• Sonuç bulunamadı

2.1. KURAMSAL BİLGİLER

2.1.3. Yusuf Has Hacib

Karahanlı devleti iki ulusal ansiklopedici yetiştirmiştir. İkisi de Türkçü ve Türkçeci: biri Balasagunlu Yusuf Has Hacib, öbürü Kaşgarlı Mahmut. Yapıtını, Türkçe’nin zenginliğini ve güzelliğini göstererek, Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazan Kaşgarlı Mahmud, dilci, etnograf, tarihçi, gramerci, diyalektolog, coğrafyacı, haritacı, folklorcu, şair, paremiyolog (atasözü bilgini) ve Arabist olarak belirmiş, Balasagunlu Yusuf Has Hacib de şu alanlarda ansiklopediciliğini ortaya sermiştir: Din, mitoloji ve dinler tarihi, felsefe, ruhbilim, bilgi kuramı, eğitim-öğretim, aile düzeni, ahlak, kadın, içki, atasözü bilimi, yasa ve töre bilgisi, devlet ve saray örgütü, siyaset ve diplomatlık, ordu ve süsülemek (strateji ve taktik), tarih, coğrafya, budun bilgisi, tören ve şölen düzeni, sofra görgüsü, ulusal spor ve oyunlar, düş yorma, gökbilim, matematik, zooloji, edebiyat, şiir sanatı, sahne sanatı, sağlık bilgisi, aşçılık, tarım, hayvancılık ve ürünleri, tecim, mal, el sanatları, maliye, para, ulaşım ( Dilaçar, 1995: 145).

Yusuf Has Hacib ile Kaşgârlı Mahmud aynı devir ve aynı çevrenin yetiştirdiği Türk aydınlarının temsilcileridir. Eserlerini birbirinden uzakta yazmış, birbirlerini tanımamış ve bilmemiş olmalarına rağmen ikisi de aynı malzeme üzerinde çalışmış ve birbirlerini tamamlamışlardır. Bunlardan Kaşgârlı Mahmud, özellikle dil alanında, devri için özgün ve çağdaş bir dilbilimci anlayışla çalışan ve görece yeni olan karşılaştırmalı dil incelemesi tarihinde önemli bir yer almaya hak kazanmış bir Türk bilginidir.

Kaşgârlı Mahmud’un ilgisi yalnız dil alanıyla sınırlı kalmamıştır. O Türk milleti ve Türk memleketleri hakkındaki tarihi bilgileri ihmal etmediği gibi, kendi devri için de kıymetli gözlemlere sahiptir. Türk dünyasının önemli bir kısmını dolaşmış, Türk halkının yaşayışını görmüş, kendisinin bizzat göremediği Türk kavim ve ülkeleri hakkında bilgi toplamış, geniş bir alana yayılmış bu kavimlerin oturdukları yerleri bir harita üzerinde saptamış ve ayrı Türk boylarının birbirleriyle olan ilişkilerini incelemiştir. Eserine, herhangi bir sözün belgelendirilmesi için koyduğu edebi parçalar, herhalde yalnız bu amaçla toplanmış şeyler olmayıp gerektiğinde başvurduğu ve el altında bulundurduğu eserlerden alınmış olmalıdır. Belki Kaşgârlı Mahmud bu eserden başka bir şekilde de yararlanmıştır. Kaşgârlı Mahmud’un yazmış olduğunu söylediği, fakat bugüne kadar meçhul kalan gramer kitabının dışında başka eserlerinin de

olduğunu tahmin etmek yerinde olur. Kaşgârlı Mahmud’un bize kadar gelmiş olan eserinde, onun daha çok Türk milli bünyesinin dış kısmıyla ilgili olduğu görülüyor.

Yusuf Has Hacib ise, bu milli bünyenin iç kısmı üzerinde durmaktadır. O da milletin tarihine ve Türk fikir ürünlerine vâkıftır ve sırası geldikçe bunlardan bol bol yararlanmıştır. Türklerin sosyal teşkilatını yakından biliyordu. Gençliğinden beri Türk devlet teşkilat içinde önemli görevler üstlenmiş ve belki de ölünceye kadar aynı teşkilat içinde çalışmaya devam etmiştir. Yusuf Has Hacib’in eseri ilk bakışta doğrudan doğruya devlet teşkilatıyla ilgili gibi görünürse de şair eserinde, deneyimin verdiği bir olgunlukla, toplumu oluşturan bireyler ile bunların toplumdaki konum ve görevlerini saptamaya daha çok yer ayırmıştır (Arat, 2008: 25-26).

Yusuf Has Hacib, Balasagun Kuzordu’da doğmuştur. Asil bir aileye mensuptur.

Eserinden anladığımıza göre, ilim ve erdemler sahibidir. İnanmış bir Müslüman olarak dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. O, bütün yönleriyle toplum içinde sayılıp sevilen bir şairdir. Kutadgu Bilig adlı eserini elli yaşlarında yazmağa başladığı göz önüne alınırsa şairin, 1015-1017 yılları civarında doğduğunu söylemek mümkündür. Eserini her ne kadar on sekiz ay gibi bir zamanda yazarsa da, böyle bir eseri yazmak için hayli hazırlıklı olmak lazım geldiğini bilmek gerekir. Bu itibarla Yusuf Has Hacib, aldığı tahsilin yanında toplumu gözlemleyen, devrinde olup bitenleri hakkıyla anlayıp çare bulmaya çalışan bir kimse olarak karşımıza çıkar. Bütün bunların yanında Doğu Türkistan’ın nüfus yapısı, toplumdaki dini durumu, İslamiyet’in yanı sıra Budizm başta olmak üzere öteki dinlerin ve dinlerde bulunan insan topluluklarının durumu ve bunların kendi aralarındaki mücadeleler de ona yabancı değildir. Eserinde öğrendiğimiz kadarıyla her türlü bilgiyi edinmek, okumak, yazmak, güzel yazı, sanat, belagat ve bütün diller ile alfabeleri bilmek, şiir yazmak, çeşitli ilimlerle uğraşmak, insan topluluklarının hayatlarını gözden geçirmek, mesleklerle ilgili durumlar ve bunların özellikleri, tıpla ilgili bilgiler yanında hesap ve hendese öğrenmek, astronomi ilmine vakıf olmak, hatta rüya tabirinden tutun da, şairlerin toplumdaki durumuna kadar hemen her konuya eserinde yer vermesi Yusuf Has Hacib’in bilgisinin ve görüş açısının genişliğini ortaya koyar (Yavuz, 2007: 143-144).

Balasagunlu Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’i Balasagun’da yazmaya başlar, 1068 yılında memleketinden ayrılarak Doğu Karahanlı devletinin merkezi olan Kaşgar’a gider. Orada da bir buçuk yıl çalıştıktan sonra 1069 yılında bunu tamamlayarak, günün hükümdarı olan, Süleyman Arslan Han’ın oğlu hakan Tavgaç

Buğra Kara Han Ebu Ali Hasan’a sunar. Hakan yazıyı beğenir, ödül olarak da Balasagunlu Yusuf’a has hacib (mabeynci) adını verir (Dilaçar 1995: 23).

O çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Yusuf Kadır Han (ö. 1032) zamanında geçirir. Buğra Tigin Süleyman Tavgaç Buğra Han (1032-1056) devri onun devlet hizmetinde bulunduğu ve en verimli olduğu zamandır. Hasan Tavgaç Buğra Han zamanı ise onun hayatının sonuna rastlayan bir devirdir. Yusuf Has Hacib’in 1056-1069 yılları arasında geçen hayatı devlet idaresinden uzak olduğu bir zaman olmalıdır. Ancak şair, Hasan Tavgaç Buğra Han’ın (1069-1103) başa geçmesi ile yeniden ortaya çıkar ve Kutadgu Bilig adlı eserini yazarak bu hükümdara sununca, tekrar devlet hizmetine alınır (Yavuz, 2009: 623).

Eserde herhangi bir arzu ve emir üzerine yazıldığına dair hiçbir işaret olmadığı gibi, bir mevki veya maddi menfaat için de yazılmadığı aşikardır. Zira göze girmek, ihsan koparmak şahsi menfaatler temin etmek uğruna hiçbir şahsa iltifatı görülmemektedir. Aksine birçok fazilet ve fedakarlıklara işaretle, ideal bir cemiyetin tasvirini, yaşadığı devrin tenkidini yapmaktadır (Külekçi, 2005: 19-29).

Yusuf Has Hacib devrinin en geniş anlamında bilgin ve düşünürlerinden biriydi.

Onun askeri zümreyle ilgisi olmadığı, bu zümreye temas ettiğinde kullandığı ifade tarzından açıkça bellidir. Yusuf, gerek şair gerekse düşünür sıfatıyla kendi önemini biliyor ve bunu iftiharla ifade etmekten de geri kalmıyordu. Kitabın ithafiyesinde (bkz.

beyit 112-115) eserinin ölümsüzlüğü hakkında söylediklerinden ne kadar emin olduğu, aradan dokuz asır geçtikten sonra bunun şimdi herkes tarafında onaylanmasıyla sabittir ve şahsiyetinin gücünü göstermek için bu bile yeterli kanıttır. O yalnız eserini ithaf etiiği ve zamanla unutulacak bir hale gelmiş olduğunu gördüğümüz hükümdarına yeniden bir hayat bağışlamakla kalmamış, Türk tarihinin en önemli bir devresi için – kendisinin severek kullandığı bir terimle– sönmeyen bir meşale yakmıştır ( Arat, 2008:

29).

Yusuf Has Hacib’de gözlem ve tecrübe vardır. O buna dayanarak toplumu meydana getiren bireyler ile bunların toplumdaki yerlerini ve görevlerini belirtme yoluna gitmiştir. Şair bu bakımdan kendini mesul hisseder. Onun birlik ve toplayıcılık yönü ağır basar. Zaten niyeti insanları iyiliğe ve doğruluğa, kısaca İslami, insani değer ve meziyetlere yöneltmektir. İşte bu sebeple Kutadgu Bilig, sadece devletin başında bulunan idareci sınıfta değil, bütün tebaaya hitap eden bir eserdir. Yusuf Has Hacib'in

asıl hedefi hükümdar ise de onun gibi olmasını istediği halk da buna dahildir (Yavuz, 2007: 144).

“Eserden, inançları kuvvetli bir Müslüman olduğu tesbit edilen Yusuf Has Hacib, zikrettiği fikirlere delil olarak Kur’an’da geçen kıssalardan da istifade etmiştir’’

(Külekçi, 2005: 23).

Kutadgu Bilig’in müellifi Yusuf Has Hacib hem şair hem mütefekkir bir şahsiyettir. Onu asıl yücelten tefekkürüdür. Tefekkürünün kaynağı ise İslamiyet’in prensipleri ve Türk töresidir. Bu prensip ve töre sentezinden ortaya ideal bir cemiyet düzeni, mesut bir hayat tarzı çıkmıştır. Ancak mürefekkir şairimizin ideali, istikbale matuf bir gaye tahakkuku ve özlemi şeklinde düşünülmemelidir. Zira eserinde ortaya koyduğu cemiyet düzeni, hayat tarzı Türk Milleti’nin geçmişinde mevcuttur. Yusuf Has Hacib’in ideali, geçmişteki mevcudun İslam’a göre düzenlenmesi, belki unutulmuş, terkedilmiş değerlerin yeniden canlandırılmasıdır (Külekçi, 2005: 7).

Balasagunlu Yusuf Has Hacib, faydacı (utilitarian), olumcu (positivist) ve yararcı (pragmatist) bir düşünür ve yazardı. Aklı ve fikri daima bulutlarda ve göklerde dolaşmazdı, yeryüzüne de bağlı idi ama dünya zevklerine değil, insanlara, insanlığa, onların iyiliğine bağlı bulunuyordu: bilgi edinerek kendini yükseltmek, sonra bu bilginin kazandırdığı erdemle insanları kayırmak, açı doyurmak, susamışı kandırmak, çıplağı giydirmek, onlara iyilik, doğruluk öğretmektir (Dilaçar, 1995: 197).

“Bilgisizin ibadet ile meşgul olmasından, bilgilinin uyumasının sevabı çoktur.”

diyen Yusuf Has Hacib, “İlim öğrenmekle geçen bir saat, ibadet ve taatla geçirilen bir geceden; yine ilim elde etmekle geçirilen bir gün, üç ay oruç tutmaktan hayırlıdır.”

buyuran Hz. Muhammed’in yolundadır (Külekçi, 2005: 8).

Dilaçar (1995: 91), Balasagunlu Yusuf Has Hacib'in , bilgi, dil ve iyilikten, en çok bilgi üzerinde durduğuna dikkat çekmiştir. Dilaçar’a göre bilgiye son derece önem verme ilkesinin Yunan filozoflarından Eflatun’dan, Aristo’dan ve Müslümanlıktan Türk filozofu Farabi yolu ile Karahanlı yazarlara, bu arada Balasagunlu Yusuf Has Hacib'e geçmiştir. Yusuf Has Hacib'in en yüksek erdem olarak tanıttığı ve uzun uzun üzerinde durduğu, övdüğü bilgiye insanlık niteliğini bağladığını, onu insanı hayvandan ayıran sınır olarak tanıdığını belirtir.

900 yıl önce Balasagunlu Yusuf Has Hacib'in bize verdiği mesajdaki öğütleri şöyle sıralayabiliriz: Tanrı’ya bağlı bulunma; ölümü ve ahireti unutmama; akıla ve

bilgiye değer verme; çocukları okutma; dinlemek ve okumakla bilgi edinme; her işte doğruluk arama; temiz düşünce sahibi olma; dünyaya ve geçici zevklere düşkün olmama; dile, boğaza, nefse hakim olma; zor kullanmaktan, hırsızlıktan, yalandan, içkiden, haksızlıktan, kaba sözden, dedikodudan, gevezelikten ve acelecilikten kaçınma;

sabırlı, cömert, hayırsever olma; yapılan bir iyiliğe karşılık beklememe; disiplin, doğru yasa, düzen ve adalet sağlama; iffet ve namusa sımsıkı bağlı olma; kötü arkadaş edinmeme ve bozgunculara katılmama; büyüğe ve kadına saygı, çocuklara şefkat, hizmetçilere de insaf gösterme; gelenek ve göreneklere bağlı bulunma; her işte ılımlı davranma; hesapla iş görme; daima ağırbaşlı, tok gözlü, alçakgönüllü olma;

önemlilerden biri de iyi ad bırakmağa çalışmadır (Dilaçar, 1995: 157).

Eser boyunca müellif, fikirlerini sualli-cevaplı münazara tarzında, karşılıklı konuşma ve münazaralar etrafında söz konusu semboller adına atfederek ifade etmiştir.

Yusuf Has Hacib’in düşüncelerini bu sembolik kavramlardan hareketle kuşatmaya çalıştığımızda; bütün bu karakterlerin bir sentezi gibi görünen mütefekkirimiz, zaman zaman bir sembol adına diğer sembollerle tartışmak suretiyle bir sistem kurma denemesine girişir. Literatüre, dolayısıyla da elindeki malzemeye hâkim olan Yusuf Has Hacib, kahramanların birbirleriyle çelişen veya çelişir gibi görünen taraflarını uyumlu hale getirmek suretiyle eserdeki bölünmüşlüğü ortadan kaldırır. Onun şahsiyeti, bizatihi kendisinin vücuda getirdiği veya gelenek tarafından yaratılan söz konusu karakterlerle iç içe girip, ayrılmaz bir terkip manzarası halini alır (Şeker, 2011: 127).

Arat (2008: 28-29)’a göre her türlü erdeme sahip olan fakat kendi çevresinde bu erdemlerinden yararlanılmadığı için vaktini boş geçiren Ay-Toldı’nın, hükümdar Kün-Toğdı’nın hizmetine girişinin anlatıldığı yolculuk ve yabancı şehirdeki ilk günler şair tarafından hissedilerek ve çok doğal bir edayla yazılmıştır. Bu sebeple Arat, şairin kendi yaşamından çıkarılmış olmasının mümkün olduğunu belirtmiştir. Öğdülmiş’in hayatının son zamanlarında bir kez daha Yusuf Has Hacib’i bulmanın mümkün olduğuna dikkat çekmiştir. Özellikle hayatının sonlarına doğru Öğdülmiş’in, kendisini sıkı bir nefs muhasebesinden geçirerek dünya işlerini bırakmak ve ibadetle meşgul olmak arzusunun, eserin sonunda şairin kendisi hakkında söylediği sözlerle tamamen uyduğu tespitinde bulunmuştur. Bununla birlikte kitabın bir otobiyografi olmadığı ve eserde betimlenen hayat ile idealize edilmiş kişilerin şairin kendi devrinden önceki zamana ait olduğu ve kendi devrinden şikayetçi olduğundan bahsetmiştir.

Yusuf Has Hacib, aydın ve düşünür bir şahsiyet sıfatıyla, kendi dönem ve çevresinde elde edilebilecek bütün bilgi ve fikirleri edinmeye çalışmış olduğu gibi, bunların bir kısmını bizzat elde etmiş olması da doğaldır. Bilim dallarının bir kısmının, eserde kullanılan terimlere göre Arapça ve Farsça eserlerden yararlanmak suretiyle elde edildiği anlaşılmaktadır. Yusuf Has Hacib’in Arapça ve Farsça bildiği, İslam dünyasını ilgilendiren bilim dalları ve edebiyatları izlediği eserinin incelenmesinden kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, kitapta bu çevrenin eski Türk malzemesini oluşturan burkancılık kültür ve felsefesine de aşina olduğunu belirten işaretler eksik değildir. Özellikle bilgi kuramı açısından bu sonuncu felsefenin etkisi görülmektedir (Arat, 2008: 26-27).

Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’i Türk hakanına sunduğu zaman elli yaşlarında idi. Balasagunlu Yusuf Has Hacib’in bundan sonra fazla yaşamadığı söylenmektedir.

Onun Kaşgar’da mı yoksa memleketi olan Balasagun’da mı gömülü olduğu belli değildir (Dilaçar 1995: 24).

Yusuf Has Hacib’in, 1085 yılında 67 yasında vefat ettiği ve türbesinin Kaşgar şehrinde bulunduğu ( Kaşgarlı, 2004: 154) ifade edilmektedir.