No. 6 İ
YEDİGÜNSayfa 7
Evinin bütün sigara tablalarının içtima e ttiğ i çalışma masasının önünde M ahm ut Y asari hem çalışıyor, hem m uharririm izin
su allerin e cevap veriyor (boto-’i edigün Ali)
25 SENE BABIÂLİ CADDESİNDE:
BİZE HAYATINI ANLATIYOR
| Muhtelif hatıralarından ve kanaatlerinden bahseden Mahmut Yesari j
kendisi hakkında ayyaş, geçimsiz, gayrı muntazam ve kültürsüz
diyen muarızlarına toptan cevap veriyor.
L ...« » « » " ...*... . ... Yazan : Naci Sad u llah
A
ĞZI açık bir tahta sandık, et rafını dolduran dağınık kitap yığınları ortasında, suları bu lanmış bir gölcüğe düşmüş rengi atık bir çamaşır teknesini andırıyor. Kanadı açık duran bir yüklüğün raflarını dol duran karmakarışık kitaplar, mecmu alar, risaleler, defterler, gazete, mec mua kupürleri, roman kiralıyan işportacıların sergilerine benziyor. Dolabın önünde, ağızları bağlı ve içleri dolu yarım düzineye yakın çuval var.
İnsan buna, bunlara bakınca, kendi ni bir mezat yerinde, bir gümrük am barında, bir erzak deposunda zanne diyor.
Fakat burası, bu akla gelen yerler
den hiç biri değildir: Burası, yeni ta şındığı bu eve daha yerleşememiş olan romancı Mahmut Yesarinin çalışma o- dasıdır.
Maamafih, bu sözlerden, romancı nın vakit bulduğu takdirde, kitaplarını, teşhir edilen bir kitap sergisi gibi göz okşıyan bir intizama sokacağını umar sanız yanılırsınız.
YEDlGÜN
No. 61
Sayfa 8
li olan bir beyaz gümüş mecidiye idi. Sonra araya seneler girdi. Nihayet 336 da, şimdi senin bu yazım yazdığın Y e digünün sahibi dostum Sedat Sirnavi- nin çıkardığı Diken mecmuasına kari katür yapmıya başladım.
Benim asıl niyetim tiyatro muharriri olmaktı. Darülbedayi’e piyes hazır lıyordum. Evvelâ dram, trajedi gibi işin ciddî tarafını tutmuştum. Sonra tohaflığa vurdum. Muvaffak olur gibi de olmuşum. Kelebeği çıkardım. Ora da bir Namus Meselesi çıktı...
— Nasıl namus meselesi?
— Yani benim ilk romanım canım., adı öyle id i... Sonra, kendini iyi idare eden Kelebeği ben idare edemedim. Kapadım. Vatan gazetesine Çoban yıl dızını yazdım. Mabadini benden iyi siz de bilirsiniz...
— Sen anlat bir kere d e...
Ona mal olan k ita p la r hodbin kocaların eline düşen b iç a re k a d ın la r gibi yalnız işe
y a ra y a c a k la rı z a m a n la r hatıra g e lirle r... (Foto-Yedigün) — Nesini anlatayım canım ... O ilk
gümüş mecidiyeyi alamaz olaydım... Ona malolan kitaplar, hodbin koca
ların eline düşen biçare kadınlar gibi, yalnız işe yarıyacakları zamanlar hatı ra gelirler.
Evinin bütün sigara tablalarının içti ma ettiği çalışma masasının üzerinde, «Yedigün» mecmuasile, «Sicilli Osma- nî», «Voltaire» ile, «Evliya Çelebi», Naima tarihile Rembrandt, Lehçei es manı ile Talma biribirine karışmışlar dır.
Bu ilim, eşya ve, eser halitası arasın- i da en yerini bulmuş olan şey, beyaz ör tüsünden yeryer taşmış dağınık saç ları, ağzının kenarında ufalmış izmari ti, omuzlarından sarkan soluk hırkası, düğmesi kopuk pabuçlarile kendini kalenderliğin seline kapıp koyvermiş olan acar bir mahalle karısının resmi dir:
Erkekler kadın kıyafetinde dolaşır larsa Mahmut Yesari bu kılığa girecek miş. Cemal Nadirin bu karikatürünü Yesari çok güzel buluyor ve:
— Mükemmel, diyor, bu karikatüre göre, ben kadın kıyafetine bile girsem, erkekliğimi kaybetmiyeceğim demek tir. Erkek kisvesi altında kadmlaşmıya müreccah değil m i? ...
«Su sinekleri», «Tipi dindi», «Ak saçlı genç kız», «Çulluk», «Çoban yıl dızı», «Pervin abla» gibi Türk tarihi edebiyatının sahifelerini süsliyen değerli eserler, hep bu dağınık tezgâhta dokun muştur.
Bu masanın başında Yesari, susuz, gübresiz, verimsiz, havasız bir kıraçta
nadide fidan yetiştiren bir bahçıvanı andırıyor.
Ona, kitaplarını bukadar ihmal et mesinin sebebini sormıyacağım,. Çünkü biliyorum ki, yüzü, bütün hüsnü niyeti ne rağmen, yavrularını sefaletten kur taramayan müşfik bir baba ıstırabile kı rışacak v e ... belki yazamıyacağım k a -* dar ağır bir cevap verecek.
¥ * *
Şimdi konuşuyoruz. V e çok kimse ler gibi samimiyetten kaçmıyan, olduğu gibi görünmekten çekinmiyen açık içli romancıya soruyorum:
— Şimdiye kadar kaç eser yazdınız? — Benim eserler, Tarihi Mukaddes teki Peygamber isimlerine benzer. A- dedini ancak Cenabı Allah bilir... Büyük romanlar galiba on altıyı geçi yor, beş altı tane de küçük roman ola ca k ... Telif, adapte ve tercüme olarak hep temsil edilmiş otuza yakın piyesim var. Yine telif, adapte, kırka yakın mektep temsili yazdım. Yevmi gazete lerde ve mecmualarda çıkmış hikâye lerimin ve fıkralarımı^ adedini bilmi yorum.
— Muharrirlik hayatına nasıl inti sap ettiniz?
— Ben evvelâ karikatüristtim. O zaman, yani bundan yirmi beş sene ev vel bir Gıdık gazetesi çıkıyordu... ilk olarak, merhum Maarif Nazırı Emrul- lah efendinin karikatürünü yapmıştım. O, orada intişar etmişti. Matbuattan ilk aldığım para, bu karikatürün bede
Bir katre içen çeşmei pürhuni fenadan Başın alamaz bir dahi baranı belâdan..
— Muharrirlik hayatında hiç para sıkıntısı çektin mi?
Dünkü İhtiyat Zabiti, bugünkü Romancı Mahmut Y esari’d ir. Foto-Yedigün
No. 61
YEDlGÜNSayfa §
mek, en biiyük zevklerimden birini teşkil eder.
Bu, hakikaten, kıymetli muharririn en büyük zevklerinden birini teşkil e- der. Fakat, en büyük zevki olduğuna inanmayın. Onun en büyük keyfi, va kit, fırsat, imkân buldukça derin derin, bolbol uyumaktır.
Hilâliahzar muhalifliği ile tanınan muharrire sordum:
— İçkiyi sever misin?
— Bazan bir davete, bir ziyafete, teklifli bir ahbaba gidecek oiurum.
Harbi Umumî senelerinde: Mahmut Yesari İhtiyat Mülâzımı.
— Parasız kalmaktan para sıkıntısı çekmiye vaktim mi kalıyor?
Maamafih, paralı olmak, bana, pa rasız kalmaktan fazla sıkıntı verir. Çünkü sarfedecek yer bulamazsam hasta olurum.
— İktisat et.
— Aah, ben bu yaşa geldim, daha iktisadı tecrübeye imkân bulamadım. Toplu paranın iktisadı olur. Fakat bö lük pürçük üç beş kuruşun nesini b i riktirirsin. Dört gün, nisbeten az sıkın tı çekerek yaşıyacağıma, felekten bir gün çalar, üç gün kemeri iyice sıkarım.. Sonra meselâ, ben, kuruş kuruş bi riktirilmiş paralarla alınmış bir evde oturamam..
— Sebep?
— Çünkü, orada oturmak bana her dakika, her saniye orayı alacak parayı biriktirmek için geçirdiğim sıkıntı gün lerini hatırlatır.
— En büyük zevkin nedir?
--- Bir gramofon plâğile, bir radyo ile, şık bir kravatla, iki kap yemekle, bir yeni esvapla, boyalı kadınların iki yalancı tebessümde hayatlarından memnun oluverecek kadar nikbin ve bahtiyar insanların neşelerini,
seyret-re değişir. Vodvillerle facialar g ibi... Vodvili tornistan edin, facia oluverir!
Nükteli hikâyeleri, ince tohaflıklarla dolu komedilerde, hissi ve acıklı ro manları ile, okuyucularına senelerden- beri kâh kahkahalar attıran, kâh göz yaşları döktüren Mahmut Yesariye sordum:
— Âlâ, fakat mademki öyledir, sen ne diye senelerdenberi ahalinin sinirle rde oynuyorsun?
— Bütün insanlar, hep birikirlerinin zararına yaşarlar. Ben, murabahacı o- lup ta insanların mukadderatile, dok tor olup ta sıhhatleri ile, bakkal olup ta mideleri ve keseleri ile oynamak- tansa, muharrir olup ta sinirlerde oy namayı daha az zararlı görüyorum...
Terzi provalarına sinirlenmesile, kı yafetine olan lâkaydisi ile tanınan mu harrire sordum:
— Şıklığı sever misin? — Şıklıktan maksat ne?
— ! ! ? .
— Yani, temiz giyinmek mi, moda kuklası olmak mı, tanrının günü iki dirhem bir çekirdek, kılpranga, kızıl çengi, kırıta kırıta, sallana sallana do laşmak mı?
— Ne o, ne öbürü, ne öteki... şöyle üçünün ortası birşey...
— Vallhai, benim giyinmemin ibresi, dostlarımın gözleridir. Tek onlar be nim hesabıma mahçup olmasınlar diye elbise yenilemiye mecbur kalırım. Fa kat ne hikmettir, hüsnü niyetime rağ men, dostlarımı hiç bir zaman tama- mile memnun edememişimdir. Çünkü
- Devamı 17 inci sayfada —
Likör ikram ederler, bütün cinlerim tepeme biner!
— ! ! ? ...
-— Öyle ya canım, canım rakı du rurken, insanla alay eder gibi likör da yanır mı?
İlk meşkûk ve müphem cevabı kar şısındaki hayretime ve tereddüdüme, ve kendi cevabına gülen romancı ya gülerek aklıma geliveren bir sual sordum:
— Neye ve neden gülüşüyoruz? Ağ lamakla gülmek arasında ne fark var dır?
— Hiç fark yoktur, İkisi de sinir bozukluğudur. Ağlanacak şeyler vardır güleriz, gülünecek şeyler vardır, ağla
Mahmut Yesari
— 9 uncu sayfadan —
esvabı, yenilerim, iskarpinler eskir, iskarpinleri yenilerim, şapkanın rengi atar, onu yenilerim, esvap lekecilik ol muştur. Hülâsa, dört başı mamur gi yinmek nedense kısmet olmuyor!
Romanlarında, kadın hakkında, ken di yarattığı muhtelif tiplerin ağzından ortaya, muhtelif kanaatler, fikirler, his ler atan muharrire, onu çok düşündü receğini tahmin ettiğim bir sual sor dum:
— Kadın neye benzer, ve neye ya rar?
Yanılmışım.. O, bu sorguya, daha ev velden hazırlanmış kadar kolay cevap verdi:
— Kadın, hamken de, olmuşken de hattâ çürümüşken de lezzetli bir mey-
vardır-»
* *
Mahmut Yesari, azgın köpeklerden, ve eşeklerden, acemi eline dümüş bir taksiden korkar gibi ürker. Ona, hay vanlar arasında sevdikleri olup olma dığını sordum. Ciddiyetle cevap verdi: — Hayvanları, insanlar kadar dahi sevmem! Zaten, insanlar hayvanları, kendi menfaatleri, hodbinlikleri için severler, beslerler.. Kuşu, ötsün, efen dinin yahut hanımın içini açsın diye kafese sokarlar.
Tavuğu beslerler, kesip kesip yer ler. Kuzuyu, oğlağı, danayı da aynı maksatla üretirler.
Köpeğe bekçilik ettirirler, kediye avcılık... Eşeğe yük taşıtırlar, en asil buldukları ata binerler, sonra araba çektirirler, etmedik eza, cefa bırakmaz lar...
Vahşi hayvanlar da öyledir. May muna perende, aslana taklak attırırlar. Dişleri dökülmüş ihtiyar kaplanları or taya çıkarıp kepaze ederler.
V e bütün bunlar yetişmiyormuş gibi, biçareler, nalları dikip kalıbı dinlendir diler mi, kiminin derisini yüzer, pöste- kisini alırlar, kiminin etinden pastırma, sucuk yaparlar. Senin anlıyacağm diri sine reva gördükleri eziyeti, ölüsünden de esirgemezler...
Eğer bütün bunlar muhabbet eseri ise, ben de bütün insanlar gibi bütün hayvanlan çok severim.
Değerli romancıya soracaklanmı bi tirmiş ve susmuştum. Yerinden doğrul du. Gözlüklerinin altında, tozlanmış bir rugan gibi pırıldıyan gözlerini göz lerime dikti ve:
No. 61_______ _______________
YEDlGÜNSayfa 17
— Peki, dedi, bir saattir boyuna sen soruyorsun. Bir sual de ben bükeyim. Beni Babıâlide nasıl tanırsınız, veya hut nasıl tanırlar, daha doğrusu nasıl tanıtmak isterler?
— Gece gündüz içer, herkesin aley hinde söyler, geçimsiz, gayri munta zam ve kültürsüzdür derler...
— Şimdi müsaade et de onlara, en hafif yoldan ve toptan cevap vereyim: Ben yazı hayatına gireli on üç, on dört sene oluyor. Bukadar zamanda verdi ğim eserler ortada... Onları senelere değil, aylara, hattâ günlere taksim e- diniz, çalışkan bir hayata kâfi oldukla rını göreceksiniz...
Ben, dört eser yazıp yorulan, ve üs tat payesine erip köşesine çekilen va kur, muntazam ve talili muharrirlerden değilim. Eğer dedikleri gibi olsaydım, bukadar eser verebilir miydim?
İçki bahsine gelince, herkes gibi ben de içerim. Fakat, şunu unutma ki, bir kadeh içki içtiğim zaman, bir satır ya zı yazamam. Temize çekilmiş roman defterlerimden birçokları dostum Ke mal Salihtedir. Merak edenler, rica e- dip bir görsünler... Eğer, içkili kafa ile onlar kadar temiz ve silintisiz yazı yazılabilirse, Hilâliahzar azalarma tav siye ederim, cjemiyetlerini lâğvetsin ler... ve temiz iş çıkarmak isteyen her kes içki içsin...
Geçimsiz olduğum, ve aleyhte söy lediğim hakkındaki iddiaların sebeple rini bu sözlerimden az çok anlıyabilir- sin! Biribirimize gazel okuyacak deği liz a ...
Şimdi, geriye bir kültürsüzlüğüm mü kalıyor?... Eğer ben de birçokları gibi, anlaşılmaz, nevicat İlmî kelimeler kullanarak, lûgatlar paralıyarak çapar- şık, dolaşık yazmış olsaydım, benim a- dım da, onlar gibi «kültür sahibi» diye çıkardı.
Kabahatim, anladığımı,""bildiğimi, a- çık ve herkesin anlıyabileceği bir ifade ile yazmaklığımdır.
Bizdeki yumurta bolluğuna
mukabil bu sene de İspan
yada portakal bolluğu
hüküm sürüyor.
İspanya portakal ve mandalina
memleketi olarak şöhret kazanmıştır.
İspanyanın portakal bahçeleri roman
lara, şiirlere bile girmiştir. Fakat bu
sene bizdeki yumurta bolluğu gibi İs panyada da portakal bolluğundan ge çilmiyor. İhracat merkezlerinin kapan mış olması yüzünden İspanyol porta kalları âdeta sokaklarda sürünüyorlar. Yukarıya dercettiğimiz resim güzel İs panyol kızlarını bir portakal denizinde yüzerken gösteriyor.
Bundan, İlmî, fennî, edebî, İktisadî, İçtimaî makaleler, fıkralar, vesaire, v e saire yazmaktan izharı aczettiğim manası çıkarılmasın: Ben, bir muharri rin herşey, fakat herşeyden evvel de kendini bilmesi, ve kendi sahasının ha ricine burun uzatmaması taraftarıyım!
— Sen her şeyi biliyor musun? — Kafamın alabildiklerini öğrenmi- ye çalışıyorum. Ve bilmediğim çok şey ler v ar... Meselâ, akıl erdiremediğim muammaların başında, Babıâlideki li san bilmiyen mütercimler, okur yazar
lıklarından şüphe ettiğim, edebî, ilmî, ve fennî eser basıcıları gelir...
Muharrir Mahmut Yesari ile mülâ- katım burada bitti. Ve sohbetin maba- dine dostum Mahmut Yesarile devam ettim.
Onunla olan dostluğumu bilenlerin, bitaraflığımdan şüphe etmelerine ta hammül edemiyeceğim için, Yesari hak- kındaki kanaatlerimi kendime saklıyo rum. Zaten o, bu lüzumdan bin defa, on bin defa varestedir de!
Naci Sadullah