entellektüel bakış
Şahin ALPAY - Nilüfer KUYAŞ Fax: (212) 505 62 55
ZOßZfrq
Şerif Mardin’in
...• • • ...
Konrad Adenauer Vakfı, geçen hafta TÜBİTAK’ta "Modernleşme Nedir?”
başlıklı bir oturum düzenledi. Konuşmacı, din sosyolojisi alanındaki
çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Şerif Mardin’di. Washington American University’de İslam Araştırmaları
kürsü başkanı olan ve bu yıl Berlin’de araştırma yapan Prof. Mardin’in modernleşme konusundaki
konuşmasını Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim Üyesi Prof.
Dr. M. Naci Bostancı Milliyet için değerlendirdi.
Ankara’daki “ Modernleşme nedir?” konferansında izdiham oldu
‘İdeolojiler birlikte
yaşayabilmeli’
ŞERİF Mardin
Türkiye’nin
siyasal
alanındaki
standart
pozisyonlardan
hiçbirine
uymuyor. Çünkü
o, belli bir
politik görüşü
tahkim etmeyi
değil, bütünüyle
toplumu
anlamayı ve her
nerede ‘fikir’
ışığı görürse
ona destek
olmayı istiyor.
Naci BOSTANCI
K
onrad Adenauer Vakfi, geçen hafta TÜBİTAK'ta “Modernleşme Nedir?” başlıklı bir toplantı düzenledi. Sosyal bilimler kadar siyasetin de .üzerine konuştuğu, belki dahaönemlisi üzerinden konuştuğu modernleşme sorununun hayli ilgi toplaması zaten
beklenirdi; ama ilginin de ötesinde, benzeri belki ancak pop müzik olaylarında
görülebilecek "müthiş” bir kalabalık giriş kapışma yığılmıştı.
Oturum başkanı Prof. Dr. Yahya Tezel’in ‘T ü rk Sosyal Bilimleri”nin duayeni diye tarattığı Şerif Mardin’i, oturulması mümkün olan her yere oturmuş, kağıtlarını
kalemlerini çıkartmış kalabalık bir genç dinleyici kitlesi izledi.
Prof. Mardin salondaki izdihamın sosyal analizini yapmakla meşgul meslektaşlarına teşekkür ederek sözüne başladı.
İkinci cümlesi, eserlerinde de her zaman gözettiği ihtiyatlılık hakkındaydı: “Büyük sözler beklemeyin. Burada anlatacaklarım bu konudaki bilgilerinizin bir tekran mahiyetinde olacak; belki arada ilginizi çekebilecek bazı değerlendirmeler dile getirebilirim.”
Kolektif duruşa eleştiri
Bu girişte tevazu kadar, mümkün
olmayanı da nazikane hatırlatma vardı ve bir toplumbilimci olarak, analitik düşüncenin fazla gelişmediği, “büyük söz beklemeler ve beklentiye uygun konuşm aların egemen olduğu bir kolektif duruşa yaptığı bu eleştiri, işleyeceği konunun da kritik noktalarından birini oluşturuyordu.
Hocanın konuşması, özetlemeden kaynaklanan tahrifatın hataları bana ait olmak üzere, özetle şöyleydi:
“Modernleşme her yerde aynı şekilde gelişmez, ülkelere, kültürlere, tarihi
dinamiklere göre farklılıklar taşır. 1960’larda biz ’sabandan traktöre’ diyebileceğim ve teknolojiye vurgu yapan bir formülle modernleşmeyi düşünüyorduk. Bugüne kadar yaşanan tecrübeler ve diğer
modernleşen ülkelerin tecrübeleri bu sarsıcı, karmaşık, inanılmaz hareketli sürecin sadece tekniğe indirgenemeyeceğini ortaya koydu.
Batıdaki modernleşmenin ardında aydınlanma, kritik düşünce, kamusal alanın teşekkülü ve sivil toplum var. Türkiye bu kavramlara yabancı değil ama fiili tecrübesi son derece sınırlı. Oysa bu dört temel unsur tekemmül etmeden modernleşmeden bahsedilemez.
Kritik düşünce, sadece eleştirmek değildir: yeni öğrenmeye başladığım Almanca ile Kant'tan yaptığım okumadan söyleyecek olursam, “başkalarının fikirlerine bakarak karar vermemek’tir. Kritik düşünce keşif, arama, o toplumsal / kültürel ortamın 'olağanlarını sürekli sorgulamaktır.
Kamusal alan özellikle son zamanlarda Türkiye'de çok tartışılıyor. Kamusal alan toplumdan soyutlanmış küçük cemaatlerin kendi içlerinde ‘her konuyu’ tartışmalanyla oluşmaz. Bu, entellektüel bir faaliyet değil
literacy olur. Kamusal alan, ‘the republic o f letters’, yani ‘haberleşme cumhuriyeti’, yani her türlü haberleşmenin özgürce
gerçekleşörildiği alandır.
Aydınlanma ve sivil toplum hakkında da iç açıcı tespitlerde bulunamayız. Türkiye Cumhuriyeti önemli işler yaptı ama iddialarına uygun şartlan oluşturmadı, bu yöndeki girişimlere de iyi gözle bakmadı.
Bu dört unsur bir araya geldiklerinde sinerjik bir güç oluşturuyorlar ve modernleşme sürecini hızlandınyorlar.
Bundan otuz yıl önce entellektüel çevrelerde gelenekler lehine söz etmek mümkün değildi. Bugün, geleneğin her zaman yıkıcı olmadığı, hatta modernleşme teşebbüslerinde gelenekten mutlaka faydalanılması gerektiği anlaşılmış
bulunuyor. Bu geleneğe dönmek değil, gelenekle birlikte değişmektir. Geleceğe yönelik hiçbir tasavvur herşeyi sıfırlayarak İşe başlayamaz.
Modernleşme açısından benim üç ‘H’ dediğim Heidegger, Hebarmas ve Hegel üç önemli düşünürdür. Türkiye'de özellikle Islami çevrelerde bu üç düşünüre, orta ve orta sol çevrelere nisbetle daha fazla atıf yapıldığını görüyor ve modern dünya ile yüzleşme çabalarına saygı duyuyorum.” Bu konuşmadan sonra sorulara geçildi. Dinleyicilerin bir kısmının hazırlıklı geldiği,
"daktilo edilmiş” sorulardan anlaşılıyordu. Yüzün üzerinde soru birikmesi sebebiyle oturum başkanı tasnif vazifesini üstlendi; muhtelif rivayetleri bir kaç maksudda toparladı. Yaptığının çok da yanlış olmadığı,
sorular belirmeye başlayınca anlaşıldı: 'Türkiye’deki tartışmalarda sen nerde duruyorsun, yani rengini göster, niçin ülkende değil Amerika’dasın? Milliyetçilik, İslam, Kürt hareketi konularında neler düşünüyorsun?.
Her bir sorunun ayrıca bir oturum konusu olabileceği, buna rağmen yine de
tüketilemeyeceği bu şartlarda hoca, kısa cevaplarla yetinmek zorunda kaldı:
“Amerika’dayım çünkü burada konuşamayacaklanmı orda
konuşabiliyorum. İdeolojiler, çoğulcu bir toplumda bir arada yaşayabilme
yeteneklerini geliştirmeli, kolektif fantezilerini bu yönde zenginleştirmeli. Sorunlarla ilgili söyleyebileceğim en anlamlı söz: Diyalog.”
Elbette, mevcut kalabalığa rağmen orda oturup sonuna kadar hocayı dinleyenlerin, onunla sadece burada karşılaştıkları düşünülemez. Cilt cilt eserlerini okumuş ve hocanın “konuştuğu yer” hakkında bir fikre varmış olmalılar.
Ve yine elbette, bu yer, Türkiye’nin siyasal alarm daki standart pozisyonlardan hiçbirine uymuyor. Çünkü o, belli bir politik görüşü tahkim etmeyi değil, bütünüyle toplumu anlamayı ve her nerede ’fikir' lafzım hakeden bir ışık görürse ona destek olmayı istiyor.
‘Haberleşme cumhuriyeti’
Çünkü Türkiye’nin aydınlanması, her bir politik pozisyonun, bütünüyle olmasa da bir damarından “haberleşme cumhuriyetinin" bir parçası olmasına, dahası onu kurmak için uğraşmasına bağlı.
Konuşma bitti ve kalabalık dağılmaya başladı. Dinleyicilerden biri yarandakine “hiç hikmetli söz etmedi" dedi. îronik bir tutumla Türkiye'deki eleştirel düşünceye mi adım atıyordu, yoksa sahiden hayal kırıklığını mı ifade ediyordu? anlayamadım.
Üstelik sadece “hikmetli söz”ün
söylenmesinin yetmeyeceğini, dinleyenin de onu algılayacak düzeyde bir “hikmet referans çevresine" sahip olması gerektiğini
düşündüm. Kant “Bilmeye cür'et et!" diyor. Mardin hoca bir yandan “Modernleşme nedir"i anlatırken, diğer yandan aynı kelimelerle dinleyicilere, bilmeye cür’et etmenin heyecanını iletiyordu. Ordaki insanların sözler kadar bu heyecanı da unutmayacaklarını sanıyorum.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi