^Bir neşriyat serisi
R
emzi Kitabevl (Dünya edebiyatına * ~ toplu bakışlar) başlığı altında bir seri eser neşretmeğe karar vererek bu * neşriyatın tanzimi işini de şair ve profesör Sabrı Esat Siyavüşgil deruh te eylemiş. îlk eserin kabında 15 ede biyatın 16 ciltte teşrih edileceği bildi riliyor. îlk çıkan eser ise, 4 rahkammı : taşımasına rağmen, profesör ve doktor Ali Nihat Tarlan tarafından yazıl mış bulunan (İran edebiyatı) cildidir. Ali Nihat İstanbul edebiyat fakültesin de bu edebiyatın tarihini okutmakta • bulunduğuna göre, iştigal ve ihtisas sahasını teşkil eden böyle bir esen yazmak hususundaki salâhiyetini kabul etmek lâzım gelir. îslâmiyetten önceki İran edebiyatından başlıyarak 1906 da Şah Muzafferettin tarafından verilen Meşrutiyetten bugüne kadarki zamanın
j
edebiyatına varmak üzere, uzun asırla- ! rın yazı mahsulünü 150 sahife içinde in celiyor. Dilimizin düne kadar hemen hemen yarı kelimesini kendisinden al mış ve edebiyatımızı asırlardan beri te sirine arz etmiş bulunmamıza rağmen, bu edebiyatın tarihi hakkında türkçe- de hemen hiç bir şey bulunmayışı ve ilk toplu eseri Ali Nihat Tarlanın işbu 1945 yılında vermesi hayli garip değil midir? Çünkü{ Hüseyin Dâniş merhumun tserâmedam suhen) i, aralarında bir münasebet olmamak şartile her bi ri bir meşhur şaire tahsis edilmiş ma- ka’ eler mecmuasıydı ve ondan sonra da, sanırım ki, bu sahada başka bir e- ser yazılmadı. İlâve edeyim • ki, İran edebiyatının asalar seyrince Türk e- d.îbiyatı üzerindeki tesiri ile fars dilin de yazmış bazı Türk erin îran edebiya tındaki mevkileri hakkında da Ali Ni- I hattın fci.: eser ı üeude getirmesi temen niye lâyıktır. Meselâ oineyman nazi- fin şahadetine güvenerek. Yavuz Sultm Selimin İran dilinde ııdyük bir şâir ol- j' duğunu sararken, bu kitapta ismini ' görmedim. Her halde Rüıeyman Nazif ıreıhuın, bermütad, mübalâğa etmiş o» la< ak. iju. kadar ki. bir Ttl’ k tarafından türkçe olarak yazılmış bir İran edebi yatı tar hinde bir Tıirk p.» iişahımn 1- ıan dilind • şiirler vücude getirdiği söy- lenme'ivdi.
Serinin (Tanzimata^ kadar) ve (Tan ; zimattaı sor.ra) o'nıak üzere iki cilt o- lacağı haber verilen (Türk edebiyatı) ise, muharrir ismi olarak, Millî Eğitim Bakanımızın ismini vermektedir. Ha şan Âli Yücel pek ağır olan ve kendi sinin bütün teferrüatına kadar incele diği resmî işleri arasında nasıl vakit | buldu da böyle bir eser yazdı? Her ha’.-
j
de, bu evvelce neşredilen ve Türk ede- < bıyatının büyük hatlarını cidden >isabe'. vo-kww etle çizmiş olan ufak bir kita bın bazı tadillere uğramış yeni şekli olacak. Bu kitabın baskısı nihayet bui- muş gibi ise muhteviyatı hakkında her hangi bir dileği i’<eri sürmek mânâsız | olur. Fakat henüz matbaayaverilme-dolayısiyle
inişse, bilhassa Tanzimattan sonraki
j
cilde ait bazı hak yenişler hakkındaj
müellifin alâkasını celbetmek isterim. Bu mağdurlardan biri, siyasî şahsiyeti i ile hiç alâkalanmaksızm ve hattâ; mü- verrihliği üstünde de konuşmaksızın söyliyelim ki, en güzel romanlarımız- !dan birini yazmış -olan Mizancı Murat Beydir. Türk romanının bence ilk dü- yük mahsulü olan bu romandan, yani (Turfanda mı turfa m ı?) dan hiç bir edebiyat tarihçisi lâyık olduğu ehemmi yeti vererek bahsetmemiştir ve eser ha kikaten kuvvetli bir muhayyile, müşa hede kuvevti ve teknik mahsulüdür. Siyasî tarih ve hâtırat vâdisinde Küçük Sait Paşa ile îbnülemin Mahmut Ke malden bahsedilmesi ve Abdülhak Şina- siye lâyık olduğu yerin verilmesi de ayrıca arzuya lâyıktır.
Bu vesileden istifade edip şunu da söyliyeyim ki, Türk edebiyatı dinî mev- zularla (Münacat) ve (Na’t) larla do lup taştığı halde, bu mevzuların kavra- nışmın ve terennüm edilişinin geçirdiği safhalar hakkında edebiyat tarihçileri mizin daima sakit kalmış olmaları çok garip bir keyfiyettir. Abbé de Bré- mond’a Fransada ve aşağı yukarı bu mevzuda galiba beş cilt yazdırmış olan keyfiyet, bizim edebiyat tarihçilerimi zin kalemlerini hemen hemen hareke te getirmemiştir. Ve nihayet, asırlar- danberi, cami kürsülerinden, başlarında beyaz veya yeşil sarıklarla halka eği lerek onlara Allahın sözünü anlatmış
ulemaca verilmiş vaızlardan hiç birinin zaptedilmemiş olduğunu, zaptedilmişler varsa bunların edebî değerleri bulunup bulunmadığını edebiyat tarihçisi niçin kaydetmemiştir? Kaldı ki, son edebi yat tarihlerimiz hatiplerden bahsetmek te, fakat dini hatip adı zikretmemek- tedirler. Bu alanın meselâ bir Bossuet yetiştirmiş olduğunu umamazsak da, son vaazlar arasında Manastırlı İsmail Hakkı ve Hoca Mustafa Asım Efendi lerin çok güzel konuşmuş oldukları da 1 söylenmemiş değildir. Edebiyat tarihçi lerimizin bu hatiplerin vaızlarım ted- kikle değerleri varsa kendilerini zikret mesi gerekmez miydi? Mustafa Asım Hocanın vaızları toplanmamışsa bile İsmail Hakkı Efendininkilerin eski (Sı ratı Müstakim) cildlerinde mevcut bu lundukları da ilâve edilebilir.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi