viyolonselinde’! ^cı kan * ir in in vrl ı ^ Y n kÎ’ rltlr^°CU^ o duğunu iddia etmeğe lüzum görmeyen Gülseren Sadak üç yaşından itibaren piyano çakmağa başlamıştır. Kulak'arı, babasının y ° °n e nden ? kan seslerle doluydu. Yakardaki resimde bu müstesna kızımızı piyano çalarken ve 20. Asır namına kendisini ziyaret eden arkadaşımızla konuşurken görüyorsunuz.
Bu müsabakaya bir dahi, bir daha girip birincilik almam lâzım. Bu, benim için hem memleketime hem de Margaret Long’a karşı muhakkak yerine getirilmesi, öderim esi icabeden bir borç, diyen Güls&ren Sadak’ın er veya geç bu sözünü de yerine getirip tekrar Paris’e gideceğine ve orada alnının bütün aklığı, san’atrmn bütün müstesnahğı ile şimdiye kadar eVe ettiği muvaffakiyetlerin çok
daha başarılılarını kazanacağına inanıyoruz.
M
ARGARET LONG'UN tak dirlerini kazanmak, ondan her türlü teşvik ve yardımı görmek muhakkak ki sayıları parmakla gösterilecek kadar pek az kimseye nasip olmuştur. Bir tek dersi, o da tavsiye ve binbir rica ile, 100 liraya veren, dünya nın tanıdığı en büyük piyanist lerden biri olan Margaret Long’- un bir Türk kızını hem bir anne ve hem de Mr öğretmen yakınlı ğı ve şefkati göstererek himaye etmesi memleketimiz için ne bü yük bir iftihar vesilesidir. Gül seren Sadak’ın hikâyesi biraz pe ri masallarını andırıyor. Çocuk luğumuzda hep dinlemiş ve oku- muşuzdur. Güzel bir kız sevgili sine kavuşmak için, didinir, her türlü sıkıntıya katlanır ve günün birinde, bir perinin sihirli değne ği ile kendini saadetin kucağında bulur.Gülseren de sevgilisi sanat âle mi Parise kavuşmak, sanatında ilerlemek için didinmiş, yoklukla ra katlanmış günün birinde Mar garet Long’un sihirli değneği ona istediğini vermiştir. Fakat... san at öyle bir âlemdir ki, ona hu dut çizmek ne içinde ne de dışın da bulunanlar için mümkündür. Onun için Gülseren’in hikâyesi bitmiyor. Belki yeniden sıkılacak, üzülecektir. Fakat arkasından mesut günler tekrar gelmekte gecikmiyecektir.
Gülseren büyük bir zevkle dö şenmiş evinde başından geçenle ri anlatırken insan bu peri ma sallarından birini dinler gibi olu yor. Fakat bu masalda iki peri var. Bu mübalâğa değildir. Gül seren o kadar asil ve kibar tavır lı ki, onu her görenin bu hükme varacağı muhakkaktır. Zaten ha kikî bir sanatkârın, bir sanatkâr
Paris'te Geceleri Aç Yatmak
Zorunda Kalan San'atkâr Kızımız
i t
Paris’te, saray gibi bir evde seksen üç yaşındaki büyük san’atkâr Margaret L ong’un karşısına çıkan Gülseren Sadak, ona Türkiyeden götürdüğü bir tavsiye mektubunu veriyor ve onun ısrarı üzerine piyanosunun başına oturup Ravel’in bir sonatını çalıyor. Bitirdikten sonra aldığı cevap şu : «Fena değil... Çok büyük kalitelerin var... Seni büyük bir piyanist yapacağım... Meşhur olacaksın...» Bu sözler üzerine korkusu bir anda saadete dönen Gülseren Sadak farkında bile olmadan onun boynuna sarılıyor.
Konuşan : Kasım Y A R G ÏC I
kızının başka türlü olmasına im kân var mıdır?
Asaleti ve tevazuu kendinin bir hârika çocuk olduğunu iddia et mesine izin vermemişti. Halbuki parmakları üç yaşındayken pi yanonun tuşları üzerinOe dolaş- mıya başlamıştı. Kulakları baba sının, Muhiddin Sadak’m viyo lonselinden çıkan seslerle doluy du.
İstanbul Konservatuarını, bü
yük bir muvaffakiyetle fakat ses siz, sadasız bitirmiştir. Onu pek seyrek olarak verdiği konserler de dinleyen sanat severler, mem leketimizin c e büyük bir kıyme te sahip olduğunu anlamışlardı. Fakat nedense Gülseren’in piya nosundan çıkan sesler bazı kü- laklara ulaşamadı. Gülseren sa natında ilerlemek için Parise git mek istediği vakit döviz bula madı. Hususî bir kanun
çıkanla-rak bütün masraflarının devlet tarafından karşılanmasını istemi yordu. Dayısı Ali Muhiddin Hacı Bekir ona her türlü yardımı ya pacaktı. Fakat parasını dışarı çıkarmağa müsaade yoktu.
Nihayet geçen sene bir hayli mücadeleden sonra bir konser vermek üzere bir miktar döviz elde ederde Parise gidiyor. Ce binde ancak kısa bir müddet ye tecek para ve Cemal Reşit Rey’in Margaret Long’a yazdığı tavsiye mektubundan başka bir şey yok.
