■
-4» *WÎSt> à ; X * iN- ^
^ H
İstanbul'da ilk şahsi sergisini Akbank Osmanbey sanat galerisinde ve 95 yaşında aşmış olan tanınmış ressam Hikmet Onat’a, açılış günü Genel Müdür Medeni Berk tarafından üzeri ithaflı gümüş bir tabak verilmişti. Onat, bu hâtırayı aldıktan sonra teşekküre hazırlanırken davetliler kendisini alkışlıyorlar. - The famous painter Hikmet Onat was presented with an inscribed silver plate by the General Director Medeni Berk on the occasion of the opening of his first one - man exhibition in Istanbul at the Akbank Osmanbey Art Gallery. Onat is receiving the applause of the guests as he prepares to make a speech of thanks after receiving the gift.
HİKMET ONAT
TABİATIN ŞİİRİNİ ARAYAN RESSAM
ZAHİR GÜVEMLİ İstanbul’da ilk şahsi sergisini 95 yaşında ve Akbank Osmanbey Galerisin de açmış olan (2-28 Şubat 1977) değerli ressamımız, kendi el yazısıyla ha yatını şöyle özetliyordu :
«İstanbul’da (Ftnd'kh ) sem tinde doğdum. Deniz Binbaşısı Murat Beyin oğ
luyum. Orta tahsillerimi (Fevziye) ve (Kasımpaşa) rüştiyelerinde yaptım. Yüksek tahsilimi (Deniz Harp unulu) nda bitirerek Deniz Subayı oldum. Daha sonra, sanata olan sevgim sebebîle ( Sanâyi-i Nefise) Yüksek mektebi ne devam ettim. Oradan da mezun oldum. İkinci Meşrutiyetin ilânından son- ra. açılan yarışmayı kazanarak maârif nâmına Paris’e gönderildim ve as kerlikten istifa ettim. Paris’te milli Sanayi-i Nefise yüksek okuluna giriş imtihanını vererek girdim ve (Cormon) un atelyesinde çalıştım. Dört sene sonunda çıkan birinci umûmi harp dolayısile memlekete döndüm. Akademi de önce (hazırlık) sınıfında, sonra atelye hocası olarak çalıştım. Nihâyet altmışbeş yaşında yaş tahdidine uğrayarak emekliye ayrıldım. Bugün dok- sanbeş yaşıma gelmiş bulunuyorum ve açıkhava çalışmalarına devam edi
B
ir nesil vardı... Ne oldu onlara? Nerde- ler şimdi? Ne İstanbul'un sisli ufukla rı ardında, ne denizin lâc'ıvert, mor ve yeşil yaakmozlarnda renklerini görebili yoruz. Nereye gittiler?«Ne söylerler, ne bir haber verirler...»
Mihri Müşfik'ler, Namık İsmail'ler, Muhittin Se- bâti'ler, Haşan Rıza, Avni Lifij, Ahmet Ziya Ak- bulut, Celâl Koçura, Osman Asaf, Üsküdarlı Ce- vat, Çallı, Bereketoğlu, Ruhi, Nazmi Ziya., han gi birini saymalı bilmem... Onlardan bir haber almak için müze kapılarını zorlamak lâzım. Onlar, İstanbul'un rengini, kokusunu, insanı, ya şadığımız çevreyi bir karışlık bir tuval parçası nın üzerine sindirenler... Ölümlüleri ölümsüz kı lanlar, kendileri gittikten sonra kendilerim de, çevrelerini de eserlerinde yaşatabilenler... Ne rede o nesil?
Bir ses, yaşına rağmen güçıü, iyimser, dünya ya gülümseyerek bakan bir ses «Ben daha bu radayım» diyor. Çok şükür burada ve burada olmakta devam edecek. Etmesi gerek. Hikmet Onat'tır bu. O nesin bugüne yadigârı. Onlar, Birinci Dünya savaşından önce ressamlıklarını, tekniklerini ilerletmek, ünlü hocalarla çalışmak için Paris'e gitmiştiler. Biri hâriç, genellikle atel- yelere kapanıp kaldılar ve daha ne olduklarını bile anlayamadan, apar topar memlekete dön mek zorunda kaldılar. Çallı'nın içindeki hasret, akıp giden, kaçan zamana karşı koyma hissi o kadar kuvvetliydi ki, öğrencisi Bedri Rahmi' nin yazdığına göre «Zeki Kocamemi, Ali Çelebi, Hale Asaf, Muhittin Sebati gibi Türk resminin direklerinden sayılan eski öğrencileri yurda döndükleri zaman Çallı hiç çekinmeden onlara sokulur, onlardan taze bir Avrupa nefesi alma ya çalışır, bazen rica, bazen emrederek onları gözü önünde çalışmaya zorlar, inanılmaz bir dik katle çalışmalarını izlerdi (Türkiyemiz dergisi, sayı: 18, sayfa: 10). Çünkü bizde Batıya dö nüklük müzmin bir yara gibi işlemiş durmuştur. Bakın, Burhan Toprak, o neslin ressamlarını na sıl suçluyor: «öğrenime gittikleri vakit Paris- te yeni gerçekleri seçemediler... Matisse, Ce- zanne’ı bir usta olarak ilân etmiş ve Fauves' ların başı sayılmıştı. Bundan sonra Cubisme, Expressionisme gibi daha neler gelmedi. Oysa 1910 ile 1914 arasında bu çevrede yaşadılar ve bu kaynaşan dünyadan bize hiçbir haber ge tirmediler» (Sanat Tarihi, III. Cilt, sayfa : 257). Hikmet Onat, o nesilldendir işte. Belirli bir tek niği elde ettikten sonra Batıya sırtını dönmüş olan sanatçılardan.
Gerçekte, o toplumdaki kaynaşmanın derin ve köklü sebepleri vardı ve o sanat kaynaşması, sanayileşmesi gelişmiş ülkelerin kendine yol arayan sanatçılarında görülmekteydi. Osmanlı cemiyeti ise henüz mistik dünyasının kabuğunu kırmış değildi ki, böyle bir kaynaşmanın doğum sancılarını çeksin! Onlarda resim sanatının geç mişi yüzyılları buluyor, yani bu sanat her imkânı
wmm.
i ; fl|
tL i j -a{j H a
Topkapı Sarayı resimlerinden: Hünkâr Sofası - Imperial Anteroom : from the Topkapı Palace paintings.
Topkapı Sarayı resimlerinden: Hünkâr Sofası’nın başka görünüşü - Another view of the Imperial Anteroom: from the Topkapı Palace paintings.
denemiş bulunuyordu. Oysa biz, o tarihlerde yarım yüzyılı bulan anlayışımızla daha tabiata bakmasını yeni öğreniyorduk.
Hikmet Onat'ın aldığı aile terbiyesi, tahsili, gör düğü askeri disiplin onun bütün hayatı boyun ca yönünü çizmişti. Dürüst bir aile reisi, şef katli bir baba, çalışma düzeni hiç şaşmayan bir iş ahlâkı... Çevresine baktığı zaman yalnız taşları, toprakları, ağaçları, denizleri gören bir fotoğraf objektifi değil de iç dünyasından gelen bir itişle gördüklerinde yaradanın belirişini göz leri kamaşarak seyreden bir iman sahibi... Ho ca Ali Rıza gibi, onun da tabiata bakışı, bir yerde ibadetten farksızdı. Dış gerçeği olduğu gi bi yansıtmaya çalışırken kâinatı var edenin ya rattığı güzellikleri belirlemeyi sanatının ereği sa yıyordu. Bu görüş ve anlayışı elbette bir Sürre- alist'in. ya da «Vorticist» in dünyaya bakışıyla mukayeseye imkân olamaz.
