• Sonuç bulunamadı

Devrim nedir? Devrim kavramına tarihsel bir bakış

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Devrim nedir? Devrim kavramına tarihsel bir bakış"

Copied!
148
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

KAMU YÖNETĠMĠ ANABĠLĠM DALI

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DEVRİM NEDİR? DEVRİM KAVRAMINA

TARİHSEL BİR BAKIŞ

CĠHAN KAYMAZ

TEZ DANIġMANI

DOÇ. DR. A. BARAN DURAL

(2)
(3)
(4)

Tez Adı: Devrim Nedir? Devrim Kavramına Tarihsel bir BakıĢ

Hazırlayan: Cihan KAYMAZ

ÖZET

Bu çalıĢma, devrim kavramını tarihsel süreç, ideoloji ve insan bağlamında tartıĢmayı amaçlamıĢtır. AraĢtırmanın birinci bölümünde Ģu iddialar yer almıĢtır; devrim nicelik-nitelik arasında bir süreçtir ve kimi zaman niceliğin niteliğe üstün geldiği kimi zaman da niteliğin niceliğe üstün geldiği tarihsel bir olgudur. Ayrıca devrim stasis değil kinesis‟tir. Bu iddialar bağlamında Sovyet Devrimi deneyimindeki Öncü Parti ve Profesyonel Devrimci gibi fenomenler Sosyalist Devrimi bir dünya devrimine ulaĢtıramamıĢtır. Çünkü nicelik-nitelik iliĢkisinde Öncü Parti ve Profesyonel Devrimci fenomenleri devrimi dünya devriminden uzaklaĢtırmıĢ, devrimin sürekliliğini durdurmuĢ ve sonuçta da devrim niceliğin niteliğe üstünlüğüyle sonuçlanmıĢtır. Ġdeoloji kavramını tarihsel süreç içerisinde açıklayan araĢtırmanın ikinci bölümünde Marx‟ın Feuerbach‟a karĢı yazdığı 11. tez, tekrardan savunulmuĢ ve 11. teze ek olarak “anlamlandırmak da değiĢim içerir” iddiasına yer verilmiĢtir. Ayrıca bu bölümde devrim, diyalektik yöntemle iliĢkilendirilerek tartıĢılmıĢtır. AraĢtırmanın son bölümünde ise insan ve devrim iliĢkisi üzerinde durulmuĢtur. Son bölümün temel iddiası; devrimin symbiyosis içerisinde metamofoz olduğudur; devrim ancak içinde barındırdığı isyan özelliği sayesinde devrim olarak nitelendirilebilir. Bu yüzden devrim sürekli bir arzu ifadesidir, sürekli bir baĢkaldırı olarak algılanmalıdır.

(5)

Name of Thesis: What‟s the Revolution? Historical a Perspective The Concept of

Revolution

Prepared by: Cihan KAYMAZ

ABSTRACT

This study aims to discuss the concept of revolution in the context of historical process, ideology, and human. First part of the research claims; revolution is a process in between quality and quantity, and a historical fact that quality surpasses quantity or vice-versa. In addition, revolution is not static but kinesis. On the basis of these claims, Leading Party and Professional Revolutionary phenomena, those with Soviet experience, haven‟t been able to carry the Soviet Revolution to a World revolution. Because, in a relation of quality and quantity; Leading Party and Professional Revolutionary have taken the revolution away from being a World revolution, and stopped the kinesis. As a result, quantity has become superior to quality. Second part of the research explains concept of ideology within historical process, and supports the 11th thesis of Marx, which was written opposed to Feuerbach, and adds “Giving meaning contains change as well.” argument. In addition, revolution has been correlated with dialectic method. Last part of the research emphasis on relationship between human and revolution. Primary argument of the last part is that revolution is a metamorphosis within symbiosis. Therefore, revolution is a constant change, and it should be perceived as continuous rebellion.

(6)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ... I ABSTRACT ... II İÇİNDEKİLER ... III KISALTMALAR LİSTESİ ... IV GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. DEVRİM NEDİR? ... 4 1.1. Sözlük ve Siyasal Anlamı ... 4 1.2. Yöntem ... 7 1.3. Kavram ... 12

1.3.1. Reform, Revizyonizm, Oportünizm ... 14

1.3.2. Devrim ... 18

1.4. Bağlam ... 23

1.4.1. Ġngiliz Devrimi ... 26

1.4.2. Fransız Devrimi ... 28

1.4.2.1. Thermidor‟a Tepki: Babeuf Hareketi ... 30

1.4.2.2. Marx‟ın Yorumu ... 32

1.4.3. Sovyet Devrimi ... 33

(7)

İKİNCİ BÖLÜM 2. İDEOLOJİ VE DEVRİM ... 46 2.1. Ġnsanlık Tarihi ... 46 2.1.1. Zaman ... 49 2.1.2. Dil ... 52 2.1.3. Toplum Hakikati ... 56 2.1.3.1. Felsefe ... 60

2.1.3.1.1. Miletos Felsefe Okulu ... 62

2.1.3.1.2. Herakleitos ... 74

2.1.3.1.3. Elea Okulu ve Rasyonalizmin ĠnĢası... 67

2.1.3.1.4. Saçmanın Felsefesi ... 69

2.1.3.1.5. Logos‟un Kudreti: Sokrates-Platon-Aristoteles ... 72

2.1.3.2. Tarih ... 76 2.2. Marx ve Ġdeoloji ... 82 2.2.1. YabancılaĢma ... 89 2.2.2. Diyalektik ... 93 2.2.2.1. Diyalektik ve Devrim ... 99 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. İNSAN VE DEVRİM ... 101 3.1. Ġnsan ... 101 3.1.1. Gizilgüç ... 102 3.1.2. AlıĢkanlık ... 108

(8)

3.1.4. Devrim ve Evrim ... 114 3.1.5. Öz ... 116 3.1.5.1. Özne ... 120 3.1.5.2. Bilinç ... 122 3.2. Devrim ve Ġsyan ... 124 SONUÇ ... 127 KAYNAKÇA ... 132

(9)

KISALTMALAR LİSTESİ

NEP : Yeni Ekonomi Politikası

(10)

GİRİŞ

Antik Yunan‟da istikrarlı bir dönem yaĢanırken bu aynı zamanda tehdit anlamına da gelirdi. Durağanlık yani stasis dönemlerindeki bu endiĢe Antik Yunan‟da en çok korkulan ve çekinilen bir durumdu. Çünkü eĢitsiz bir yapıda istikrarın bu denli sürmesi olanaksızdı. Bu yüzden durağanlığın sonucu kinesisi ya da bugünkü anlamıyla söylersek devrimi kaçınılmaz kılacaktı. ĠĢte devrim, politik ve toplumsal yaĢamın kaçınılmaz eĢitsizliğine karĢı bir tepkidir. Marx‟ın dediği gibi tarih, sınıf savaĢımları tarihidir ve tarih her zaman devrime gebe olacaktır. Ancak günümüzde devrim, sadece politik ve tarihsel olarak değil, içi boĢaltılmıĢ olarak neredeyse her alanda kullanılan bir kavram haline gelmiĢtir. Sözgelimi çeĢitli tasarımların devrim niteliğinde gösterilmeye çalıĢılması, bir malın kullanım değerinde herhangi bir farklılık yokken, değiĢim değerine sokulduğunda yapılan formsal değiĢikliğin devrim diye sunulması veya önceden devrim kelimesini ağzına almayan siyasi oluĢumların Ģimdi her yaptıkları yeniliği devrim olarak açıklaması gibi birçok örnek devrim kavramının içinin boĢaltılmasını sağlamıĢ ve devrimin çok konuĢulan ancak pratiksel özelliğini yitirmiĢ bir kavrama dönüĢmesine yol açmıĢtır. Ayrıca devrimci mücadelelerde Marx, Engels, Lenin, Che Guavera, Deniz GezmiĢ gibi karakterlerin içi boĢaltılıp meta haline getirilmesi devrimi gerçeklikten uzaklaĢtırdığı da söylenebilir. Çağın neden bu kavramı gizlediği ya da fazlasıyla sergilediği devrimin niteliğinden ileri gelmektedir. Antik Yunanlıların endiĢelendiği gibi bugün de bir durağanlık söz konusudur ve tarih hala çekinilen, korkulan devrime gebedir. Marx‟ın söylediği gibi devrim niteliği gereği hala tarihin lokomotifi olmaya devam etmektedir. Ancak eskinin devrim söylemleri yerine, kendini yeniden üreten sisteme karĢı, devrim kavramı yeniden ele alınmalı ve tartıĢılmalıdır. Çünkü devrimin statikleĢmesi baĢta kendi içeriğine aykırıdır. Öyleyse “devrim nedir?” Bu soruya verilecek cevap, devrimin zihinlerdeki anlamını verebilir. Ancak devrim, yalnızca tarihsel bir olgu olarak mı değerlendirilmelidir? ĠĢte bu sorunsalın yol açacağı çok farklı noktalar vardır. Devrim yalnızca “olan Ģey” olarak değerlendirilen bir yöntemle açıklanırsa önümüze tarih yazımının çıkardığı, Ġngiliz, Fransız veya Sovyet devriminin tarihteki belirli olgular üzerinden seçilmiĢ bir açıklaması ortaya

(11)

çıkabilir. AraĢtırmada incelenen Ġngiliz, Fransız ve Sovyet Devrimleri göstermiĢtir ki devrim, her defasında farklı bir nitelikte gerçekleĢmiĢtir. Bu yüzden “olan Ģey” ancak devrimin seçilen olgular üzerindeki gerçekliğini vermekten öteye gidememiĢtir. Bunun dıĢında devrim yalnızca “olması gereken Ģey” olarak değerlendirilen bir yöntemle açıklanırsa, bu sefer de ütopik bir sınırsızlığın içine düĢülmüĢ olunur ve içerisine düĢülen durumun idealizmin ulaĢılamaz gerçekliğinden bir farkı kalmaz. Bu yüzden olan ile olması gereken arasındaki diyalektik iliĢki devrim kavramını açıklayabilmek için önemli olacaktır. Bu araĢtırmanın temel sorunsalı, olan ile olması gereken arasındaki diyalektik iliĢki içerisinde devrim kavramının tarihsel olarak açıklanabilmesidir. Böylece varılacak nokta devrim gerçeğinin saptırılması ve içinin boĢaltılması yerine her Ģeyden Ģüphe edilmesi gerçeğidir. Çünkü Gramsci‟nin dediği gibi “yalnızca gerçek devrimcidir.”

AraĢtırmanın birinci bölümünde ilk olarak devrim sözcüğünün, ortaya çıkıĢ ve geliĢme sürecine bakılacaktır. Ġkinci olarak devrimin ele alınıĢ yöntemlerinde bazı sorunlara dikkat çekilerek, yöntem sorunsalına değinilecektir. Üçüncü olarak, devrimin kavramsal boyutu tartıĢılacaktır. Bu bölümde son olarak da devrim için tarihsel olgu ve olaylar üzerinden bir değerlendirilme yoluna gidilecektir. Birinci bölümün temel varsayımı; devrim nicelik-nitelik arasında bir süreçtir ve kimi zaman niceliğin niteliğe üstün geldiği kimi zaman da niteliğin niceliğe üstün geldiği tarihsel bir olgu olduğudur. Ayrıca devrim stasis değil kinesis‟tir. Bu iddialar bağlamında Sovyet Devrimi deneyimindeki Öncü Parti ve Profesyonel Devrimci gibi fenomenler Sosyalist Devrimi bir dünya devrimine ulaĢtıramamıĢtır. Çünkü nicelik-nitelik iliĢkisinde Öncü Parti ve Profesyonel Devrimci fenomenleri devrimi dünya devriminden uzaklaĢtırmıĢ, devrimin sürekliliğini durdurmuĢ ve sonuçta da devrim niceliğin niteliğe üstünlüğüyle sonuçlanmıĢtır. AraĢtırmanın ikinci bölümünde yanlıĢ bilinci oluĢturan gerçek yaratımı ve ideoloji tartıĢılacaktır. Toplumda yaĢayan insan, gerçekliği nasıl algılar? Gerçekliği oluĢturan öğeler nelerdir? Ġdeoloji, gerçekliği nasıl yansıtır? gibi sorular bağlamında ikinci bölümde ilk olarak, insanlık tarihi içerisinde gerçekliği oluĢturan faktörler üzerinde durulacaktır; toplumda yaĢayan insan dil, zaman ve toplumun hakikatleri içerisindedir. Toplum ona ideolojisini

(12)

sunar. Ġdeoloji, çeĢitli araçları kullanarak mutlak gerçekliğe dönüĢür ve mit, felsefe, tarih yazımı gibi yaratılarla da mutlak gerçeklik kendini yeniden üreterek süreklileĢir. Bölümde ikinci olarak, ideoloji anlatılacak ve Marx ve felsefesi ideoloji üzerinden tartıĢılacaktır. Son olarak tarih felsefesinin konusu olan devrim kavramı, diyalektik açıdan tartıĢılacaktır. Ġdeoloji kavramını tarihsel süreç içerisinde açıklayan araĢtırmanın ikinci bölümünde Marx‟ın Feuerbach‟a karĢı yazdığı 11. tez, tekrardan savunulmuĢ ve 11. teze ek olarak “anlamlandırmak da değiĢim içerir” iddiasına yer verilmiĢtir. Ayrıca bu bölümde devrim, diyalektik yöntemle iliĢkilendirilerek tartıĢılmıĢtır. AraĢtırmanın son bölümünde ise insan ve devrim iliĢkisi anlatılacaktır. Ġnsan, doğa ile nasıl bir diyalektik iliĢki kurar? Evrim ile devrim arasındaki fark nedir? Ġnsanın kendisi olmasını engelleyen etkenler nelerdir? gibi sorular bağlamında ilk olarak insanın “her an ne olduğu” ya da neye dönüĢtüğü anlatılacak ve gizilgücü, alıĢkanlığı, simgesel ve maddesel araç kullanımı ve doğa ile kurduğu iliĢki çerçevesinde tartıĢılacaktır. Ġkinci olarak, öz, özcülük ile idealizm felsefesi sorgulanacaktır. Son olarak devrim ile isyan iliĢkisi üzerinde durulacaktır. Son bölümün temel iddiası; devrimin symbiyosis içerisinde metamofoz olduğudur; devrim ancak içinde barındırdığı isyan özelliği sayesinde devrim olarak nitelendirilebilir. Bu yüzden devrim sürekli bir arzu ifadesidir, sürekli bir baĢkaldırı olarak algılanmalıdır.

(13)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. DEVRİM NEDİR?

Bir sözcüğü analiz etme sorunsalı, sözcüğün felsefik ve linguistik anlamlarını ele almayı beraberinde getirir. Sözcüğün anlamına felsefik yaklaĢma, sözcük ile özne ve nesne arasındaki bağlantıyı inceler ve bağ kurmaya çalıĢarak açıklamalarda bulunur. Linguistik yaklaĢma ise; dilin yapısı, kökeni ile sözcüğün zaman içindeki anlam değiĢimleri gibi konularla ilgilenir. Devrim sözcüğü için bu semantik yaklaĢımları kullanarak zaman içindeki dönüĢümlerinin bir kısmını gözlemleyebiliriz. Ayrıca devrimler tarihte bir olgu olduğundan ve her devrim niceliksel farklılıklar gösterdiğinden tarihsel semantik metodun kullanılması sözcüğü anlamlandırabilmemiz açısından önemli olacaktır. Bu bölümde ilk olarak devrim sözcüğünün, ortaya çıkıĢ ve geliĢme sürecine bakılacaktır. Ġkinci olarak devrimin ele alınıĢ yöntemlerinde bazı sorunlara dikkat çekilerek, yöntem sorunsalına değinilecektir. Üçüncü olarak, devrimin kavramsal boyutu tartıĢılacaktır. Bu bölümde son olarak da devrim için tarihsel olgu ve olaylar üzerinden bir değerlendirilme yoluna gidilecektir.

1.1. Sözlük ve Siyasal Anlamı

Devrim sözcüğü birçok alanda yaygın bir Ģekilde kullanılmakla birlikte günümüzde birbiriyle bağlantısız anlamları bulunmaktadır. Sözgelimi Türk Dil Kurumu sözlüğünde devrimin bir anlamına; çevrilme, katlanma, bükülme yazmaktadır. Yine sözcüğün baĢka bir anlamı sofra‟dır. Bir diğer anlamı Latince “revolutio” sözcüğünden gelen, sarılmıĢ bir Ģeylerin açılması, çözülmesi anlamına gelmektedir. Revolutio, Fransızca‟da da “akıĢ” anlamını vermektedir. Bunun dıĢında devrim; Latince “revolution” sözcüğünün Türkçe karĢılığıdır. Revolution, Hint-Avrupa dillerinde “volvere” yani “dönüĢ” sözcüğüne; geri, geriye doğru, yeniden,

(14)

tekrar gibi anlamlara gelen “re” önekinin getirilmesiyle oluĢmuĢ Latince “revolvere” kelimesinden türemiĢtir. Böylece revolution; etrafında dönmek, tekrar dönüĢ, geriye dönüĢ gibi anlamlara gelmektedir. Bununla beraber 1543‟te astronomi alanında Göksel Kürelerin Devrimleri Üzerine adlı yapıtıyla, Batlamyus‟un dünya merkezli modelini eleĢtirerek, güneĢ merkezli yeni bir model sunan Copernicus‟un kullandığı devrim sözcüğü, bir gök cisminin bir yörüngeyi veya elipstik düzlemi takip ederek, tekrar eski haline gelmesini tarif etmek için kullanılıyordu. Bu bilimsel anlamına yakın olarak Fransızca‟da bir noktanın sabit uzaklıktaki bir baĢka nokta etrafındaki 360 derecelik hareketine “devrim dairesi” denmektedir. (Dilber, 2006: 202) Dahası mevsimlerin birbirini kovalaması da devrimdir. (Meriç, 2002: 112) Bilim alanındaki anlamlarına ek olarak siyasal alanda devrim sözcüğü, 1640-1648 tarihleri arasında Ġngiltere‟de meydana gelen Ġngiliz Devrimi‟nde kullanılmıĢ ve böylece devrim sözcüğü bilimsel anlamındaki anlamına benzer olarak siyasal alanda da yerini almıĢtır. Ġngiliz Devrimi‟nin zaman anlayıĢı kürelerdeki döngüsellik içerisindeki değiĢimi simgelemekteydi. Kopernik Devrimi olarak adlandırılan fonksiyonda; “zaman” değiĢime tabi hareketin sayısını ifade ediyor, hareketten kasıt ise çevirimsel bir zamanın uyumu demekti. Siyasal alanda yapılan tanımlamalara bakılacak olursa, sözgelimi Hobbes‟a göre devrim, çevirimsel bir harekettir ve dünyanın meydana getirdiği her çeĢit adaletsizliğin ve budalalığın hikâyesidir. (Mastnak, 2006: 67-68) Montesquieu, “Kanunların Ruhu” kitabında monarĢiyle yönetilen ülkelerin tarihinin iç savaĢlarla dolu olduğunu ancak devrimin gerçekleĢmediğini; despotizmle yönetilen ülkelerin tarihinin ise, devrimlerle dolu olduğunu, iç savaĢın olmadığını söyler. Sonuç olarak Montesquieu, devrimi hükümet darbesi olarak kullanıyordu. (Meriç, 2002: 112) Tabi Montesquieu, Fransız Devrimi döneminde yaĢamıyordu.

Kant, çevirimsel zamanı düz ve çizgisel hale getirmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle zaman bir Ģeylere bağımlıyken –doğa yasaları gibi- Kant‟la birlikte zaman tabi olunan, Ģekillendiren bir Ģey olmuĢtur. (Deleuze, 2007: 12) Kant‟ın düz çizgisel zaman anlayıĢına benzer Ģekilde 1789‟da Fransız Devrimi gerçekleĢecekti. Fransız Devrimi‟ne tanıklık etmiĢ bir düĢünür olan Burke‟a göre Fransız Devrimi, boĢ bir levha üzerinde inĢaydı; Paris filozofları manevi dünyayı yapan ve destekleyen

(15)

duygulardan, alıĢkanlıklardan habersizdirler. Onlar için insan, üzerinde deneyler yapılan bir faredir. Dünyanın bütün devletleri manevi ve çağların mirası olan kurallara bağlıdır. 1789 devrimi ise doktrinlere yani soyut bir takım boĢ inançlara dayandırılır. EĢitliğe inanmayan, seçkin zümreleri yani aristokratları halktan ayrı tutan Burke için hürriyetler vardır, hürriyet yoktur. Bu yüzden -Fransa‟da olan-

devrim, tanrının günahları cezalandırmasıdır. (Meriç, 2002: 114-115) Saint Simon

Fransız Devrimi‟ni, eskiyle yeninin bir arada yaĢayamamasına dayandırarak açıklar ve Ģöyle der; “Eskinin amacı fetihti, yeninin üretim. Birinin bayrağı dogmaydı,

ötekinin akıl. İster istemez çatışacaklardı. Fransız Devrimi altı yüzyıl önce başlayan oyunun son perdesi; tarihin çökmeye mahkûm ettiği müesseseleri yerle bir eden zelzele.” (Meriç, 117) Proudhon devrimin farklı bir yönünü de vurgulayarak Ģöyle

der; “hırsız gibi gelir devrimler, yaklaştıklarını sezersiniz belki ama nasıl ve ne

zaman patlayacaklarını kestiremezsiniz.” (Meriç, 115-116) Engels, Fransız Devrimi

düĢünürlerinin aĢırı devrimci olduğundan bahseder. Engels‟e göre, bu devrimciler, din, doğa bilimi, siyasi ve toplumsal kurumlar gibi her Ģeyi akıl yoluyla eleĢtiriyor ve hiçbir otorite tanımıyorlardı. Akıl onlar için her Ģeyin ölçüsü olmuĢtu. Aklın yöntemini, Rousseau‟nun Toplum SözleĢmesi‟nden aldıkları, eĢitlikle açıklarlardı. BaĢka bir deyiĢle Engels‟e göre dönemin ütopist devrimcileri, herkesin ilkel toplumda eĢit yaĢarken özel mülkiyetin ortaya çıkıĢıyla eĢitsizliklerin geliĢmesi sonucu, eĢitsizliğe karĢı toplum sözleĢmesine ihtiyaç duydukları ve böylece akılcı bir devlet oluĢturduklarına inanırlardı. (Engels, 1993: 41)

Auguste Comte‟tan etkilenen ve bir pozitivist olan Littre; ilk olarak 1863-1872 yılları arasında yayınlanan “Fransız Dili‟nin Sözlüğü” kitabında devrimi; eski ile yeni arasındaki geçiĢ sürecidir diye tanımlamıĢtır. Löwy, “Bilim ve Devrim” yazısında alıntıladığına göre Comte da toplumsal yasaların doğal yasalar olduğunu düĢünür ve toplumun bu yüzden değiĢtirilemeyeceğine inanır. Comte, devrimci hayallerin tersine pozitivist olarak toplumsal statu quo‟nun edilgence kabulünü savunur. (Löwy: 2009) Fransız Devriminin etkisini Marx ve Engels‟de de görmek mümkündür. Ancak Marx ve Engels ile birlikte devrimin perspektifi de değiĢime uğrayacaktır. Marx ve Engels devrim için, mevcut dünyayı köklü bir biçimde

(16)

dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmek

(Marx-Engels, 1999: 49) diyordu. Mevcut durumu ortadan kaldıran reel bir hareketi (Timur, 2007: 24) anlatan bu tanıma göre pratik düĢünce teorik düĢünceden de ayrılarak toplumsal eylemin temeli haline gelecekti. Marx ve Engels‟in Feuerbach Üzerine Tezler‟deki on birinci tezi; “filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde

yorumladılar sorun onu değiştirmektir.” (Marx-Engels, 1999: 24) Marx (ve Engels)

felsefelerini Hegel‟in felsefesinden geriye dönüĢ yaparak aĢmayı dener. Marx geriye dönüĢ yaparak, Fransa‟da keĢfettiği örgütlü iĢçi sınıfı, Engels‟in Ġngiltere‟de keĢfettiği kapitalizm ile geliĢen sınıf mücadelesi, marksist felsefeye dâhil edilmiĢ olur. (Althusser, 2002: 102) Fransız Devrimi‟nden sonra, devrim kavramı, yalnızca siyasal alanda yapılan değiĢimi değil, topyekün bir değiĢimi ifade etmek için de kullanılmıĢtır. (Latour, 2006: 57) Yack‟ın ifadesi olan Topyekün Devrim, yalnız siyasal alandaki değiĢimi değil, tüm yapıların bağlı olduğu ana yapıyı yıkmayı anlatır. Babeuf, sınıf çatıĢmasını tarihe yön veren bir etken olarak, 1789‟daki devrimin sanıldığı gibi hükümet biçimi sorunu değil, toplumsal bir sorun olduğunu düĢünüyordu. Bu yüzden yalnız hükümet değiĢimini değil, aynı zamanda toplumsal değiĢimin de gerekliliğine vurgu yapıyordu. (Babeuf, 1974: 62-63) Marx da “Hegel‟in Hukuk Felsefesi‟nin EleĢtirisi” kitabının baĢında, binanın taĢıyıcı sütunlarını ayakta bırakan, kısmi, sadece siyasal bir devrim ile toplumsal devrimi birbirinden ayırmıĢtır; Marx, sadece devletin siyasal dönüĢümü fikrini, toplumun temelindeki ekonomik değiĢimle ilgili toplumsal bir dönüĢüme çevirmiĢtir. (Bottomore, 1987: 51) Böylece Marx ve Engels o zamana kadar gelen felsefeden ayrılarak pratiği vurgulayarak Sovyet Devrimi‟nin de düĢünsel temelini atmıĢ olur. Bugünkü anlamıyla siyasal olarak “devrim” sözcük anlamıyla Türk Dil Kurumu sözlüğünde; belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değiĢikliği anlatmak için kullanılır.

1.2. Yöntem

Bilimin olgusallığı içinde olguları bulmakta kullanılan gözlem, deney ve ölçme iĢlemleri (Yıldırım, 1998: 77-78) devrimleri anlamlandırmada bize yardımcı

(17)

olmayabilir. Çünkü devrim salt bir olgu değil, değer yargılarıyla birlikte anlaĢılabilecek bir kavramdır. Bu yüzden pozitivist yöntem devrimi açıklamakta yetersiz görünmektedir. Çünkü devrim, semantik anlamının dıĢında, tarihsel bir olgu ve felsefik bir imgeyi de temsil eder. Sözgelimi Moore, karĢılaĢtırmalı tarih yöntemini kullanır, yani tarihsel olgular arasındaki farklılıklarla sonuca ulaĢmak ister. Moore, karĢılaĢtırmalı tarih yöntemini iki soruyla temellendirir. Birinci soru, tarihte özgürlüğe ulaĢmak için Ģiddete baĢvurmak gerekli, zorunlu mudur? Ġkinci soru; çağdaĢlığa uzanan birbirinden farklı yolların insanlara yüklediği bedeller, rasyonel değerlendirmelere olanak verecek biçimde hesaplanabilir ve haklarında belirli yargılara ulaĢılabilir mi? Moore bu sorular üzerindeki merakı sonucu Ģu sonuca varır: ÇağdaĢ liberal demokrasiye, faĢizme ve komünizme varan, birbirlerine seçenek oluĢturan üç yolun tarihsel geliĢimi karĢılaĢtırmalı olarak açıklanabilir. Moore‟un tarihsel olgularla yola çıkması, “olan Ģey” üzerinden karĢılaĢtırmalı açıklamalar yapması onu sömürünün nesnel olduğu sonucuna götürür. Sözgelimi FaĢizm, Moore‟a göre çağdaĢ bir olgu değildir ve de belki kökü kurutulmamıĢ bir nesnelliktir. (Moore, 2003: 12) Skocpol da aynı yöntemi kullanarak “devrimlere

kendi içindeki bütünlükler olarak bakmalıyız” der. (Skocpol: 2004: 27) Bu açıdan,

devrim denildiğinde, yalnızca olgulardan hareket etmek doğru olmayabilir. Çünkü olgu/değer tartıĢmasında yalnıza olgunun veri olarak seçilimi, mutlak gerçekliğin varlığı sonucuna götürür. Devrim, böylece tarihte meydana gelmiĢ olgular arasında sıkıĢmıĢ olur. Ayrıca “nedir” sorusu devrim‟i betimleyecektir. Fakat yalnızca devrim‟i yazılı olarak anlatmak da yetmeyecektir. Çünkü “nedir” sorusu devrim olgusunun oluĢ biçimini verir. Sözgelimi Sovyet Devrimi anlatıldığında Sovyet Devrimi‟nin nasıl meydana geldiği saptanmıĢ olur. Fakat bu devrimin “neden” meydana geldiği sorusuna yanıt alınamayacaktır. Bu yüzden “nedir” sorusu devrim‟i betimlemek dıĢında “neden” sorusunu sorarak devrim‟i açıklamak da önemli olacaktır. Böylelikle “nedir” sorusuyla yapılan analizin yanında “neden” sorusuyla daha geniĢ ve olgunun kökenine inebilecek bir tespit yapılabilir. Bir de dünyadaki meydana gelmiĢ değiĢimlerin nitelikleri ve nicelikleri birbiriyle aynı olmadığından, devrim nedir? sorusuna verilebilecek cevap “belirsiz” olabilir. Sözcükler herhangi bir Ģeyi belirten iĢaretlerden baĢka bir Ģey değildir. Aynı Ģekilde devrim sözcüğü de tek baĢına “belirsiz” bir anlamı ya da anlamları gösterebilir. Sözcüklerin anlamını

(18)

simgeledikleri Ģey ya da Ģeyler oluĢturacağından (Yıldırım, 1998: 49) devrim‟i anlamlandırırken devrimin simgesini oluĢturmak ve anlam kazandırmak için nitelendirilmesi gerekir. Kant bu durumu felsefede kategori‟yi tanımlarken açıklar; bir kategori; evrensel olup, her nesneye, her kavrama dair bir sıfattır. (Deleuze, 2007: 18) Deleuze, Kant‟ın a posteriori‟sini Ģu örnekle anlatır; “Gül kırmızıdır,” diyorum.

Nedir bu? Hiç karışık değil, “gül kırmızıdır” iki kavram arasındaki bir ilişkidir; “gül” ve “kırmızı” kavramları arasında –ve eğer burada evrensel veya zorunlu olan nedir, diye sorarsam “hiç” cevabını veririm. Bütün nesneler gül değildirler, her gül kırmızı değildir, bütün kırmızılar da gülün rengi değildirler. Bir kırmızı gül deneyimi olduğunu ve bu deneyimin, bütün deneyimler gibi özel, tesadüfî, a posteriori olduğunu söyleriz. …burada gül kavramının a posteriori bir kavram olarak, sınıf diyebileceğimiz bir şeyi tanımlıyor olduğudur; gül kavramı bir sınıf ya da bir küme tanımlar. Kırmızı, bu kümenin bir kümesinin, kırmızı güllerin oluşturduğu alt-kümenin bir özelliğidir. Bir kümeyi, dışladığı şeyin işlevi olarak ve dışladığı şeyle ilişkisi içinde tanımlayabilirim – gül olmayan şey. Güllerin kümesi çiçeklerin oluşturduğu daha geniş bir kümeden kesilip alınmıştır ve güllerin kümesi geriye kalanlardan, yani gül olmayan bütün çiçeklerden ayırt edilecektir. (Deleuze, 18-19)

Deleuze‟ün Kant‟ın a posteriori‟yi anlattığı gibi sözgelimi Fransız Devrimi iliĢkilendirilecek olursa; Fransız devrimi denildiğinde “Devrim” ve “Fransız” kavramları arasında bir iliĢki söz konusudur. Bu iki kavram arasında zorunlu olan nedir diye sorulduğunda yanıt; “hiç” olacaktır. Bütün mefhumlar devrim değildir ve her devrim, Fransız devrimi değildir. Fransa‟da meydana gelmiĢ olayların hepsi devrim de değildir. Sonuç olarak bir Fransız Devrimi deneyimi olduğunu ve bu deneyimin bütün deneyimler gibi özel, tesadüfî, a posteriori –gül kırmızıdır yargısı gibi- olduğu söylenebilir. Burada kategorik olan devrim bir kümededir, “Fransız” sıfatı da bu kümenin bir alt sınıfındadır. Görüldüğü gibi devrim sözcüğü bu anlamda tek baĢına nitelenmemiĢ bir kavramı ifade eder. Fakat Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi gibi devrim sözcüğünü kavramsal hale getirsek, belli oranlarda belirsiz anlamından çıkar. Bu durumda devrim‟i genel olarak tanımlamak yerine “Ġngiliz Devrimi”, “Fransız Devrimi”, “Sovyet Devrimi” gibi olanı tespit etmek daha doğru olabilir.

(19)

Her Ģeyin anlamlandırıldığı, tanımlandığı, bir süreç, bir dönem, bir tarih vardır. GeçmiĢten gelen bir anlamla Ģimdiki zaman anlatılmaya çalıĢılırsa, geçmiĢ zamanda oluĢturulan tanıma bağlı kalınacağından “gerçek” Ģimdiki koĢullara göre değil, geçmiĢin gölgesinde belirlenmiĢ olur. Benzer Ģekilde gelecek ile ilgili bir tanımlamada, Ģimdiki durum açıklanmak istenirse yine geçmiĢe bağlı kalınacağından “gerçek” geçmiĢin gölgesinden kurtulmamıĢ olur. Anlatılan her Ģey kendi tarihini sınırlayanın, baĢka bir deyiĢle Ģimdiki zamanın ötesine geçemez. Tanımlanana ait olan her zamanda bir Ģimdi vardır. O kendi tarihinde durmaktadır, ne ileri gider ne de geri. Bu açıdan herhangi bir tanımda durağanlık vardır ve bu durağanlığı bilmek gerekir. Çünkü tanımı yapılan özünü korumakla birlikte farklı bir forma bürünmüĢtür. Bir Ģeyi olduğu gibi bırakarak aynı anlama geliyormuĢ gibi tanımlamak, onu bir zihniyetin ürünü haline getirir. Böylece tanımlanan, zihniyetin aracı gibi hizmet etmeye baĢlar. Organizmanın bir parçasına dönüĢen ve değiĢtirilemez gerçekliğin mantığına bürünen tanımlanmıĢ olan, organizmanın nesnesi haline gelmiĢ olur. Artık organizma, tanımlananın değiĢimine uyum sağlıyorsa tanım değiĢir; eğer uyum sağlanamıyorsa tanımlanan Ģey sabitlenmiĢ gerçeğin esiri haline gelir. Bu açıdan “devrim” tanımı yapıldığı andan itibaren değiĢecek bir öze sahip olduğundan herhangi bir organizmanın uyumundan yana değildir. Hatta “devrim” kendi öz anlamı itibariyle kendi tarihindeki olgu olmaktan çok daha fazla anlamlara gelmektedir. Ancak diğer bütün tanımlamalarda olduğu gibi devrim de tanımı, tek düze yapıldığında özünü yitiren, yani değiĢim yerine uyumu anlatan bir anlama gelebilir. Sözgelimi Sovyet Devrimi döneminde devrim kavramsal olarak marksist bakıĢ açısı içerisinde radikal, köklü bir toplumsal değiĢimi ifade ederken, devrimin kurumsallaĢtığı daha sonraki yıllarda, organizmanın devamlılığını sağlamak için kullanılan bir araca dönüĢtürülmüĢtür.

Devrim‟in yalnızca semantik değerlendirilmesi yapılan bir kavramdan ibaret olmadığından bahsetmiĢtik. Olgusal olarak kavranabilen devrim imgelemi, kendini var eden ve zihinlerde dolaĢan çeĢitli anlamları taĢımaktadır. Bu yüzden “devrim” yalnızca linguistik olarak değil, ortaya çıkıĢ serüveninin aktarımıyla da değerlendirilmesi gerekir. Dolayısıyla devrim imgeleminin serüveni için, tarihteki

(20)

devrim olgusunu incelemenin önemi büyük olacaktır. Ancak tarihe bakmak ayrı bir sorunu beraberinde getirir; tarihe nasıl bakılacak? Çünkü devrim imgelemi tarihe bakarken yöntem olarak farklı anlamları içermekte, hatta farklı formlar kazanmaktadır. Bu da bilginin imge üzerindeki etkisi sorunsalını doğurmaktadır. Sözgelimi, “elma” dendiğinde ilk akla gelen imge doğanın izlenimselliğinin bir sonucudur. BaĢka bir deyiĢle “idea” ile ilgilidir. Ġdeal bir elmayı tasvir etmek ya da imgesel bir elmayı tasvir etmek felsefeye indirgenen uğraĢlar olacaktır. Anlatılmaya çalıĢılan, elmanın zihinde yalnızca elma sarı mı, kırmızı mı gibi biçimsel farklılıklarının yanında, aynı zamanda doğanın yansıttığının “gerçeklik” olup olmadığıdır. ĠĢte bu felsefi tartıĢma tarih içinde devrim imgelemi söz konusu olduğunda da aynı Ģekilde geçerliliğe sahiptir. BaĢka bir deyiĢle tarihte devrime bakmak devrimi imgesel olarak değerlendirmek demektir. Bu değerlendirmede de felsefi yöntemler tarihteki devrimi anlamlandırabilmek açısından önemli olacaktır. BaĢka bir deyiĢle devrimi hem bir olgu hem de bir değer olarak değerlendirmek gerekir. Tarihe nasıl bakılacağının önemi tam olarak buradadır. Çünkü anlatılan, devrimin sadece ne olduğunu değil tarihin nasıl algılandığını, dolayısıyla felsefi bir kaygıyı da oluĢturacaktır. Son olarak, devrime tarihsel açıdan bakmak, tarihi de hangi gözle görmemiz gerektiğinin önemini gösterir. Fizik alanında bilinen “double slit experiment” yani çift yarık deneyi‟nde olduğu gibi elektronların bir yerden fırlatılıp, iki yarıktan geçtikten sonra duvarda oluĢturduğu Ģekli gösteren deneyde, aynı iĢlemi gözlemcinin deneye dâhil olmasıyla farklı sonuçlar verdiği görülmüĢtür. Kuantum Fiziği‟ndeki gözlemci faktörünün olasılığı değiĢtirdiği öngörüsüne bu deney sonucuyla varılabilir. Çünkü deneye nasıl baktığımız, gözlemlediğimizin özelliğini değiĢtirmiĢtir. Benzer Ģekilde tarih için de, olay ve olgulara bakan kiĢi tarafından gerçeklik değiĢecektir. Bu bağlamda devrime tarihsel açıdan bakarken, mutlak gerçekliği bulma çabası yerine, olgu ve değerin oluĢturduğu gerçeklikleri keĢfedebiliriz.

(21)

1.3. Kavram

Antik Yunan‟da, en çok korkulan hareket, Ģiddet yoluyla gerçekleĢtirilen ve yeni bir anayasayla sonuçlanan durumları anlatan kinesis diye bir kavram vardı. Bu hareketin gerçekleĢmemesi için istikrar yani durağanlık sağlanması istenirdi. Fakat Aristoteles‟in belirttiği gibi bu hareketin nedeni eĢitsizlikti. Bunun için de “stasis” olabilirdi ama kinesis de kaçınılmazdı. Thucydides‟in tanımıyla stasis; bireylerin ve toplumun birtakım semptomlarında görülen iç rahatsızlıklardı. Stasis; yalnızca devlet için, yenilgilere yol açacak ve devletin gücünü zayıflatacak bir durum değil, aynı zamanda ahlakın, politikanın ve aynı koĢullar altında yaĢayan vatandaĢların bozulması demekti. Tunçay da Aristoteles‟in “Politika” adlı eserinin çevirisindeki açıklamada stasis‟i daha çok, gerilim ve şiddet patlamasının kaçınılmaz olacağı

kadar büyüyünce ortaya çıkan bir durumdur, diyerek açıklar. (Aristoteles, 1993:

141) Stasis‟in sağlanması, aslen kinesis‟in baĢ göstereceği anlamına gelmekteydi. BaĢka bir deyiĢle istikrar, bir yandan düzenin iyi gitmediği, bozulduğu demektir. Bu yüzden istikrara karĢı her an bir hareket doğabilir. ĠĢte Antik Yunan‟da en çok korkulan ancak durdurulamayan buydu. Stasis, kinesisi doğurur, yani durağanlık olmadan hareket olmaz, hareket olmadan da durağanlık olamayacaktır.

Her toplumda, kültürel, siyasal, ekonomik değiĢimler olmaktadır. Bu değiĢimler, doğayla ve diğer toplumlarla iliĢkilendirilerek, kimi zaman eskiyi yok edici, kimi zaman da tamir edici birçok yönden gerçekleĢmiĢtir. DeğiĢim, teknolojinin geliĢimiyle olacağı gibi, siyaset adamlarının çatıĢmasıyla da olabilir; güçlü bir monark, iktidarı ele geçirebilir veya yetenekli bir lider ortaya çıkarabilir. Bunun dıĢında kültürel ve düĢünsel hareketler, toplumu değiĢtirmede etkendir. (Bottomore, 1987: 46) Marx, toplumsal değiĢimin temeline ekonomiyi yerleĢtirir ve devrimci bir model sunar. Devrimci düĢünceler, toplumda köklü bir değiĢim ister. Toplumun değiĢimi için devrimci düĢünceler dıĢında evrimci düĢünceler de vardır. Evrimci düĢünceler, devrim gibi köklü bir değiĢimi değil, tarihsel sürecin varacağı noktayı bekleyen, daha çok iyileĢtirmeci modellerdir.

(22)

Hegel, Fransız Devrimi‟ni, yıkıcı ve yadsıyıcı buluyordu. Devrimle birlikte olan ise; ulusların yeniden örgütlenmesi sonucu bireyin ulusal mirasına bağımlılığının kabulüydü. Hegel‟in varacağı sonuç, iĢe yaramaz olmuĢ kurumların yaĢayan toplumsal güçlerle yıkılması, kurulan ulusal yapıların kendi durağanlıklarını sağlamalarıydı. ĠĢte devrim bu ikisinin toplamıydı. (Sabine, 2000: 11) Durağanlık varsayımı, yani kültürel ve toplumsal sürekliliğin devamlılığını isteyen düĢünce Moore‟a göre kültürel ve toplumsal sürekliliğin devamlılığı sonucunda büyük acı ve sıkıntılara neden olmuĢtur. Bu duranlılığa göre değerleri sürdürebilmek için insanlara çeĢitli baskılar uygulanmıĢtır. (Moore, 2003: 13) Aslen durağanlık varsayımı iki anlamı barındırır. Birincisi kültürel ve toplumsal bir düzen içerisinde, düzeni değiĢtirmemek ve muhafaza etmek üzere yapılan mücadeleler. Bu mücadeleler genellikle yasal yolların, devletin aygıtlarıyla sistemi meĢrulaĢtırmak ve geliĢtirmek için yapılır. Sözgelimi Ġngiltere iç savaĢında köylülerin yaĢam alanları yok edilirken, yalnızca burjuvazinin siyasal güç kazanmaya çalıĢması neticesinde kültürel ve toplumsal herhangi bir yapı yıkılmadan burjuva iktidarı kendini göstermiĢtir. Bu tür siyasal reformların temeli de durağanlığı sürdürmek için, yani yalnızca siyasal değiĢimi kültürel ve toplumsal adaptasyonla sağlamak için yapılmıĢtır. Dinsel reform da burjuvaziye entegre edilerek durağanlık sürecinden ödün verilmemiĢtir. Durağanlığın ikinci anlamı, sistem içinde iç savaĢa mahal vermeden devlet aygıtlarının ve yasal yolların sonuna kadar kullanıldığı, gerekirse değiĢtirildiği yöntemdir. Toplumun “status quo” üzerinden belirlenmiĢ siyasal partilerinin uyguladığı, yalnızca ufak kültürel farklılıklarla sonuçlanacak bu yöntemde, iki ayrı görüĢ gibi sunulan düĢünceler, temelde durağanlığı sağlamanın kavgasını verirler. Ancak iki farklı düĢünce arasındaki kavgada devletin aygıtlarını elinde tutan grup, kendi düĢüncesine aykırı gördüğünü değiĢtirmek ister ve yasal gördüğü her yola baĢvurabilir. Bu kavgada sonuç ne olursa olsun status quo‟yu korumak baĢat olacaktır. Bu modeller genellikle evrimci ve muhafazakârdır. Sözgelimi burjuva demokrasilerindeki sol ve sağ partilerin mücadeleleri hiçbir zaman köklü bir değiĢimi öngörecek yasal partiler barındırmaz. Yapının içine giren radikal bir parti dahi kendi kendini eritebilir.

(23)

1.3.1. Reform, Revizyonizm, Oportünizm

Toplumsal değiĢmedeki reform, tam olarak 15 ile 17. Yüzyıl arasındaki Hıristiyanlık hareketi gibi değil, toplumsal değiĢimi öngörenlerce, değiĢimin nasıl olmasını gerektiğini tartıĢan bir harekettir. Reformizm; statu quo kurumlarını koĢulsuzca görür. Buna göre de sistemi değiĢtirmeden mevcut iliĢkilerde iyileĢtirmeler yapar. TartıĢmalar daha çok sosyalist çevrede gerçekleĢmiĢ ve düzeni iyileĢtirme ya da devrim ile yıkma arasında yapılmıĢtır. Reform yolunu seçen sosyalistler, birikimin ve burjuva egemenliğinin yavaĢ yavaĢ aĢınacağını ve sosyalist topluma barıĢçıl yollarla geçileceğini düĢünürler. Reformcular, devrimci düĢünceyi reddeder; Reformcular karĢı tarafın kötü gidiĢatına müdahale etmeyip, bu gidiĢat sonucunda ortaya çıkacak elveriĢli durumlardan yararlanma yoluna giderler. Sözgelimi, kapitalizmin olumsuz yönlerine hiçbir müdahale etmeden, kapitalizmin çöküĢünü beklemeyi tercih ederler ve böylece çöküĢ sürecinin hızlanacağını düĢünürler. (Bottomore, 1987: 50) Bu anlamıyla reformcular fırsat kolladıkları için oportinist olarak da gösterilirler. Devrimciler ise, reformların gerici olduğunu, düĢünür ve burjuvanın yöntemleriyle sosyalizme geçilemeyeceğini savunur. Bu yüzden devrimi Ģart koĢar. Devrimcilere göre eğer devrim yöntemine baĢvurulmazsa, kapitalizmin çökeceği yoktur. Stalin‟e göre reformizm de sosyalizmin bir fraksiyonudur. Ancak reformizm; sosyalizmi uzak bir hedef olarak görür, bundan öte bir Ģey değildir. Gerçekte sosyalist devrimi reddeder ve sosyalizmi barıĢçı araçlarla kurmayı amaçlar. Reformizm, sınıf mücadelesini değil, sınıf iĢbirliğini savunur. (Stalin, 1974: 10)

Ġngiltere‟de liberal iktisatçıların makro çerçevede yaklaĢımlarının yanında toplumsal sınıfların mücadeleleri ve önlenemeyen ekonomik krizler, devlet eliyle sürekli bir düzenlemenin yapılması gereksimini doğurmuĢtur. 19. Yüzyılda giderek büyüyen iĢçi hareketleri ekonomideki bazı sorunların sorgulanmasına yol açmıĢtır. Ayrıca taleplerin giderek azalması, tasarrufların önlenememesi büyük ekonomik bunalımları zaman zaman gündeme getirmektedir. Ġngiltere‟de liberal görüĢe tepki olarak ortaya çıkan sosyalist görüĢ, klasik liberalizmde olduğu gibi kiĢinin doğal hak

(24)

ve özgürlükleri refah, birey üzerine kurmamıĢ, liberalizmden farklı olarak amacı kiĢi değil toplum olarak görmüĢtür. Sosyalistlere göre; toplumun refahı ve mutluluğunun sağlanması gerekmektedir ve bunu sağlayabilecek en büyük kurum devlettir. Bu düĢünceden yola çıkarak Carly, Webb, Shaw gibi isimler 1883 yılında “Ġngiliz Sosyalist Derneği”ni kurmuĢlardır. Fabian Hareketi de denilen bu dernek, kapitalizmin geliĢerek, kansız ve devrimsiz bir yoldan sosyalizme varacağı fikrini benimsemiĢlerdir. Fakat bu anlamda iĢçi mücadelelerini reddetmiĢ, iĢçilerin ancak kapitalist bir düzeni düzeltme yoluna gidebileceğini öne sürmüĢlerdir. Fabian Hareketi, Ġngiliz ĠĢçi Partisi‟nin doğrudan hedeflerini etkilemiĢtir. Partinin hedefleri, devletin sosyal hizmetlerini büyük ölçüde geniĢletmesi gerektiği, gelir ve dağılımla ilgili yeni vergilendirmeye gidilmesi gerektiği, merkeziyetçilik ve millileĢtirme programına gidilmesi gerektiğidir. (Serter, 1994: 27) Fabianizm demokrasinin toplumsal ve ekonomik alana yayılması için aktif devlet müdahalesinin gerekliliğini belirtir. Fabian Hareketi pazarın serbestçe iĢleyiĢinin toplumda büyük eĢitsizliklere yol açtığını dile getirerek, toplumda bir mekanizmanın ekonomiye müdahalesinden söz eder. Devletin müdahalesi iĢsiz ve çaresiz insanlara güvence ve sigorta sağlamak, baĢka bir anlatımla fırsat eĢitliği sunmak olmalıdır. (ġaylan, 2003: 77-78) Görüldüğü gibi Ġngiltere‟de reformcu sosyalistler, devlet kurumuyla sosyalizmin inĢasını düĢünmüĢlerdir. Fabian Hareketi, Marx gibi ekonomiyi temel almıĢ olsa da parlamenter demokrasi yolunu seçerek devrim yerine evrimci bir modeli tercih etmiĢlerdir.

Luxemburg, sosyalizmin evrimselliğine karĢı çıkar. Luxemburg için, sosyal reform uğruna verilecek mücadele araçtır. Oysa sosyal devrim, amaç olmalıdır. Bernstein‟a göre ise; sosyal demokrasinin son amacı olan sosyal devrim bırakılıp, sırf mücadelesinin aracı olan sosyal reform amaç haline getirilmelidir. (Luxemburg, 1975: 17-18) Luxemburg‟a göre Bernstein, materyalist kuramı temel alarak, idealist temel üzerine oturtmaya çalıĢır. Çünkü Bernstein, sendikal ve parlamenter kavganın, kapitalist ekonomiyi kademeli olarak sosyalistleĢtireceğine inanır. (Luxemburg, 55-57) Bernstein‟ın revizyonizmi, evrimseldir ve sistemin, kademeli ve kaçınılmaz bir değiĢimini öngörür. Bu açıdan Marx‟ın felsefesini yani değiĢtirmek gerekliliğini

(25)

temel almaz. Kısaca, devrimci değil, evrimcidir. Bernstein; temelde düztarihsel, evrimci bir çizgi modeline inanarak sosyalizmin zorunluluğunu vurgular. Bernstein‟a benzer Ģekilde Kautsky de ilerlemenin metafiziğinin, sosyal-darwinci evrimciliğin ve sahte “ortodoks marksist” belirlenimciliğin olağanüstü baĢarılı biçimde birleĢtirilmesini düĢünüyordu. Kautsky‟nin hedefi temelde insanların, hayvanların ve bitkilerin evriminde ortak olan yasaları bulmaktır. (Löwy, 1999: 129) Ona göre, Sosyalist Parti devrim yapmaz/yapamaz ancak Sosyalist Parti devrimci bir partidir. Devrim yaratma gücü, onu engellemeye çalıĢan muhalifleri kadar azdır. Bu yüzden devrimi kıĢkırtma ya da devrime götürecek yolu hazırlamak devrimci partinin iĢi değildir. (Löwy, 130) Luxemburg, Kautsky‟nin proletarya devriminin kaçınılmazlığını açıkladığı evrimci yöntemi ilk baĢta “bilinçli müdahale ilkesi”ni ekleyerek kabul etmiĢtir. Luxemburg için sosyal demokrasinin ve önderlerinin görevi, olayların peĢinden sürüklenmek değil, bilinçli bir Ģekilde olayların önüne geçmek ve bilinçli olarak proletarya devrimine gidecek yolu kısaltmaktır. (Löwy, 130-131) Daha sonra Luxemburg, devrim formülünü biraz daha değiĢtirir ve ona proletaryanın belirleme rolünü katar. Ona göre insan, tarihi keyfi biçimde yapmaz ancak yine de tarihi insan yapar. Proletaryanın zaferi onun bilinçlenmesiyle tamamlanır, aksi takdirde asla tamamlanmayacaktır. Bu yüzden emperyalizme karĢı proletaryanın bilinçli mücadelesi Luxemburg için Ģarttır; “Sosyalist proletaryanın

nihai zaferi…geçmişteki gelişmenin inşa etmiş olduğu maddi koşullar büyük halk kitlelerinin bilinçli iradesinden gelen kıvılcımlı coşkuyla aydınlanmadıkça asla tamamlanamayacaktır… Friedrich Engels bir keresinde şöyle demişti: Kapitalist toplum, ya sosyalizme doğru ilerlemek ya da barbarlığa geri dönmek gibi bir ikilemle yüz yüzedir… Bugün, Engels‟in yaklaşık bir kuşak önceki kehanetindeki gibi dehşet verici bir önermenin önünde duruyoruz: ya emperyalizmin zaferi, bütün kültürün yıkımı ve Antik Roma‟daki gibi nüfusun boşalması, harap olma, yozlaşma, büyük bir mezarlık; ya da sosyalizmin zaferi, yani uluslar arası proletaryanın emperyalizme karşı, onun yöntemlerine karşı, savaşa karşı bilinçli mücadelesi. Dünya tarihinin ikilemi, hassas bir dengede proletaryanın kararını bekleyen kaçınılmaz seçeneği budur.” (Löwy, 131-132)

(26)

Gramsci bir de pasif devrimden söz eder; pasif devrimde; değiĢme, derece derece, gerçekleĢir ve önceki kuvvet, değiĢimin kaynağıdır. Gramsci, pasif devrimi iki kulvarda sorgular; ilk olarak Gandicilik ve Tolstoyculuk, Gramsci için, din rengine boyanmıĢ pasif devrimlerdir. Ancak Gramsci‟ye göre pasif devrimin tasfiyeci hareketi de vardır; “mevzi savaĢı” da denen bu hareket, “hareket savaĢı”na kadar kuruluĢların bölgesel ele geçiriliĢidir. Ancak Gramsci için pasif devrimin mekanizm ve fatalizmden arındırılması gerekir. (Gramsci, 2007: 302-305)

Son olarak muhafazakârlık ve devrimden söz edelim. Ġngiliz iç savaĢında toplumsal değiĢim eski kurumların ve geleneklerin devamlılığıyla sağlanmıĢtır. Köklü bir değiĢim meydana gelmeden Ġngiltere, yalnızca siyasal kurumlarda iktidar değiĢikliği yaĢamıĢtır. Bu durum Protestan reformuna benzer Ģekilde siyasal ve toplumsal alanda yapılan, iyileĢtirici öğeleri kapsayan bir reform olmuĢtur. Muhafazakârlık düĢüncesi de toplumsal değiĢmede Ġngiltere‟deki gibi reform anlayıĢını benimsemiĢtir. Muhafazakârlık, aydınlanma çağının özgürleĢmeci tavrıyla birlikte ortaya çıkmıĢtır. Sosyal, kültürel, dinsel ve geleneksel özelliklerin aĢırı özgürleĢmeci politikalara karĢı korunmasını amaçlar. Ancak muhafazakârlık, modernizmin az da olsa nimetlerinden faydalanarak varlığını sürdürür. (Dural, 2005: 25-26) Muhafazakar düĢünürlerden Burke, geçmiĢin topluma bıraktığı kazanımların korunması gerektiğini düĢünür. Fransa‟da olduğu gibi eski rejimin ortadan kaldırılması yerine, tarihsel geçmiĢe sahip olunması gerektiğini belirten Burke, otoriteye itaat edene, geleneklerine sahip çıkana erdemli bir insan olarak bakar. (Dural, 27) Muhafazakarlık temelde devrimi reddeder. Çünkü devrimin yıkıcı gücünün topluma zarar verdiği görüĢündedirler. Ancak muhafazakârların bir kısmı devrimi reddederken bir kısmı da “muhafazakâr devrim” adında devrimi kendilerine göre algılarlar. Muhafazakâr devrimciler, dünyanın devrim gerçeğini kabul ederler ve devrimden kaçılmaması gerektiğini düĢünürler. O‟Sullivan‟a göre muhafazakârlar devrimin yanında olmalıdırlar. Çünkü kendi hedeflerine devrimci yollarla ulaĢabilirler. Ayrıca devrimleri tahribatı büyük olduğundan toplumu eski haline getirip düzeltmek ancak devrime benzer bir güçle sağlanabilir. (Dural, 40)

(27)

1.3.2. Devrim

Marx (ve Engels) Komünist Manifesto‟da “şimdiye kadarki bütün

toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir” (Marx-Engels, 1976: 132) diyerek

toplumsal sınıflara dikkat çeker. Marx‟a göre “devrimler, tarihin lokomotifleridir. Marx “Ekonomi Politiğin EleĢtirisine Katkı” kitabının önsözünde Ģöyle der; “Gelişmelerin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana

kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.” (Marx, 2005: 39) Bu bağlamda toplumsal

değiĢimlerin temelinde ekonomi vardır ve Marx‟a göre değiĢim tarihin lokomotifi olan devrimlerle gerçekleĢir.

Devrim bir anlamıyla niteliksel değiĢimi ifade etmek için kullanılır. Devrim, niceliksel değiĢimi anlatan evrimle iliĢkilidir ve evrime bağımlıdır. (Hançerlioğlu, 1993: 308-309) Devrim, evrim içinde daha spesifiktir ve diğer evrimsel edimlerden ayrıdır. Niteliksiz nicelik, niceliksiz nitelik olmaz. Buna göre iki terimi birbirine karĢıt göstermek ussal bakımdan anlamsızdır. Gramsci‟ye göre eğer nitelik-nicelik birliği parçalanamıyorsa iki taraftan birini geliĢtirmek gerekir. Kontrolü diğerine göre kolay olan niceliktir. Gramsci için niteliği niceliğe karĢı çıkarmanın anlamı; “insanların çoğunun sadece nicelik, bir bölümünün de nitelik olduğu belirli

toplumsal yaşam koşullarını değiştirmeden olduğu gibi tutmak”tır. (Gramsci, 2007:

66-67) Gramsci‟nin nicelik-nitelik birliğinden yola çıkarak, devrim, nitelik tarafının niceliğe üstün gelmesi olarak tanımlanabilir. BaĢka bir deyiĢle devrim niceliksel olandan niteliksel olana geçiĢi ifade eder; sürekli bir kurtuluĢ olan devrim, emansipasyon yani özgürleĢme, bireysel ve toplumsal sürekli değiĢim demektir. Marx (ve Engels) Komünist Manifesto‟da sosyalist devrimi açıklarken özgürleĢmeyi Ģöyle tanımlar; “Sınıflarıyla ve sınıf karşıtlarıyla birlikte eski burjuva toplumun

yerini, kişinin özgür gelişmesinin, herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır.” (Marx-Engels, 1976: 154) Sosyalist devrim, özgürleĢmeyi öngörmektedir.

(28)

Ancak, Marx ve Engels‟in bahsettiği “birlik” devrimin sürekli nitelik özelliğini Sovyet Devrimi deneyimi değiĢtirmiĢtir. Devrim, bir nitel sıçrama olarak görülse de devrim sonrası durum, yeni bir nicelik-nitelik birliğine yol açmıĢtır. Buradaki temel sorun, devrim sonrası sürekliliğin sağlanması noktasında niceliğin niteliğe üstün gelmesidir. BaĢka bir deyiĢle devrimin getirilerini kontrol altına alma noktası niceliği ön plana çıkarmıĢtır. Ancak devrim sonrası, kontrol etme mekanizması nicelik-nitelik birliğinde niceliğin zaferiyle sonuçlanmıĢtır. Lacan‟a göre gerçek daima aynı yere geri döner. Ġktidar gerçek gibidir; onu ortadan kaldırmak isteyen her türlü giriĢimlere karĢı tekrar geri dönmüĢtür. BaĢka bir deyiĢle iktidarı ele geçirme giriĢimleri onu yeniden onaylanmasını ve üretilmesini sağlar. (Newman, 2006: 23-24) Bu bağlamda Sovyet deneyimi, tarihteki en özgürlükçü hareketlerden birisi olarak, yıkmayı amaçladığı kurumları eski haline getirerek sona ermiĢtir. Sovyet deneyimine Foucault, “muhafız değişimi” der. (Newman, 44-45) Peki devrim sadece nicelik-nitelik birliğinde niteliğin mi ön plana çıkmasıdır? Hayır. Devrim niceliği zayıflatıp niteliği güçlendirdiği gibi mevcut niceliği daha da güçlendirebilen veya niteliğin üstünlüğünü zayıflatıp niceliği yücelten bir hareket de olabilir. Denilebilir ki bu devrim olmaz ancak karĢıdevrim olabilir. Ancak, bu düĢünceye karĢı Ģu iddia edilebilir; o zaman reel devrimlerin hepsi karĢı devrimdir. Tüm reel devrimlerde baĢlangıçta bir değiĢim vaat edilirken sonrası devrimin kontrol altına alınmasıyla sonuçlanmıĢtır. Çünkü devrim, yapılırken amaç, yapıldıktan sonra araçsallaĢmıĢtır. BaĢka deyiĢle, devrimin sürekliliği, durağanlığa dönüĢmüĢtür. Bu duruma örnek olarak Almanya‟daki nasyonal sosyalist değiĢim verilebilir. Almanya‟da olan, yalnızca tümelin tikele karĢı zaferi değil, bireylerin bu durumu kabullenmesidir. Almanlar kendilerini otoriteye karĢı, özgür ve akılcı olduğu düĢüncesiyle teslim etmiĢlerdir. Sonuç olarak nicelik, niteliğe karĢı üstün bir zafer kazanmıĢtır. Nasyonal Sosyalist Almanya‟da halk, iktidar iliĢkisini edilgin bir Ģekilde kabul etmiĢtir. Toplumsal, ekonomik, siyasal düzen halkın da edilgenliği ve uyum sağlamasıyla kolaylıkla değiĢtirilebilirdi. Horkheimer‟a göre yalnızca nasyonal sosyalist Almanya‟nın insanı değil, bugünün insanının, otoriteye doğal bir güven duyan bir çocuk gibi değil, kazanmıĢ olduğu bireysellikten feragat eden bir yetiĢkin gibi teslim olması uygarlığın zaferidir. (Horkheimer, 1990: 124-125) Horkheimer‟a göre uygarlığın baĢlangıcından bu yana direnme ve tepki olmuĢtur; kimi zaman 16. Yüzyıl