Gülseren kimbilir kaç kere an lattığı hikâyesinden yine ilk gü nün heyecanı ile bahsediyor:
— Parise indiğim vakit, yal nızlığın ne olduğunu anladım. Kimseyi tanımıyordum. Mütevazı bir otele yerleştim. Hemen çalış mağa başlamak istedim, piyano yoktu. Günler geçtikçe param da bitiyordu. Bir gün geldi geceleri aç yatmıya başladım. Artık son y ümidim Margaret Long’daydı. - . Saray gibi bir evde, 83 yaşın-
daki bu büyük sanatkârın karşı sına çıktığım vakit heyecandan kalbim duracak sanmıştım. Ce- ^ mal Reşit Beyin mektubunu ver- ïiüË i dim. Eski talebesini sorduktan sonra dikkatle birkaç kere oku du. «Anlamadım, dedi. Yoksa ders almak istemiyor musunuz?» Mektupta Parise güzel müzik dinlemek için geldiğim yazılıydı. Ne cevap '.ereceğimi şaşırmıştım. Daha kendimi toplamadan birşey 1er çalmamı istedi. Pariste piya no bulamadığım için uzun müd det çalışamadığımı söyledimse de dinlemedi, zorla piyanosunun ba şına oturttu. Ravel’in bir sonatı nı çaldım. Sonra hayatımda unu tamayacağım şu sözleri söyledi:
«Fena değil. Çok büyült kalite lerin var. Seni büyük bir piya nist yapacağım, meşhur olacak sın.» Heyecandan titriyordum. Korkum bir anda saadete dön müş; farkında olmadan Margaret Long’un boynuna atılmıştım. Pa riste ne kadar kalacağımı sordu. Vaziyetimi anlattım. Hemen Mar garet Long Jacques Thibaud mektebine telefon etti, müdireye bana bir oda ve piyano bulması nı söyledi. Sonra yine bana dön dü: «Burada kûıip çalışacaksın, dedi, konkurlar yaklaşıyor, sen de iştirâk edeceksin» itiraz et- < mek istedim sözlerimi kesti. Bu nun üzerine «Peki hangi hoca ile çalışmamı tavsiye edersiniz?» di ye sordum. «Ben» demez mi. Duyduklarıma inanamıyordum. Nasıl olur da binbir rica ile saa ti 100 liraya ders veren Marga ret Long bana bu iyiliği yapar dı?
Fakat yanlış duymamıştım. Bir pansiyonda güzel bir oda ve iyi bir piyano temin etmişlerdi. Pansiyon sahibesi de sanatkâr ruhlu bir kadındı. Her biri sanat eseri olan kitap ciltleri yapıyor du. Çabucak anlaşmıştık. Artık çalışma imkânlarını elde etmiş tim. Sabahları dokuzda piyano nun başına oturur, akşam altıya kadar kalkmazdım. Geceleri de bilgimi konserlere, operaya, ba le temsillerine giderek arttırma ya çalışırdım.
Salı günleri Margaret Long - Jacques Thibaud mektebine gi derek «interprétation» derslerine devam ediyordum. Margaret Long’un nezareti altında verilen derslere Japonyadan bile gelen ler vardı.
Long her karşılaşışımızda soru yordu: «Konkura girecek misin?» Ben de her seferinde «Hayır» di yor fakat hocamı ısrarından vaz
Gülseren Sadak
( B it a r a f ı 19. sayfada)
geçiremiyordum. Nihayet mağ lûp oldum. «Neden bu kadar inat ettin> diye sorabilirsiniz. Bu kon kura giren sırat köprüsünden geçmiye çalışıyor demektir.
Konkur 10 Haziranda Gaveau salonunda yapılacaktı. 28 memle kete mensup 96 piyanist ve 33 violonist iştirâk edecekti. Bunlar zaten konservatuardan birincilik le mezun olmuş, memleketlerinde isim yapmış virtüozlardı. Ben henüz müsabakada derece alacak seviyeden çok uzaktım. Fakat bu benim için bir imtihan olacak, Jacques Ibert’in başkan ve Nadia Boulanger ile Lazarre Sevy’nin âza oldukları jüri karşısında bü yük bir tecrübe elde edecektim. Bu bana kâfiydi. Büyük bir şeref olan birinci elemeyi bile atlatma yı düşünmüyordum.
Konkur günü yaklaşmıştı. Çe kilen kur’ada 42 nci numarayı al dım. 15 Haziran pazartesi günü saat 11.15 te çalma sırası bana geliyordu. Bir gün evvel Gaveau salonuna gittim. Podyumda iki
piyano duruyordu. Biri sert, di ğeri de yumuşak tuşlu idi. Yu muşak tuşluda daha rahat çala biliyordum. O gün 20 dakika ka dar bunun üzerinde çalıştım.
Ertesi gün jürinin karşısına çıktığım vakit sinirli olmadığıma hayret etmiştim. Soğukkanlıy dım. Bu da başarı ile atlatılmış bir imtihan sayılırdı.
Piyanonun başından kalktığım vakit şiddetle alkışlandığımı hay retle gördüm. Kuliste Margaret Long beni kucaklamış alnımdan öpüyordu.
Gülseren burada durdu. Derin derin nefes alıyordu. Sanki o günleri bir daha yaşamış, aynı heyecanı duymuştu.
— Artık, dedi, bu müsabaka ya bir daha, bir daha girip birin cilik almam lâzım. Bu benim için hem memleketime, hem de Mar garet Long'a karşı muhakkak yerine getirilmesi icab eden bir borç. Fakat...
Ah! Döviz yok mu!..
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi