gisini belirtmek için bir sürp riz yapmak istemiş ve bir gün ona canlı bir armağan gönder mişti. Bu armağan güzel bir saraylı cariyeydi. Ayazpaşa konağını bir anda alt üst edenbu güzel saraylı derhal geri gönderildi. Padi şahın huzuruna çıkan Tevfik Paşa “Efendimiz,
bendeniz karıma ikinci bir evlilik yapmayaca ğım diye yemin ettim, bu yeminimden dönemem” diye mazeret beyan etti.
1897’de Yunanistan’la Teselya savaşı çı kar. Ethem Paşa kumandasındaki Türk ordu ları Yunanistan’ın ta içlerine kadar girerler, ancak büyük devletlerin “dur” demesiyle Yu nanistan nihai bir yenilgiden kurtulur. Sulh gö rüşmelerini yürütmek için Padişah, Tevfik Paşa’yı görevlendirir. Tevfik Paşa ise, “Yunan
lılar sürekli olarak yalan söylüyorlar, sözle rinden dönüyorlar, türlü oyunlar çeviriyorlar”
diyerek Yunanlılarla görüşmeyi reddeder. Böy lelikle sulh anlaşmasını, Tophane kasrında altı büyük devletin elçileriyle görüşür ve Yunan heyetine ancak sonuçlanmış anlaşmaya im za atma görevi kalır.
REDDEDİLEN İHSAN
Bu savaş sırasında, sarayından hiç çıkma mış olmasına rağmen Sultan Abdülhamid gazi unvanını aldı ve tuğrasına “el gazi” sıfatı ek le nd i Padişah zafer sevinci içinde vezirleri ne ve kumandanlarına 20-60 bin liralık ihsanlarda bulundu. Hariciye Nazırı Tevfik Pa- şa’ya cia^O bin altın lira gönderdi. Ancak Tev fik Paşa “Ben ancak görevimi yaptım vebunun için de iyi bir aylık alıyorum” diyerek
bunu kabul etmedi. Bunun üzerine, bu kadar doğruluğundan dolayı halk Tevfik Paşa’ya
“soba borusu gibi doğru” unvanını verdi.
Tevfik Paşa’nın 40 bin altını kabul etme mesini padişah “Belki de bu parayı az buldu” diye yorumlamıştı. Bu defa padişah, Tevfik Pa- şa’yı başka şekilde sevindirmenin yolunu arar. Birkaç gün sonra da Teyfik Paşa’yı çağırtır ve şunları söyler: “Paşa, senin evinin olmadığı
nı öğrendim. Onun için oturduğun konağı sa na hediye ediyorum. Hem (tapusunu göstererek) bak konağı 19 bin altına kendi pa ramla aldım, Hazine parası ile değil, bunu ar tık reddedemezsin.” Bunun üzerine Tevfik
Paşa da bu hediyeyi reddedemeyerek kabul eder.
1908’de Mısır-İran sınır anlaşmaz! iğini çöz mekle görevlendirilen Tevfik Paşa, Tarabya’- daki İngiliz sefaretine gittiği bir gün Meclis-i Vükela toplantısını kaçırır. Gerek evinden, ge rekse Saray’dan aranır, fakat bulunamaz. Oysa Vükela Meclisi de aynı konuyu konuşacaktır. Toplantı, “Hariciye nazın yok” diye yapılamaz. Sadrazam Rıfat Paşa öfkelenir, durumu Sa ray’a bildirir. Oysa Tevfik Paşa’ya emri Saray vermiştir. Buna rağmen mabeyin başkâtibi, Tevfik Paşa’dan hesap sorar, yazılı cevap is ter ve bu cevap padişaha gönderilir. Mabeyin ci “ Biz onu Ragıp Paşa’nın tavsiyesi ile
hariciye nazırı yaptık, yoksa hâlâ Berlin’de olacaktı” deyince Tevfik Paşa “Ben Ragıp Pa- şa’nın tavsiyesi ile değil, padişahın teveccü hü ile hariciye nazırı olduğumu sanıyordum, bu halde istifa etmem doğru olur” der. Ama
Sultan Abdülhamid yaptığı haksızlığı fark ede rek onu Saray’a çağırtır. Tevf[k Paşa’nın bek lediği odaya giden padişah, kendisine
yaklaşır, bir şey söylemeden ve tavana baka rak, bir müddet Tevfik Paşa’nın sakalın: ok şar, sonra “Padişahlar nazırlarının babasıdır.
Bir baba, evladını tevbih ettiği (azarladığı) gi bi bir padişah da, baba sıfatıyla kendilerini tev bih eyler ve bazı kerre bu tevbih haksız olur”
diyerek Tevfik Paşa’nın gönlünü alır. Saray töresine göre resmi ziyaretlerde, pa dişahın önce sadrazamla özel bir konuşma yapması gelenek haline gelmişken bir gun Sultan Abdülhamid töreyi bozuyor ve harici ye nazırı olan Tevfik Paşa’yı yanma çağırıp, kendi kullandığı açık arabada yanına oturta rak ziyaret yerine kadar beraberinde götürü yor. Bu büyük iltifatı gören herkes, Tevfik Paşa’nın yakında sadrazam olacağını dü şünüyor.
Gerçekten bir gün Şamlı İzzet Paşa, Tev fik Paşa’ya gelerek “padişahın kendisini sad
razam yapmak istediğini, ancak zevcesinden boşanması gerektiğini, çünkü zevcesi Hıris- tiyan olan bir sadrazamın hoş görülmeyeceği ni” söyler. İzzet Paşa’nın bu teklifine Tevfik
Paşa son derece müteessir olur, ağır sözler le bu teklifi reddeder. Bir daha da bu konuda herhangi bir haber gelmez.
Meşrutiyet'ten sonra diğer nazırlar değiş tiği halde Tevfik Paşa daha bir müddet göre
vinde kaldı. Sonra Londra'ya büyükelçi olarak tayin edildi. Ancak Londra'ya gidermeden 31 Mart 1909’da “31 Mart Vak’ası” diye anılan ayaklanma patlak verdi. Avcı taburları asker lerince başlatılan ve “Şeriat isteriz” diye Mec lis binasına yürümeleri ile devam eden bu ayaklanma üzerine hayatından endişe duyan Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Saray’a gidip istifa eder, Sultan Abdülhamid de alelacele Tevfik Paşa’yı Saray’a çağırtır. Padişah, Pa- şa’yı defalarca kucaklar ve sadareti kabul et mesini ısrarla rica eder. Tevfik Paşa böylelikle, Hıristiyan eşine rağmen, sadrazam olur. Bu ilk sadareti Sultan Abdülhamid’in tahtı bırak ması ve yerine kardeşi Sultan V. Mehmet Re şat’ın geçmesi sırasında tam 21 gün süre cektir.