(29)

köylü ayaklanmaları, kimi zaman da bireysel suçlar ve akıl hastalıkları biçiminde bir isyan söz konusudur. Çağın özelliği ise bu isyanın uygarlığın kendi egemen güçlerince kullanılmasıdır. Ġsyan artık, kendisine yol açan ve hedef aldığı koĢulları sürdürme aracı olarak kullanılmaktadır. (Horkheimer, 120) Horkheimer, bugün hayatın rasyonelleĢtiğini ve bireyin bu rasyonelleĢmeye uymak zorunda olduğunu söyler; birey varlığını sürdürebilmesi için artık sistemin varolma koĢullarına uyması gereklidir. BaĢka bir deyiĢle özne, enerjisini, Ģeylerin hareketinin içinde ve o hareketin yönünde olmaya adamak zorundadır. (Horkheimer, 122) Ancak Nasyonal Sosyalist Almanya‟da dahi kinesis ve stasis var olacağından nicelik-nitelik birliğinde niteliğin güç kazanılmasından korkulmuĢtur. Horkheimer‟a göre faĢizm, insanların potansiyel güçlerini geliĢtirmeye çalıĢmasından korkmuĢtu. Bazı durumlarda toplumsal baskı ve terör, insanca direnmenin olgunlaĢmasını sağlamıĢtır. Horkheimer‟a göre bu direnme, her zaman gerçek bireyselliğin nüvesidir. (Horkheimer, 168) Görüldüğü gibi devrim, nicelik-nitelik birliğinde yalnızca niteliğin üstünlüğü değildir. Toplumu kontrol etmek adına nicelik üstünlüğü de devrimdir. Özetlersek devrim, nitelik ile nicelik arasındaki sonsuz mücadeledir.

Devrimci teorilerde, devrim, belli bir koĢul altında, belli bir zaman içerisinde gerçekleĢecek olgulardır. Bu süreç, eskiyi en baĢta olmasa da zamanla tasfiye eder ve eskinin yerine yenisi geçer. BaĢka bir deyiĢle devrime giden yolda bir nokta vardır ve o an ibre devrimi gösterdiği için büyük bir darbeyle altüst yaĢanır. Ancak darbe öncesi ve sonrası süreç halen kesintisiz Ģekilde devam eder ve devrimin kurumları oluĢturulur. Darbeden sonra bir normalleĢme dönemine girilir ve artık yeni olan muhafaza edilmeye baĢlanır. Sözgelimi Fransız Devrimi‟nde, eski rejime karĢı koĢullar oluĢmaya devam ederken, siyasal bir darbe inmiĢ ve sürecin devam etmesiyle devrim kurumsallaĢmaya baĢlamıĢtır. Sovyet Devrimi‟nde koĢullar oluĢmaya devam ederken siyasal alana büyük darbeler inmiĢ, süreç darbelerden sonra da devrimin kurumsallaĢmasına yardımcı olmuĢtur. AĢamalı ve programlı devrim, siyasal alanda iktidar mücadelesiyle baĢ gösteren, devrim gerçekleĢtikten sonra kurumsallaĢıp, aĢamalı ve programlı olarak yeni iktidarın direktiflerini uygulama yoluna giden bir devrim türüdür. Bu devrimin bir baĢlangıç noktası yani bir dönüĢüm

(30)

anı vardır. Bu noktadan sonra aĢamalı olarak ideal bir noktaya aĢamalı olarak ilerlemek söz konusudur. Stasis ve kinesisten bahsetmiĢtik; kinesis büyük bir değiĢimi gösterirken, daha sonradan kendini stasis‟e bırakması, kinesis‟in sürmediğini gösterir. Kinesis ya da devrim, tarihte bir nokta olarak algılanırsa, bir süre sonra devrim de kurumsallaĢacaktır. Çünkü devrimin getirisi için aĢamalı bir yola baĢvurulacaktır. Ancak kinesis ya da devrim, sürekliliği temsil ederse, stasis hiçbir zaman gündeme gelemeyecektir. Sözgelimi Sovyet bürokrasisinin devrim anlayıĢı aĢamalıdır. Ekim devriminden sonra kurumsallaĢan yapı, aĢamalı olarak kapitalizmin aygıtlarından kurtulma eğilimine girmiĢtir. Bu yapılırken, iktisadi alanda yeni ekonomi politikası (NEP) kabul edilmiĢ ve ilerlemeci bir biçimde devrim, daha sonra aĢamalı olarak uluslararası alanda diğer ülkelerle yarıĢma stratejisi haline dönüĢmüĢtür. Sovyet Devrimi‟nin BolĢevik Parti programı aĢamalı olarak sosyalizme gidilecek yolu tayin etmekteydi. Leninizm, baĢta devlet ve organlarından radikal bir kopuĢun öncülüğünü düĢünürken devrimden sonra sanayileĢmeyi yakalamak için mücadele, Sovyetlerin uluslararası sistemde ulusal bir güç oluĢturmaya çalıĢma gibi farklı bir düĢüncenin içine girdi. (Wallerstein, 1998: 104) Çünkü devrim, devletin sönümlenmesini açıklarken, geçiĢ aĢaması denilen proletarya diktatörlüğü ara dönemi, ilerlemeci mantıkta kontrollü bir geçiĢi öngörmekteydi. Leninizm, aslen Marksizmin öngörüsünden sapmıĢ da değildi. Marx (ve Engels) Komünist Manifesto‟da Ģunları söyler; Proletaryanın bir sınıf olarak

oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması, siyasal gücün proletarya tarafından ele geçirilmesi…İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız. Proletarya her şeyden önce siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduğuna göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldır, ama sözcüğün burjuva anlamında değil…Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk arttırmak için kullanacaktır.

(Marx-Engels, 1976: 146,151,153) Marksist teorideki devletin sönümlenene kadar proletarya merkeziyetçiliği aĢaması, Sovyetlerin daha sonra programlı devriminin siyasi ayağının en önemli teorilerinden birini oluĢturmuĢtur. Marx, devletin sönümlenene kadar bir geçiĢ döneminden bahsetmiĢtir. Marx için geçiĢ dönemi zor,

(31)

tehlikeli bazen imkânsızlıklarla dolu bir yoldur. Ancak bu geçiĢ dönemi yani proletarya diktatörlüğü aĢaması için bir yol göstericiye ihtiyaç vardır. Yoldan sapılmaması için, yol gösterici her türlü yöntemi deneyecektir. Yol geçildikten sonra ise tüm zorluklardan kurtulmuĢ, bir yeryüzü cennetine varılacaktır. Althusser bu durumu Ģöyle tasvir eder; “Sosyalizm, geçilmesi çok tehlikeli olan pek geniş bir

nehir. Az sonra kıyıda bütün halkın binebileceği kocaman bir kayığınız olacak: siyasal ve sendikal örgütler. Ancak, burgaçları geçmek için iyi bir „dümenci‟ gerek: devrimcilerin elindeki devlet gücü. Koca teknenin içinde, büyük ücretli kürekçilerin üzerinde proletaryanın sınıfsal egemenliği hüküm sürmeli, yoksa gemi alabora olur: proletarya diktatörlüğü! Koca tekne suya indirilir; bütün yolculuk boyunca kürekçiler gözaltında tutulacak, kendilerinden koşulsuz bir baş-eğme istenecek, kusuru görülen anında görevden alınıp yerine başkası getirilecek, hatta cezalandırılacaktır. Ama bu geniş bok nehri bir kez geçildi mi, karşı kıyıda sonsuza dek kumsal, güneş ve taze bahar rüzgârı!” (Althusser, 1998: 245) (Zileli, 2010: 111)

Görüldüğü gibi aĢamalı ve programlı devrim, lokal bir değiĢimi, dünya çapına yayamamıĢtır.

Devrimci teoriler de bir de topyekûn devrim anlayıĢı vardır; topyekûn devrim, eski rejimin tüm kurumlarının bağlı olduğu ana noktayı hedef alıp, onu yok etmeyi amaçlayan devrimdir. (ÇalıĢkan, 2006: 36) BaĢka deyiĢle devrim, eski rejimin tüm kurumlarının tasfiyesini öngörerek, büyük bir radikal değiĢim için en genel noktayı bulur ve ona saldırır. Sözgelimi, sosyalizm için, kapitalizmin yok olması gerekir. Castoriadis‟e göre, kapitalist yapının iki önemli özelliği vardır; birincisi kapitalizm, insanların yaĢamlarını dıĢarıdan, onların müdahalesi olmadan ve onların eğilim ve taleplerine aykırı bir biçimde belirler ve düzenler. Ġkinci olarak da bunu yaparken kapitalizm kendini yeniden üretebilmek için, örgütlenmelerine, bireysel ve toplu yaratıcılıklarına da ihtiyaç duyar. Bu çeliĢki neticesinde kapitalizm devrime her zaman gebedir. (ÇalıĢkan, 26) Benjamin‟e göre kapitalizmin teknik ve endüstriyel geliĢimi, sosyalizm gibi mutlu sonla bitecek bir geliĢim çizgisi değildir. Aksine yıkımla sonuçlanacak ilerlemeci bir geliĢimdir. (Löwy, 1999: 43) Benjamin, tarihsel materyalizmin ilerlemeci yönünü ön plana katar. Bu bağlamda Benjamin‟e göre

