• Sonuç bulunamadı

Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü Asst. Prof. Dr., Ataturk University, Faculty of Letters, Department of Persian Language and Literature

yasemin_yaylali@hotmail.com ORCID ID: orcid.org/0000-0002-6904-1471

Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi-Journal of Turkish Researches Institute TAED-60, Eylül- September 2017 Erzurum

ISSN-1300-9052 Makale Türü-Article Types

Geliş Tarihi-Received Date Kabul Tarihi-Accepted Date Sayfa-Pages DOI- : : : : :

Araştırma Makalesi-Research Article 22.02.2017 28.07.2017 327-342 http://dx.doi.org/10.14222/Turkiyat3733 www.turkiyatjournal.com http://dergipark.gov.tr/ataunitaed This article was checked by iThenticate.

(2)
(3)

Öz

Rüyalar, destanlarda henüz gerçekleşmemiş, gelecekte gerçekleşecek olaylar hakkında bilgi veren önemli motiflerindendir. Bu yönüyle rüyalar, destanda olay örgüsünün kurulmasında büyük önem taşımaktadır. Rüyaların bu etki ve işlevi İran milli destanı Firdevsî’nin ölümsüz eseri Şahnâme’de de açıkça görülmektedir. Şahnâme sadece Fars edebiyatı değil, Türk edebiyatı üzerinde de etkileri olan hatta dünya edebiyatına mal olmuş bir eserdir. Şahnâme’de yer alan destanlardaki olayların birçoğu uyanıklık halinde gerçekleşmeden önce uykuda meydana gelmektedir. Kahramanlar gördükleri rüyalara ve yorumlarına göre hareket etmekte ve olaylar da bu rüya yorumlarıyla bağlantılı olarak gelişmektedir. Şahnâme’de rüyalar kahramanlara yardım eder, yol gösterir ve onları uyarır niteliktedir ve kahramanlar için galibiyet, yenilgi, evlilik, doğum, ölüm, ihanet gibi çeşitli konular hakkında bilgi verici ve ikaz niteliği taşımaktadır. Bu makalede rüya ve rüyaya dair çeşitli görüş ve inanışlar hakkında kısa bir bilgi verildikten sonra Şahnâme’de geçen rüyalar, rüyayı görenler ve rüyaların özellikleri açısından ele alınarak incelenmiştir.

Abstract

Dreams are significant motifs of epics which have not yet occurred but give information about the incidents that will take place in the future. With that aspect, dreams have an important place in the construction of the plot in an epic. This effect and function of dreams is clearly seen in Firdevsî’s world-wide known work Shahnama which is the Persian national epic. Shahnama is a work of world literature not only influential on Persian literature but also upon Turkish literature. Many incidents told in the epics in Shahnama occur during asleep before they actually take place. The heroes act in accordance with the dreams they have and interpretations of those dreams; the incidents develop in connection with these interpretation. Dreams help the heroes in Shahnama, they direct them, warn them and they have a function to be informative and awakening for the heroes about various issues such as victory, marriage, birth, death, treason. In this study, after brief information has been given about dreams and various opinions and beliefs about dreams, the dreams taking place in Shahnama have been analysed in terms of their characteristics and those who have these dreams.

Anahtar Kelimeler: Şahnâme, Rüya, Destan.

(4)

Giriş

Arapça “ ايؤر (rü’yâ)”, Türkçe “düş” kelimeleriyle ifade edilen rüya sözcüğü, uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü ifade etmektedir (Çelebi, 2008:306). Çoğulu “ahlâm” olan Arapça “hulm” kelimesi ise çirkin ve korkunç rüyalar için kullanılmaktadır (Schimmel, 2005: 43). Hz. Peygamber “İyi rüya Allah’tan; hulm ise şeytandandır” diye buyurmuştur (Nevevî, 2013: II, s. 223).

Geçmişten günümüze hemen hemen her toplumda rüya konusu önemini korumuş ve bu konuya dair farklı inanışlar ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Babilliler ve Asurlular, ölü ruhların rüyalarda kötü etkiler yarattığına inanmış ve bu etkiden kurtulmak için Babil Rüya Tanrıçası Mamu’dan yardım istemişlerdir. Mısırlılar rüyaları tanrılardan gelen mesajlar kabul etmişler ve rüyalarda tanrıların üç rolü olduğuna inanmışlardır: günah işleyenleri tövbeye teşvik etmek, tehlikelere karşı uyarmak ve rüya görenin sorularını cevaplamak. Rüya görmek isteyenler için Mısır rüya tanrısı Serapis adına tapınaklar yapmışlardır (Yüksel, 1996: 15-16).

Eski Mısırlılar, Asurlular ve Yunanlılar’da kâhin ve büyücülerin en önemli görevlerinden biri rüyaları yorumlamaktı. Eski Yunanlılar uykuda ruhun vücudu terk edip tanrıları ziyaret ettiğine inanmışlardır. (Çelebi, 2008:306). Hindistan’da ise gecenin farklı zaman dilimlerinde görülen rüyaların, bu rüyalarda görülen olayın gerçekleşme zamanına işaret ettiği; ayrıca rüyanın içeriği ile gören kişinin mizacı arasında bağlantı olduğu kabul edilmiştir. (Günay, 1999: 80-81). İslamiyet’ten önce eski Türklerde rüya ve rüya tabiri büyük önem taşımıştır. Turfan’da bulunan Göktürk yazısı ile yazılmış bir el yazmasının Türklerin ilk düş yorumu kitabı olduğu saptanmıştır (Ögel, 2014, II, 725). Eski İran’da da rüya konusu çok önemli görülmüş; görülen rüyanın alınyazısına tesir ettiğine inanılmıştır. Bazen rüyalar gerçekle bağlantılı görüldüğünden o rüya hakkında düşünülmüştür. Öyle ki padişahlar saraylarında gördükleri rüyaları yordurmak için rüya tabircileri bulundurmuşlardır (Gülistânî, 1392 hş:1395).

İlahi dinler açısından bakıldığında Tevrat’ın Tekvîn bölümünde Hz. Yusuf’un rüyalarından bahsedilmektedir. Ayrıca Talmud’un son kısmında rüyalara dair bir bölüm bulunmaktadır. Hz. Muhammed’e bir kısmı rüyada vahyedilen Kur’ân-ı Kerîm’de de Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. peygamberin rüyalarından bahsedilmiş; Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. Yakup’un gördükleri rüyaları tabir ederek, bu doğrultuda hareket ettikleri belirtilmiştir. Hadislerde de rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine pek çok defa değinilmiştir (Çelebi, 2008:306-307).

İslâm âlimleri rüyaları üç sınıfa ayırmıştır: birincisi Rahmânî rüya: bunların bir kısmı Allah tarafından uyuyanın ruhuna bir melek vasıtasıyla ilham ettirilen rüyadır. Asıl rüya budur. Peygamberler ve temiz itikatlı kişilerce görülen bu rüyalara rüyâ-yi sâdıka, sâliha, hasene adları da verilir; bunların müjde vermesi yanında korkutucu, uyarıcı ve haber verici fonksiyonları da vardır. İkincisi Nefsanî rüya: nefsin telkinleri ve fikirlerin çağrışımı sonucu olan rüyalardır. Bu rüyalar kişinin bizzat kendisince meydana getirilir. Ve fazla değeri yoktur. Üçüncüsü ise Şeytânî rüya: uykuda iken şeytanın telkiniyle görülen rüyadır. Ahlâm olan bu rüyalar yalan bir çağrışım ve hayalden ibarettir (Yüksel, 1996: 141-144).

Psikoloji ilmi ise rüyaların yorumunda psikolojik bir bakış açısı benimsemiş ve oluşum sebepleri üzerinde durmuştur. Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin Jung’a göre rüyalar arzu ve isteklerin yanında korkuları, gerçekleri, felsefi ifadeleri,

(5)

illüzyonları, hatıraları, geleceğe dönük planları, irrasyonel tecrübeleri, telepatik vizyonları, kehanetleri ve ilahi mesajları içerebilmektedir. O, rüyanın dini bir yönü olduğunu savunmuş ve dinî içerikli rüyaların Tanrı’dan gelen bir mesaj olduğunu düşünmüştür. Jung’a göre rüyaların bir diğer özelliği de içinde kehanetler bulundurması ve gelecekte yaşanacak olaylara dair bilgiler içermesidir (Çetin, 2010:256, 260). Freud’a göre rüya biraz karışık; fakat bir amacı olan ruhî bir faaliyettir. Bu gaye bir arzuyu tatmindir (Freud, 1965: 32). Rüyalar geçerli ruhsal olgulardır yani bir isteğin gerçekleşmesidir ve son derece karmaşık bir zihinsel etkinliğin eseridir (Freud, 2014: 149). Rüyalar uyanıkken bastırdığımız akıldışı arzularımızın, uyku esnasında tatmin edilmesi yani gerçekleştirilmesini sağlar (Fromm; 2003: 42).

Yukarıda ifade edildiği üzere farklı milletler, kültürler, dinler vb. açısından çeşitli görüş ve inanışların oluşumuna sebebiyet veren hatta bilimsel olarak inceleme alanı bulan rüya konusu edebiyatı da etkilemiştir. Bu etki hem Türk edebiyatında hem de Fars edebiyatında destanlarda da kendini göstermiştir. Türk edebiyatında rüya, destanı etkileyen ve destan kahramanının hareket alanını belirleyen bir motiftir ve bir mücadele üzerine inşa edilmiş destanlarda elde edilecek başarı ya da yaşanacak felaketten önceden haberdar olunmasını sağlamaktadır (Gültepe, 2013: 588). Türk destanlarında büyük yiğitler ile liderler savaştan önce iyi veya kötü rüya görürlerdi (Ögel, 2014, II, 735). Rüya, Fars edebiyatında da özellikle hamasi edebiyatta destanların şekillenmesinde bir rol üstlenmiş ve olayların ilerlemesinde önemli bir açıklayıcı olarak kendisinden yararlanılmıştır. Hamasi destanlardaki olayların birçoğu uyanıklık halinde gerçekleşmeden önce uykuda yaşanmaktadır. Yaklaşık olarak denilebilir ki asıl epik olaylar daima gerçekleşmeden önce kahramanın rüyasında belirmektedir. Fars edebiyatında hamasi edebiyat denilince kuşkusuz akla Firdevsî ve onun eşsiz eseri Şahnâme gelmektedir (Sorhgerye-Turbetînejâd, 1390 hş:95). Şahnâme sadece Fars edebiyatını değil Türk edebiyatını da etkilemiş bir eserdir. Şahnâme’den etkilenme Klasik Türk edebiyatında daha yoğun hissedilmekle beraber, Halk edebiyatında destan, masal, efsane vb. çeşitli anlatım şekillerinde ve Halk şiirinin içeriğinde de görülmektedir. Şahnâme tarihte yaşandığı kabul edilen İran-Turan savaşlarına ve ilişkilerine ışık tutması bakımından da önemli bir kaynaktır. Şahnâme’de geçen Efrâsyâb’ın Türk destan kahramanı Alp Er Tunga olduğu pek çok kaynakta geçmektedir (Şişman-Kuzubaş, 2007: 13).

Şahnâme’de kahramanlar gördükleri rüyalara ve yorumlarına göre hareket etmekte ve olaylar da bu rüya yorumlarıyla bağlantılı olarak gelişmektedir. Firdevsî eserinde eski İranlılar gibi rüyaların alınyazısı üzerindeki etkisine inanmış ve rüyayı gayb âlemine açılan bir pencere olarak görmüştür. Ve rüya görmeyi ve onun tabirini peygamberlik ilminden saymıştır. Yani her sıradan insanın rüyayı tabir edemeyeceğine, bunun için tanrısal bir güce ya da bir bilgi ve ilme sahip olmak gerektiğine inanmıştır. Şahnâme’de rüya ve tabiri padişahlar, pehlivanlar ve diğer büyükler için özel bir öneme sahiptir ve rüyalarının tabiri plan ve kararlarının uygulanmasının temelini teşkil etmektedir (Gülistânî, 1392 hş:1395-1396). Şahnâme’de rüyalar kahramanlara yardım eder, yol gösterir ve onları uyarır niteliktedir. Firdevsî rüyalardan kendi ahlaki, dini ve eğitici hedeflerine ulaşmak için faydalanmış ve destanlarında rüyayı merkeze almıştır. Onlar aracılığıyla İranlıların dini ve milli itikatlarını tasvir etmiştir. Onun rüya konusuna bakış açısı İslami ve milli kültürü, mitoloji düşüncesiyle birleştirici niteliktedir. Ona göre rüya gayb âlemine açılan bir kapıdır

(6)

ve onun ilhamları temiz ve aydınlık gönüllü kişiler dışında kimseye belirmez. Ve Firdevsî kendi dini inancını doğrularcasına rüyaların boş yere olmadığını ve onları peygamberliğin kırk altıda biri kabul etmek gerektiğini ifade etmektedir (Sorhgerye-Turbetînejâd, 1390 hş:95-96).

Şahnâme’de ki rüyaları a. Rüyayı görenler, b. Rüyalar olmak üzere iki açıdan ele almak mümkündür:

Konuyu rüyayı görenler açısından ele aldığımızda; İlki Şahnâme kahramanlarının rüyaları ve ikincisi ise Firdevsî’nin kendi şahsi rüyalarıdır. Elbette ki bunları da cinsiyet olarak değerlendirdiğimizde Firdevsi ve Şahnâme kahramanlarından Dahhâk, Sâm, Keykubâd, Efrâsyâb, Siyâvuş, Pîrân, Gûderz, Tûs, Keyhüsrev, Goştasp, Keyd, Bâbek, Nuşîn Revân ve Behrâm-ı Çûbîne erkek; Ketâyûn ve Cerîre ise kadındır. Erkeklerden örneğin Keykubâd, Efrâsyâb, Siyâvuş, Keyhüsrev hükümdar; Sâm, Pîrân, Gûderz vb. pehlivan ve tabi ki Firdevsî şairdir. Kadınlardan Ketâyûn, Rum Kayseri'nin, Cerîre ise komutan Pîrân’ın kızıdır. Kahramanların milliyeti açısından baktığımız da ise örneğin Sâm, Siyâvûş, Gûderz, Tûs, Keyhüsrev İranlı; Keyd, Efrâsyâb, Katâyûn ise İranlı olmayan kahramanlardır.

Rüyalar açısından bakıldığında ise; Bu konu rüyaların sayısı, görülme şekli ve konusu vb. açıdan birkaç grup teşkil etmektedir. Sayı bakımından Dahhâk, Keykubâd, Efrâsyâb, Siyâvuş, Pîrân, Gûderz, Tûs, Keyhüsrev, Goştasp, Behrâm-ı Çûbîne Ketâyûn ve Cerîre sadece bir rüya görürken; Sâm, Bâbek, Firdevsî, Nuşîn Revân iki tane, Keyd ise on tane rüya görmektedir.

Rüyaların bizzat olayın muhatabı tarafından mı yoksa bir başkası tarafından mı görüldüğü göz önünde bulundurulduğunda mesela Dahhâk, Sâm, Keykubâd, Efrâsyâb, Siyâvuş, Keyhüsrev, Goştasp, Keyd, Nuşîn Revân, Behrâm-ı Çûbîne ve Ketâyûn’un rüyaları direkt kendileriyle; Cerîre, Gûderz, Pîrân ve Bâbek’in rüyaları ise başkalarıyla ilgilidir. Rüyalar konu açısından da evlenme, doğum, hükümdarlık, ölüm, yenilgi, galibiyet, bir sırdan haberdar olma, ihanet vb. gibi o ana, geçmişin izlerini taşıyan hadiselere ya da gelecekteki olaylara dair mesajlar içermektedir. Örneğin Komutan Pîrân rüyasında Keyhüsrev’in dünyaya geldiğini; Sâm beyaz saçlı doğdu diye dağlara gönderdiği oğlunun yaşadığını; Ketâyûn eş seçim merasiminden önce rüyasında Goştâsp’ı eşi olarak seçtiğini; Keykubâd talihinin değişip hükümdarlıkla onurlandırılacağını görürken; Bâbek, Sâsân’ın hükümdar olacağını; Nuşîn Revân hareminde kadın kılığında gizlenen ve cariyelerinden biriyle ilişkisi olan bir hain bulunduğunu; Cerîre oğlunun yenilip öleceğini; Siyâvuş kendisini ve ülkesini bekleyen kötü sonu; Efrâsyâb savaşırsa yenileceğini; Tûs galip geleceği müjdesini görürler. Rüyanın görülmesi ve gerçekleşmesi arasındaki zaman dilimi ise an, yakın ve uzak gelecek olarak meydana gelmekte bazen de gerçekleşmemektedir. Örneğin Cerîre’nin, Siyâvuş’un, Pîrân’ın rüyası uyanır uyanmaz yani o anda gerçekleşirken; Dahhâk’ın rüyası ise kırk yıl sonra gerçekleşmektedir. Bazıları ise Efrâsyâb’ın, Keyd’in rüyası gibi gelecekte gerçekleşme ihtimali olan kötü olayları görmekte ve bunları uyarı kabul edip, tedbir aldıklarından bu tip rüyalar gerçekleşmemektedirler.

Rüyalarda uyuma ve rüyadan uyanma şekli de farklıdır. Mesela Bâbek aydınlık ruhuyla derin uykuya dalar, Goştâsp mutlu bir şekilde, Keyd aklı başında, korku ve endişe duymadan uyurken, Siyâvuş tedirgin ve üzgün bir şekilde, Cerîre yüreği sıkıntı ve keder

(7)

içinde uyurlar. Uyanma şekillerine baktığımızda örneğin Dahhâk rüyasından çığlık atarak, Siyâvuş ise titrer bir halde sarhoş bir fil gibi çığlık atarak, Efrâsyâb sıtmaya tutulmuş gibi titreyerek ve bağırarak uyanırken; Keykubâd yüreği ümit dolu, Tûs sevinerek ve yüreğindeki tüm üzüntülerden kurtulmuş olarak, Keyhüsrev sırılsıklam bir halde uyanır ve uyanır uyanmaz Tanrı’ya şükreder.

Görülen rüyalara açık ve anlaşır ya da kapalı ve sembolik olması bakımından yaklaştığımızda ise bazıları Keyd’in rüyaları gibi fazlaca karışık, kapalı ve yoruma muhtaçken; Pîran ve Tûs’un vb. rüyalarında mesaj gayet açıktır.

Rüyaların yorumu konusunda da bir sınıflama yapmak gerekirse bazı rüyalar Sâm, Dahhâk vb. mubedlere yordurulurken; Tûs, Goştasp, Keykubâd kendi yorar; Efrâsyâb önce yiğitlerinden Gersîvez’e yordururken sonra mubedlere yordurur; Nuşîn Revân, Bozorgmihr’e yordururken, Siyâvuş’un rüyasını önce karısı Ferngîs, sonra kendisi yorar; Keyd ise Mihrân adlı bir zahide yordurur; Behrâm-ı Çûbîne rüyasını kimseye anlatıp yordurmaz.

Rüyalara ve onların yorumuna göre kahramanların davranış şekillerini göz önünde bulundurduğumuzda kahramanların tutumları da pişmanlık, mutluluk, intihar, zülüm, barış, savaş vb. müspet ve menfi olarak farklılık göstermektedir. Örneğin Sâm geçmişte yaptığı hatadan pişmanlık duyar ve oğlunu arayıp bulmaya gider; Dahhâk kötülük ve zulümlerinin şiddetini arttırır; Gûderz, Keyhüsrev’i bulup getirmesi için oğlu Gîv’i gönderir; Keyd, İskender’in şerrinden kurtulmak için ona kendisi için değerli olan dört şeyi verir; Efrâsyâb savaştan vazgeçer ve barış yapar; ancak Behrâm-ı Çûbîne yenileceğini görmesine rağmen bu rüyaya itibar etmez ve rüyanın aksine davranarak galibiyet sağlamaktadır. Elbette bu durum onun rüyasının diğer rüyalardan farklı olarak kötü güçlerin etkisiyle görülmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü ona bu rüyayı gördüren bir büyücüdür.

Şahname’de rüyalar yaklaşık olarak on yedi yerde karşımıza çıkmaktadır. Rüyaları gören kişiler sırasıyla: Dahhâk, Sâm, Keykubâd, Goştasp, Bâbek, Gûderz, Tûs, Efrâsyâb, Keyd, Behrâm-ı Çûbîne, Siyâvuş, Cerîre, Pîrân, Ketâyûn, Keyhüsrev, Nuşîn Revân ve Firdevsi’nin şahsi rüyaları.

1-Dahhâk’ın Rüyası: Ölümden kırk yıl önce Dahhâk rüyasında üç savaşçı erin sarayına geldiğini ve bunlardan küçük olanın elindeki öküz başlı gürzü kafasına indirip derisini yüzdüğünü ve ardından ellerini bağlayıp boynuna geçirdiği iple sürükleyerek Demâvend dağına götürdüğünü görür. Mûbedler Dahhâk’ın rüyasında gördüklerini Ferîdun adında bir çocuğun doğacağını ve büyüdüğünde öküz başlı gürzüyle ondan babasının ve ineğinin öcünü almak için geleceği şeklinde yorarlar. Bunun üzerine Dahhâk tedbir alsa da başına gelecekleri engelleyemez (Firdevsî, 2009: I, 81, 85).

Kötü huylu ve zalim Dahhâk’ın gördüğü bu rüya yaptığı kötülük ve işkenceleri bırakmazsa onu nasıl bir sonun beklediğini gösteren uyarıcı bir rüyadır. Ancak o, bu rüyadaki ikazı dikkate almamış ve geçmişteki kötü davranışlarını bir yana bırakıp yeni bir sayfa açmak yerine, zulüm ve işkencelerinin şiddetini arttırarak kendi sonunu hazırlamıştır. 2. Sâm’ın Rüyaları: Sâm iki rüya görür. İlkinde Sâm, beyaz saçlı doğan oğlu Zâl’ı Elburz dağına gönderttikten bir süre sonra rüyasında Arap atına binmiş, Hindistan

(8)

tarafından bir adamın geldiğini ve kendisine oğlunun müjdesini verdiğini görür. Sâm mûbedlere rüyasını anlatarak onlara oğlunun hâlâ hayatta olmasının mümkün olup olmadığını sorar. Mûbedler lütfu bol olan Tanrının bu çocuğu koruyup, büyütmüş olabileceğini; onun beyaz saçlı doğdu diye oğlunu terk ederek Tanrı’ya nankörlük ettiğini; bu yüzden bağışlanma dilemesi gerektiğini ve oğlunu aramaya gitmesini söylerler. Oğlunu aramaya giden Sâm ikinci rüyasında Hindistan dağlarının üzerinde bir bayrağın göklere yükseldiğini ve arkasında bir orduyla sağ ve sol yanında birer mûbed bulunan güzel yüzlü bir çocuğun geldiğini ve mûbedlerden birinin onu kınayarak beyaz saçlı olmanın bir kusur olmadığını, bunu kusur görüp oğlunu dağa göndermekle Tanrı’ya nankörlük ettiğini ve kendisi babalık şefkati göstermese de çocuğunu Tanrı’nın koruyup yetiştirdiğini söylediğini görür. Uykudan uyanır ve hemen çocuğunu bulmak için dağa yönelir ve oğlunu bulur (Firdevsî, 2009: I, 154-156).

Sâm’ın rüyaları geçmişle yüzleşmesine ve geçmişte yaptığı hatadan pişmanlık duyarak onu telafi etmek için bir türlü susturamadığı vicdanın sesine kulak vermesini sağlamaktadır. Sâm beyaz saçlı doğan oğlunu görünce bunun Tanrı’nın ona verdiği bir ceza olduğunu ve diğer pehlivanların kendisine güleceklerini düşündüğünden onu Elburz dağına göndermiştir. Ancak vicdanı asla onu rahat bırakmamıştır. Bu düşüncelerle uyuduğu bir gece rüyasında oğlunun yaşadığını görür ve mubedlere rüyasını yordurur ve ardından Elburz dağına gider. İlk rüya hakikat perdesinin kalkmasını ve sırrın ortaya çıkmasını yani oğlunun yaşadığından haberdar olmasını sağlamıştır. İkinci rüyasını mubedlere ihtiyaç duymadan kendisi yorar ve bu rüyayla destana Sîmurg dâhil olur (Sorhgerye-Turbetînejâd, 1390 hş:106).

Aslında Dahhâk’ın rüyası geçmişteki yanlış ve kötü davranışlarını gözden geçirmesi açısından Sâm’ın rüyasıyla benzerlik taşısa da görülen rüya neticesinde takınılan tutum itibariyle farklılık göstermektedir. Çünkü Sâm rüyanın etkisiyle geçmişte yaptığı hatadan pişmanlık duyup bunu telafi etmek için çaba gösterirken Dahhâk ise bu rüyanın uyarıcılığını görmezden gelerek tam tersine yaptığı kötü davranışı daha da şiddetlendirmiş ve hatalarını düzeltmek için verilen son şansı da kaybetmiştir.

3.Keykubâd’ın Rüyası: Gerşasp’ın ölümü üzerine boş kalan hükümdarlık tahtına oturması için Zâl, Elburz dağında yaşayan ve Ferîdûn’un soyundan gelen Keykubâd’ı bulup getirmesi için Rüstem’i gönderir. Rüstem oraya vardığında Keykubâd’a İran tahtının kendisi için hazırlandığı müjdesini verince Keykubâd da ona daha önce rüyasında güneş gibi bir taç taşıyan iki akdoğanın İran tarafından süzülerek gelip başına o tacı koyduklarını gördüğünü söyler. Keykubâd o anda rüyasında daha önce gördüğü akdoğanları hükümdarlık tacının müjdesini getiren Rüstem olarak yorar (Firdevsî, 2009: I, 267-268).

Keykubâd’ın rüyası talihinin değişip, hükümdarlıkla onurlandırılacağının ona gösterildiği rüyalardan biridir. Bu destandaki ayrıntı, Zâl’ın daha önce kendisinin bırakıldığı ve Sîmurg tarafından beslenip büyütüldüğü Elburz dağına bu sefer oğlunu İran tahtına oturmaya yaraşan Keykubâd’ı bulup getirmesi için göndermesidir.

4. Goştasp’ın Rüyası: Goştasp’ın bu rüyası, Faskon ormanındaki kurdu öldürdüğü gece uykusunda kurtla tekrar savaştığını gördüğü rüyadır. Kayser’in kızlarından biriyle evlenmek isteyen Mirîn’e Kayser kızını vermek için, Faskon ormanındaki ejderha yapılı,

(9)

fil gibi güçlü, ayı gibi dişleri olan kurdu öldürmesi şartını koşar. Mirîn, Goştasp’tan bu işi kendi adına yapmasını ister. Goştasp, Selm’in kılıcıyla kurdu öldürür (Es‘ad, 1387hş: 32). Ancak geceleyin sık sık yerinden sıçramasına neden olan rüyasında iri erkek ejderha görünümündeki o korkunç kurtla tekrar savaştığını görür. Uyanınca Ketayûn’a rüyasını kendi yorarak hükümdarlık bahtını, tahtını ve tacını gördüğünü söyler. Ketayûn da onun hükümdarlık soyundan gelen bir şehzade olduğunu; ancak bunu kendisine söylemediğini ve soyunu ortaya koyup Kayser’den yüce bir makam istemediğini anlar (Firdevsî, 2016: II, 70).

Goştasp da tıpkı Keykubâd gibi hükümdar olmadan önce kendi saltanatını rüyasında görmüştür. Yani her ikisinin rüyası da hükümdarlıkla ilgilidir ve her ikisi de rüyalarını kendi yorarlar.

5. Bâbek’in Rüyası: Bâbek iki rüya görür. İlki herkesin saygı ve hürmet gösterdiği, elinde kılıcıyla sıçrayıp oturan bir file binmiş olan Sasân’ı; ikincisi ise bir mûbedin elindeki üç ateşi Sasân’a götürdüğünü ve onun da bu ateşler üzerinde öd ağacı yaktığını gördüğü rüyadır (Serrâmî, 557-558). Bâbek bir gece rüyasında elinde değerli bir Hint kılıcı bulunan Sasân’nın kükremiş bir file bindiğini ve herkesin ona yaklaşıp saygılarını sunduğunu; filin sürekli havalara sıçrayıp tekrar oturduğunu görür. Ertesi gece Bâbek rüyasında ateşe tapan bir mûbedin elindeki üç aydınlık ve görkemli ateşi Sasân’a götürdüğünü ve ateşlerin üzerinde Sasân’ın ödağacı yaktığını görür. Bâbek rüyasını yormaları için büyük bilgeleri ve ünlü rüya yorumcularını çağırtır. Onlar da ilk rüyasında gördüğü kişinin güneşi bile geride bırakacak kadar büyük ve yüce bir hükümdar olacağı şeklinde yorarlar. İkinci rüyasını ise eğer o hükümdar olmazsa, onun oğlunun başı göklere erişen büyük bir hükümdar olacağı şeklinde yorarlar. Bunun üzerine Bâbek, Sasân’ı giydirip kuşandırır ve ona görkemli bir saray yaptırır ve onu kızıyla evlendirir (Firdevsî, 2016: II, 459-460).

Bâbek’in rüyası da hükümdarlıkla alakalıdır. Ancak Bâbek, Goştasp ve Keykubâd gibi kendisinin değil, Sasân’ın hükümdarlığını görmüş ve bunun için ona yardım etmiştir. 6. Gûderz’in Rüyası: Gûderz rüyasında İran tarafına doğru yaklaşan yağmurlu bir bulutun üstüne oturmuş bir meleğin Tûran’da Siyâvuş’un oğlu olan Keyhüsrev adlı kutlu bir padişahın büyümekte olduğunu ve onun babasının intikamını Efrâsyâb’tan alacağı ve onu bulup getirmesi için oğlu Gîv’i göndermesi gerektiğini görür. Gûderz uyanınca Tanrı’ya şükreder ve oğlu Gîv’i onu bulup getirmesi için gönderir. (Firdevsî, 2009: I, 537-538).

Gûderz’e bir melek tarafından Efrâsyâb’ı yenilgiye uğratıp, ondan intikam alacak olan Turân’da bulunan Keyhüsrev’i bulup getirmesi için oğlu Gîv’i göndermesi gerektiğinin bildirildiği bu rüya İranlılara düşmandan kurtuluş yolunu göstermektedir.

7. Tûs’un Rüyası: Tûs’un İranlıların galip geleceği müjdesini Siyâvuş’tan aldığı rüyadır. İranlılar Hemâven dağında Tûranlılarca kuşatılmışken yüreği acılar içinde uykuya dalan Tûs, sudan çıkan parlak bir mum ve onun yanında başında tacıyla Siyâvuş’un fildişi tahtında oturduğunu ve gülümseyerek kendisine orduyu burada tutması gerektiğini çünkü nasıl olsa galip geleceklerini müjdelediğini görür. Uyanınca rüyasını kendisi yorar ve

(10)

Rüstem’in onlara yardıma geleceğini düşünerek orduyu harekete geçirir (Firdevsî, 2009:I, 676).

Tûs’un ordusu Hemâven dağında kuşatılmışken gördüğü bu rüya ona zaferi müjdelemekte ve tıpkı Gûderz’in rüyası gibi ona bunun gerçekleşmesi için yapılması gereken şeyi göstermektedir.

8. Efrâsyâb’ın Rüyası: Efrâsyâb’ın Belh’te yenilen ordusunu tekrar İranlılar üzerine göndermeyi düşünürken gördüğü ve bir mûbedin yormasıyla savaşmaktan vazgeçtiği rüyasıdır. Efrâsyâb rüyasında kendini yerin tozla, göğün kartallarla kaplandığı ve yılanlarla dolu bir çölde bulur. Otağı susuzluktan adeta kurumuş bu çölde kurulmuştur. Birden toz toprakla karışık bir rüzgâr onun ve ordusunun otağlarını darmadağın eder ve her yerden kan boşalır. Tüm askerleri başları kesik yerde yatarken, İran’dan bir ordu gelip onu tahtından indirir ve ellerini bağlar. Sonra iri yarı bir pehlivan onu ucu aya kadar yükselmiş bir tahtta oturan Kâvûs’un önüne götürür ve Kâvûs da onu kılıcıyla ikiye böler. Efrâsyâb’ın bu kötü rüyasını ilkin yiğitlerinden Gersîvez iyiye yorsa da yine de mûbedlere yordurmanın daha doğru olacağını söyler. Bir mûbed, Efrâsyâb’a gördüğü rüyanın uyarı niteliği taşıdığını söyler. Ve rüyada gördüklerini ona doğru İran’dan gelen kahraman yiğitlerden oluşan; başında da bir padişah oğlu bulunan orduya yorar. Ve rüyanın eğer Siyâvuş’la savaşırsa bunun yenilgiyle sonuçlanacağının bir işareti olduğunu dile getirir. Bu rüyanın yorumu üzerine Efrâsyâb savaşmaktan vazgeçer ve Siyâvuş’la barış yapar (Firdevsî, 2009: I, 435-437).

Şahnâme’deki henüz gerçekleşmemiş ama gelecekte gerçekleşme ihtimali olan bir olayla alakalı olarak uyarıcı bir görev üstlenen rüyalardan olan Efrâsyâb’ın bu kötü rüyası onun savaş sırasındaki tutumunu değiştirerek; savaştan vazgeçip barış yapmasına neden olmuştur. Tabi ki bu durum Efrâsyâb’ın bu kâbus niteliğindeki rüyayı ve onu yoran mûbedi dikkate almasıyla da ilgilidir.

9. Keyd’in Rüyaları: Keyd on gece üst üste bir çeşit bilmece olan on rüya görür. (Serrâmî, 557). Keyd, ilk gece rüyasında kapısı olmayan saray gibi büyük bir evdeki küçük bir delikten bir filin hortumu dışında tüm vücudunu çıkarttığını; ikinci gece o evde fildişi tahtta eski hükümdar yerine başında gönül aydınlatıcı tacıyla yeni birinin oturduğunu; üçüncü gece çekiştirmekten yüzleri masmavi kesilmelerine rağmen beyaz pamuklu bir kumaşı bıkmadan çekiştiren dört adamı; dördüncü gece ırmak kenarında olmasına rağmen susuzluktan kıvranan ve ırmaktan ağzına su taşıyan balıktan sıçrayıp kaçan bir adamı ve ona yetişmek için koşan suyu; beşinci gece ise suya çok yakın bir ülkede tüm ahalisinin kör olmasına rağmen hiçbirinin şikâyet etmediğini ve onların görüyormuşçasına bütün işlerini sıkıntısız bir şekilde yaptıklarını görür. Altıncı gece tüm halkı hastalıklı olan bir şehirdeki insanların sağlıklı insanlara giderek onların hallerini sorduklarını, idrarlarına bakarak hastalıklarının türünü anlamaya çalıştıklarını; onlara bu hastalıklarla nasıl yaşadıklarını sorduklarını ve hastalıktan bıkmış, ölümün eşiğine gelmiş o hastaların, sağlıklı kişilerin hastalıklarına çare bulmaya çalıştıklarını; yedinci gece iki eli, iki ayağı, iki başı, iki ağzı olan ve keskin dişleriyle iki kat fazla yemek yiyen; ancak tüm bunları dışarı atabileceği bir boşaltım yolu olmayan çölde salınarak yürüyen bir atı; sekizinci gece iki adamın ikisi su dolu, ortadaki ise yıllardır boş olduğundan kavrulmuş yan yana üç

