• Sonuç bulunamadı

Yûsuf-i Erzincânî'nin Hâmûş-Nâme'si (İnceleme-metin)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yûsuf-i Erzincânî'nin Hâmûş-Nâme'si (İnceleme-metin)"

Copied!
76
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

FARS DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI

YÛSUF-İ ERZİNCÂNÎ’NİN HÂMÛŞ-NÂME’Sİ

(İNCELEME-METİN)

Yüksek Lisans Tezi

Meltem KURTULUŞ

Danışman

Doç. Dr. Dr. İbrahim KUNT

(2)

YÛSUF-İ ERZİNCÂNÎ’NİN HÂMÛŞ-NÂME’Sİ

(İNCELEME-METİN)

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ ... 7 KISALTMALAR ... 8 GİRİŞ ... 9

I. YÛSUF–İ ERZİNCÂNÎ’NİN HAYATI ... 15

II. YÛSUF–İ ERZİNCÂNÎ’NİN EDEBİ KİŞİLİĞİ ... 18

III. HÂMUŞ-NÂME’NİN İNCELENMESİ ... 197

A.ESERİN TANITIMI ... 19

B. ESERİN NÜSHALARI ... 19

a. KÖPRÜLÜ KÜTÜPHANESİ NÜSHASI ... 220

b. SELÇUKLU ARAŞTIRMALARI MERKEZİ NÜSHASI ... 220

C. YAZMA NÜSHALARIN İMLA ÖZELLİKLERİ ... 231

D. YAZILAN METNİN İMLA ÖZELLİKLERİ ... 242

E. METİNDE İSMİ GEÇEN ŞAHSİYETLER ... 242

F. METİNDE BULUNAN ÂYET VE HADİSLERİN İNDEKSİ ... 264

G. HÂMÛŞ-NÂME’NİN FARSÇA METNİ ... 276

H. FERİDUN NÂFİZ UZLUK’UN HAMÛŞ-NÂME TERCÜMESİ... 47

I. HÂMÛŞ-NÂME’NİN NÜSHA ÖRNEKLERİNDEN RESİMLER ... 674

SONUÇ ... 730

(3)
(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Meltem KURTULUŞ

Numarası 134209021006

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin Adı

Yûsuf-i Erzincânî’nin Hâmûş-Nâme’si (İnceleme-Metin)

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (İmza)

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Meltem KURTULUŞ

Numarası 134209021006

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT

Tezin Adı Yûsuf-i Erzincânî’nin Hâmûş-Nâme’si (İnceleme-Metin)

ÖZET

Hâmûş-nâme, Türkiye Selçukluları Devleti zamanında yazılan, Türkiye Selçukluları döneminin önemli siyasi olaylarından örnekler vererek susmanın fazîletlerinden bahseden 383 beyitlik Farsça manzum bir eserdir. Kim tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Yûsuf isimli bir şair tarafından kaleme alındığı bilinmektedir. Hâmûş-nâme’nin Türkçe’ye tercümesi Feridun Nâfiz Uzluk tarafından kendi el yazısıyla kaydedilmiştir.

Yûsuf-i Erzincânî’nin Hâmûş-Nâme’si (İnceleme-Metin) isimli bu çalışma, bir giriş ve üç bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümünde, eserin içerisinde ayrı bir bölüm olarak ele alınması nedeniyle Türkiye Selçukluları Devleti’nin son dönemindeki önemli olaylardan Hatiroğulları ve Cimri hadiseleri hakkında eldeki tarihi bilgiler sunulmaktadır. Birinci bölümde Yûsuf-i Erzincânî’nin hayatı hakkındaki bilgiler değerlendirilmiş, bu bilgiler ışığında Hâmûş-nâme’nin kimin tarafından yazıldığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde Hâmûş-nâme’nin eldeki nüshalarına dayanılarak yazarının edebi kişiliği araştırılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde Hâmûş-nâme isimli eser incelenmiş, eserin tanıtımı yapılmış, metni ve tercümesi doğru bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ayrıca metinde bulunan özel isimler araştırılmış, ayet ve hadis indeksi de kaydedilmiştir.

(6)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Meltem KURTULUŞ

Numarası 134209021006

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT

Tezin İngilizce Adı Hamuş-Name Of Yusuf-i Erzincani (Analysis-Text)

SUMMARY

Hamuş-name is a poetic work of art which was written in Persian language in the time of Anatolian Seljucks, consists of 383 couplets citing virtue of being quiet while giving examples from important events in Anatolian Seljucks era. Its poet is not known exactly however it is known that it was written out by a poet whose name was Yusuf. Hâmûş-nâme’s translation to Turkish was done by Feridun Nafiz Uzluk with his own handwriting.

This work which name is Yûsuf-i Erzincânî’s Hâmûş-Nâme (Examination-Text), consists of one introduction and three parts. In introduction, because they mentioned in the work as a separate part, the historic informations are presented about Hatiroğulları and Cimri events the two important events occurred in the late period of Anatolian Seljucks. In the first part, the informations about Yûsuf-i Erzincânî’s life were evaluated and tried to reveal who was the writer of the Hamuşname with the light of these informations. In the second part, It was tried to investigate the literary personality of the writer of the Hâmûş-nâme with relying to known copies. In the third part, Hâmûş-nâme was investigated, introduced, and it was tried to expose its text and translation correctly. Also, the private names in the text were searched, and ayet and hadis index was recorded too.

(7)

ÖN SÖZ

Türkiye Selçukluları Devleti zamanında yazılan eserlerden biri olan Hâmûş-nâme, Yûsuf isimli bir şair tarafından kaleme alınan, döneminin önemli siyasi olaylarından örnekler vererek susmanın fazîletlerinden bahseden 383 beyitlik Farsça manzum bir eserdir. Hâmûş-nâme’nin Türkçe’ye tercümesi Feridun Nâfiz Uzluk tarafından kendi rika el yazısıyla kaydedilmiştir.

Yûsuf-i Erzincânî’nin Hâmûş-Nâme’si (İnceleme-Metin) isimli bu çalışma, bir giriş ve üç bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümünde, eserin içerisinde ayrı bir bölüm olarak ele alınması nedeniyle Türkiye Selçukluları Devleti’nin son dönemindeki önemli olaylardan Hatiroğulları ve Cimri hadiseleri hakkında eldeki tarihi bilgiler sunulmaktadır. Birinci bölümde Hâmûş-Nâme yazarı Yûsuf’un hayatı hakkındaki bilgiler değerlendirilmiş, bu bilgiler ışığında Hâmûş-nâme’nin hangi Yusuf tarafından yazıldığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde Hâmûş-nâme’nin eldeki nüshalarına dayanılarak yazarının edebi kişiliği araştırılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde Hâmûş-nâme isimli eser incelenmiş, eserin tanıtımı yapılmış, metni ve tercümesi doğru bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Farsça metin olduğu gibi kaydedilmiş, tercüme metin günümüz harflerine aktarılırken tercümenin XX. yüzyıl eseri olması sebebiyle günümüz imlâsı esas kabul edilmiştir. Ayrıca metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için hazırlanan âyet, hadis ve özel isimler fihristleri de çalışmaya eklenmiştir.

Hazırlanan bu çalışmanın gösterilen bütün özen ve dikkate rağmen bazı kusur ve eksiklikleri görülecektir. Bu hususta erbabının ve konuyla ilgilenenlerin yapacağı tenkitler bizi teselli edecek, hatta ilerleyen dönemlerde benzer konularda yapacağımız çalışmalarda daha dikkatli olmamız açısından bizi teşvik edecektir. Bu tezi yöneten, yardımlarını esirgemeyen danışmanım Doç. Dr. İbrahim KUNT’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Meltem KURTULUŞ

(8)

KISALTMALAR b. : bin, oğlu. bkz. : bakınız. C. : cilt. çev. : çeviren h. : hicrî. Hz. : Hazreti.

MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı.

ra. : Radiyallâhu anh (Allah ondan razı olsun). S. : sayı.

TTK. : Türk Tarih Kurumu. ö. : ölüm tarihi

vd. : ve devamı Yay. : Yayınları.

(9)

GİRİŞ

1071 Malazgirt zaferinden sonra üç dört yıl içinde Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklular tarafından fethedilmiştir. Arslan Yabgu’nun torunu Kutalmış oğlu Süleyman Şah, 467/1075/de İznik’i başkent yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuş ve I. Kılıçarslan zamanında, başkent olan İznik’in haçlı ordusu tarafından kuşatılmasıyla 469/1097 yılında Konya devlet merkezi yapılmıştır. Anadolu Selçukluları, 571/1176 tarihinde Bizans’ı dize getirip 573/1178’de Danişmendliler’i ortadan kaldırdıktan sonra büyüyüp gelişmeye başlamışlardır. Özellikle I. Alâeddin Keykubad devri Anadolu Selçukluları tarihinin altın devridir. Bu dönemde yapılan fetihlerle devletin sınırları, Marmara bölgesi hariç bugünkü Türkiye sınırlarına ulaşmış; iç ve dış ticaret gelişmiş, güvenlik sağlanıp siyasi istikrar da temin edilmiştir. (DEĞİRMENÇAY, 2013:7) Bu arada doğuda Moğol saldırısı baş göstermiş ve Moğol saldırısından kaçan birçok Fars ve Türk asıllı şair, yazar, fakih, müderris, mutasavvıf ve bilim adamı Anadolu’ya gelip yerleşmiş; bazıları Selçuklu sarayında, bazıları ise tekke ve hankahlarda yaşamış ve genelde Farsça kısmen Arapça birçok eser kaleme almışlardır. Bu huzurlu ortam 641/1243 yılında Moğollar’la yapılan Kösedağ savaşına kadar sürmüştür. Bu savaşta Anadolu Selçuklu ordusu Moğollara yenilmiş ve Anadolu Moğollara bağlı bir devlet haline gelmiştir. Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğollar Anadolu’da tam bir baskı kurmuşlar, koydukları ağır vergilerle halkı zor durumda bırakmışlardır. Moğol baskısının yanı sıra artan Bizans saldırıları, yerel beylerin özellikle Karamanoğullarının isyanı, siyasî cinayetler ve diğer nedenler devleti büsbütün sarsmış; Anadolu Selçuklu Devleti birkaç kez ikiye ve hatta üçe bölünmüştür. Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine girişmişler; hatta bu ayaklanmalardan birinde Memlük hükümdarı Sultan Baybars’tan yardım istemişlerdir. Baybars 675/1277 yılında Elbistan ovasında Moğolları darmadağın etmiş; ancak ülkesine geri dönünce, Moğolların intikamı acı olmuş ve çok sayıda insanı acımasızca öldürmüşlerdir. Bundan sonra Anadolu tamamen Moğol egemenliğine girmiş; Moğolların atadıkları valilerle yönetilmiştir. Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler yapılmış; buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilmiştir. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler açılmış ve darüşşifa denen hastaneler kurulmuştur. Şehirleri birbirine bağlayan yollar üzerinde hanlar ve kervansaraylar yapılmış; ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verilmiş; ulaşım ve ticaret gelişmiştir. Ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yapılmıştır. Bu dönemde Farsça eser vermiş, aynı zamanda şiir söyleyip divan tertip etmiş birçok şair ve yazar yetişmiştir. Bunlar arasında I. Gıyâseddin Keyhüsrev,

(10)

Rükneddin Süleyman, I. İzzeddin Keykâvus, I. Alâeddin Keykubad ve Nâsıreddin Berkyâruk gibi sultanların ve şehzadelerin yanısıra Mecdüddin Ebîbekr, Emir Kemâleddin Kâmyâr, Şemseddin Muhammed-i İsfehânî, Nizâmeddin Hurşîd, Nizâmeddin Ahmed-i Erzincanî, Erzincan hâkimi Alâeddin Davudşah, Şerefeddin Mesûd ve Ferîdun b. Sadr-i Konevî, Ahmed-i Sipehsâlâr gibi vezirler, emirler ve devlet adamları da Farsça şiirler söyleyip eserler kaleme almışlar; ayrıca Farsça eser veren şair, yazar ve bilim adamlarını maddi ve manevi yönden desteklemişlerdir. Bu dönemde Evhadüddin-i Kirmânî, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Kâniî-yi Tûsî, Fahruddin-i Irâkî, Sadr-i Konevî, Sultan Veled, Seyf-i Fergânî, Nâsır-ı Sivâsî, Ulu Ârif Çelebi, Kemâleddin Hubeyş-i Tiflîsî, Muhammed-i Râvendî, Gâzî el-Malatyavî, İbn-i Bîbî, Ahmed Eflâkî, Kerîmüddin Mahmûd-i Aksarâyî gibi Farsça eser veren, şiirler söyleyip divanlar tertip eden birçok şair, yazar ve bilim adamı yetişmiştir. (ŞAFAK, 2015: 101-102 )

Bunların yanında ise birçok siyasi olaylar silsilesi de döneme ışık tutmaktadır. Bizim çalışmamızda bahsi geçen Hatiroğulları ve Cimri Vakası dönemin önemli siyasi olaylarındandır. Türkiye Selçuklu Devleti’nin siyasi hayatında etkili olan beylerin ailelerinden biri olan Hatiroğulları Osman Turan’ın da ifadesine göre bu ailein ilk bilinen büyüklerinin isminin Hatir-i Zencani olduğunu ve aslen Güney Azerbaycan’daki Zencan’dan geldiklerini kaydetmektedir. Hatıroğlu ailesinin Moğol istilasından kaçan Türk grupları ile Anadoluya göç ettikleri ancak ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Selçuklu yerli kaynaklarındanolan İbni Bibi ve Memlük tarihçisi Baybars Mansuriye göre de İran’ın küçük bir kasabası olan Secas veya Sücas’dan geldikleri kaydedilmiştir.(ERDEĞER, 2012:207) Çeşitli dönemlerde Selçuklu hanesine hizmette bulunmuş bu ailenin en tanınmış siması Şerefeddin Hatiroğlu olarak bilinir. Şerefeddin Hatıroğlunun Selçuklular hanesine hizmeti IV. Kılıçarslanın yanında hizmetindeki babası ile başlamıştır. Pervanenin kâtipliğini yapmış beylerbeyi olduktan sonra da Niğde vilayetini ikta olarak vermişlerdir.

1243-1277 yılları arası sultanların birbirleriyle yaptıkları saltanat mücadeleleri ve Moğollar ile savaşmakla geçti. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1246’da ölümünden sonra, üç oğlu arasında taht mücadeleleri başladı. Moğollar ise fırsattan istifade Anadolu’yu istilâya giriştiler. 1249-1254 tarihleri arasında Vezir Celaleddin Karatay’ın refakatindeki üçlü saltanat sistemi, 1254’de Celaleddin Karatay’ın ölmesi ile sone erdi. Moğollar tarafından 1259’da Selçuklu toprakları Kızılırmak sınır olmak üzere iki kardeş arasında paylaştırıldı. 1262’de ise II. İzzeddin Keykavus’u bertaraf eden IV. Kılıç Arslan tek başına tahta geçti. (TURAN, 1996: 300). Sultan Rükneddin Kılıç Arslan hükümdarlığı boyunca Moğollar’ın sadık

(11)

adamlarından olan Pervane ve destekçilerinin kuklası olmuştur. Bu durumdan dolayı asabî olan Rükneddin yüksek rütbeli devlet adamlarından hıncını almak istemiştir. Öncelikle kendisi hapiste iken kentin valisi olan ve kendisine kötü sözler söyleyen Sahip Fahreddin’in gelinlerinden birisinin babası olan Rum asıllı Kir-Haye’yi öldürtmüştür. Bu yüzden Sahip Fahreddin ona karşı cephe almıştır. Ayrıca Hatıroğlu Şerefeddin ile de uğraşmıştır. Hatıroğlu Şerefeddin yüklü bir miktar fidye vererek canını kurtarabilmiştir.(AKSARAYÎ, 2000: 62) Pervane’nin, Sinop’u ele geçirdikten sonra devletin malı olması gereken toprakları kendi mülkiyetine geçirmesi aradaki bağların tamamen kopmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler üzerine Sultanın yanında bulunmuş ve düşüncelerini öğrenmiş olan Hatıroğlu Şerefeddin, Rükneddin’in kendilerine karşı bir komplo hazırladığına ve Baybars ile entrikalar çevirmekte olduğuna Pervane’yi ikna etmiştir. Pervane de durumu Abaka’ya izah etmiş ve sultanı ortadan kaldırmak için ondan izin almayı başarmıştır. Sonra da Rükneddin, Danişmendiye ünvanıyla Emir-i Tümen olan Nabşi’nin verdiği ziyafete zorla götürülmüştür. Orada ona bol bol içki içirilerek sarhoş edilmiş ve sonra da öldürülmüştür. (AKSARAYÎ, 2000: 65; İBN-İ BÎBÎ, 1996: II/169) Fakat asıl iktidar Süleyman Pervane’nin elindeydi. Pervane devri 1277 yılına kadar devam etti. Moğolların desteğini almış olan Pervane ve çevresindekiler Rükneddin’i bir maşa gibi kullanmaktan geri durmamışlardır. Kendi iktidarlarını temin edebilmek için Selçuklu tahtını bile önemsememişlerdir. Ülkeyi, kendi çıkarları için, Moğol hâkimiyeti altına sokmaktan geri durmamışlardır. Sultan’ın küçük yaştaki oğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev sultan ilan edildi. Onun saltanat yılları Moğollar’ın Anadolu halkına zulümleriyle geçti. (MERÇİL, 1993: 159).

Hatıroğlu Şerefeddin kardeşi Ziyaeddin’i Baybars’ın yanına göndermiştir. Amacı Baybars’ın acil olarak Anadolu’ya gelmesini sağlamaktır. Bununla birlikte Karamanlılar’a ve diğer Uc Türkmenlerine de birleşmeleri için haberler göndermiştir. Bu teklifi Mehmed Bey memnuniyetle kabul etmiş ve Moğollar’a karşı harekete geçmiştir. (CAHEN; 2002: 260-261.) Beklediği desteği göremeyen Baybars kısa sürede Anadolu’dan ayrıldı. Onun ayrılmasından sonra İlhanlı Hanı Abaka Han bir kasırga gibi Anadolu’ya daldı ve Selçuklu Devleti Moğolların tekrar hışmına uğramaktan kurtulamadı. Bu arada geri dönen Pervane olayları öğrenince yanındaki Moğol birlikleriyle harekete geçmiştir. Moğol ordusuna Kongurtay’ın yönetimi altında Toku ve Tudavun komuta etmekteydi. Hatıroğlu her ne kadar kaldığı yeri sürekli değiştirse de bir Moğol ordusunun çadırını çembere almasını engelleyememiştir. Bu saldırıdan sağ kurtulan Hatıroğlu sığındığı Luluve kalesinin komutanı Sabıkeddin tarafından Pervane’ye teslim edilmiştir. Hatıroğlu Delice ırmağı kenarında kurulu olan Kongurtay’ın

(12)

huzuruna çıkartılarak burada Moğol usulü yargılanmış ve idam edilmişti. (AKSARAYÎ, 2000: 82-83; CAHEN, 2002: 262; ABU’L-FARAC, 1950: 598)

1243 de Moğollarla yapılan Kösedağ Savaşı siyasi çöküşün başlangıç tarihi olmuştur. Bunun sonucunda Anadolu Moğol hakimiyeti altına girmiş ve alimler şehzadeler emirler bölünmeler yaşadı. Moğolları yenmenin imkansız olduğunu düşünen taraflar Moğol idaresini tercih ederken diğer kesim memlüklüler ile birleşip Moğolları anadoludan kovarak bağımsız yaşamak istiyorlardı. Bu ikinci kesimin içinde olan Hatiroğlı Şerfeddin Bey bir fırsatını bularak ayaklandıysa da yakalanıp feci bir şekilde öldürüldü.(ERDEĞER , 2012: 207)

Kaynaklar Şerefeddin Hatiroğlundan bahsederken Hatiroğlu isyanına kadar detaylı bilgi vermişlerdir ancak ancak sonrasında çok bir bilgiye sahip değiliz. Aksarayi eserinde Şerefeddin Hatiroğlunun yiğitliğinden cömertliğinden âlimliğinden bahsederken İbni bibi ve Ahmed Eflaki’nin eserinde düşmanca bir tavır takınılıp iyi bahsedilmemiştir.

Dönemin önemli siyasi olaylarından birisi de Cimri vakasıdır. Kösedağ yenilgisinden sonra anadoluya hakim olan Moğolların zulmü karşısında Türkmenler zaman zaman ayaklanarak bağımsızlıklarını elde etmek istiyorlardı. Anadoluda isyanlar meydana gelmeye başlamıştı. Bunlardan biri de yukarıda bahsettiğimiz üzere Hatiroğulları isyanıdır. Karamanoğlu Mehmed beyde yanındaki Türkmenler ile bu isyana katılmıştır. Ancak isyan bastırılmış olmasına rağmen Mehmed bey devlete karşı hala bir direniş içindedir.

Karamanoğlu Mehmed Bey bir süredir Konya tahtının sultansız olmasından istifade ederek Türkmenleri burayı yağmalamak için kışkırtıyordu. Böylelikle de kargaşada Selçuklu tahtını ele geçirebilecekti. Ancak kendi durumu buna uygun değildi. O sırada derviş kılığında Türkmenler arasında gezen ve kendini II. İzzeddin Keykavus’un oğlu Siyavuş olarak tanıtan birisi ortaya çıktı. Mehmed Bey’in huzuruna getirilen bu kişi orada bulunanların şehadeti ile bu iddisaı ispat edildi. Selçuklu kaynaklarında 1Cimri1 olarak anılan Alaedddin Siyavuş Konya üzerine yürüdüler ve karşı koyamayan saltanat naibi Emineddin Mikail Tokat’a doğru kaçtı ve Türkmenler şehri yağma ve talan ettiler. Mehmed Bey şehrin önde gelenlerine Siyavuş’un sultanlığını kabul ettirdi. Bunun için yemin ettirdiler ve I. Alaeddin Keykubat’ın türbesindeki çetr ve sancağı çıkartılıp Konyalılar tarafından bu Cülus kutlandı. Türkçe resmi dil ilan edildi. Siyavuş tahta oturdu adına hutbe okutuldu ve para bastırıldı. (SOLMAZ, 2012:267).

Bu gelişmeler üzerine Selçuklu veziri Fahreddin Ali’ni oğulları Nusreddin Hasan ve Taceddin Hüseyin kendi kuvvetlerine katıp Siyavuş üzerine yürüdüler. Akşehir Altuntaş

(13)

yakınlarında iki taraf arasında olan savaşı Siyavuş kazandı ve Fahreddin Ali’nin oğullarını öldürdü. Bu durumdan rahatszı olan Moğol veziri Şemseddin Cüveyni III. Gıyaseddin Keyhusrev ve vezir Fahreddinin Moğol Selçuklu ordusu Siayavuş’un üzerine yürüdü. Bunu duyan Siyavuş ve Mehmed bey Konya’dan kaçtılar. Konya’dan kaçan ikili Mud ovası yakınlarında Mehmed Bey ve ordusunu Kurbağahisarı denilen yerde ok yağmuruna tutulup öldürüldü. Bunun üzerine Siyavuş da saklandığı kaleden çıkıp uç Türkmenlerinden kuvvet toplayıp mücadeleyi sürdürmek istese de Mud ovasından sakryaya kaçarken topladığı kuvvetleriyle yenilgiye uğratıldı ve malalrı ele geçirildi. Siyavuş III. Gıyaseddin in huzuruna çıkartıldı. Sultanın huzurunda ağır ifadeler kullanmaktan çekinmeyince cellatlara sultanın emriyle derisi yüzülerek öldürtüldü. (SOMAZ, 2012: 268).

Adına bastrılan ve günümüze gelen sikkelerde her nekadar adı Alaeddin Siyavuş olarak geçse de döneminSelçuklu kaynaklarında cimri olarak bahsetmektedir. Sebebi de sahte şehzadenin Konya’yı yağmalatması ve tahrip etmesinden dolayı ölümünden sonra küçük düşürmek aşağılamak için cimri lakabı ile anılmıştır.

Cimri Olayı, diğer kaynaklarda ise şu şekilde zikredilmektedir:

Baybars tarihi bu hadiseyi farklı bir şekilde anlatmaktadır:

“Mehmed Bey Konya kalesine girdikten sonra, şehri Türkmenlere yağma ettirmiş, ve Konyalıları yola getirmek için de bir hileye sapmıştır. Bu hileye göre, bir adam, tayin etmiş oldukları bir gencin yolda ayağına kapanarak öpmeye başlayacak ve bu genç, sen beni nerden tanıyorsun? dediği zaman, nasıl tanımayayım, sen İzzeddin Keykubad’ın oğlu Alaeddin Keykubad değil misin? Benim seni omzumda taşıdığımı unuttun mu? diyecek ve bu cevaplaşma da halkın kalabalık olduğu bir yerde yapılacaktır. Halk bu gencin etrafında toplandığı vakit orada olan Türkmenler kendisini Mehmed Bey’e götürecekler. Bu hile tatbik edilmiş olup bahsedilen genç Mehmed Bey’e götürülerek onun kucaklamasını müteakib başına sancak çekilmiş” denmektedir. (YALTKAYA, 2000: 90) Şikarî ise Cimri’nin İzzeddin tarafından hapsedilmiş olduğunu ve bu kişiyi Karamanoğlu Mehmed Bey’in hapisten çıkararak Konya’ya hâkim yaptığını kaydeder (ŞİKARÎ, 1946: 44) Mehmed Bey’in ölümünden sonra Türkmenler üzerinde büyük bir nüfuzu olan Cimri, Ankara’nın batı uçlarına kadar olan bölgede asker toplamakla meşgul olmuştur. Burada Türk emirleri ile birlikte bağımsızlık yolunda harekete geçmişlerdir. Bunun üzerine Kongurtay bizzat kendisi Cimri üzerine hareket etmek istediyse de Sahib Fahreddin Ali, Kongurtay’la görüşerek bu görevi Selçuk Sultanıyla birlikte üstlenmişlerdir. (SEVİM, 1961: 66-68) II. Gıyaseddin ve Sahib

(14)

Fahreddin Ankara’ya gelerek burada asker toplamaya çalışmışlardır. Buradan ülkenin her tarafına fermanlar yazılarak yardım talebinde bulunulmuştur. Zaten yardımlarına birçok asker gelmiştir. Birkaç gün sonra asker sayısı büyük bir kalabalığa ulaşınca sultan kuvvetleriyle birlikte Yedikapı’ya gelmiş, Cimri’nin Pınarbaşı mevkiine geldiğini haber vermeleri ile Kelifdun (Bolvadin)’a doğru harekete geçen Sultan ve Sahib Ata Sakarya köprüsünü geçtikleri bir sırada Cimri’nin öncülerine tesadüf etmişler ve bu suretle onların yerini öğrenmişlerdir. Buradan hareketle Karahisar’a gelen Sultan ve Sahip Ata, Cimri’nin kuvvetleriyle karşılaşmışlardır. (İbn Bîbî, 1996: II/236) Karamanlıların öcünü almak isteyen Cimri ve taraftarları şiddetle muharebeye hazırlanmışlar, bu yüzden ilk hücumu yapmışlardır. Selçuklular bu şiddetli saldırıya karşı koyamayarak sarsıldılarsa da, ansızın yetişen Tuğracı Süleymanoğlu Azizeddin Mehmed, Hutenioğlu Bedrüddin İbrahim, Alemüddin Kayser gibi Selçuk ümerasından kimselerin müdahaleleri ile Türkmenler dağılmışlardır. (İbn Bîbî, 1996: II/237) Alemüddin Kayser Cimri’nin Konya’da iken almış olduğu Çetri geri alarak, III. Gıyaseddin’e getirmiştir. Sahib Ata oğullarını öldürmüş olan Sarı Ala ele geçtiği gibi Germiyan askerleri de Cimri’yi yakalamışlardır. Alişiroğulları, Cimri’yi III. Gıyaseddin’e götürmüşlerdir. Huzurda uygunsuz bazı laflar söyleyen Cimri, III. Gıyaseddin tarafından tahkir edilmiş ve canlı canlı derisinin yüzülmesi için emir verilmiştir. (AKSARAYÎ, 2000: 103-104) Cimri’nin ölümünü takiben Türkmenler etrafa kaçışmışlardır. Birçoğu yüksek dağlara ve mağaralara saklanarak gözden kaybolmak istemişlerdir. III. Gıyaseddin bunların peşlerini bırakmamış ve buldukları yerlerde bunları öldürtmüştür. Cimri’nin ve adamlarının öldürülmesinden sonra Konya’da büyük bir sevinç ve neşe hâsıl olmuştur. (TURAN, 1998: 150–151.) Anadolu Selçuklu Devleti’nde 1277’den sonra başlayan fiili Moğol işgal ve idaresi Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonunu hazırlamıştır. Bu devrin Sultanları, III. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. Gıyaseddin Mesud ve III. Alaaddin Keykubad iktidarsız ve Moğolların kuklası durumunda idiler. (TURAN, 1996: 301) Selçuklu Devleti’nin tarihe gömüldüğü 1308-1318 yıllarına kadar, Anadolu sözde sultanların, şehzadelerin birbirleriyle mücadeleleri, devlet adamları ve beylerin ihtirasları, suikastler, Moğollar’a karşı isyanlar, Bizans’a ilticalar, Moğolların intikam seferleri, isyanlar, iktisadi çöküntü ve halkın perişanlığını gözler önüne serer. (KAFESOĞLU, 1992: 69).

(15)

I. YÛSUF–İ ERZİNCÂNÎ’NİN HAYATI

Yûsuf–i Erzincânî hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Son dönemde yapılan bazı araştırmalarla sınırlı bilgilere ulaşılmıştır. Bu bilgiler doğrultusunda Yûsuf–i Erzincânî’nin hayatı hakkında detaylı bilgilere ulaşmak pek mümkün olmasa da konuyla ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler şu şekilde özetlenebilir:

Mahlâsları Yûsuf ya da Yûsufî olan bazı şairlerden hangisinin eserin müellifi olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Yûsuf-i Erzincânî ile Yusuf-i Meddâh da bu açıdan birbirlerine karıştırılmaktadır. Erzincani hakkında detaylı bilgi olmamasıyla birlikte Meddâh hakkında da günümüze ulaşan bilgiler son derece sınırlıdır. Yûsuf-i Meddâh’ın hangi tarihte, nerede doğduğu ve öldüğü bilinmemekte, sadece XIV. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Şaire ilişkin yegâne bilgiyi Şeyhoğlu Mustafâ vermiştir. Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-Küberâ’da bildirdiğine göre o, Varka ve Gülşâh’ın müellifidir. Şair, gençlik yıllarını Azerbaycan’da geçirmiştir. Daha sonra Konya’ya gelmiş ve Mevlevîliğe intisap etmiştir. Meddâh unvanından da anlaşılacağı üzere, şehir şehir gezen ve halk önünde şiirler söyleyen bir şair olan Yûsuf-i Meddâh, eserlerine bakılırsa Erzincan, Ankara, Sivas ve Kastamonu gibi farklı bölgelerde yaşamış ve buralarda da tanınmıştır (ÖZÇELİK, 2008: 11).

Bugün itibarıyla Yûsuf-i Erzincânî’nın hayatıyla ilgili elimizde neredeyse hiçbir bilgi yoktur. Hatta müellifin adı dahi tartışma konusu olmuştur. İ. Hikmet Ertaylan, şairin adını ısrarla ‘Yûsuf-i Meddâh’ olarak verir (ERTAYLAN,1945:2-3). Ertaylan’ın müellif adını bu şekilde kabul etmesinin sebebi, aynı müellif tarafından kaleme alındığını düşündüğü Hâmûş-nâme adlı eserin bir beyitinde geçen ‘Yûsufî’ kelimesi olmalıdır.

دیموا یوت ناج

وت یفسوی

1 وت یلو یا ار ملد نکیهاگن

İlgili beyitte bu şekildeki kullanımın vezin gereği olduğu görülmektedir. Çünkü aynı eserin bir başka beytinde ise ‘Yûsuf’ kelimesi tercih edilmiştir.

شوگ هب ناتسود تفگ نیا و نآ ار امش رم فسوی هک تفگ نینچ نم 2

Bu durumda Hâmûş-nâme müellifinin adının hangisi olduğu, Erzi’nin de belirttiği gibi açık değildir (ERZİ,1949: 191). Kaldı ki, eserleriyle ilgili kısımda değinileceği üzere,

1 “Ey veli benim gönlüme bir bak. Yusufî’nin hayatının umudu sensin.” Hâmûş-nâme, beyit no: 47.

2 “Benim dostlarımın kulağına demiş ki, Yusuf sizin hakkınızda şunu şunu söylemiştir.”

(16)

nâme’nin Yûsuf-i Meddâh tarafından yazıldığı şüphelidir. Ertaylan’ın müellif adını bu şekilde düşünmesinin bir diğer sebebi de tıpkıbasımını verdiği Varka ve Gülşâh nüshasında müellif adının ‘Yûsufî’ şeklindeki yazımı olabilir. (ÖZÇELiK,2008: 8)

Ertaylan herhangi bir tartışma yapmadan eserin Yusuf-i Meddâh’a ait olduğunu söylemiş, Hâmûş-nâme’nin telif tarihi h. 699 ile Varka ve Gülşah’ın h. 770 telif tarihi arasında oldukça uzun bir zaman olmasını dikkate almayarak sadece şairin uzun yıllar yaşamış olduğu kanaatine varmıştır. (ŞAFAK, 2015: 103)

Öncelikle Ertaylan’ın, eserin imlasıyla ilgili dikkat çektiği bir hususu belirtelim: “İzâfetlerde bazı aykırılıklar varsa da bunlar birer imlâ hususiyeti olmaktan ziyade, yazan tarafından yapılmış birer imlâ hatası olarak kabul edilmek gerekir. Görüldüğü gibi, nüshadaki Farsça tamlamada iki kelime arasına fazladan bir ‘ye’ (ى) harfi sokulmuştur. Gerçekten de bir süre, Farsça tamlamaların yazımında bu ve benzeri değişik yazım şekilleri başka eserlerde de göze çarpar. Bahsedilen durumun, Varka ve Gülşâh nüshasındaki müellif adı yazımında da ortaya çıktığı düşünülebilir. Ayrıca şairimizin adındaki kelime ‘Yûsufî’ olarak kabul edilirse ‘Meddâh’ kelimesiyle beraber kullanıldığında ‘Yûsuf-î Meddâh’ şekli tercih edilmeliydi. Çünkü ‘Yûsufî-i Meddâh’ şeklindeki yazım, Varka ve Gülşâh’ta olduğu gibi müellifin diğer eserlerinde de hiçbir beyitte vezne uymaz. Sonuçta, bazı eserlerinin nüshalarında da kullanım şekline rastladığımız gibi, müellif adının ‘Yûsuf-i Meddâh’ olarak kabulü daha uygun görünmektedir. İsim konusuyla ilgili, tamlamadaki ‘meddâh’ kelimesinin ne ifade ettiğine gelince; bu kelime, Uzunçarşılı ve Smith’e göre mahlas; Ertaylan’a göre lakap, Erzi’ye göre sıfattır (ERZİ,1949: 191). Köprülü’nün, XIV. yüzyılda halk arasında ve beylerin saraylarında kıssa-hânların bulunduğu, çeşitli kahramanların medhiyle meşgul olan bu kişilere 15. yüzyıldan itibaren meddâh lakabı verildiği şeklindeki ifadeleri, Yûsuf-ı Meddâh tamlamasındaki ‘meddâh’ kelimesinin bir lakap olarak kabulünü zorlaştırmaktadır. 14. yüzyıl civarında yaşayan ve eser veren kişilerin meslekleri veya çeşitli özellikleriyle anıldığı dikkate alınırsa, ‘meddâh’ kelimesinin, bir mahlastan ziyade, ilişkilendirildiği kişiyle ilgili iş, meslek bildiren bir sıfat gibi (övücü, övmeyi meslek hâline getiren) anlaşılmaya daha müsait olduğu görülmektedir. (ÖZÇELİK, 2008: 10)

Hâlbuki Yusuf Meddâh şimdiye kadar yayınlanmış olan eserlerinin hepsinde kendisinden Yusuf Meddâh olarak bahsetmiştir. Bu eserin başka bir Yusuf tarafından yazıldığına dair bir başka delil de şudur: Bir tür nasihatname/pendname olan, insanların ibret

(17)

alması, ders çıkarması için yazılmış bir eserin halkın daha rahat anlayabileceği ve daha fazla kimseye ulaşma ihtimali olan bir dille yani Türkçe ile yazılması daha uygundur. Birçok Türkçe eser sahibi olan bir şairin ibret alınması için yazdığı bir eseri Türkçe yazması daha akla yatkın görünmektedir .

Konuyla ilgili araştırma yapan Turgay Şafak’a göre, Yûsuf-i Meddâh ile Yûsuf-i Erzincânî’nin aynı şahıs olması zordur: “Metnin içinde, kroniklerde veya klasik dönem birinci el kaynaklarında müellifin kimliğine, eserin kime ait olduğuna dair herhangi bir bilgiye erişinceye kadar eserin Yusuf Meddâh’a ait olduğunu söylemek oldukça zordur.” (ŞAFAK, 2015: 4)

Anadolu’da siyasi ekonomik vb. kargaşaların zirve yaptığı bir sırada böyle bir eserin yazılması çok önem arz etmektedir. Bu eserdeki hikâyelerin sekizincisi meşhur Cimri hadisesine, dokuzuncusu da Niğde’deki Hatîroğulları isyanına aittir. Hikâyede Cimri lakâblı saltanat davacısının ilk zamanlarına ait verilen malumat, doğrudan doğruya Selçuklu hânedânı lehine yazılan İbn Bibi ve Aksarayî tarihleri gibi adeta yarı resmi eserlerde bulunmamaktadır. Tasavvufî içerikli Farsça küçük mesnevi tarzı bir edebi eserin önemli bir tarihi kaynak işlevi olduğunu belirtmiştir. (KÖPRÜLÜ, 1943: 446-447)

Yûsuf-i Erzincânî’nin hayatına dair fazla bilgi olmamakla birlikte Yûsuf-i Meddâh’ın hayatıyla ilgili bazı bilgiler bulunmaktadır. Yûsuf-i Meddâh, eserlerinde Yûsuf-i Meddâh yanında “Yûsufî” mahlasını da kullanmıştır. İyi bir tahsil gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, dinî ilimlere vâkıf olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. Gençlik yılları Azerbaycan’da geçtiğinden eserleri daha çok Âzerî edebiyatı sahasında değerlendirilmiştir. Konya civarına geldikten sonra Mevlevîliğe intisap ettiği eserlerinden (KÖKTEKİN, 2007: 5) ve başka kaynaklardan öğrenilmektedir.

Bazı araştırmacılarca, Yûsuf-ı Meddâh, meddâh olmasından yola çıkılarak, farklı yerlere seyahat edip, topluluklar karşısında şiirlerini okuyarak hayatını sürdürmüş biri olarak kabul edilir. Bu bağlamda, yazarın hayatıyla ilgili, “Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla gençliğini Azerbaycan’da geçirdi, daha sonra Konya’ya geldi ve Mevlevîliğe intisap etti.” “bir eline keşkül bir eline teber alarak daha çok Azerbaycan arazisinde halk arasında dolaşan”; “Hâmuşnâme isimli Farsça mesnevîsinde, Azerbaycan’da bulunduğu sırada başından geçen bir vak’ayı anlattığına göre, gençliğini o taraflarda geçirdiği hesaplanıyor… yine Hâmuşnâmesi’nde Konya’daki Cimri vak’asından bahsetmesi, onun Konya’da veya Konya çevresinde yaşamış bulunduğunu düşündürüyor.” “Mevlânâ’yı öğüp bağlanışına

(18)

bakılırsa kendisinin Konya veya yöresinde yaşadığı anlaşılıyor.”; “Konya veya Ankara’dan bir Yusufî çıkması kadar tabiî bir hâl olamaz.” “1368’de Sivas’ta yazdığı manzum Varka ve Gülşâh efsanesi…” şeklindeki ifadelerde, Azerbaycan, Konya, Ankara ve Sivas onun yaşadığı yerler olarak ileri sürülmektedir. (ÖZÇELİK, 2008: 11)

Kanaatimizce metnin içinde, kroniklerde veya klasik dönem birinci el kaynaklarında müellifin kimliğine, eserin kime ait olduğuna dair herhangi bir bilgiye erişinceye kadar eserin Yusuf-i Meddâh’a ait olduğunu söylemek oldukça zordur.

Feridun Nafiz Uzluk, Selçuklu Araştırmaları Merkezi Kütüphanesinde bulunan ve Fazıl Ahmed Paşa nüshasından yazdığını söylediği nüshanın başına, yazar ismi olarak Yûsuf-i Yûsufî Yûsuf-ismYûsuf-inYûsuf-i koymuştur. Selçuklu eserlerYûsuf-i hakkında yaptığı araştırmalarla ünlenen FerYûsuf-idun Nafiz Uzluk’un tüm metni okuyup tercüme ettikten sonra böyle bir kanaate varması da onun Yûsuf-i Meddâh ya da Yûsuf-i Erzincânî olmadığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Tüm bu görüşlere ve Hamûşnâme adlı eserindeki bilgilere dayanarak Hâmûş-nâme yazarı Yûsuf’un Erzincanlı ya da Meddâh olmayabileceği, ayrı bir Yûsuf olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

II. YÛSUF–İ ERZİNCÂNÎ’NİN EDEBİ KİŞİLİĞİ

Anadolu’da kaleme alınmış Farsça eserler hakkında pek çok çalışma yapılmış, ilim dünyasına tanıtılmış, çeşitli yönlerden değerlendirmelere tabi tutulmuş ve neşredilmişlerdir. Bu çalışmalar arasında en çok tanınanı Fuad Köprülü’nün ‘Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları’ adlı kitabı ile Ahmet Ateş’in ‘Hicri VI-VIII. [XII-XIV.] asırlarda Anadolu’da Farsça Eserler’ adlı makaleleridir. Bahsi geçen iki makalede incelenip tanıtılan eserlerin bir kısmı yayınlanmışken henüz kütüphanelerde yayımlanmayı bekleyen onlarca el yazması eser vardır. Yayımlanmayı bekleyen eserlerden biri de yaklaşık 85 sene önce ilim dünyasının haberdar olduğu, 1940’lı yıllarda tanıtılan ve önemine vurgu yapılan daha sonraki yıllarda müellifinin kimliği üzerinden sürdürülen tartışmalara konu olan Yusuf/Yusufî’nin Hâmûş-nâme adlı küçük mesnevisidir. (ŞAFAK, 2015: 11)

Hamûşnâme Farsça bir mesnevi olup Köprülü kütüphanesinde kayıtlı manzum mensur birkaç risaleyi ihtiva eden yazma mecmuada dahi didaktik mahiyette bir mesnevidir.

(19)

Eserin yazılma sebebi ve ana konusu şu şekildedir:

Yûsufî Erzincan’da bulunduğu sıralarda ağzından kötü bir söz kaçırmış, bu kötü sözü işiten bir gammaz da onu hemen dostlarına yetiştirmiş ve dostlarıyla Yûsufî’nin arasını açmıştır. Bundan pek müteessir olan Yûsufî, dilini tutmanın faziletini ispat ve gelişi güzel söz söylemenin birçok felaketlere hatta ölüme sebep olduğunu anlatmak için bu farsça mesneviyi yazmıştır. Mesnevi on hikâyeden meydana gelmektedir. Eser, bir küçük manzum mukaddime ile bir hâtimeyi ihtiva etmektedir. Mukaddimede Allah’a münâcât ve Peygambere na’tten sonra kitabın yazılma sebebinin açıklanmasına geçer ve 81. beyitte kitabın adını “Hamûşnâme” koyduğunu şu şekilde anlatır:

ین نیرب هماخ درک شبنج وچ ت مان مداهن

نیا

همان شوماخ

Bu niyetle kalem bunları yazdı ben de bunun adını ‘Hâmûş-nâme’ koydum.” (UZLUK, 1945: 21)

Eserin incelenmesi doğrultusunda edinilen bilgilerle, bu eserin 699/1299 yılında, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu tarihte yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde vukua gelen bazı Anadolu hadiselerini onlara şahsen şahit olanlardan dinlemiş olan Yûsufî, anlattığı hikâyelere de bu olayları misal olarak koymaktadır. Bu olaylara, Hatiroğulları ve Cimri hadisesi misal olarak gösterilebilir.

Görülüyor ki bu eser sadece tâlimi bir eser olarak edebiyatta yer tutmakla kalmıyor, h. VII. asır sonlarında ve VIII. asır başlarında Anadolu’da meydana gelen ictimaî, siyasi ve dini birtakım olayları da aydınlatmaya yarayan bir canlı tarihi vesika niteliği taşımaktadır.

Manzumelerinde Yûsuf-i Erzincânî ve yanı sıra Yûsufî mahlaslarını kullanan şair, bir süre Azerbaycan’da yaşadığı için eserleri daha çok Azerî edebiyatı sahası içinde değerlendirilmiştir. Yazdıklarından iyi bir tahsil gördüğü, Türkçe kadar Arapça ve Farsçaya da hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Yûsuf-ı Meddâh, aruzu ve edebî sanatları ustaca kullanan, şiirlerini atasözleri, deyimler, ayet ve hadislerle zenginleştiren başarılı bir şairdir (AKSOY, 2013: 19-20).

III. HÂMUŞ-NÂME’NİN İNCELENMESİ A.ESERİN TANITIMI

Anadolu’da kaleme alınmış Farsça eserler hakkında pek çok çalışma yapılmış, ilim dünyasına tanıtılmış, çeşitli yönlerden değerlendirmelere tabi tutulmuş ve neşredilmişlerdir.

(20)

Yayınlanmayı bekleyen eserlerden biri de yaklaşık 85 sene önce ilim dünyasının haberdar olduğu, 1940’lı yıllarda tanıtılan ve önemine vurgu yapılan, daha sonraki yıllarda müellifinin kimliği üzerinden sürdürülen tartışmalara konu olan Yusuf/Yusufî’nin Hâmûş-nâme adlı küçük mesnevisidir (ŞAFAK, 2015: 102).

Hâmûş-nâme, Köprülü kütüphanesinde Fâzıl Ahmed Paşa 1597’de yer almaktadır. Eser, manzum ve mensur birkaç risaleyi ihtiva eden yazma mecmuada didaktik mahiyette bir mesnevidir. Hâmûş-nâme, mefâîlün/mefâîlün/feûlün vezninde yazılmıştır. Basit, sade, kolay anlaşılabilir bir Farsça ile kaleme alınmıştır.

Eser, münâcât tarzında bir mesnevî ile başlar. Hemen sonra na’t tarzında Hz. Peygambere övgü içeren bir manzume, daha sonra da dört halifeyi öven dört bölüm bulunmaktadır.

Eserin asıl kısmı 10 hikâyeden oluşmaktadır. Sebeb-i te’lif-i kitab kısmında kitabın adının Hâmûş-nâme olduğunu belirtilmiştir. Dönemin bazı olaylarına işaret edilerek yaşanılan olaylarla ilişki kurulup Kuran’dan ayet ve hadislerle anlatım desteklenmiştir. Metinde geçen hikâyelerin bazıları, İbn-i Bîbî’nin el-Avâmiru’l-Alâiyye’si gibi dönemle ilgili başka kaynaklarda da geçmektedir. Ancak metinde, bazı olayların sonu ya da gidiş hattı farklı aksettirilmiştir. Örneğin Şibli ile Cüneyd-i Bağdadî arasında geçen anlatıya benzer bir hikâye ilk tasavvufi manzum eserlerden biri olan Senaî-i Gaznevî’nin Hadîkatü’l-Hakîka adlı eserinde de yer almaktadır (GAZNEVÎ, 2004: 5). Aynı şekilde Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserinde burada anlatılan hikâyeye anlam olarak yakın bir menkıbe anlatılmaktadır (ATTÂR, 1905: 160). Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresinde anlatılan kıssa başta Mevlânâ’nın Mesnevi’si olmak üzere pek çok tasavvuf kaynağında nakledilmektedir. Bu hikâyeye benzer bir hikâye Feridüddin Attâr’ın Mantıku’t-Tayr adlı eserinin ‘vâdî-yi hayret’ bölümünde yer almaktadır (ATTÂR, 1384: 407). Cimri vakası bu eserdeki en önemli hikâyelerden biridir. Zira şairin yaşadığı dönemde Anadolu’da vuku bulan bir olayı nakletmektedir. Aynı döneme dair tarih kitaplarında bu olaydan bahsedilmemektedir. Eserin tarihi açıdan önemli olduğunu gösteren ikinci hikâye yine müellifin yaşadığı dönemde cereyan etmiş olan bir olay olan Pervâne Muineddin Süleyman’ın desteğini alarak yükselmiş olan ve en güvendiği Beylerbeyi olan Hatiroğlu Şerafeddin Mesud’un yaptığı Hatiroğulları isyanıdır. (ŞAFAK, 2015: 107-111)

Sebeb-i teliften sonra ‘der melâmet-i zeban’ başlığıyla dilin afetleri ve susmanın faziletlerinden bahseden 28 beyitlik bir kısım yer almakta ve ardından eserin asıl kısmı olan hikâyeler başlamaktadır. Bu hikâyelerde dilin afetleri, yersiz konuşmanın insanın başına getirdiği felaketler hatta bazen başının gitmesine sebep olması anlatmaktadır.

(21)

Susmanın fazileti ve dilin afetleri hakkında nasihat, ibret ve öğütler içeren on hikâyeden sonra ‘der fazilet-i hâmûşî’ başlığıyla on beş beyitlik bir bölüm bulunmakta, anlatılan hikâyelerden çıkarılması gereken dersler özet bir şekilde sunulmaktadır. Müellif bu kısa mesnevisini ‘der hatm-i kitab ve tariheş’ başlıklı bir bölümle tamamlamıştır. Bu kısımda üzüntü ve dertlerini ortaya koymak maksadıyla bu eseri kaleme aldığını belirtmiştir. Müellif burada eseri içinde bulunduğu acı ve sıkıntı ile üç gün içerisinde nazmettiğini hatta içinde bulunduğu gam ve keder olmasaydı üç saat içinde tamamlayabileceğini söylemiştir. Yazdığı eserin görünüşte çok muhtasar olmakla birlikte mertebe açısından oldukça itibarlı olduğunu iddia ettiği beyitten sonra eserin telif tarihini şöyle yazmıştır: “Gözünüze her ne kadar muhtasar görünse dahi derece olarak itibarlı bir yerdedir. Bu hikâyeyi sona erdirdiğimde tarih tâ, sad, hâ olmuştu. Buna göre eser 699 senesinde telif edilmiştir. (ŞAFAK, 2015: 11)

Görülüyor ki Yûsufî’nin Hâmûş-nâme’si sadece eğitim vermek amacının yanı sıra h. VII asır sonları ve VIII asır başlarındaki sosyal, siyasal, dini, ekonomik, kültürel vs. birçok önemli olayları da aydınlatan canlı ve tarihi bir vesika niteliği taşıyan bir mesnevidir.

Eserin tanıtımı ile ilgili yapılmış bir makale bulunmaktadır. Turgay Şafak tarafından yapılan bu makale Şarkiyat mecmuasında 26. Sayısında (2015-1) 101-126. Sayfalar arasında yayınlanmıştır. Makale incelendiğinde Fazıl Ahmed Paşa nüshasına dayanarak hazırlandığı anlaşılmakla birlikte bu nüshada bazı beyitlerin sayfaların yan tarafına yazıldığı ve bu beyitleri de Turgay Şafak’ın makalede metne eklemediği görülmektedir. Muhtemelen bu beyitlerin metin içerisindeki sırasını tespit edemediğinden bu beyitleri makalesine dahil etmemiştir.

Bu yönüyle bu makalenin eksik olduğu, normalde tam metin 383 beyit iken Turgay Şafak’ın makalesindeki metnin 332 beyit olduğu görülmektedir. Gerek metnin tamamının bulunmayışı gerekse tüm beyitlerin tam tercümesinin verilmemiş olması nedeniyle hazırladığımız tez çalışmasının daha kapsamlı olduğu görülmektedir.

B. ESERİN NÜSHALARI

Hâmûş-nâme’nin bilinen iki nüshası bulunmaktadır. En eski nüshası Köprülü Kütüphanesinde 1597 demirbaş numarası ile kayıtlı olan nüshadır. Eserin diğer nüshası ise Feridun Nâfiz Uzluk’un Köprülü Kütüphanesindeki nüshadan istinsah ettiği ve Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Kütüphanesinde bulunan nüshadır.

(22)

a. KÖPRÜLÜ KÜTÜPHANESİ NÜSHASI

Hâmûş-nâme’nin Köprülü Kütüphanesinde bulunan nüshasının bilgilerinden de kısaca bahsedecek olursak şunları söyleyebiliriz. Eser İstanbul Köprülü Kütüphanesinde 1597 numarada muhafaza edilmektedir. Yazma içinde birkaç farklı eser bulunmaktadır. Nüsha bilgileri Ahmed ATEŞ’in “Hicrî VI-VIII. [XII-XIV] Asırlarda Anadolu’da Farsça Eserler” adlı makalesinde şu şekilde geçmektedir (ATEŞ, 1945: 120):

“Kağıt kaplı bir cilt içinde 117 varak: 21x14.5 boyutlarında, yazı itinasız bir nesih olup, ekseriye girifttir. Baştan 40 varakın kağıdı daha yenidir. İstinsah kaydı şöyledir:

دقو عقو غارفلا نم ... هذه ةباتکلا لع ی ی د خا ی لع ی نبا س ید ی نسح ظفاحلا هسورحمب ةاجنلاراد اب ی ترب ... نیملاعلابرا ینیمآ یةوبنلا یهرجهلا یهامنامث ونیعبراهنسلیلولاانابعشرهشی فةخیراتلایف Nüsha içinde şu eserler yer almaktadır.

1. 1b-38b Hulâsatü’l-edille el-mukifa ‘alâ tahsîli lubâbi’l-ma‘rife 2. 40b-82a Nâsirî, İşrâkât

3. 82b-89a Nasir Hüsrev, Rûşenâî-nâme 4. 89b-100a Nâsirî, Fütüvvet-nâme 5. 100b- 104a Yusuf, Hâmûş-nâme

6. 104a-117b Manzum fıkıh risalesi, Şeref Buhari.

b. SELÇUKLU ARAŞTIRMALARI MERKEZİ NÜSHASI

Köprülü Kütüphanesinde bulunan nüshadan Feridun Nafiz Uzluk tarafından 27 Ocak 1945 tarihinde istinsah edilen Selçuklu Araştırmaları Merkezi nüshası, bir defter şeklindedir. Bu defterin ilk 18 sayfası Hâmûş-nâme’nin Farsça metninden oluşmaktadır. Bu metin, rik’a hatla, her satıra bir beyit gelecek şekilde yazılmıştır. Bu nüshada Hâmûş-nâme 383 beyitten oluşmaktadır.

18. sayfada bulunan hâtimenin ardından Feridun Nafiz Uzluk’un eser hakkında yazdığı not şu şekildedir:

“Köprülü Kitaplığında 27 Ocak 1945 Cuma ertesi günü iki saat içerisinde kopya ettim. Dünyada tek nüsha olmakla yanlışlarını da düzeltemedim. Fi 31 Mart 1945, fi 20 Rebi’ul Ahir 1364 günlerinde tercümesini ikmal eyledim. Fi 10 Nisan 1945, fi Cemazi’el evvel 1364 Salı günü asıl fotoğraflardan karşılaştırdım. Bu deftere düzgün olarak yazdım. Kitabın asıl adını söylediğim kitaplıkta 1597 de idi. 112. sahifeden başlıyor. Cildin içinde, başında Nasıredddin Nasırî’nin işrâkatı, sonra Hâmûş-nâme, daha sonra Ruşenâî-nâme ve Fütüvvet-nâme vardır. Fütüvvet-Fütüvvet-nâmeyi tab eyledi. (UZLUK,1945:18)

(23)

C. YAZMA NÜSHALARIN İMLA ÖZELLİKLERİ

Hâmûş-nâme’nin Köprülü Kütüphanesinde bulunan nüshası, Feridun Nafiz UZLUK’un istinsah edip SÜSAM kütüphanesine bağışlayıncaya kadar dünyadaki tek Hâmûş-nâme nüshası idi. Feridun Nafiz UZLUK bu durumu kendi istinsah ettiği nüshanın sonunda açıklamıştır. Bu metin hazırlanırken, iki nüsha arasında herhangi bir farklılık görülmemekle birlikte, her iki nüshadan da faydalanılmıştır.

1. Selçuklular dönemi imlasına uygun olarak bazı “د” Dâl harfleri “ذ” Zel harfi şeklinde yazılmıştır.

(bkz. 2.3.4. Beyitler: یا ; 10,11,12. Beyitler: ذخ یدنوا ) ذخ

2. Farsçaya mahsus bir harf olan “گ” Gef, “ک” Kef harfi ile gösterilmiştir. (bkz. 18. Beyit:یه ve ک ک ه )

3. Nişane harfi olan” ار” isimlere bitişik olarak yazılmıştır. (bkz. 80.beyit:ارناتساد)

4. Fiil çekimlerinde kullanılan “یم “ edatı bazen “یمه” şeklinde yazılmıştır. (bkz. 53.beyit; دش یمه)

5. Ek fiilin tekil üçüncü şahsı olan “ تسا” kelimesi bazen kendinden önce gelen kelimeye bitişik olarak yazılmıştır.

(bkz.374,375. beyitler: تسیشوماخ)

6. İzafe harfi olan “هب” bazen kendisinden sonra gelen kelimeye bitişik olarak yazılmıştır.

(bkz. 1. Beyit: مانب)

7. Hâ-yı mahfî ile biten kelimeler اه ile çoğul yapıldığında, bu اه harfleri bazen düşürülmüştür.

(24)

D. YAZILAN METNİN İMLA ÖZELLİKLERİ

1. Selçuklular dönemi imlasına uygun olarak “ذ” şeklinde yazılmakla birlikte günümüz imlasında “د” olarak kaydedilen harfler, “د” şeklinde yazılmışlardır.

(bkz. 2.3.4. Beyitler: یا : یادخ; 10,11,12. Beyitler: ذخ یدنواذخ: یدنوادخ)

2. Günümüz imlasında “گ” şeklinde gösterilen tüm “ک” harfleri, “گ” harfi olarak kaydedilmiştir.

(bkz. 18. Beyit: ی ve گهگ ه )

3. Nişane harfi olan” ار” isimlere bitişik olarak yazıldığı yerlerde, ayrı olarak yazılmıştır:

(bkz. 80.beyit:ارناتساد: ار ناتساد)

4. İzafe harfi olan “هب” kendisinden sonra gelen kelimeye bitişik olarak yazıldığı yerlerde, ayrı olarak yazılmıştır.

(bkz. 1.ve 2. Beyit: مانب:مان هب; رهب: ره هب)

5. Hâ-yı mahfî ile biten kelimeler اه ile çoğul yapıldığında, bu اه harfleri düşürülüp yazılmadıysa, hazırlanan metinde yazılmışlardır. (bkz. 89. Beyit: اهزره: اه هزره)

E. METİNDE İSMİ GEÇEN ŞAHSİYETLER

Ahmed (Hz. Peygamber): Hz. Peygamberin ismi, kendisine duyulan hürmetten dolayı

eserde Ahmed olarak geçmektedir. Eserin ikinci bölümü Hz. Peygamberin övgüsüne ayrılmıştır.

Ali (ra.): Hz. Peygamberden sonraki dördüncü halifedir. Eserin bir bölümü Hz.

(25)

Cimri: Asıl adı Alâeddin Siyavuş’tur. Eserin metninde bu kişiyle ilgili bir bölüm

bulunmaktadır. Karamanoğlu Mehmed Bey ile birlikte Konya’yı ele geçirmiş, 37 gün boyunca tahta oturmuş, daha sonra yakalanarak 1278 yılında öldürülmüştür. (SOLMAZ, 2011: 266-268)

Cüneyd: (Cüneyd-i Bağdâdî, ö. 297/909): Ebu’l-Kâsım Cüneyd b. Muhammed

el-Hazzâz el-Kavârîrî, ilk devir sufiliğinin en güçlü isimlerindendir. Tasavvuf terimleri ile usul ve esaslarını tespit ederek tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan sufilerdendir. Bazı mektupları günümüze kadar ulaşmıştır. (ATEŞ, 1993: 119-121)

Ebubekir (Sıddîk ra.): Hz. Peygamberden sonraki ilk halifedir. Eserin bir bölümü Hz.

Ebubekir’in övgüsüne ayrılmıştır.

Eyâz: Gazneli Mahmud’un kölesidir. Metinde 220. beyit ve sonrasında onun

hikâyesine yer verilmiştir.

Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922): Ebu’l-muğîs el-Huseyn b. Mansûr el-Beyzâvî,

tasavvufun gelişmesine önemli katkılarda bulunan ünlü bir mutasavvıftır. Şeriata muhalif sözler söylediği iddia edilerek Bağdat’ta idam edilip öldürülmüştür. Eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. (ULUDAĞ, 1997: 377-381)

Hızır: Hz. Musa döneminde yaşayıp kendisine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişidir.

Kur’an’da adı geçmemekle birlikte müfessirler, Kehf sûresinde Hızır’la ilgili bir kıssa bulunduğunu söylemektedirler. Divan edebiyatında, kavuşamadığı sevgiliyle Hızır’ın yüce kişiliği arasında ilgi kuran şairlerin onu genellikle zulmet ve âb-ı hayât münasebetiyle anarak istiare, telmih ve tevriyelere konu ettikleri görülmektedir. (ULUDAĞ, 1998: 409-411)

Mahmûd (Sultan): Asıl adı Nizâmuddin Ebu’l-Kâsım Gâzî Mahmûd olan Gazneli

Mahmûd, Gazneliler devletinin büyük hükümdarlarındandır. Sultanlığı döneminde şairlere ve şiire büyük önem vermiştir. Cömertliği, şairleri koruması ve kölesi Eyâz ile birlikte anılır. (PALA, 1990: 321)

Mûsâ (Peygamber): İsrailoğullarına inen peygamberlerdendir. Kur’an’da kıssaları en

çok anlatılan peygamber olarak görülmektedir.

Osman (ra.): Hz. Peygamberden sonraki üçüncü halifedir. Eserin bir bölümü Hz.

(26)

Ömer (ra.): Hz. Peygamberden sonraki ikinci halifedir. Eserin bir bölümü Hz.

Ömer’in övgüsüne ayrılmıştır.

Pervâne (ö. 676/1277): Muînüddin Süleyman Pervâne, Türkiye Selçukluları dönemi sultanlarından II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in veziri, daha sonra tahta geçen IV. Kılıçarslan’ın nâib-i saltanat ünvanlı kişisi ve veziridir. (KESİK, 2006: 91-93)

Sehbân-ı Bostânî: Metinde, Türkiye Selçukluları döneminde ya da bu dönemden

önce duyduğu ilâhî bir azar neticesinde susmayı seçen ve otuz yıl boyunca susup konuşmadan Allah’tan ağlayarak af dileyen bir velî olarak anılmaktadır. (bkz. Beyit: 159 vd.)

Şerefeddin: Asıl adı Şerefeddin Mesud’dur. Hatiroğullarından Ziyaeddin’in

kardeşidir. Ziyaeddin ile birlikte vezir Pervane’nin yanında katiplik yapmış, 1262’de Beylerbeyi olmuş, kendisine Niğde vilayeti ikta olarak verilmiştir. Moğollarla savaşmak için ayaklanmışsa da yakalanıp öldürülmüştür. (ERDEĞER, 2012: 207-208)

Şiblî: Asıl adı Ebûbekir Muhammed bin Halef’tir. Meşhur sufilerden olup Cüneyd-i

Bağdadî’nin müritlerindendir. (VASSÂF, 2015: 57)

Tâceddingîv: Metinde, dönemin ulularından biri olarak bahsedilmektedir. Kim

olduğu tam olarak bilinmese de yapılan bir savaş sonrasında birinin öldürülmesini engellemek istediği için öldürüldüğü anlaşılmaktadır. (bkz. Beyit: 317 vd.)

Yûsufî: Yazarın kendi adı Yûsuf, mahlası ise Yûsufî’dir. Bu çalışmada Yûsufî’nin

hayatıyla ilgili eldeki bilgiler kaydedilmektedir.

Ziyâeddîn Hatiroğlu: Ziyâeddin Mahmud Hatiroğlu, Türkiye Selçukluları

Devleti’nin vezirlerinden Pervâne Muînüddin Süleyman’ın yanında 1257 yılında kâtiplik yapmaktaydı. 1277’de bir Moğol askeri tarafından şehit edilmiştir. (ERDEĞER, 2012: 207-208)

F. METİNDE BULUNAN ÂYET VE HADİSLERİN İNDEKSİ

ر ب لا ع لا م

نی 1. Beyit; Fâtiha Sûresi, 1/1.

ع َلّ م لا غ ی

(27)

ل و لا

ك 38. Beyit; “Habîbim, sen olmasaydın cihânı yaratmazdım”

anlamındadır. Mutasavvıflarca bir hadîs-i kudsî olduğu iddia edilmekle birlikte muhaddislerce hadis olmadığı söylenmektedir. (ACLÛNÎ, trsz: 232)

ل ع م ر

ك 39. Beyit; Hicr Sûresi, 15/72.

ق با ق و س ی

ن 43. Beyit; Necm Sûresi, 53/9.

ا ذ ه م ف ا لا ی غ

را 51. Beyit; Tevbe Sûresi, 9/40.

ه ل ا ت

ی 63. Beyit; İnsan Sûresi, 76/1.

م ن ص م

ت 157. Beyit; “Kim susarsa, kurtulur” anlamındaki hadîs-i şerîf,

kütüb-i sittede bulunmaktadır. (WENSINCK, 1986: 3/416) ک

َل ل س

نا 184. Beyit; “Allah’ı bilenin dili tutulur” anlamındaki bu hadîs-i

şerîf, mutasavvıfların eserlerinde bulunmakla birlikte kütüb-i sittede bulunmamaktadır. (YARDIM, 2008: 122-123; BURSEVÎ, (trs): I/447)

(28)

G. HÂMÛŞ-NÂME’NİN FARSÇA METNİ

میحرلا نمحرلا للها مسب

همان شوماخ

(29)

3.1/1 ،نآرق ۀیآ :نیملاعلا بر :3 4 87/9 ،نآرق ۀیآ :بویغلا ملّع :11 دیجمت و دیمحت دزس یم ار وا هک ب ه یزیچ ره وب انیب و اناد د هانپ قلخ بر ن یملاعلا 3 تسا وا نون و فاک زا قلخ دروآ دیدپ هاش هک تسا ریزو یب و کیرش یب دوبعم و اناد و ملاع و میکح ناسحا و ماعنا ددع یب دراد هک دنرآ دیدپ ۀ دیهان و نیورپ تسمیدق شماعنا میاد شفطل هک تس هک یهاشنهش تسبویعلا را قیلّخ تسا ناسر یزور یمه ار مکح دراد هک کلم یلازیلا یاراد مه و نادرگ کلف ملاع رب شتردق یب کلف ج وبن یا د مکح زا ربخ یب هدرکن ریدقت راکنا و رارقا دوش ادیپ ات هک موکحم تسار وا نامسآ و نیمز یغاب وچ ار ملاع دیشروخ زا هگ دتسرف نامرد یهگ و درد یهگ ار یکی ح هص دزاس غاد و درد ب ه مان زاغآ منک قح دیحوت رداق یادخ و یح اناوت یادخ تسا نیمز و تسا نامسآ یادخ قاور نیا وا نوگبآ تسا ریظن یب و هیبش یب یادخ کاپ و راگدرک یادخ دوجوم یادخ ناسنا و نج و ریط و شحو یادخ رب دیشروخ و هام و رحب و یرک وک ییادخ تسمیحر و تسم لّع هک یدنوادخ ت سبویغلا م 4 شخب ناج هک یدنوادخ تسا ناهج دنوادخ ی یلاعم و یگرزب مظعا مه و تسمیظع یدنوادخ مکح یب ناهج وبن یاپ رب وا د ریبدت و لقع ار یمدآ تسدادب راب رگد ناج دناتس و ناج دهد ریز رد ناهج موم نوچ تسه شمکح دزورفا هام زا یهگ یغارچ دتسرف ناراب یهگ و دعر یهگ نیشن مه ار یکی اس غاب دز 5 10 15 20 دراد هآ و ناغف اب ار یکی دراد هاج و دارم اب ار یکی

(30)

ن رد

ملاسلا هیلع دمحم تع

گب هک ز بر تسدی شنیملاعلا رادهپس هورگ وا ایلوا تس دنب هتسسگ شتازجعم زا رفک رود نایملّسا زا رفک هدرکب تراشا ار قیلّخ وا دروایب جارعم هدش نادیم وا کلّفا کرمعل جات شرس رب هداهن ز ضیف رون ملاع ود ره دش وا وگرب میلستلا لضفا هیلع زارفرس دمحم شنیرفآ رلااسهپس فص تسوا ایبنا تایح شتایح هداد یملاع تخورفا شتعلط ملاع هب ۀ رون تراشا درک دزیا هکنوچ شریشب تفگ ادخ ه ب ه قح کلاول هک وا ش تفگ رگد ه کرجا تسه للها یلع وترپ زا تسدش ناج وا مدآ وگرب میب یب یفطصم یارب 35 04 زور ار یکی ئ ناریش و ناگرگ یم ار یکی جاتحم دنک یلام ک یم ار یکی مغ و هصغ رد دش دزاس هارمگ و رفاک ار یکی و درد و لهج ار یکی زوس دشخب مکح هک تردق تسا لاوز یب وا هاگرد نآ زا تسدنام رود یلعا نادرگ کیدزن ارم تهاگرد هب تمحر زا هشوت مرادن وت کی نکب رذ لد رب تمحر ه نم ما زرمایب نات ار یفطصم یم ار یکی هاش دنک ناریلد لام دهد یم ار یکی یناهج یکی رخ و داش درادب یم ار م مرحم ار یکی دزاس هاگرد ملع ار یکی دشخب زورفا ناج تسا لامک اب و تسرداق یادخ تسدنام رون یب یفسوی ایادخ ناعم ئ نادرگ کیراب ملد تمدخ رد مرصاق هچرگا وت لزنم یهلا خزود نکم نم نونک ب اشگ د ار افص و فطل رد 25 30

(31)

خ تعافش او ه تسا تانیاک هلمج ب گ لزنم هتش باق وا نیسوق روس وت ناوخب ۀ ار هط و مجن هتشگ میب یب شتبیه زا رمق هد تشگنا هد ز ناور همشچ درک دیموا یوت ناج وت یفسوی دیمون وت شهاوخ زا راذگم ارم ورگ ه ما تت تعافش زا ار ناهج ریسکا ملع تسا تایح رهپس زجعم دیشروخ و ک نینو تافص یهاوخ رگا ار یفطصم ن ز لها شرو هتشگ میب یب نید باحصا رب وچ میب هنشت رک ناج د هاگن ی وت یلو یا ار ملد نک ز دیب نوچ هداتفا مندرگ تبیه ردب یا مورحم نکم تعاجش 04

رکذ

قیدصلا رکبوبا

هنع للها یضر

وا دیشون وا هک ماج ل قیفوت ا نآرق هب ذ ه م ف ا لا ی غ ر ا 5 تفگ ه ا ز دوب افطصم شقیفر ینعم نآ رز و رس تخاب یفطصم یارب ار رای نیتسخن رکبوب وا دص قی دمحا هب ار وا ادخ تفگ رای ه م شناج وچ أ نم دوب افص و قدص ب ه نادیم یمک تخات یم قدص ت 50

رکذ

باطخلا نبا رمع

5 01/9 ،نآرق ۀیآ :راغلا یف امه ذا :11

(32)

هنع للها یضر

ب هک ریشمش د رطق نوچ وا ۀ بآ نـ ب د ز یملظ شیورد چیه رب هش یم هیس وا میب ز دیشروخ تشگ لظ ز سیلبا میاد دزیرگ وا نبا دوب رمع شرای مود باطخ لدع ز اب گرگ دش یمه وا شیم دیموا تفای و دوشگ یناملسم ب ه د ر ات هکم زا دوشگرب ه سیس 55

رکذ

نافع نبا نامثع

للها یضر

ع

هن

تایآ وا دروآ عمج هک رق آ ن بآ زا ایح شیور دوب یمنبش ب ه یراک زین ندناوخ نآرق زج تشهب مارآ نادواج دش وا ب هک شرای میس نامثع د فع نا تقیقح دوب یمرحم ار یفطصم یرای چیه دمحم زج شدوبن ریم نونک مان نادیهش دش وا 60

رکذ

بلاط یبا نبا یلع

هنع للها یضر

65 رای مراهچ کاپ دوب یلع وا ملع شناج وچ باب دش یفطصم شراگدرک تمکح درک یزور وچ شرای راچ اب نونک ار دمحم ب ه قح راچ نادزی کاپ یا رای قح هب قح و دمحا یباحص رارسا رد هک ملع دوب یلو قح ب ه رق آ ه تیاکح شن ل ا ت دش ی فک ردنا داهن شراقفلاوذ وا شراد لوبقم ما هدروآ عیفش نادرگب دب یاضق دب یلّب یبارخ رد ور ار ملّسا نکم

(33)

ریش و یزاغ ار وا دناوخ نوچ ادخ ریشمش داد مه مرجلا شتسد هب

ببس

مظن

باتک

70 75 80 ب هر ینامز ه مدوشگ یم تبرغ نابز زا دمآرب یثیدح نم شوگ هب ناتسود تفگ نینچ نم دندینش نوچ نم زا دندیجنرب چ و وج و تسج مدرک و دونشا و تفگ ب متفر ورف ینعم نیرد ه تریح ز نوچ متفگب تسنایز مراتفگ تفگن مدنب ورف ه ار نابز نم رس مرطاخ زا دز هک مدوب نیرد ب ه شوماخ وت یتشگ ارچ اتفگ نم ب ینعم نیردنا وا تفگب ه تیاغ ناتساد هد نیا سب ار مدرمشرب ین نیرب هماخ درک شبنج وچ ت ه مدیما رکف دش نوچ تس نایوپ لضف ز یهاوخ یمه یراگدرک مدوبب ناجنزرا رد مه ینامز یثیبخ ار نآ دینش هگان رگم تفگ نیا و نآ ار امش رم فسوی هک ب ه لک دندیمر نم زا ناتسود ی موش زا همه ئ ا دوب نابز رتش راثآ ناهگان متفرگ تریغ رش زا میراک نایز تسا نابز اجنرن ن نم رگد م ار ناتسود سورع ام نآ مترکف ه رکیپ شوگ وا درک تیاکح نیا متفگب ب یراد رگا ه تیاکح روآ مظن مدرک مظن ار نیک دوب نیا ببس مان مداهن نیا همان شوماخ نابز رد دتفین نایوج بیع ز نادرم تمه یرای للها زا

مذم رد

ت

دیوگ یمه نابز

(34)

85 90 95 100 105 هار یب راذگم ارم ادنوادخ دیاین یو زا باوص وک ینابز بیع دیوگب وک ینابز مدرم ندیرد هدرپ دنک وخ وک نابز نتفگ هدوهیب نیا زا دنچ انابز زره انابز ه یدرک شیپ ات اه یراقو یب و ایح یب انابز قوذ رگا زاب یشومخ یبای رادقم و هاج یبای هک یهاوخ رگا اهتحارج سب نتفگ ز یبایب ماک هک یهاوخ رگا یشونب لد رازآ لد رب دیان هک یهاوخ رگا کشلا دروخ نوخ وک نابز ردب ند نابز وچ ن رد ب د ییاشگ رب مه ی بیع ز زود ورف هدید نامدرم دندرک هدیدان ار هدید نادرم هک ر زا بیع نیبم و بیع وجم ه نیک بیع سک رگا دیوج زاب ار دوخ موکحم رگ هدید و نابز یزاس همه س ر رود هر ز یا دوب نابز تسدوب هچ رخآ یفسوی یا ارت کی ارت یدوب رگا رذ تریغ ه یدید شیپ زا وت هک یرازآ ره زاب ینک هبوت رگا نتفگ دب ز نک منابز هاتوک وت نتفگ دب ز دیاین یو زا باوج هک هب نامه نرت رب دیان هک رتهب نامه م وب ب را ارو بجاو د ب ن ندیر یمن نتفهن دیاب رس هک یناد صغ زا ملد یدرک شیر مغ و ه رب وت زا هک یراسمرش دیآ نم ب ه یبای زار ینعم هاگتولخ تبیغ زا نابز راد هگن مدرم یبایب اهتحار هک نک یشومخ ک یشومخ نک یشومخ یشومخ ن نابز راد هگن نتفگ یدب زا ار ب دیوگ انث زج وک نابز ب دنر موشب ئ نابز ییآرب رس زا زومایب ار یشوپ بیع نادرم ز دندرک هدینشن ار هدینشب یمه نیب رنه و یوج رنه یدرم رگا و یپ دمآ رگ دیوگن دب سک دنمس یزاتب نودرگ رب حور لّح دش راد رب ات هک ج روصنم یم وچ ییوگ یمن دوس هچ یتفگ تس ب ه زاوآ یدشرب ملاع ه تریح یدید شیوخ زا ناگناگیب زا هن زاسمد قافآ همه وت اب دوش

Referanslar

Benzer Belgeler

Combining with the identity of the Faculty of Fine and Applied Art, which is academic practitioners, proficient in communication, skillful in thinking, and full of

Türk edebiyatı tarihi incelendiğinde edebiyatımıza manzum-mensur karışık pek çok eser bırakan Uzun Firdevsî lakaplı Firdevsî-i Rûmî, döneminde çok fazla

Bu âşık günlerden bir gün maşukuna “Kibirlenmeyi ve naz etmeyi bırakıp biraz da âşıklarının hâllerine baksan!” deyince o mağrur güzel altın ve gümüş olmadan böyle

İsmail Sâdık Kemâl Paşa menâkıbnâmesinde gazel, rubâî, kıt‘a, kıt‘a-i kebîre ve kaside nazım türlerini tercih etmiştir. Bunların yanında ferd ve musarra beyitler

Korkmaz; ünlüleri ele alırken Eski Türkçeye göre i olan, Türkiye Türkçe- sine göre de ė olması gereken ünlülerin esre ile gösterildiğini, bu nedenle de

Bundan hareketle göç olgusunu, Türk Edebiyatına taşıyan yazarlardan biri olan Latife Tekin, Berci Kristin Çöp Masalları adını verdiği romanında, kentleşme sorununu

Herkes namussuz, herkes aptal, herkesin kültürü sathi… Bu kendini beğenmişlik, romanın bütününe sinmiş; kişilere bakışını olduğu gibi üslubunu

Eski Türkçede “-sAr” olarak kullanılan şart kipi, metinde de standart Türkiye Türkçesinde olduğu gibi “sA” şeklinde kullanılmıştır..