(32)

devrim, kurulu düzeni iyileĢtirip, mevcut olanı mükemmelleĢtirerek ilerleme değildir. Tarihin gidiĢatında, onun kesintisizliğinde meydana gelen “mesiyanik” yani geleceğin tahayyülü sayesinde bir kopuĢtur devrim. Löwy de bunu yorumlayarak sosyalist devrimi, tarihin lokomotifi olmaktan çok, uçuruma doğru hızla gitmekte olan treni durduracak imdat freni olarak açıklar. (Löwy, 44) Adorno da Benjamin‟in düĢüncelerine katılarak; kurtuluĢun, kurtarılmasının dünyaya saçtığı ıĢıktan baĢka ıĢığı olmadığını düĢünür. KurtuluĢ dıĢında her Ģey kurgudur, tekrardır; “Perspektifler

oluşturmalı ki dünyayı yerinden oynatsın, çatlakları, kırışıkları yara izleriyle birlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi göstersin.” (Horkheimer, 1990: 38)

1.4. Bağlam

Avrupa‟da üretim biçimindeki feodal tarımdan kapitalist endüstriye geçiĢle birlikte toplumsal artı, kırsal odaklar yerine daha çok kentlere aktarılmaya baĢlamıĢtır. Ekonomi, böylece kentli sınıfların elinde toplanır. Döneminin siyasal erki, feodal yapıdan ekonomik erki güçlenen kent soylulara döner. Böylece burjuvazi hem ekonomik erke hem de siyasal erke kimi zaman evrimci kimi zaman da devrimci yöntemlerle sahip olmaya baĢlar. (ġenel, 2009: 1011) Bu bağlamda Avrupa‟daki siyasal, toplumsal ve kültürel değiĢimlerin kimisi yıkıcı, kimisi iyileĢtirici etkiler bırakmıĢtır, ancak yöntem olarak birbirlerinden ayrıdırlar.

14. Yüzyıl ile 16. Yüzyıl sonlarına değin, Batı Avrupa‟da sanat, edebiyat ve düĢün alanında değiĢiklikler olmuĢtur. Bu dönem Rönesans‟tır ve aslen yükselen burjuvazinin Kültür Devrimi‟dir. (Tanilli, 2006: 81) Avrupa‟daki değiĢiklikler Rönesans‟la sınırlı değildir. 14-15. Yüzyıl arasında dinsel ıslahat hareketleri baĢlar. Bu hareket sonucu; Hıristiyanlık, Katolik ve Protestanlık olarak ayrılır. Protestan Reformu da denilen bu hareket; dinsellik dıĢında düĢünsel, iktisadi ve siyasal çeĢitleri de içerir. ĠĢte Ġngiltere‟de baĢ gösterecek Ġç SavaĢ Rönesans ile Reform hareketlerinin siyasal ayağını oluĢturan Siyasal Reform Hareketi‟dir. Rönesans‟tan bu yana modernite, bir yanıyla gelenekten ve eski egemen düĢünceden kopuĢu

(33)

simgeler. Avrupa‟da Rönesans‟a kadar, “tribüter” yani haraca dayalı üretim tarzının ideolojisinin geçerliği söz konusudur. O zamana kadar Avrupa tarihini doğaüstü güçlerin yaptığı düĢüncesi hâkimken, moderniteyle birlikte tarih insanların bireysel ve kolektif olarak kendilerinin yaptıkları bir ilkeye dönüĢmüĢtür. Modernite‟nin en büyük getirilerinden birisi akıl ile emansipasyonu „yani özgürleĢmeyi‟ birleĢtirmesidir. (Amin, 2006: 9) Akılla birlikte din de yeniden yorumlanıyor ve akıl ile din arasında uzlaĢma sağlama yoluna gidiliyordu. Ġnsanlar da kendi payına düĢen özgürleĢmeden payını alıyordu. Ġnsan ve doğa bilimlerinin geliĢimi bu duruma örnektir. (Amin, 2006: 14) Gramsci‟ye göre bireysellik; Rönesans ve reform sırasında doğmuĢtur; bu Tanrısallığa karĢı farklı bir tutumu gösterir; aşkın bir

düşünceden içkinliğe geçiştir. (Gramsci, 2007: 64) Alman idealistlerine göre, Fransız

Devrimi, yalnızca feodal mutlakçılığın yerine iktisadi sınıfı siyasal alana taĢımakla kalmamıĢ, bireyin kendi yaĢamına, kendi gücüne güvenen, kendi kendinin efendisi olmasını da sağlamıĢtır. Marcuse için bu noktadan sonra artık insanın dünyadaki konumu, dıĢarıdan bir otoriteye değil, kendi özgür etkinliği üzerine bağlı olacaktır. Artık dünyada bir akıl düzeni vardır. (Marcuse, 2000: 13-14) Ancak özgürleĢme, toplumsal değiĢimin gerektirdiği gibi kapitalizmin sınırları içinde kalmaya baĢlar. Ġngiliz pragmatizmi ve ampirizmi, toplumu bireylerin, toplamından oluĢan bir bütün olarak gösterir; yeni rejimde bireyin özgürleĢme ideolojisi, özgürleĢmeyi sağlayacak sosyal kurumlarla sağlanacak ve akla uygun olacak Ģekilde tasarlanır. Yeni rejimin egemen sınıfıyla birlikte ekonomik yaĢamın yönetiminde akıl, piyasayı varsayacaktır. Bunun en önemli göstergesi “görünmez el”dir. Bundan böyle sosyal düzenin iyi kurumları, özgürleĢtirici aklı yönlendirecek olan özgürlük, eĢitlik ve mülkiyet ifadesini kullanacaktır. (Amin, 2006: 15-16)

Modernitenin diğer bir yönü ise eleĢtirelliğin geliĢimidir. Marx‟ın eleĢtirelliği, özgürleĢtirici aklın özgürlük, eĢitlik ve mülkiyet ifadelerinin bir aracı olmasına karĢı gelir. Buna karĢı olarak da Marx, insanlar arasındaki sosyal eĢitsizliğe dikkat çeker ve kapitalist mülkiyet arasındaki çeliĢkileri ortaya koyar. Gramsci‟ye göre Marx‟ın felsefesi, insanları ilkel bir felsefe olan kamusal düĢünüĢe bağlı tutmak amacı yerine, onlara üstün bir hayat görüĢü kazandırmak istiyordu. (Gramsci, 2007:

(34)

30-31) Modernite‟nin eleĢtirelliğinin etkisiyle çok geçmeden özgürlük, eĢitlik, mülkiyet üçlüsünün mülkiyeti “kardeĢlik” ifadesiyle yer değiĢtirir. KardeĢliğin ilk zamanlarda, çoğunluğu kapitalist sistem için zorunlu kılan ve sosyal eĢitliği örtbas eden bir anlamı vardır. Bu kardeĢlik, tekçi yani feodal mülkiyeti dıĢlayıp, yerine toplumun tamamına yayılan bir mülkiyet anlayıĢı sağlamıĢtır. Böylece mülkiyet, toplumdaki herkesin piyasa uğruna koruduğu bir yapıya bürünmüĢtür. Ancak bir sorun vardır; aynı zamanda kardeĢlik, kapitalist mülkiyetin tasfiyesi anlamına da gelebilir. Kentlerin tüm dıĢlanmıĢları, proleterleri ve iĢsizleri piyasaya karĢı kardeĢlik oluĢturabilirlerdi. Paris Komünü‟nün, bu kardeĢlikten doğduğu söylenebilir. Nitekim Paris Komünü‟nün de etkisiyle mülkiyeti kardeĢlikle sürdürülememesi tehlikesine karĢı “kardeĢlik” ifadesinin de içi boĢaltılır ve yerine “ulusal” ifadesi getirilerek piyasa için istikrar sağlanma yoluna gidilmiĢ olunur. (Amin, 2006: 18-20)

Marx, Ġngiliz Devrimi ve Fransız Devrimi için Ģöyle der; 1648 ve 1789 devrimleri Avrupa tarzında devrimlerdir; bu devrimler toplumun belli bir sınıfının, eski siyasal düzen karĢısında zaferi değil, bunlar yeni Avrupa düzeninin ilanlarıdır. Burjuva, sınıf savaĢımında galip gelmiĢtir. Ancak aynı zamanda bu devrimler; burjuva mülkiyetinin feodal mülkiyet karĢısında, milliyetin bölgecilik karĢısında, rekabetin lonca karĢısında, miras bölüĢümünün evlat hakkı karĢısında, mülk sahibinin toprak üzerindeki egemenliğinin toprağın mülk sahibi üzerindeki egemenliği karĢısında, aydınlığın hurafe karĢısında, sanayinin kahramanca tembellik karĢısında, medeni yasanın ortaçağ ayrıcalığı karĢısındaki zaferidir. (Marx, 1976: 170) Marx‟ın 1648 ve 1789 devrimlerini böyle tanımlaması, bu devrimleri dönemin Ģartlarının ve dünya gereksinimlerinin ürünü olarak görmesindendir. Bu açıdan devrimler, Marx‟ın felsefesinin zeminini oluĢturur. Marx özellikle Fransız Devrimi‟nden sonra insanın özgürleĢmesi gözüyle toplumsal değiĢimi tanımlayacaktır ve daha sonra komünist devrimden söz edecektir. (Löwy, 1999: 154)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bugünkü krize ve tüm dünyadaki toplumsal hareketlere bakt ığımızda, yaşanılan krizin liberal grup tarafından olağan bir olay olarak görüldüğünü fakat Marksist

Görece kısa bir zamanda, bazen birkaç nesilde avcı toplayıcılıktan besin üretimine geçiş dünyanın büyük ölçüde ayrı olan bölgelerinde toplulukların nüfusunun

Bu çalışmamızda; hastanemiz İnfeksiyon Hasta- lıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında çeşitli klinik örneklerden izole edilen Gram pozitif ve Gram negatif

Çocukların Banş Abi sinin yapmak iste­ diği çok şey vardı, önce "Mançoİojfyi biü- recekü, eşinin yöneteceği dev belgeseli ha- zırlayacakü. başladığı

İlk hissedarları arasında sadrâzam Büyük Reşid Paşadan, son kaptanları arasında merhum Tahsin Kaptana kadar bütün bir öz çizgi ve mahallî renk çerçevesi

[r]

Şairin eserlerinde bulduğum “Millî,, olmak vasfım evvelâ şöylece izah ede­ yim: İçinde yaşadığı cemiyetin haya­ tım tipik hususiyetlerde canlandıran yerli

1980 sonrasında finansal serbestleşme süreciyle birlikte Türkiye’de 2000 ve sonrasında Kasım ayında ortaya çıkan 2000, Şubat ayında ortaya çıkan 2001 ve son