(11)

küpten dolu olanlardan suyu alarak boş olana doldurduklarını; ancak dolu olanların eksilmediğini ve boş olanın da dolmasına rağmen ıslanmadığını; dokuzuncu gece güneşli bir günde yanında ayakta duramayan çelimsiz ve zayıf bir buzağı bulunan çayırda uyuyan besili bir ineğin, onu emzireceğine, kendisinin sürekli ondan süt emdiğini; onuncu gece ise büyük bir çölde etrafında onun suyundan oluşan sayısız ırmak ve çayların bulunduğu; her tarafın onunla bayındır olmasına rağmen kendi etrafı ve çevresi susuzluktan kurumuş bir çeşme görür. Bu rüyaları Mihrân isimli insanlardan uzakta hayvanlarla birlikte yaşayan bir zahide tabir ettirir. Mihrân tüm bu rüyaları İskender’in gelmesinin ve onun ülkesine hükmetmesinin yakın olduğu şeklinde yorar. İskender’in şerrinden kurtulması için onunla savaşmaması ve ona kendisi için değerli olan dört şeyi yani kızını, tüm gizemleri bilen filozofunu, bilgi ve becerisiyle ün salan doktorunu ve içmekle suyunun eksilmediği hiçbir şeyden etkilenmeyen kadehini vermesini söyler (Firdevsî, 2016: II, 361-362).

Tamamıyla sembolik olan ve Mihrân adlı bir zahidin yorduğu bu rüya tıpkı Efrâsyâb’ın rüyası gibi henüz meydana gelmemiş ama gelecekte gerçekleşecek kötü bir olay hakkında Keyd’i bir nevi uyarmakta ve ona bu istenmeyen durumdan kurtulması için neler yapması gerektiği hakkında yol göstermektedir. Tabi ki Efrâsyâb savaş halinde tekrar saldırıya geçmeyi düşünürken rüya görmesine karşın, Keyd henüz İskender’le savaşa girmeden bu rüyayı görmüştür. Ve Mihrân adlı zahidin bu kapalı ve sembolik rüyayı yorması neticesinde kaybedeceği bir savaşa girmeden İskender’in istediği dört şeyi vererek onunla barış yapmıştır.

10. Behrâm-ı Çûbîne’nin Rüyası: Behrâm-ı Çûbîne’nin savaştan önce tüm ordusunun yenildiğini gördüğü rüyadır. Behrâm-ı Çûbîne rüyasında onunla savaşırken Türklerin çok cesur olduklarını ve tüm ordusunun onlara yenildiğini; İran sarayının kapılarının kendisine kapandığını ve kahramanlardan güvence istediğini; tek başına yaya kaldığını ve yanında hiçbir seveni olmadığını görür. Ancak Behrâm-ı Çûbîne rüyasını kimseye anlatıp yordurmaz; ordusunu savaşa hazırlar ve savaşı kazanır (Firdevsî, 2016:II, 965).

Behrâm-ı Çûbîne de tıpkı Efrâsyâb gibi savaş esnasında saldırıya geçmeden önce; eğer savaşırsa yenileceğine dair uyarıcı bir rüya görür. Ancak Behrâm, Efrâsyâb’ın aksine rüyasını hiç kimseye anlatmaz ve yordurmaz. Ve rüyayı dikkate almayarak saldırıya geçer ve savaşı kazanır. Çünkü bu rüya ona karşı tarafın büyücüsü tarafından savaşmaktan vaz geçmesi için gördürülmüştür.

11. Siyâvuş’un Rüyası: Siyâvuş rüyasında bir yanında yanardağ bulunan uçsuz bucaksız bir ırmak görür. Bir yanda ırmağın kıyısını savaşçılar tutmakta, bir yanda ise yanardağdan ateş yükselip Siyâvûşgird’i yakmaktadır. İki yanı da kuşatılmışken bir an da bir filin üstünde olan Efrâsyâb, ona doğru öfkeyle bakarak ağzından ateş üflemektedir. Çığlıklar atarak uyanan Siyâvuş’un bu kötü rüyasını eşi Ferngîs, Gersîvez’in öldürülecek olması şeklinde yorar. Siyâvuş bu yorumla rahatlamaz ve kendini güvene almak için ordusunu sarayın etrafına yerleştirip, öncüler gönderir. Gecenin sonunda Efrâsyâb’ın hızla yaklaştığı haberini alan Siyâvuş, Ferngîs’e gördüğü rüyanın çıktığı ve sonunun geldiğini söyleyerek rüyasını bu kez kendi yorar. Siyâvuş ardından Efrâsyâb tarafından öldürtülür.

(12)

Siyâvuş’un kendini ve ülkesini bekleyen kötü sonu gördüğü ve kendinin yorduğu bu rüya hemen gerçekleşmektedir. Yani Siyâvuş kendi kötü alınyazısını görmüş ve Efrâsyâb tarafından öldürtülmüştür.

12. Cerîre’nin Rüyası: Cerîre, Bijen’in saldırısından Gengdij kalesine sığınmalarından sonra, yüreği sıkıntı ve keder içinde uykuya daldığında rüyasında oğlu Furûd’un yanından yükselen bir ateşin yayıla yayıla tüm Sipend dağını kaplayarak Gengdij kalesini ve içindeki cariyelerin hepsini yaktığını görür. Uykudan uyanır uyanmaz kalenin burcuna çıkar ve bütün dağın askerlerle sarılmış olduğunu görür ve oğlunu uyandırıp talihin tersine döndüğünü söyler (Firdevsî, 2009: I, 610).

Cerîre’nin rüyası da tıpkı eşi Siyâvuş gibi ölüme dairdir ve hemen gerçekleşir; tabi bir farkla; Siyâvuş kendini bekleyen kötü sonu görürken Cerîre oğlununkini görmüş ve rüyası gerçekleşince yani oğlu öldürülünce bu acıya dayanmayıp intihar etmiştir. Furûd’un hayatı da tıpkı babası Siyâvuş gibi genç yaşta öldürülerek son bulmuştur.

13. Pîrân’ın Rüyası: Komutan Pîrân rüyasında güneşten daha parlak bir ışığın altında elinde kılıcıyla tahtında oturan Siyâvuş’un “Kalk uyan, yeni bir gün doğuyor. Çünkü bu gece padişah Keyhüsrev doğuyor” diye kendine bağırdığını görür. Uyanınca Keyhüsrev’in doğduğunu anlar ve hemen Gulşehr’i Ferngîs’in yanına gönderir. Gulşehr, Ferngîs’in yanına gittiğinde Keyhüsrev’in doğduğunu görür (Firdevsî, 2009: I, 512).

Komutan Pîrân’ın rüyası doğum konulu bir rüyadır. Komutan Pîrân’a rüyada Keyhüsrev’in doğum müjdesinin verilmesi kuşkusuz Keyhüsrev’in annesi Ferngîs’i Efrâsyâb’ın zulmünden kurtarması ve onu öldürmesini engellemesi yani onun dünyaya gelebilmesi için çaba göstermesi ve yardım etmesiyle yakından ilgilidir. Ta en başta Keyhüsrev’in babası Siyâvuş’un Ferngîs’le evlenmesine ön ayak olan da o olmuştur. Efrâsyâb tarafından öldürtülmüş olan Siyâvuş’un, Komutan Pîrân’ın rüyasına gelerek oğlu Keyhüsrev’in doğduğunu kendine bildirmesi elbette ki bu çocuğun dünyaya gelmesinde çok fazla payı olan Pîrân’ın onu Efrâsyâb’tan koruyup gözetecek tek kişi olduğuna inanmasından kaynaklanmaktadır.

14. Ketâyûn’un Rüyası: Kayser’in kızı Ketâyûn rüyasında güneşin tüm ülkeyi aydınlattığını, Ülker’e benzeyen erkekler grubunun başında ki yakışıklı, hükümdar gibi oturan bilge, kırgın yabancı bir erkeğe elindeki çiçek demetini verdiğini görür. Eş seçme töreninde Goştâsp’ı gördüğünde rüyasının gerçekleştiğini düşünür ve paha biçilemez tacını Goştâsp’ın başına koyar ve onu eş olarak seçer (Firdevsî, 2016: II, 62-63).

Ketâyûn’un eş seçim merasiminden önce gelecekteki eşini gördüğü bu rüya Şahnâme’deki evlilik konulu tek rüyadır.

15. Keyhüsrev’in Rüyası: Efrâsyâb’ı öldürüp, babasının intikamını almış ve hükümdarlık tahtına oturmuş olmasına rağmen o, bir süre sonra yaptıklarını düşünür ve hayatının muhakemesini yapar. Daha fazla güç ve hâkimiyet elde etmenin onu benlik sevdasına düşürmesinden ve kötü işler yaptırmasından korkmaktadır. Bu düşüncelerle dünyadan soğuyup, Tanrıya öldüğünde onu iyilerin yanına göndermesi için yalvarıp yakarırken rüyasında Surûş’u görür. Keyhüsrev rüyasında Surûş’un ona çabucak bu

(13)

dünyadan ayrılırsa Tanrının yanına gideceğini; saraydan ayrılmasını ve hazinelerini fakirlere dağıtmasını, bol ihsanda bulunmasını ve kendi yerine birini padişah olarak seçmesini söylediğini görür. Uyanınca Tanrıya şükreder ve daha sonra gitmek için hazırlıklarını yapmaya koyulur. Surûş’un söylediklerini yerine getirir (Firdevsî, 2009: I, 1008).

Keyhüsrev, padişahlığı yanında Şahnâme’deki irfanî ve yüce şahsiyetlerdendir. O kahramanların iki özelliğini (pehlivanlık ve şahlık) her ikisini de taşıyan, günahtan arınmış mükemmel bir şahtır ve insan-ı kâmilin bir örneğidir. Diğer şahlara göre daha arif olan Keyhüsrev, daha ömrünün yarısındayken padişahlığı bir kenara bırakıp Tanrı’nın yanına gitmek için yola çıkar. Rüyasında söylenilen yere gider ve karla kaplı ve fırtınalı bir dağda gözden kaybolur. (Kâimî, 1389 hş: 92, 95).

Keyhüsrev’in rüyası diğer rüyalardan çok faklıdır. Çünkü o bizzat istediği şeyi, rüyasında görmüştür. Bu yönüyle onun rüyası diğer rüyalar arasında kişiye özel bir rüyadır. Bu rüyanın insanı seyr-i sulûka sevk eden bir yönü vardır. Keyhüsrev’in rüyası Kur’an’da da işaret edilen sâdıkâ rüyaların bir delilidir (Sorhgerye-Turbetînejâd, 1390 hş:102).

16. Nuşîn Revân’ın Rüyaları: Nuşîn Revân rüyasında tahtının karşısında hükümdarlık ağacının yeşerdiğini ve tam da bunun mutluluğuyla şarap içip eğlendiği esnada yanında oturup şarap içen keskin dişli bir domuzun onun kadehinden şarap içmek istediğini görür. Mûbedlerin rüyasını iyi yoramadıklarını düşünen Nuşîn Revân bilge bir rüya yorumcusu bulmaları için mûbedlerini gönderir. En sonunda bir mûbedin öğrencisi olan Bozorgmihr adında bir çocuk bulurlar. Nuşîn Revân’ın rüyasını Bozorgmihr, hükümdarın hareminde kadın elbiseleri içinde gizlenen bir erkek olduğu şeklinde yorar. (Firdevsî, 2016: II, 791-794)

Firdevsî, Nuşîn Revân’ın rüyasını anlatırken düş görmenin anlamsız olmadığını, onun peygamberlik özelliklerinden sayıldığını ve aydın gönüllü insanların rüyada gerçekte olacak şeyleri görebildiklerini söyleyerek rüyaya dair kendi görüşlerinden de bahsetmektedir. Nuşîn Revân’ın bu ilk rüyası ona bir cariyesinin ihanetini gösteren ve hareminde bulunan kadın kılığındaki haini bulup cezalandırmasını sağlayan uyarıcı ve ihanete dair haber verici bir rüyadır. Nuşîn Revân daha sonra kendine öğütler verecek olan bilge Bozorgmihr ile ilk kez bu rüya sayesinde karşılaşmıştır.

Yezdigerd, Tûs’un sınır komutanlarına yazdığı mektupta çok önceden Nuşîn Revân’ın rüyasında yüz bin yuları kopmuş saldırgan devenin Ervendrud’u geçip İranı darmadağın ettiklerini, ekinleri de yok ettiklerini, ateşkedeleri söndürdüklerini, hükümdarlık eyvanını yıktıklarını gördüğünü bildirir. Yezdigerd, Nuşîn Revân’ın önceden gördüğü bu rüyayı yorarak artık talihin onlardan yana olmadığını, dünyayı kötülüğün saracağını, her ülkede kötü bir hükümdarın tahta çıkacağını ve bu kötülüklerin belirmeye başladığını; bu yüzden de ulu kılavuzların ve pehlivanların eşliğinde Horasan’a doğru yola koyulduklarını ve yiğit sınır komutanlarının yanına doğru ilerlediklerini bildirir. (Firdevsî, 2016: II, 1218)

Şahnâme’de Nuşîn Revân’ın gördüğü ikinci rüya, daha sonra Yezdigerd’in Tûs’un sınır komutanlarına yazdığı mektupta anlatılmakta ve yine onun tarafından yorulmaktadır. Yezdigerd mektubunda bu rüyaya yer vererek tüm bu yaşadıkları şeylerin önceden Nuşîn Revân tarafından rüyada görüldüğünü ve rüyanın gerçekleştiğini söylemektedir.

(14)

17. Firdevsi’nin Şahsi Rüyaları: Firdevsi Şahnâme’de iki şahsi rüyasından bahseder. Bunların biri Sultan Mahmut’u gördüğü ve bu eşsiz eseri ona sunma sebebini anlattığı; ikincisi ise Goştasp hikâyesinde ne sebeple Dakîkî’nin on bin beytine yer verdiğini anlattığı rüyasıdır (Es‘ad, 1387hş: 37). İlkinde suyun içinden lacivert renkli gecede, yeryüzünün o mumun ışığıyla sarı yakut gibi aydınlandığı parlak bir mumun yükseldiğini görür. Bu aydınlığın altında süslü bir kumaşı andıran ovada üzerinde bir tahtın üzerinde, iki yanında büyük bir ordunun, temiz yürekli bir vezirin durduğu, başında taç bulunan ay gibi bir padişahın oturduğunu söyler. Oradakilerden bu padişahın cihan hâkimi Sultan Mahmut olduğunu öğrendiğini ve kendisine onun gibi bir padişahı överse ad ve ün kazanacağının söylendiğini ve bu rüyadan uyanınca ona sunmak için Şahnâme’yi yazmaya başladığını ifade eder (Firdevsî, 2009: I, 56-57). Firdevsi ikinci rüyasında Dakikî’nin “Ben bundan önce Goştasp hikâyesinin on bin beytini söyledim; eğer sen de bunu devam ettirirsen mutlu olurum” diyerek kendine bildirdiğini söyler. Bu rüya ölülerin ruhlarının Firdevsi için aydınlatıcı ve hidayet edici olduğu bir rüyadır. (Es‘ad, 1387hş: 37-38). Firdevsi rüyasında elindeki şarap kadehine Dakikî’nin methiyeler dizdiğini görür. Rüyada Dakikî, Firdevsi’ye Sultan Mahmut gibi bir hükümdarı seçmekle iyi ettiğini, Şahname’yi yazmak için çok çaba sarf ettiğini, kendisinin de yazdığı bin beyitte Goştasp ve Ercâsp’tan bahsederek bu konuda söz söylediğini ifade eder. (Firdevsî, 2016: II, 90-91).

Sonuç

Şahnâme’deki rüyalar kahramanlara tıpkı bir ayna gibi yakın ya da uzak geleceği göstererek adeta onları tutumlarını değiştirmeleri konusunda uyararak kendilerine getirmekte ya da onları bir sırdan haberdar etmektedir. Bazen karar aşamasında olan kahramanlara yardım etmekte bazen de onlara galibiyet, doğum müjdesi vermektedir. Genel olarak baktığımızda Şahnâme’deki rüyalar muhteva açısından galibiyet, yenilgi, evlilik, doğum ölüm gibi çeşitli konular hakkında bilgi verici ve ikaz niteliği taşımaktadır. Şahnâme’de kahramanlar gördükleri rüyalara ve yorumlarına göre hareket etmekte ve olaylar da bu rüya yorumlarıyla bağlantılı olarak gelişmektedir. Yani olayların akışında ve ilerlemesinde rüyalar büyük rol üstlenmektedirler.

(15)

Kaynaklar

Çelebi, İ. (2008). “Rüya”. DİA. XXXV, İstanbul. 306-309.

Çetin. Ö. (2010). “Jung Psikolojisinde Rüya”. T.C. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 19(2). 249-269.

Es‘ad, M. R. (1387hş). “Bâztâb-i Hâb û Rûyâ Der Şahnâme-i Fidevsî”. Faslnâme-i Edebiyât-i İrfânî ve Estûre Şinâhtî. 4(13. 9-42.

Firdevsî. (2009). Şahnâme I (Çev. Necati Lugal). İstanbul Firdevsî. (2016). Şahnâme II (Çev. Nimet Yıldırım). İstanbul Freud, S. (1965). Rüyalar (Çev. İbrahim Türek). İstanbul.

Fromm, E. (2003). Rüyalar, Masallar. Mitoslar (Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten) İstanbul.

Freud, S. (2014 ). Rüyaların Yorumu (Çev. Dilman Muradoğlu). İstanbul.

Gülistânî, M. (1392 hş). “Dünyâ-yi Hâb ve Hâbguzârî Der Şahnâme-i Firdevsî”. Pejûhişhâ-yi Zebân û Edebiyyât-i Fârsî.-7. 1395-1505.

Gültepe. N. (2013). Türk Mitolojisi. İstanbul.

Kâimî, F. (1389 hş) Tahlîl-i Dâstân-i Keyhüsrev Der Şahnâme Ber Esâs-i Rûşen-i Nakd-i Ustûreî. Faslnâme-i Pejûhişhâ-yi Edebî, 7 (27) 77-100.

Nevevî, M. (2013). Riyâzü’s-Sâlihîn I-III. (Çev. M. Emin Özafşar-Bünyamin Erul). Ankara.

Ögel. B. (2014). Türk Mitolojisi I-II. Ankara.

Serrâmî, K. (1392 hş). Ez Reng-i Gül tâ Renc-i Hâr. Tahran.

Schimmel, A. (2005). Halifenin Rüyaları: İslamda Rüya ve Rüya Tabiri (Çev. Tûba Erkmen). İstanbul.

Sorhgerye, H. M. - Turbetînejâd, B. (1390 hş.). “Nakd û Tahlîl-i Rü’ya Der Şahnâme-i Firdevsî”. Pejûhişhâ-yi Zebân û Edebiyyât-i Fârsî. 4, 93-112.

Şişman. B.-Kuzubaş. M.(2007). Mitik, Destanî, Masalsı, Efsanevî ve Tarihî Unsurlar Açısından Şehnâme’nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri. İstanbul.

Türek. İ. (1965). Rüyâlar. İstanbul.

(16)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu konfe- ranslarda tropikal mimarlık, bir dizi iklime duyarlı tasarım uygulaması olarak tanım- lanmış ve mimarlar tropik bölgelere uygun, basit, ekonomik, etkili ve yerel

Sp-a Sitting area port side width Ss- a Sitting area starboard side width Sp-b Sitting area port side Ss- b Sitting area starboard side Sp-c Sitting area port side Ss- c Sitting

Taşınabilir kültür varlıkları için ağırlıklı olarak, arkeolojik kazı ve araştırmalara dayanan arkeolojik eserlerin korunması ve müzecilik hareketi ile daha geç

Sakarya İli Geyve İlçesi Geleneksel Konut Mimarisi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı,

Tasarlanan mekân için ortalama günışığı faktörü bilgisi ile belirlenen yapay aydın- latma kapalılık oranı, o mekân için gerekli aydınlık düzeyinin değerine

Şekil 1’de görüldüğü gibi otomatik bina yönetmelik uygunluk kontrol sistemlerinin uygulanması için temel gereklilik, nesne tabanlı BIM modellerinin ACCC için gerekli

yüzyıl başlarının modernist ve ulusal idealleri doğrultusunda şekillenen mekân pratiklerinin doğal bir sonucu olarak kent- sel ölçekte tanımlı bir alan şeklinde ortaya

ağaç payanda, sonra ağaç poligon kilit, koruyucu dolgu tahkimat: içi taş doldurulmuş ağaç domuz damlan, deneme uzunluğu 26 m, tahkimat başan­ lı olmamıştır (Şekil 8).