Hikmet Onat, bir tarikat mensubu kadar müte vazı ve «müeddeb»», kendini başka insanlara şiiri,gerçek şiiri, yalnız sanatçının sezebileceği İlâhi şiiri renk yoluyla,biçim yoluyla anlatmaya memur sanacak kadar samimi, sonuna kadar bunu başarmaya çalışan bir kâmil insan.. Re simlerindeki üslûp birliğinin bizce gerçek kay nağı sadece akademik reçetelere bağlı kalmak değil (çünkü onda, yıllarla birlikte gelişen, par
lak renklerde kendini belli eden bir iç aydınlı ğı buluyoruz) asıl bu mistik dünya görüşü, bu sosyal ahlâk anlayışıdır.
Sanatının teknik özelliklerine gelince, bu konuda epey şey söylenmiştir. Empresyonist sayılmayı, haklı olarak reddetmektedir. O dört kişiden, ya ni Çallı, Vecih, Hikmet ve Nazmi Ziya dan yal nız sonuncusu, hayatının bir devrinde gerçek -ama okul olarak çoktan modası geçmiş- bir empresyonizmi denemişti. Zamanla, resimlerin de yukarıdan gelen sert bir ışık demeti yer et miştir, Hoca Ali Rıza gibi. Ama onun gibi
kü-KARŞI SAYFADA : Sultan Odası Kapısı (Topkapı Sarayı Harem dairesi) - Opposite : Door of the Sultan's room (Harem, Topkapı Palace).
Hikmet Onat’ın, sergisi kapanmazdan iki gün önce ya zara hediye ettiği bir desen (Eski harflerle Tarabya, 3 Ağustos 1971 tarihli ve Hikmet imzalı) - Design pre sented to the writer by Hikmet Onat two days before the end of the exhibition (Tarabya, 3 August 1971, and Hikmet's signature).
1976 yılının son günü kaybettiği eşinin gençlik portresi. Kataloga (Hanımımın res mi) diye kaydettirmiştir. - Youthful port rait of his wife, who died on the last day of 1976 (entered in the catalogue as «Portrait of my wife»).
Pazarbaşı’ndan bir görünüş - View from Pazarbaşı
çük tuşlarla değil, iri lekelerle çalışmayı tercih eder. Bu sayede, seyircisiyle eseri arasına, gör meyi kolaylaştıran belli bir mesafe koymayı sağlar. Onda, yalnız renk perspektifi ile ışık te sirinin renkle ifadesi, empresyonizmin çağımıza yadigâr bıraktığı bir özellik olarak karşımıza çı kıyor.
Zamanla, ressamımız, kendini âdeta İstanbul'a hattâ Boğaziçine adamış görünüyor. Erkenden yollara düşüp uzun yorgunluklara katlanması nın elbette bir sebebi vardır. Biyografisinde
«açıkhavada çalışmak» sözlerini bilhassa yazdı
ğına göre bu sebep, yalnız açıkhava sevgisi ol masa gerek. Bunu anlamak, onun manzara re simlerini dikkatle incelemeğe, yahut onun ça lışma saatlerinde, sabah ezanında tabiatın uya nışını, bundaki şiiri görmüş olmağa bağlıdır. Ta biattaki şiiri arayan ve bulan adamdır o. Ya şadığının, niçin yaşadığının farkında olan her kes gibi... Şiir ki, varlık sebebi bakımından ke limeler sanatıdır. Bunun müzikte sese, resim de renklendirilmiş biçimlere transpozisyonunun nasıl başarılabileceğini merak edenler, Onat'ın manzaralarını doya doya seyretsinler...
(Bu yazı 28 Şubat 1977'de, sergisinin son gün lerinde yazılmıştı. Hikmet Onat Martta aramız dan ayrıldı. Hâtırasına hürmetle tek kelime bile değiştirmedim. — Z.G.)
Hikmet Onat’ın, kendi evinde çekilmiş son fo toğrafı - Last photog raph of Hikmet Onat, taken in his own hou se.
23