Tevfik Paşa’nın acele Saray’a çağırılmasın- dan sonra Ayazpaşa’daki konakta iki görüş ça tışmaktadır. Tevfik Paşa’nın kızları ile kâtibi Şevki (Berker), Paşa’nın bu tehlikeli ortamda sadrazam olmaması ve Londra’daki görevine gidebilmesi için dua ediyorlar, hatta sadrazam olmazsa bir kurban kesmeye kararlıdırlar. Bu na karşı Tevfik Paşa’yı çok seven ve çocuk luklarından beri yanında çalışan Thomai ve Dimitrula ismindeki Rum hizmetçiler, sevgili paşalarının İstanbul’da kalması ve Londra’ya
Şevki Berker 31
Mart olayları sıra sında Tevfik pa - şa'nın kâtibiydi. » ■
i
h
mi 1 s s
....
—ı
ı
ı
S ' V ı S B
ı
m
Hiçbir ıhsam kabul etmeyen Tevfik Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid Ayazpaşa’daki Hariciye Konağı'nı hediye etm işti.IT WAS VERY NICE BUT
A LITTLE COLD
Tevfik Paşa’nın hariciye nazırlığı sırasında, ye ni bir İngiliz büyükelçisi saraya gelip itimatname sini Sultan II. Abdülhamid’e sunar. Padişah’ın ya nından çıktığında da acele bir ihtiyacım görmek zorunda olduğunu söyler ve büyükbabam da ken disini tuvalete götürür. Saraydaki helalar oymalı mermerden ve tertemizdir, ancak bunlar alaturka helalardır.
Elçi helada biraz uzunca kaldığından, çıktığında büyükbabam kendisine rahat edip edemediğini so runca, İngiliz elçisi gülerek, “ It was very nice but a little cold” (Çok güzel, yalnız biraz soğuktu) ce vabım verir. Anlaşılan alaturka helayİTalafranga usulü oturmuştu elçi hazretleri.
Sultan II. Abdülhamid’in Tevfik Paşa’ya sevgisini göstermek için kendisine saraylı bir hanım gönderdiği günlerde o tek eşle m utlu bir hayat sürüyordu.
gitmemesi için kiliseye gidip mum dikiyorlar. O devirde yeni bir sadrazamın tayininden sonra düzenlenen sadaret alayları ata binile rek yapılır ve şeyhülislamlar sadrazamın so lunda yer alırdı. Bu defaki alayda ise “Şeriat
isteriz” diye bağıran halk kitlelerinin gönlü
nü almak maksadıyla Tevfik Paşa, Şeyhülis lam Ziyaettin Efendi’yi sağına almıştı. Böylece disiplini bozulmuş askerlerin ve başıboş hal kın havaya gelişi güzel patlattıkları silahlar dan çıkan kurşunların vızıltısı arasında BabIali’ye gidildi. Bu da at üzerinde yapılan sadaret alaylarının sonuncusu oldu.
Yeni padişah olan Sultan Mehmet Reşat, biat töreni sırasında “Sadrazam niye gelmedi” diye sorar, “ Efendimiz karşınızda duruyor” denmesi üzerine Tevfik Paşa'dan, onu tanıma dığından, özür diler. Halbuki Tevfik Paşa tam ondört yıl ağabeyi Sultan Abdülhamid’e ha riciye nazırlığı yapmıştır ve kendisi de bu sü re içinde veliaht bulunuyordu. Sultan Reşat'ın
“Biraderime ondört yıl hizmet ettiniz, bana da bir müddet hizmet etmez misiniz” demesi
üzerine Tevfik Paşa daha bir hafta sadrazam kalır, fakat İttihat ve Terakki önde gelenleri nin baskısı üzerine istifa ederek Londra’daki büyükelçilik görevine gider.
Bütün bu olayların yaşandığı sıralarda, sadrazamın iki oğlu yaverân-ı şehriyari (padi şah yaveri) İsmail Hakkı ve Ali Nuri, Harbiye’- den kolağası (kıdemli yüzbaşı) olarak mezun olurlar ve esas “tatlı hayatları” o zaman baş lar.
Tabii ki padişahın 255 kişilik yaveran or dusunda bu iki gence de “önemli görevler” düşecektir. Nitekim bu görevler hemen de baslar. Bir defa padişahın cuma namazlığına gittiği selamlık merasiminde “ isbatıı vücut
etmeleri” önemli görevlerin İlkini teşkil edi
yordu. Beyaz kalpaklı, kırmızı üniformalı sa ray askerleri, altın işlemeli nazır, müsteşar ve
yüksek memur kıyafetleri, rengârenk ünifor malarıyla yaverler, kumandanlar, akıl almaya cak derecede fantezi üniformalı kordiploma tik, bütün bunları selamlayarak arabasıyla ya vaş yavaş camie doğru yönelen padişah, muh teşem , rengârenk, akıllard an y ılla rc a silinmeyecek bir manzara teşkil ediyordu, işte babam A li Nuri ve amcam İsmail Hakkı, su baylık hayatlarına böyle mühim bir görevle! başlamışlardı.
Tabii Saray’da nöbet tutma faslı davardı, vardı ama yüzlerce yaver arasında nöbet sı rası büyük aralıklarla gelirdi. Böyle olduğu için de bu nöbetlere hazırlanmalar, yatak yorgan götürmeler, uzun boylu bir çaba gerektirirdi.
YARIN: TATII HAYAT
ESKİ DEVRİN İHTİLALCİLERİ
T e vfik Paşa 31 Mart Ayaklanması’ nda yirmi dört saat sarayda kalmış, Harbiye Nazın Rıza Pa- şa’nm kellesini isteyen Cevat Paşa’mn öldürülmek üzere kendilerine teslimini talep eden isyancıları, uzun pazarlıklardan sonra, bundan vazgeçirmiş, istifa etmiş olan Sadrazam Hüseyin H ilmi Paşa'yı iki yaver muhafazasında bin güçlükle sağ ve salim evine göndermiş, kabinesini hazırlamış, yorgun ve bitab, kâtibi Şevki (Berker) ile akşam konağa dö nerken, Dolmabahçe’de asi askerler tarafından dur durulur. Elinde bir fener bulunan onbaşı, tehdid- kâr sözler savurarak, arabanın içine bakar. Tev fik Paşa’yı tanıyınca da yüzünün ifadesi ve sesi nin tonu değişir “ A Tevfik Paşa sen misin?" de mekle yetinerek arabanın yoluna devam etmesine izin verir.
25 ARALIK 1988
:
d
M
ya
/
tlap
:
TEVFİK PAŞA'NIN PADİŞAH YAVERİ İKİ OĞLU
ARKA ARKAYA YAPILAN KRAL VE PRENSLERİN
DÜĞÜNLERİNE, TÖRENLERE KOŞUYORLAR,
DÖNÜŞLERİNDE DE HAFTALARCA BUNLARIN
HİKÂYELERİNİ BALLANDIRARAK ANLATIYORLARDI
Oğulların
tadı hayatı
> Asrın düğünü diye nitelenen Alman imnaratoru'nun bü
yük oğlu Prens vvilhelm’in evlenme töreninden sonra da
vet edildikleri ispanya Kralı 13. Alfons'un düğününde
krala yapılan suikast teşebbüsüne de tanık oldular
yıl ında gerek babam
Mi Nuri ve gerekse
amcam İsmail Hak
kı büyük bir sürpriz
le karşılaşırlar. Üst lenmiş bulundukla rı ağır görevlere ila veten kendilerine bir “Feraşet Beratı” verilir. Bu beratla iki kardeşe Mekke’deki Kabe’yi te- mizleyebilme müsaadesi verilmiştir. Acaba bu göreve iki kardeş nasıl layık görülmüşlerdi? Babama ait olanın hikayesi kısaca şöyledir:
1905 yılında Mekke’de Kâbe-i Ş erifin te mizliğine nezaret eden Harem-i Ş erifteki Şey- hülferaşin Pirizade Hafız Mehmet Emin Efen- di'den İstanbul’a bir yazı gelir. Bu yazıda Fe raşet Beratı'nı havi olanlardan Abdurrahman Bey’in vefat ettiği, yerine de hariciye nazırı Tev- fik Paşa'nın mahdumu, yaveranı Şehriyari, sü vari binbaşısı Ali Bey’in tayin edilmesi öneri lir. Bunun üzerine Evkaf nezareti babama kır mızı, siyah ve altın renkteki satırlarla yazılmış
“Feraşet Beratfnı 1909 yılı Ramazan’ın 3. gü
nünde verir. Bu berata göre, babam bu görevi İfa etmeleri için başkalarını da vekil tayin ede bilecektir.
Babam bana, bu görevi tek bir kez sembo lik olarak yerine getirdiğini, böyle bir beratın din konuları ile çok yakın ilgisi olmayan bir su baya verilmesi yerine bir müftüye veya başka b ird in adamına verilmesinin çok daha yerin de olacağını söylemişti.
Bu önemli seyahat için babama45 x 35 cm ebadında koskocaman, bir de pasaport veril mişti. Pasaport tek sayfadan ibaretti ve sol ta rafı Fransızca ve sağ tarafı Türkçe yazılıydı. En altında da küçük bir yazı İle “memurine
mahsustur” yazısı bulunmaktaydı.
t T® J 4*»***'.-**#*, »m m
I
VjM.. .it ti ( t * » i -Kabe’yi temizleme görevi için gönderilen tavsiye mektubu (solda) ve Feraset Beratı (üstte).DÜĞÜNDEN DÜĞÜNE
Düğünler, törenler, resmi kabuller birbiri ni kovalarken, asrın düğünü diye nitelenen Al man İmparatoru II. Wilhem'in büyük oğlu Prens W ilhelm'in düğünü gelir, çatar. Tabii ki iki kahramanımız bu çok önemli göreve de gön derileceklerdir. Ekim 1904'te Ereğli demiryolunun açılış törenine Evkaf nazırı Turhan Pa
şa ile birlikte gitmiş olan iki kardeş bu defa yi ne aynı Turhan Paşa'nın başkanlığındaki he yete katılır ve 6 Haziran 1905'te Berlin’de ya pılacak düğünde bulunmak üzere yola çıkar lar.
Alman imparatoru, bu düğünde bütün ih
tişamını ortaya koymuştur. Törenler, konser ler, yemekler, davetler birbirini kovalar, iki kar deşin İstanbul’a dönüşlerinde, haftalar bu dü ğünün hikâyelerini anlatmakla geçer. Cuma selamlıklarında bulunmak, tek tük düğünlere iştirak etmek gibi görevlerden, Ali Nuri - İsmail Hakkı kardeşlerin pek canı sıkılacak vakti kal maz... Derken Sultan Abdülhamid'in yaptır makta olduğu “ Hicaz Hamidiye” demiryolu nun beş yüz kilometrelik kısmı tamamlanmış ve padişah bunun büyük ve tantanalı bir tören le açılmasını istemiştir. Yine Turhan Paşa’nın başkanlığındaki heyete iki kardeş de katılır ve denizyoiundan Beyrut’a, oradan kibrit kutusu na benzeyen küçücük vagonlarla Şam’a ve ma ceralı biryolculuktan sonra, törenin yapılaca ğı, Ma’an kasabasına varılır.
Hicaz demiryolunun 1904 yılındaki açılışında yine Turhan Paşa He birlikteler. 1. Cevat Çobanlı Paşa, 2. Kâzım Paşa, 3. A li Nuri, 4. İsmail Hakkı, 5. Turhan Paşa.
LEKELİLER
“ Hicaz-Hamidiye” demiryolunun açık; törenine katılmak üzere Beyrut’tan Şam’a varan heyet bu rada birkaç gün mola verir. Ancak bu durum he yet başkanı Turhan Paşa’yı son derece sinirlendir miştir. Şam'da “ lekeliler” bulunmakta ve heyet azalannı bunlardan uzak tutmak gerekmektedir. “ Lekeli” olarak belirlenmiş bu kimselerin bula şıcı bir hastalığı bulunduğu sanılmasın. Bunlar sa ray tarafından Şam'a sürgün edilmiş ve Şam’da oturmaları mecburi kılınmış, genellikle ileri fikir li, şahsiyetlerdir ve bunlarla, padişaha sadık ol dukları bilinen, heyet azalarının görüşmeleri sıkı sıkıya yasaklanmıştır.
Ama iki kardeşi çok daha başka bir tören beklemektedir. Günün birinde ispanya Kralı Ki li. Alfons’un düğünü gelip çatar. Paris büyü kelçisi Salih M ünir Paşo’nm riyasetindeki he yette İsmail Hakkı - Ali Nuri İkilisi de buluna caktır elbet... 31 Mayıs 1906’dayapılacak bu düğün için yine 38 x 45 cm ebadında kosko caman bir özel pasaport alırlar ve yola koyu lurlar. İngiliz İmparatoriçesi Viktoria'nın torunu Ema von Battenberg ile evlenecek olan İspan ya Kralı XIII. Alfons henüz20 yaşındadır. Mad rid katedralinde nikâh kıyıldıktan sonra sara ya dönerlerken bir evin üçüncü katından, bir çiçek demeti içinde atılan bomba, kralın bu lunduğu arabaya isabet eder, kral ve kraliçe, bir mucize eseri olarak kurtulurlar, ancak kra lın göğsündeki “Toison d’or” nişanın yarısı ko
Babam ve annemin düğünü
Ayazpaşa’daki konakta yapılmıştı. Bu düğün erkek ve kadınların bir arada bulundukları İlk OsmanlI düğünü İdi. Ayaktakller (soldan
sağa) anneannem
Melek Hanım, babam Ali Nuri, babamın halazadesi ¡dal Hanım, ortanca halam Naile, amcam İsmail Hakkı, eniştem Mazlum. Oturanlar: Annem Edibe (gelin), küçük halam Gülşinas, Tevtik Paşa, halam Zehra.
• •
pup gittiği gibi, arabanın arkasındaki tablada duran iki saray uşağı, arabayı çeken iki at ve bazı seyirciler ölürler. Kral metanetini muha faza eder ve “les lâches” (alçaklar) diye bağı rarak, eşine sımsıkı sarılır, kraliçe ile birlikte yaya olarak yakındaki saraya dönerler. Akşam verilen ziyafette kral en ufak bir şey belli et meden, göğsünde iki parça olmuş nişanı ile konuklarını ağırlar...
İstanbul’a döndüklerinde, Ispanya’daki dü ğündeki izlenimlerini anlatmaktan, çeşitli se faretlerdeki davetlere iştirak etmekten pek boş zamanları kalmaz. Babam Ali Nuri de 9 ay son ra, 8 Şubat 1907 de, ÇengelköylüSadullah Pa- şa’nın torunu, annem Fatma Edibe ile yapıla cak olan kendi düğününe hazırlanmaktadır bu sırada... Bu düğün, bugün yıkılmış bulunan Park O teli’nin bulunduğu yerdeki Tevfik Paşa Konağı’nda yapıldı. Çocuklukları Almanya’da geçmiş olan babam Ali Nuri ve annem Edibe - nin ricaları ve isviçreli babaannemin ısrarları na karşı koyamayan Tevfik Paşa bu düğünde, eski bir Osmanlı geleneğini bozmuş, erkek ve kadınların ayrı ayrı salonlarda bulunmaları ye rine, hepsi birlikte bulunmuşlardır. Böylelik le bu düğün ilk modern Osmanlı düğünü ol muştu.
“Tatlı hayatlarının” belki de son büyük ola
yı ise sonraki Sadrazam Hakkı Paşa’nın kızı Remziye Hanım ile Kurmay Albay Cemil Çam- bel’in düğünleri, olmuştu.
2 i Nisan 1908’de Alman İmparatoru II. W il helm gerek babam Ali Nuri’ye ve gerekse am cam İsmail Hakkı’ya 2. sınıf Kızıl Kartal nişa nını verir. Ancak yüksek rütbeli subaylara ve rilen bu nişan ikisi de padişah yaveri ve genç yaşlarına rağmen albay oldukları için verilmiş ti. Bunun öyküsüne daha sonraki bir bölüm de değineceğim.
Düğünlerle, törenlerle, seyahatlarla yıllar geçip gidiyor, bu tatlı yaşam sonsuza dek sü receğe benziyordu. Babaları Tevfik Paşa hari ciye nazırı olarak 14. yılını doldurmak üzere idi ve Sultan II. Abdülhamid otuz yılı aşkın bir süre devleti yönetiyor, yıldızı istikrarın tim sali gi bi parlıyordu.
Ne var ki zaman büyük değişikliklere ge be idi. 1909 başlarında Meşrutiyet ilan edilmiş, nazırlar değişmiş, Tevfik Paşa da Londra bü yükelçiliğine tayin edilmişti. Tevfik Paşa oğul larının bu “tatlı hayatlarının” son bulmasını ar- zuluyorve kendilerinin ciddi birtahsil yapma larını istiyordu. Bunun için ikisini de, Prusya Harp Akademisi'nde kurmaylık tahsilini yap mak için, Berlin’e yolladı. Babam Ali Nuri ve amcam İsmail Hakkı Berlin'e gidiyorlar. Ancak babaları Tevfik Paşa Londra'ya hareket ede meden 31 Mart Vakası patlak veriyor ve Sul tan Abdülhamid’in rica ve ısrarı üzerine Tev fik Paşa yeniden Sadrazam olmaya mecbur ka lıyordu...
Ahmet Tevfik Paşa’nın 21 günlük sadareti sırasında Hareket Ordusu İstanbul'a girer, Sul tan Abdülhamid tahtını kardeşi Mehmet Re şat'a bırakmaya mecbur olur, Padişah’ın bol keseden vermiş olduğu rütbeler ayarlanır ve babam ile amcam yirmi dört saatte albaylık tan üsteğmenliğe iner. Tevfik Paşa da istifa ederek, olaylar nedeniyle gidemediği, Lond ra'ya büyükelçi olarak gider.
Alman İmparatoru II Wilhelm bile merakım yenememiş, Döberitz talimgâhına ge lerek İsmail Hakkı ve Ali Nuri kardeşleri teftiş etmişti.
ILES FILS DE TEWFIS-PÂCHA|
dans l’armée allemande
(Dipéche de noire correspondant)
. ^ Berlin 2G AjjCÎl
İsmail Hakkı ve Âli Nuri kardeşlerin Alman ordusuna girmeleri Fransız gazetelerine bi le konu olmuş ve bir gazete, "Tevfik Paşa'- nın oğulları Alman ordusunda" başlığını atarak olayı duyurmuştu.
BERLİN'DEKİ PRUSYA HARP AKADEMİSİNDE OKUYAN İSMAİL HAKKI VE ALİ
NURİ BEYLER BİR YANDAN DA ALMAN İMPARATORU’NUN SÜVARİ HASSA
ALAYLARINDAN II. DRAGON’DA GÖREV YAPIYORLARDI
Alm an ordusunda
L
ONDRA OsmanlI sefareti bi nası çok güzeldi ve hayat sa kin geçiyordu. Tevfik Paşa ön ce krala itimatnamesini verdi. Sonra birgün Buckingham Sa- rayı'ndan Sultan Reşat’ın Kral V. George’a gönderdiği Ha- nedan-ı Ali Osman nişanınıkabul etmek için, yeni sefir-l kebir’e davet gel di. Belirtilen günde, kral üstü açık bir saray
arabasını göndererek, sefiri saraya aldırdı. V. George yeni sefirden çok memnun kaldı. Pa şa İngilizceyi çok güzel konuşuyor, şakadan anlıyor, hazır cevap ve açık sözlü idi. Bu ilk tanışmalardan sonra V. George Tevfik Paşa'- yı zaman zaman Windsor Sarayı'na davet eder ve sık sık da sefir ile birlikte Windsor Sara- yı’nın bahçesinde yürüyüşe çıkardı.
Bir defasında da Tevfik Paşa, Ingilizlerin geleneksel tilki avına, davet edilmişti. Ama pa şa uzun zamandanberi ata binmemişti, kral dan özür diledi, kendisini bu av için çok yaşlı bulduğunu söyledi. Tevfik Paşa’yı yalnız bı rakmak istemeyen kral “Öyleyse size veliah-
tim refakat etsin” dedi. Tevfik Paşa da Gal-
ler Prensi (sonraki Kral VIII. Edward) ile sara yın kütüphanesinde av partisinin bitmesini beklerken, prensin ikram ettiği viskiyi ilk kez içiyordu.
O sırada Berlin’e varmış olan iki kardeş ar tık albay olmadıklarını, basit bir üsteğmen ol duklarını, burada öğrenirler, ama gönülleri şendir. Mesleklerinde en iyi şekilde yetişebi lecekleri, o devirde dünyanın en yüksek harp akademisi olarak bilinen, Berlin’deki Prusya Harp Akademisi’nde okuyacaklar, eski çocuk luk arkadaşlarına kavuşacaklardı. Gerçi Alman ordusu son derece disiplinliydi ve onları çok sıkı bir çalışma bekliyordu. Üstelik bir üsteğ men maaşı, değil bir ailevi bekâr bir subayı bile geçindiremeyecek kadar azdı. Ama genç likte bunları kim düşünür? İki kardeş tekrar beraber değiller mi?
Sizin neden soyadınız yok
Kendileri, Alman Imparatoru'nun Süvari Hassa Alayları’ndan II. Dragon Alayı’nda gö rev yapacaklar, aynı zamanda Harp Akademi s in e devam edeceklerdi.kalpaklılar
kiki Türk subayı, Berlin’de büyük merak konusu olur. Gaze
teler onlardan söz eder. Alman imparatoru bile onları me
rak ederek Döberitz tallmgâhında teftişe gelir ve kendi
leriyle tanışır
Alman ordusundaki Ulan, Dragon, Husar gibi rengârenk ve süslü püslü üniformaların yanında kalpaklı bu iki subay, bütün Berlin şehrinin merakla seyrettiği, önemli şahsiyet ler olurlar. Gazetelerde kendilerinden bahse dildiği gibi, Fransız gazetelerine de konu olur lar. Bu merak okadar ileri gider ki İmparator II. Wilhelm bile 16 Haziran 1909 günü iki kar deşi teftiş etmek üzere özel olarak Döberitz talimgâhına gelir. Bu ilginç teftişi amcam İs mail Hakkı şöyle anlatmıştı: “Alay kumanda
nı Baron von Roedern bizi çağırdı ve İmpara tor tarafından teftiş edileceğiniz an, uzaktan atlarınızı Imparator’a doğru sürecek, on adım kala ani bir duruş yaparak selam verecek ve isimlerinizi söyleyerek II. Dragon Alayı'na ta yin edildiğinizi bildireceksiniz" dedi.
Kendileri de, henüz kalpaklı OsmanlI üni formalarıyla bu şekilde hareket ederler, impa rator II. Wilhelm de selamlarını aldıktan son ra, yarı mütebessim, yarı ciddi: “Nasıl olur da
benim büyük dostum ve kendi başkumanda nınız Sultanınızı tahttan indirirsiniz? Sakın bu rada böyle bir teşebbüste bulunmayınız" der.
Dragon Alayı’na kaydolmak için gittiklerin de, kayıtlarını yapacak olan subay isimlerini
Londra sefiri Tevfik Paşa, İngiliz Kralı V. George’a “Hanedan-ı Âl-i Osman"nişanını vermek için yola çıkarken kral ona kendi
saltanat arabasını göndermişti (alt köşede nişan).
Alman Imparatoru'nun 2. Dragon Hassa Alayı’na giren İsmail Hakkı (üstte) ve Ali Nuri (altta) kardeşler, PrusyalIların sivri miğferlerini giymişlerdi.
sorar, birisi Ali Nuri, diğeri İsmail Hakkı diye cevap verince “Soyadınızı niye söylemiyorsu
nuz?” sorusuyla karşılaşırlar. Türkiye’de so
yadı bulunmadığını, kendilerinin de soyadı ol madığını söylediklerinde Alman subayı “Böyle
şey olmaz, insanın muhakkak bir soyadı olmalıdır” der ve babalarının isminin Tevfik
olduğunu öğrenince, kayıtlarını Tevfik 1. İs
mail ve Tevfik 2. Ali olarak deftere geçirir.
Alman ordusundaki kalpaklı Türk subayla rından Berlin gazeteleri herglin söz ediyor ve halkın merakını çekiyorlardı
dığı akşamları da bize gelir. Böylelikle, aldı ğı düşük maaşa rağmen para sıkıntısı çekmez. Babam Ali Nuri ise aksine dört nüfuslu aile yi, aldığı maaşla, geçindirememekte ve sık sık Londra büyükelçisi bulunan babasından yar dım istemeğe mecbur kalmaktadır.
İTTİHATÇILARIN UTANCI
Tevfik Paşa’nın hayatı Londra’da sakin geçmektedir. Ancak İttihat ve Terakkicilerden gelen bir mesaj paşanın canını sıkar. Mesaj da şöyle denilmektedir “Tahttan indirilmiş bir
padişah tarafından hediye edilmiş olan kona ğı, bir jest yaparak, devlete iade etsin”. Hal
buki daha önce yazmıştım zamanında, Tevfik Paşa Sultan'ın kırk bin altınlık ihsan-ı padişa- hisini geri çevirmiş, Sultan da kendi parasıy la konağı satın alarak Tevfik Paşa’ya hediye etmişti. Bu mesaja çok sinirlenen Tevfik Pa şa, “Benim hukukumu bile korumayan bir hü
kümeti ben Londra’da temsil edemem” diye
cevap verir. Bu cevap İttihatçıları utandırır ve bu mesele de böylece kapanmış olur.
Kaydolduktan sonra, nişanlarını takıp alay kumandanı Baron von Roedern’i ziyarete g it tiklerinde, albayın gözleri faltaşı gibi açılır. Gö ğüslerindeki yüksek dereceli nişanlar kendi sini şaşırttığı gibi, bir tanesinden gözlerini bir türlü ayıramaz ve kendilerine Rote Adier (kır mızı kartal) nişanını nasıl aldıklarını sorar. Kendisine bunun öyküsü anlatıldığında, “Böy le bir nişan bende şöyle dursun, kumandanı
mız generalde bile yoktur. Bu nedenle sîzle re bunu ancak büyük merasimlerde takmanı zı, bunun dışında takmamanızı öğütlerim” der.
Babam Ali Nuri bu uyarıya uyar, ancak deliş men ruhlu amcam İsmail Hakkı bu uyanyı duy mazlıktan gelir. Kısa zamanda da, ancak prenslerin ve çok yüksek rütbeli bazı general lerin sahip oldukları bu nişanı taşıyan genç Türk üsteğmeni. Berlin'in fabrikatör, tüccar ve Musevi banker gibi yeni zenginlerinin sos- yetesince duyulur ve amcam da haftanın bir kaç akşamını zengin sofralarda, dekolte gü zel hanımların vanında aecirir. navatli
nlma-Ancak hükümetin İsrarı üzerine Tevfik Pa şa Ayazpaşa’daki konağını Maliye Nezareti ne kiraya vermiş ve konak da yeni hariciye na zırı Asım Bey'in oturmasına tahsis edilm işti. Asım Bey’in AvusturyalI eşi, dört kat aşağı daki çamaşırhaneyi çok uzak bulur ve çatı ka tına yeni bir çamaşıriıkyaptırır. Her ne kadar bacasının etrafı asbestle izole edilirse de gü nün birinde-bu bacadan konak tutuşur. Ancak konağa yerleştirilmiş olan yangın söndürücü leri ile yangın kısa zamanda söndürülür. Fa kat cihrriara yedek tüpler konması unutulun ca, az sonra tekrar alevlenen yangın, kısa za manda ahşap konağı sarar. Atlarla çekilen it faiye araçlarının geç yetişmesi, musluklardan su akmaması sonucu güzelim konak kanıp kül olur. Yangın telaşı içinde eşyanın büyük kıs mı pencerelerden atıldığından kırılıp işe ya ramaz hale gelir, geri kalanı da yanıp gider. Geriye konağın iki yanındaki kâgir, müstah dem ve kâtiplere ait, binalar kalırlar (Yıl 1911).
Tevfik Paşa şimdi 69 yaşındadır. 1912 Balkan Savaşı çıkar, babam Ali Nuri ve amc İsmail Hakkı, Berlin’deki Harp Akademisi’n ki tahsillerini yarı bırakıp, gönüllü olarak vaşa katılırlar. (Savaş anılarını bundan sonr bölümde dile getireceğim.) Tevfik Paşa sav tâki oğullarını düşünerek kendilerine sık mektup yazar.
Tevfik Paşa'nın o günlerde çok canını sı kan b ird e ailevi sorun vardır. Gerek 1898’de İstanbul’da doğan küçük kızı Gülşinas, gerek se ortanca kızı Naile hastalanırlar. Doktorlar tüberküloz teşhisi koyarlar. Ancak hastalık o sırada çok yenidir ve iyi gıda almak ve bol bol temiz havaya çıkmakla geçeceğini söylerler.
YARİN: BALKAN VE
I. DÜNYA SAVAŞLARI
Balkan Harb-i Um um i Karargâhı (Çatalca 1912). Ayaktakiler: 1. Refet Bele, 2. Rüştü Akın,
3 Kâzım İnanç, 4. Asım Gündüz, 5. Ömer Lütfü Yasan, 6. İsmet İnönü, 7. Mümtaz Aktay,
8. Hüseyin Hüsnü Ünsal, 9. Fahrettin Altay, 10. Muharrem Mazlum Işkora. Orta sıra (sol dan sağa): Haşan Cemil Çambel, Hadi Paşa, Ahmet İzzet Furgaç Paşa, Ziya Kuntak Paşa,
Ali Rıza Sedes Paşa. Ön sıra (soldan sağa): Deli Fuat Paşazade, Şehit Reşit, Celalettin Ger miyanoğlu, Enver, Naci Eldeniz, Ali Nuri Okday, Ziya...
1912’deki Balkan savaşı'nın ard ın d a n 1914 yılında
Dünya Savaşı patlak v e rir, T evfik Paşa savaşa A lm anla
rın yanında girilm esine karşıdır, sözünü d in le te m e z
Savaş rüzgariarı
Komuta keşmekeşi, kötü eğitim, yağmur,
soğuk, çamur, gıdasızlık Bal»
kaybedilmesine neden olur
Von der Golt Paşa 18S3’te Türkiye’
ye “Askeri Geliştirme Yetiştirme" m ü fe ttiş i olarak g e ld iği sırada Os m anlI üniformasıyla...
Alman yüksek komutasının canını sıktığı
için Goltz Paşa, "Padişah seni istiyor" deni
lerek İstanbul’a gönderilir
izzet Paşa nın karargâhında ismet İnönü,
Asım Gündüz, Refet Bele gibi eski arkadaş
larıyla karşılaşan Ali Nuri, çadırında rahat
çalışamayan
Isır
nı verir
ismet İnönü’ye kendi
çadırı-1912
, ’de Balkan Savaşı çıkar, Ali Nuri ve İsmail Hakkı kardeşler, hemen tahsil lerini yarı bırakarak sa vaşa katılırlar. Ancak, Alman imparatoru’na bağlılık yemini etmişler. Bu yeminden affe dilmeleri için kısa bir süre beklemeleri gerek miştir.Balkan Savaşı iki kardeş için inanılmaz bir heyecan fırtınasıdır ve özellikle Şefik Okday’ın ikinci kitabında o günlerin, henüz hiçbir yer de yayınlanmamış ayrıntılı olayları anlatılmış tır. Bu olaylar babasının ve amcasının bir birlerine ve babalarına yazdıkları mektuplar la belgelenmektedir.
Berlin’de harp akademisindeki arkadaşla rına veda ederlerken, burflar babam ve amca ma: “ Siz ne kadar şanslısınız, savaşa gidebi liyorsunuz, biz ise burada akademide dirsek çürütüyoruz” derler. Von Kûchler, Hoth, von Wietersheim, Geyrvon Schweppenburg’un da aralarında bulunduğu sınıf arkadaşları, son- ralan bu isteklerine kavuşmuşlar, İkinci Dünya Savaşı’nda mareşallik, orgenerallik rütbeleri ne yükselmişlerdir.
İstanbul’a doğru trene bindiklerinde cep lerinde Berlin Türk BOyükelçisi’nin bir tavsi ye mektubu vardır. Sefir, OsmanlI Erkânı Har biye reisine yazdığı bu mektupta, her ikisinin kurmaylık bilgileri olduğu için karargâhlarda istihdam edilmelerini tavsiye etmektedir. An cak iki kardeş de düşmanla göğüs göğüse sa vaşmak için yanıp tutuşmaktadırlar. Mektubu yerine vermezler ve doğruca cepheye gider ler.
Babam Ali Nuri, Şark Ordusu Müstakil Sü vari Livası yaverliğine tayin olunur. Bozgun la sonuçlanan 1912’deki “ Birinci Balkan Sa- vaşı” nda bu Süvari Livası ardçı, Edirne’nin ge ri alındığı 1913’teki “ İkinci Balkan Savaşl’n- da ise öncü olarak görev yapmış, savaşın so nuna kadar disiplinini korumuştur. Balkan Sa- vaşı’nın tarihi çoktan yazılmış olmakla ve acı yenilginin nedenleri bilinmekle beraber, ba bamın Berlin’de kalmış olan anneme yazdığ mektuplarda, komuta keşmekeşi, kötü eğitil miş redif askerleri, yağmur, soğuk, çamur, gı dasızlık, açlık gibi kelimeler ağır basmakta, savaşın neden kaybedildiği kolayca ortaya çıkmaktadır. Babam, uzun süre kıtada en ön cephede savaştıktan sonra, başkomutan İz zet Paşa’nın karargâhına tayin edilir ve bura da Asım (Gündüz),İsmet (İnönü) ve Refet (Be le) gibi eski arkadaşlarıyla karşılaşır. Burada, ismet İnönü’nün başkumandandan aldığı emir üzerine harekât planlarını hazırlamakta oldu ğunu görür. Bunun için ismet Bey’e geniş bir çadır verilmiştir. Günün birinde İsmet Bey ba bama gelerek “ Ali Bey ne olur çadırları değiştirelim” demesine babam çok şaşar, “ Ama sizin çadınnız çok daha büyüktür ve ora da çok daha rahat çalışabilirsiniz” deyince, “ Evet orası öyle ama Asım (Gündüz) her sa bah gelip ne yaptığıma bakıyor ve ben de ra hat çalışamıyorum” der. Gerçekten de
çadır-ları değiştirdiklerinin ertesi sabahı, babam gi yinmekte iken Asım Bey başını çadırdan içe riye sokar ve babamı görünce de şaşırarak “ Ali Bey sen burada ne yapıyorsun?” diye so rar. Babam da “ Hiç.... . biz Ismet’le çadırları değiştik” diye cevap verir. Nitekim harekât planlarını hazırladıktan sonra İsmet (İnönü) ba bama “ Senin çadınn çok daha küçüktü, an cak ben orada çok rahat çalışabildim ” der.
Amcam İsmail Hakkı ise Yarjya Katesi’ne tayin olmuştur. Kalede son derece feci olay lar yaşanmıştır. Kale teslim olmadan az evvel yaşanmış bir olayı amcam şöyle anlatıyor: “ 23.1.1913 akşamı Yunan Veliahtı Prens Kons- tan tin, taze kuvvetlerde getirerek, kumanda yı bizzat ele aldı, ancak üç gün yağmur yağ mış ve ortalık bir çamur deryasına dönmüş ol duğundan, Yunanlılar, hayli isteksiz olarak gi riştikleri hücumlardan bir sonuç alamadılar. Bunun üzerine Veliaht Konstantin kalenin tes limi için teklifte bulundu. Esat, Galip, Cevat Paşalar ile Vehip, Emin ve Faik Beyler’den ku rulu komutanlar bunu ret etti. İyi Fransızca ve Rumca bildiğim için de, bu ret cevabını, Yu nan hatlarında ilk göreceğim Yunan subayı na vermek üzere bana verdiler. Elimde bir değ nek, ucunda bir beyaz bayrak olarak Yunan ta rafına atımla giderken, ileri karakollarımızdan önüme bir çavuş çıktı ve ’Ne o, teslim mi olu
yoruz? Biz teslim olmayız’ diyerek ileri gitme me mani olmak istedi. Bir subaya karşı bir ça vuşun bu şekilde hareket edemeyeceğini ken disine anlattıktan ve gidiş amacımı da söyle dikten sonra, çavuşun yüzü güldü ve kenara çekildi. Mektubu Yunan yüzbaşısı teslim al mak istemeyince binbaşının gelmesini bek ledim. Dönüşte de arkamdan Epirii âsiler ateş açtılar, ama dört nala gittiğim den beni vura madılar.”
I. DÜNYA SAVAŞI PATLIYOR
Balkan Savaşı bittikten sonra babam ve amcam Berlin Harp Akademisi’nde yarım kal mış tahsillerini bitirmek için Berlin'e döner ler. Her biri ayrı ayrı olmak üzere Prusya Harp Akademisi kumandan ve öğretmenlerinin önünde, Balkan Savaşı’na dair, birer konfe rans verirler. Harp Akademisi’nin Alman öğ renci subayları kendilerini büyük bir merak ve neredeyse kıskançlıkla dinler. Öyle ya, karşı larında, savaşlara katılmış iki gazi Türk subayı bulunmakta, kendileri ise henüz hiçbir muha rebeye katılamamış olmanın ezikliğini hisset mektedirler.İki yıl sonra 1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Enver ve Talat Paşa'lar OsmanlI Imparatorluğu'nun Almanya yanında savaşa girmesinde kararlı, Tevfik Paşa ve onun gibi düşünenler ise, böyle bir kararın son derece yanlış olduğu inancındadır. Tevfik Paşa, özel likle dünya denizlerine hâkim bir İngiltere ile savaşa girmenin kesin bir yenilgi ile bitece ğinden emin. Ve böyle bir tehlikeyi önlemek üzere elinden gelen, gelmeyen her şeyi yapar.
I. Dünya Savaşı patlar patlamaz, ingilizler kendi tezgâhlarında OsmanlI donanması için tezgâha konmuş olan Sultan Osman ve Re şadiye gemilerine İngiliz bayrağı çekerler. Bu bayrak çekme olayı her ne kadar bir İngiliz ka nununa dayanılarak yapılmış ise de ve savaş tan sonraya gemiler veya parası OsmanlI hü kornetine verilmesi öngörülmüşse de, bu ha reket İstanbul’da büyük bir öfke uyandırır
Von der G oltz Paşa 1914 yılında Türkiye'ye geldiği zaman Enver Paşa onu G e lib o lu ’da ki 1. Ordu K om utanlığı’na atam ıştı. G oltz Paşa ve m aiyeti Çanakkale’de b ir te ftiş te n sonra: 1. Usedom Paşa, 2. Reklam Paşa, 3. Von der G oltz Paşa, 4. A li Nuri, 5. Salih Pa şa, 6. Cevat Çobanlı Paşa...
Tevfik Paşa’nın, bu olayı önlemek için sarf et tiği bütün çabalar boşunadır. Bu ara Akdeniz' de İngiliz filosundan kaçıp Çanakkale Boğa- zı’ndan geçen Goeben ve Breslau (sonraki Ya vuz ve Midilli) Alman kruvazörleri, Türk hükü meti tarafından “ satın alınır” ve erleri de, fes giyerek, Türk donanmasına katılır. Bu olay da, “ ingilizlerin vermediğini Almanlar verdi” gi bi bir hava yaratır ve Almanya’ya karşı sempati büyür.
Tevfik Paşa İstanbul’a döner, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya İngilizlerin verdikleri temi natı, hali harpte olmamıza rağmen savaşa ka tılmamamız halinde yapacakları para yardımı nı anlatırsa da, Sadrazam kendisini dinlemez. O Mısır’ı geri alma hayaline kapılmıştır, artık “ iş işten geçti” diyerek Tevfik Paşa'nın söz lerine kulak asmaz.
Aile İstanbul'a dönmüş, yangından kurtu lan Batı tarafındaki kâgir binaya yerleşmiştir. Ancak aile dertlidir. Paşa’nın küçük ve ortanca kızlarının hastalıkları kötüye gitmektedir. Akil Muhtar, Süleyman Numan Paşa, Dr. Schieip gibi değerli hekimler bile vereme çare bula mazlar. iki genç kız da hayatlarının baharın da vefat ederler. Tevfik Paşa üzgün, Afife pe rişandır.
Günün birinde, Türk ordusunu geliştirmek için yıllar önce uzun süre Türkiye’de bulun muş olan, Alman Mareşali Goltz Paşa’nın Türkiye'ye gelmekte olduğu haberi duyulun ca, babam Ali Nuri kendisine yaver tayin edi lir. Mareşali Edirne'de karşılayan babam, ma reşalin padişah tarafından kabulünü şu şekil de anlatmıştı: “ Kabulden sonra dışarıya çıkan mareşalin yüzü kıpkırmızı ve kendisi son de rece sinirlidir. Padişahın bütün iltifatları ve kendisine verdiği ‘Yaver’ i Ekrem' (en yüksek yaver) payesine sevinememiştir. Çünkü A l manya’da kendisine 'Padişah seni çağırıyor’ dediklerinde ona yalan söylemişlerdir. Gele ceğinden Sultan’ın haberi bile olmadığını bu kabulde öğrenm iştir.”
Alman askerinin, topçu ateşi desteği ol madan, süngü hücumuna geçmesini ve çok kayıp verilmesini kınayan Goltz Paşa, bu alan daki girişimleriyle Alman yüksek komutasının canını sıkmaya başlamış ve onlar da “ Padi şah seni çağırıyor” diyerek kendisini başla rından savmışlardır. Fakat artık yapılacak bir şey yoktu, Türkiye'ye gelmişti bir kere. Enver Paşa da Mareşala Gelibolu’daki 1. Ordu Ko mutanlığını verir. Babam Mareşal için “ Onun üstün askerlik vasıflarını bilmesem, kendisi nin tesadüfen üniforma giymiş bir düşünür, bir filozof olduğunu tahmin ederdim” derdi. Nitekim yüce Atatürk de kendisinden “ ...bü yük âlim, filozof...” diye bahsetmemiş mi idi?
Von der Goltz Paşa, babamı “ Demir Salip II” nişanı ile ödüllendirm işti. Babam da “ Ön ceki nişanlarımı, sırf selam çakarak, bunu ise cephede kazandım” diyerek büyük sevincini belirtm işti.
Mareşal von der Goltz, 1. Ordu’nun başın da bulunduğu son günlerde, hasta Mehmet çiklerin yattıkları bir barakayı gezmek ister. Babam Ali Nuri ise Mareşalin eşinden almış olduğu “ sıhhatini ne pahasına olursa olsun koruması” emrine uyarak Mareşali bu fikrin den caydırır ve barakaları onun yerine kendi si teftiş eder. Babam, barakalarda yakalandı ğı ağır tifodan sonra zatürreeye tutulur ve has talığının uzaması nedeniyle Mareşal ile birlik te Irak’a gidemez, ölümle pençeleşerek ancak 1916 yaz aylarında iyileşir.