• Sonuç bulunamadı

Yürütmenin güç talebi ve toplumun çeşitlenen ve artan ihtiyaçları karşısında başkanlık rejiminin ve parlamenter rejimin olumsuz deneyimlerinin görülmesi üzerine iki rejimin olumlu yanlarını birleştiren "karma bir rejim" arayışı gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda Fransa, Avusturya, Đrlanda, Đzlanda, Finlandiya ve Portekiz gibi ülkelerde iki rejimin kimi unsurlarını bir araya getiren rejimler ortaya çıkmıştır

Yarı başkanlık rejimi, parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin her ikisinden de bazı özellikler almıştır. Đlk kez Weimar Cumhuriyeti’nde uygulanan bu hükümet sistemi, doktrinde “iki kutuplu yürütme”, “bölünmüş yürütme”, “parlamenter başkanlık cumhuriyeti”, “yarı-başkanlık” ,“yarı-parlamenter sistem” gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Bununla birlikte, bu konuda genel kabul gören kavram, “yarı başkanlık” sistemidir (Yazıcı, 2002, 91).

Yarı-başkanlık rejimi; parlamentarizmden vazgeçmeden hükümet istikrarsızlıklarını önlemek için halk tarafından doğrudan seçilme meşruiyetine dayanan devletin başı sayesinde yürütmenin parlamenter rejim içinde yasama karşısında etkili olmasıdır. Bu, cumhurbaşkanının parlamento çoğunluğu ile aynı siyasal görüşe sahip olduğunda gerçekleşebilir, tersi durumda sonuç olumsuz olabilecektir. Halkoyuyla seçilen cumhurbaşkanı siyasi partiler üstünde ulusun temsilcisi olarak tüm yetkileri elinde toplamakta, iktidar kişiselleşmekte, organlar arasındaki güçler ayrımı da nitelik değiştirerek işbölümüne dönüşmektedir. Böylece yarı başkanlık rejiminin Amerikan (halka dayalı meşruiyete sahip olmak ve güçlü bir yürütme başı sağlamak) ve Đngiliz parlamenter rejiminin (sağlam ve sadık parlamento çoğunluğuna dayalı hükümet ve lider sağlamak) olumluluklarını birleştirdiği ileri sürülmüştür (Yavuz, 2000, 245).

45

Yarı başkanlık sistemi, Devlet Başkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi ve oldukça geniş yetkilere sahip olması bakımından başkanlık sistemine, yasama organı içinden çıkan ve yasamanın güvenine dayanan Başbakan ve Bakanlar Kurulunun varlığı nedeniyle de parlamenter sisteme benzemektedir. Hükümet sisteminin parlamenter ya da yarı-başkanlık sistemlerinden hangisi olduğunu tespit edebilmek için, Devlet Başkanının anayasal yetkilerine ve bu yetkilerin hangi ölçüde kullanılabildiğine bakmak gerekmektedir (Yazıcı, 2002, 92).

Yarı başkanlık sisteminde yürütme organı, tıpkı parlamenter sistemlerde olduğu gibi, iki başlıdır. Devlet başkanı ile hükümet yürütme yetkilerini ortaklaşa kullanmaktadırlar. Devlet başkanı sembolik yetkilerden çok daha fazla yetkiye sahiptir. Bunun nedeni, doğrudan halk tarafından iki dereceli seçim usulüyle seçilmesidir (Türköne, 2003, 167).

Yarı-başkanlık sistemi, yürütme yetkisinin yasamaya karşı sorumlu bir Başbakan ve Bakanlar Kurulu ve doğrudan halk tarafından seçilen Devlet Başkanı arasında paylaştırılması esasına dayanır. Bundan dolayı, yürütme içinde ikili bir iktidar bulunmaktadır. Bu sistemde asıl önemli yetkiler Devlet Başkanına ait olup, ikincil yetkiler ise, Başbakan ve kabinesine aittir. Özellikle dış politika, ulusal savunma, bazı üst düzey görevlilerin atanması ve olağanüstü hallere ilişkin önemli yetkiler Devlet Başkanına aittir (Atar, 2005, 143).

Yarı-başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Yarı-başkanlık rejiminde yürütmenin iki başının farklı görüşlere sahip olduğu zaman sorun ortaya çıkmaktadır. Fransa 1986–1988 ve 1993–1995 tarihleri arasında bu sorunla karşı karşıya kalmış, cohabitation (birlikte yaşama) ile aşmıştır. Başkanın siyasal gücü birçok değişkene bağlıdır. Eğer başkan parlamento çoğunluğu ile aynı siyasal görüşe sahipse anayasal yetkileriyle rejimin merkezinde yer alır. Her tür hükümet faaliyetinde belirleyici olabilir. Tersi durumda yürütmenin iki kanadı arasında uyum bozulur ve anayasal sınırlar çerçevesinde mesafeli ilişki başlar. Bu durumda başkan güç dengelerini dikkate alarak istifa edebilir ve başkanlık seçimlerinin yenilenmesini sağlayabilir (Yavuz, 2000, 252).

46

Yarı-başkanlık sisteminin temel özelliklerini su şekilde sıralamak mümkündür: (Yazıcı, 2002, 91).

1) Devlet Başkanının, belli bir dönem için, ya doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından seçilmesi,

2) Yürütme yetkisinin Devlet Başkanı ile Başbakan arasında paylaştırılması, 3) Başbakanın yürütme yetkilerini doğrudan doğruya kullanamaması, 4) Başbakan ve kabinesinin parlamentonun güvenine tabi olması ve 5) Yürütme organının her iki kanadının birbirinden bağımsız olmasıdır

47

ÜÇÜNCÜ KESĐM

FEDERAL ALMANYA VE TÜRKĐYE’NĐN SĐYASAL SĐSTEMLERĐNĐN GENEL ÖZELLĐKLERĐ VE KARŞILAŞTIRILMASI

Bu kesimin üçüncü bölümünde Federal Almanya, dördüncü bölümünde Türkiye’nin siyasal sistemlerinin genel özelliklerine yer verilmiş, beşinci bölümde Türkiye ve Almanya siyasal sistemlerinin karşılaştırılmasına, altıncı bölümde ise Türkiye siyasal sistemindeki istikrarsızlıklara ve bu istikrarsızlıklara Almanya siyasi sisteminin bazı özellikleri öneri olarak sunulmuştur.

3. FEDERAL ALMANYA CUMHURĐYETĐ’NDE SĐYASAL SĐSTEM

Araştırmanın bu bölümünde Federal Almanya Cumhuriyeti’nin siyasal sistemi genel özellikleriyle belirtildikten sonra, sistemin tarihsel gelişimine, siyasal rejiminin organlarına yer verilmiş, ardından siyasi parti ve seçim sistemi, baskı gurupları, demokrasisi, siyasi kültürü ve kamu yönetimi incelenmiştir.

3.1. Federal Almanya Cumhuriyeti Siyasal Sisteminin Genel Özellikleri ve Đşleyişi

Almanya, 1949 yılından beri federal, demokratik parlamenter sistem ile yönetilmektedir. Parlamenter sisteme uygun olarak yasama, yürütme ve yargı siyasal sistemin yetkili üç organıdır. Yasamada Federal Meclis (Bundestag) ve Eyaletler Meclisi (Bundesrat), yürütmede Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, yargıda Federal Anayasa Mahkemesi yetkilidir. Almanya, temsili demokrasiye sahiptir ve cumhuriyet, demokrasi, federalizm, hukuk devleti ve sosyal devlet olmak üzere beş temel ilke üzerine kurulmuştur (Çam, 1993, 276).

Federal Meclis, ülkenin yüksek yasama organıdır. Milletvekilleri dört yılda bir seçilmekte ve Alman halkını temsil etmektedir. Eyaletler Meclisi, ülkede bulunan on altı eyaletin temsilcilerinden oluşmakta ve yasa yapımına katılmaktadır. Yürütme parlamenter sisteme uygun olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşmaktadır. Bakanlar Kurulu ise Federal Meclis tarafından seçilen ve bu meclise karşı sorumlu olan Başbakan ve federal bakanlardan oluşmaktadır. Anayasa yürütme içinde Başbakan’a geniş yetkiler tanımıştır. Cumhurbaşkanlığı kurumu ise sembolik bir kurum niteliği taşımaktadır (Grobb ve Şahin, 2009, 1).

48

Almanya, Weimar Cumhuriyeti döneminde yaşanan aksaklıkları ortadan kaldırmak ve olası bir diktatörlüğe karşı koymak amacıyla Temel Yasa’da Cumhurbaşkanının üstünlüğü kabul etmeyerek “rasyonelleştirilmiş parlamentarizmi” benimsemiştir. Almanya’da uygulanan parlamenter sistem Đngiliz parlamenter sisteminden etkilenmiştir, ancak bu sistem Almanya’ya uyarlanırken ülkenin federal yapısı göz önüne alınmış ve bu yönde değişiklikler yapılmıştır (Arslan, 2001, 46-47). Hukuk devleti ilkesine bağlı olarak tüm devlet organları anayasal düzen içerisinde yetki, görev ve sorumluluk almıştır. Buna bağlı olarak sistemin yetkili bir diğer erki yargıdır. Almanya’da bütünleşmiş yargı sistemi uygulanmaktadır. Federal devlet düzeyinde, son derece yani temyiz mahkemeleri, eyaletler düzeyinde de birinci ve ikinci derece mahkemeler bulunmaktadır. Anayasa, her vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini güvenceye almış ve Federal Anayasa Mahkemesini de koruyucu mekanizma olarak ortaya çıkarmıştır (KTO, 2007, 5).

Federal Almanya Cumhuriyeti’nde uygulanan siyasi parti sistemi ılımlı iki parti sistemidir. Bu siyasi parti sistemi kişiselleştirilmiş nispi temsil sisteminin uygulanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Kişiselleştirilmiş seçim sistemi ile çoğunluk ve nispi temsil arasında dengeli bir kaynaştırma yapılmış ve seçmenlerin hem adaya hem de siyasi partiye oy vermesi sağlanmıştır. Bu seçim sistemi ile sistemde çıkacak istikrarsızlıklar önlenmeye çalışılmıştır (Kuzu, 2005, 543).

Almanya’da baskı gruplarının önemi ve etkisi siyasal alanda büyük olmuştur. Bunlar örgütlenmiş gruplar olduğu için çeşitli yollardan parti ve hükümetleri etkilemeleri kolaylaşmış ve plüralist toplumda bu şekilde ayakta kalmışlardır. Anayasa Mahkemesinin varlığı toplumun demokratik kurum ve geleneklerinin sürmesini garanti altına aldığı için, Alman toplumunda çıkabilecek pürüzlerin önüne geçilmiş ve demokratik düzenin devamı uyum içinde sağlanmıştır (Çam, 1993, 315).

Demokratikleşme ve siyasi kültür açısından Almanya, 1949 yılından sonra edindiği demokratik düzeni istikrarlı bir şekilde devam ettirmesini bilmiş ve gelenekselleşmeye doğru giden demokratik ilkelere bağlı bir siyasi kültür oluşturma yolunda ilerlemiştir. Sistemin yeniden yapılandırılıp geliştirilmesi, özellikle ekonomik gelişmenin sağlanması şeklinde olmuş ve bu durum demokratik istikrarı da beraberinde getirmiştir. Almanya’da demokratik istikrar ekonomik istikrara bağlı olarak gelişmiştir.

49

Almanya‘da federal bir siyasi yapı kabul edilmiş ve eyaletler, Federal Almanya çatısı altında bir federasyona yönlendirilmişlerdir. Ülke on altı eyalete, eyaletler; yönetim bölgelerine, ilçelere, beldelere veya ilçeden bağımsız hareket eden şehirlere (kent-ilçe) ayrılmıştır. Hamburg, Bremen ve Berlin şehir eyaletler olmakla birlikte, kendi içinde idari açıdan bölünmemektedirler. Oluşturulan eyaletlerin her biri kendi içinde, özerk bir devlet gibi, siyasi kurumlarını ve yasalarını oluşturarak kendi kendilerine yönetme imkânlarına kavuşturulmuşlardır (KTO, 2007, 6).

Almanya’da eyalet hükümetleri bağımsız devletlerin hükümetleri gibi çalışmakta ve kendi sınırları içinde iç güvenlik, alt yapı yatırımları, kültür, eğitim, vs. gibi birçok alanda sorumluluklar yüklenmektedirler. Dış işleri, savunma, eyaletler üstü vergi ve gümrük düzenlemeleri gibi makro konular, federal hükümete bırakılmıştır. Federal yönetimin çıkardığı yasa ve düzenlemeler, eyaletlerin çıkardığı yasa ve düzenlemelerin önündedir. Ancak, Federal Meclis eyaletleri ilgilendiren kanun ve düzenlemeleri yapmak istediğinde Eyaletler Meclisi’nin onayını almak zorundadır. Eyaletler Meclisi, Federal Meclis’ten gelen kanun ve düzenlemeleri onaylayabilir, geri çevirebilir veya düzenlemenin yeniden şekillenmesini sağlayabilir. Eyalet Meclis’inin anayasal görevi; eyaletlerin çıkarlarını federal yönetime karşı korumak ve dikey güç dağılımı çerçevesinde yerel yönetim ile federal yönetim arasında dengeleyici rol üstlenmektir. Böylece eyalet hükümetleri ile merkezi yönetim arasında egemenlik ihtilafı doğmamakta, yetki ihtilafı doğduğunda ise Anayasa Mahkemesi konuya açıklık getirmektedir (Arslan, 2001, 48-50).

Almanya’nın federal yapısı diğer bazı ülkelerden faklı olarak merkeziyetçi yanı ağır basmaktadır. Dolayısıyla federal hükümetin yetkileri ve gücü fazladır. Almanya’da federal devlet ilkesinin sonucu olarak yerel yönetimlere geniş bir yetki alanı bırakılmıştır. Almanya’da merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin yetkileri eşit statüdedir. Yerel yönetimlerde hizmetin halka en yakın idari birim tarafından yapılması anlayışı olan subsidiarite ve yerelleşme ilkesi yani, hizmetin alt birimlere yetki devri ile devredilmesi ilkeleri uygulanmaktadır (Çam, 1993, 314).

50

3.2. Federal Almaya Cumhuriyeti Siyasal Sisteminin Tarihi Gelişimi

Alman tarihi içinde güncelliğini devam ettiren konu ulusal birlik sorunu olmuştur. Bu sorun, alman tarihinin açıklanmasında odak noktası niteliğini taşımaktadır. Batı Roma Đmparatorluğunun 476’da yıkılmasından sonra, birçok Germen Krallığı kurulmuş ve bu parçalanmış yapı tarih boyunca devam etmiştir. Almanların ilk birlik denemesi 9. yy’de Kutsal Roma Germen Đmparatorluğu ile din temeline dayalı olarak başlamış, bin yıl yaşamasına rağmen hiçbir zaman gerçek bir siyasal birliği sağlayamamıştır. 1517’de Martin Luther’in papalığa karşı başlattığı reform başkaldırısı sonucu oluşan 1525’te ki köylü devrimini, prensler kan içinde boğarak yerel güçlerini sağlamlaştırmışlardır. 1555’te kabul edilen Augsburg Din Barışı, her prense kendi uyruklarının dinini belirleme hakkı vermiştir. Bu ilke ile daha yaygın parçalanmışlık oluşmuş, Almanya üç yüz elli dolayında siyasal birime bölünmüştür (Çam, 1993, 276-277).

Almanların parçalanmışlıktan sonra tekrar toparlanması bir yüzyıl sonra Brandenburg Prensliği ile gerçekleşmiştir. Prusya Krallığı’na dönüşecek olan bu birim, Alman ulusçuluğunun en güçlü dayanağı olmuştur. 1815’te Alman Konfederasyonu kurulmuş, ancak bu bir devlet değil, Prusya ve Avusturya izin verdiği ölçüde çok az özgür olan gevşek bir birlik olmuştur. 1834’te gümrük birliğinin kurulması ile Alman Ulusal Pazarının oluşması yönünde önemli bir adım atılmış, gerçek dönüm noktası ise, 1861’de, Prusya tahtına I. Wilhelm’in oturması ve Başbakanlığı Bismarck’a vermesiyle gerçekleşmiştir. Prusya 1866’da Avusturya’yı yenerek kendi önderliğinde Kuzey Alman Konfederasyonu’nu kurmuş ve 1870’te Fransa’yı yenerek Alman birliği önündeki son engeli de kaldırmıştır. Almanlar, uzun yıllardan sonra birliğe ilk kez 18 Ocak 1871’de, Prusya Kralı I. Wilhelm’in, Versailles’da Alman Đmparatoru olmasıyla kavuşmuşlardır (Eroğul, 2008, 210).

1871’den sonra gerçekleşen ulusal birlik II. Reisch, I. Reisch Kutsal Roma Đmparatorluğu gibi, evrensel bir niteliğe sahip değildir. Bundan dolayı II. Reich’in Bismarck dönemi, yeniden kuruluş dönemi olarak nitelendirilir. Siyasi sistemin tarihi gelişimi açısından II. Reich’in önemli bir özelliği, bu dönemdeki federalizmin, demokratik federalizmden farklı oluşudur. Egemenlik halkta değil, üye devletlerin prenslerindedir. Anayasadan kaynaklanan bu durum çelişkili bir durum meydana getirmiştir. Federalizm ve egemenlik ile federalizm ve otoriterlik kavramları sınırlı

51

bir demokrasi olgusunu ortaya koymuştur. Ayrıca bu dönemde federasyon içinde çeşitli eyaletlerin yetkileri saklı kalmıştır. Bu eyaletlerin başında Prusya gelmektedir. Prusya’nın diğer eyaletlerden ayrı olan özelliği, Prusya Kralı’nın aynı zamanda Alman Đmparatoru, Başbakanının da Alman Başbakan’ı olmasıdır. Đmparatorluk rejiminin belirgin özelliklerinden biri de Đmparatorluğun siyasal sorumluluk taşımamasıdır. Sorumluluklarını fiilen Başbakan’a devretmiştir (Winkler, 2008, 32).

II. Reisch’ın dayandığı 16 Nisan 1872 yasası Almanya’da anayasal bir krallık kurmuştur. Bu krallık çoğu Avrupa ülkelerindeki parlamentarizme benzer bir anayasal çerçeve içerisinde gelişmiştir. Ancak, Almanya’da böyle bir gelişmeyi olanaksız kılan siyasal ortam var olduğundan parlamentarizme karşıt durumlar ortaya çıkmıştır. Almanya’nın imparatorluk dönemindeki toplumsal yapısı, parlamenter rejimi doğurabileceği düzeyde gelişmiş değildir. Hızlı bir sanayileşme görülmesine rağmen, burjuvazi henüz siyasal yönden haklarına sahip çıkacak güçte bilinçlenmemiş ve gelişmemiştir (Çam, 1993, 278).

Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi ile Đmparator ve diğer prensler tahtlarını terk etmişler ve 18 Kasım 1918’de bir grup sosyalist lider Cumhuriyeti ilan etmiş ve bu cumhuriyete Weimar Cumhuriyeti adını vermişlerdir. 1919’da da Kurucu Meclis tarafından Weimar Anayasası kabul edilmiştir. Weimar Anayasası zamanına göre ilerici bir belgedir. Doğrudan ve temsili demokrasiyi, önemli vatandaşlık ve siyasal hakları getirmiş ancak, çeşitli ülkelerin anayasalarından yararlanılarak yapıldığından bütünlük ve açıklıktan yoksun olmuştur. Bu Anayasa, ilerici niteliğine rağmen monarşik-otoriter düzenin değerlerine dokunmamıştır. Bu ise anti demokratik ve otoriter güçlerin parlamenter demokrasiye hâkim olması ve cumhuriyetin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır (Winkler, 2008, 33).

Weimar Cumhuriyetinin yıkılışında sadece anayasanın eksiklikleri değil Almanya’nın savaş sonrası içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullarda bu sonuca katkıda bulunmuştur. Cumhuriyet büyük bir askeri yenilgi ve Versailles gibi bir ağır antlaşma üzerine kurulduğundan Alman halkı bölünmüş, ülkede huzursuzluk ve kargaşa büyümüştür. Rejimin işleyişi parlamentarizmden uzaklaşmış; 1924-1932 döneminde meclis altı kez yenilenmiş, hiçbirinden işlerliği olan bir çoğunluk çıkmadığı için, yasama yetkileri parlamentodan yürütmeye kaymış, ülke kararnamelerle yönetilmeye başlanmıştır (Yücekök, 1987, 152).

52

Almanya’da siyasi, ekonomik çatışmalar çatışma halinde olan küçük partilerin kurulmasına yol açmıştır. Seçim sonucu Nazi ve Komünist partilerinin parlamentodaki sayısı artmıştır. 1930 yılında yapılan seçimler, sıkıntı içindeki kitlelerin radikal partilere yöneldiğini göstermiştir. Hitler de bunlardan biri olan Alman Nasyonal Sosyalist Đşçi Partisi’ne (NSDAP) girmiş ve bu partinin başına geçmiştir. Hitler’in parti başkanı olmasından sonra NSDAP, koyu bir otoriter anlayışla ve katı bir hiyerarşi içinde örgütlendirilmiştir. Parti doktrini ırkçılık, sosyal devrimcilik gibi öğelere dayandırılmıştır. Hitlerin iktidarı alışı Weimar rejiminin hukuki, siyasi zaaflarından yararlanarak yasal yoldan olmuştur (Eroğul, 2008, 212).

Naziler, belirli sınıf veya gruplara değil de bütün ırkdaşlara seslenmiş ve ekonomik gerileme içinde bulunan kesimlerden destek görmüşlerdir. 30 Ocak 1933’de Hindenburg tarafından Başbakanlığa davet edilen Hitler’in Başbakan olmasıyla yollar Nazilere açılmıştır. 24.03.1933’de aynı yıl içinde ikinci kez yapılan seçimlerde merkez partisi ve diğer bazı liberal grupların oyu da alınarak Tam Yetkilendirme Yasası çıkarılmış ve Hindenburg’un ölmesiyle Hitler Cumhurbaşkanlığı alarak tüm yetkileri kendinde toplamıştır. 14 Temmuz 1934’de siyasi faaliyette bulunabilme sadece Nazi partisine tanınmış, bütün eyaletlerin koordinasyonuna gidilmiş, özgür sendikalar yasa dışı ilan edilmiş, bütün siyasi partiler kapatılmıştır. Hitler döneminin en belirgin niteliği, baskının kuramsallaştırılmasıdır. Almanya’nın II. Dünya Savaşından yenik çıkmasıyla Nazi Rejimi son bulmuştur (Yücekök, 1987, 153-155).

II. Dünya Savaşı sonunda yenilen Almanya’nın toprakları, Sovyetler Birliği ve Batılı devletler tarafından işgal edilmiştir. 1949’da işgalci devletlerin anlaşmasıyla Doğu Almanya’da Sovyetler Birliği tarafından Doğu Almanya Cumhuriyeti, Batı da ise Đngiltere, Fransa, ABD tarafından Federal Batı Almanya Cumhuriyeti kurulmuştur. Batı Almanya’da savaş sonrası toplumsal hayatı yenileyebilmek ve sağlıklı bir düzene sokabilmek için ilk olarak Nazi unsurlardan arındırma işlemi uygulanmış ve devletin istikrarlı bir yapıya kavuşması için anayasa yapma girişimi Londra’da A.B.D., Fransa, Belçika, Hollanda, Luxemburg’un 1Temmuz 1948’de anlaşmalarıyla sağlanmıştır. Anlaşmanın amacı, çeşitli eyaletlerdeki Almanların, hükümet sorumluluğunu üstlerine almalarını, gerekli siyasal örgüt ve kurumları yaratmalarını sağlamaktır (Winkler, 2008, 44).

53

Federal Batı Almanya’da Anayasanın yapımında, eyalet meclislerinin eyalet nüfusu ve çeşitli partilerin meclisteki ağırlıkları temeline dayanarak seçtikleri, atmış beş kişilik bir Parlamenter Konsey görevlendirilmiştir. Anayasa, Müttefiklerle Alman partiler arasında varılan bir uzlaşma ile olmuştur. Bu noktada tartışmaya yol açan başlıca konu gevşek bir federalizm mi, yoksa merkeziyetçi yanı ağır basan bir federalizmin mi kurulacağı konusu olmuştur. Đkinci meclisin kurulması kararıyla merkeziyetçi yanı ağırlıklı bir federal devlet kurulmuştur. Anayasa üç müttefik ile Bavyera hariç tüm eyalet meclislerinin onayı ile 23 Mayıs 1949’da kabul edilmiş ve 14 Ağustos 1949’da seçimler yapılmıştır. Hıristiyan demokratlar ve Sosyal Demokratlar büyük çoğunlukla parlamentoya girmişlerdir (Çam, 1993, 280).

Almanya’nın Batı kanadı bu şekilde gelişirken, Doğu kanadı ise sosyalist blokla bütünleşmiştir. Sovyetler, Ekim 1949’da kendi işgal bölgelerinde Demokratik Alman Cumhuriyetini kurmuşlar ve 13 Ağustos 1961’de ise Doğu’dan Batı’ya kaçışı engellemek için Berlin Duvarını inşa etmişlerdir. 1985 yılında Gorbaçov’un SSCB’nin başına geçmesiyle, sosyalist blokun dağılması ve Soğuk Savaşı Batı’nın kazanması sonucu 9 Kasım 1989 günü, Berlin Duvarı, sınırın iki tarafındaki Almanlar tarafından yıkılmıştır. Böylece Almanya’nın birleşmesi somut bir olasılık olarak ortaya çıkmıştır (Roskin, 2009, 209).

Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi için öncelikli olarak iki Almanya görüşmüş ardından II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı yenen SSCB, ABD, Đngiltere, Fransa’nın onayının alınması ile iki Almanya 31 Ağustos 1990’da birleşme Antlaşmasını imzalamışlardır. Antlaşma, 20 Eylül’de iki devletin meclislerinde oylanmış ve 1 Ekim 1990’da, dört işgalci devlet, New York’ta yayınladıkları ortak bir bildirge ile Berlin ile ilgili tüm yetki ve sorumluluklarından vazgeçtiklerini bildirmişlerdir. 3 Ekim 1990’da, iki Almanya arasındaki sınırlar kalkmış ve Almanlar, tarihlerinde ikinci kez birliğe kavuşmuşlardır (Roskin, 2009, 210-212).

Alman tarihinin en önemli özelliği Almanların tarih boyunca kendi içlerinde bütünleşememeleridir. Almanlar ulus olmayı, tek devlet olarak hareket etmeyi başaramamışlardır. Alman devlet yapılanması içinde daima kendi adına hareket eden prenslikler, komünler yer almıştır. Bu nedenle devlet yapılanması merkeziyetçi yapılanmanın aksine her bölgenin farklı idaresini içeren federal yapılanma şeklinde ortaya çıkmıştır. Almanya’nın federal yapılanmasının nedeni tarihinde yatmaktadır.

54

3.3. Federal Almanya Cumhuriyeti’nde Anayasal Yapı ve Gelişimi

Almanya’da ilk Anayasa, Kuzey Almanya Federasyonu tarafından 16 Nisan 1872 tarihinde kabul edilmiştir. Bu anayasa ile Prusya ve diğer Alman prenslikleri birleşerek, federal devlet oluşturulmuştur. Prusya Başbakanı ve Dışişleri Bakanı olan Otto Von Bismarck, bu devletin Federal Başbakanlık görevini üstlenerek, Alman birliğinin sağlanması konusunda önemli çalışmalar yapmıştır. 16 Nisan 1867 Anayasasına dayanan bu rejim, meşruti monarşi niteliğindedir Bu dönemdeki federalizm uygulaması olağan federalizmden farklıdır. Egemenliğin kaynağı, halka değil de federasyon üyesi prenslere aittir. Federasyon şeklinde örgütlenen devlet içinde eyaletler geniş yetkilere sahiptir (Çam, 1993, 278).

I. Dünya Savası sonunda Alman Đmparatorluğu dağılmış ve savaştan hemen

Benzer Belgeler