• Sonuç bulunamadı

SEVGİLİDE GÜZELLİK UNSURLARINDAN YANAK, HÂL VE HATT

B. Yanak İle İlgili Başlıca Tasavvurlar

1. Gül, Gonca, Lâle, Karanfil, Benefşe, Yasemin, Berg

Yanağın bu unsurlarla ele alınışı daha çok rengi ve tazeliği sebebiyledir. Âşıklarda uyandırdığı duygular da bu unsurlarla ele alınmasına sebep olur. Aslında bir çeşit çalı olan gül, güzel kokusu ve çeşitli renklerdeki muhteşem çiçekleriyle çağlardan beri insanları derinden etkilemiş ve bütün kültürlerde her zaman çok özel ve seçkin bir yerin sahibi olmuştur. Hafız’dan Ronsard’a, Yunus’tan Tagor’a, Hayyam’dan Goethe’ye, Fuzûlî’den Rilke’ye kadar, bütün dünya şâirlerinin üzerinde birleştiği tek çiçek güldür.

Gül, aşkın her çeşidinde sevgiliyi temsil eder. Bülbül ise onun aşkıyla yanıp tutuşan âşıktır. Efsaneye göre, gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş. Bülbüle o zaman da hiç yüz vermiyormuş. Gülün bu kayıtsızlığına dayanamayan bülbül, günün birinde gidip onun gövdesine konuvermiş. Dikenler bülbülün göğsüne batınca akan kan gülün dibine dökülmüş ve köklerinden damarlarına doğru yayılmış. Gül, işte o günden sonra kan kırmızı açmaya başlamış.

Tasavvufî sembolizmde gül, ilâhî güzelliği ifade ettiği gibi, Allah’ın sevgilisi Muhammed’i ( Habîbullah ) de temsil etmektedir. Gülü kendisine nişan olarak seçen Kâdiriyye’de Arapça’da gül anlamına gelen verd’deki vav Resûl-i Ekrem’in veliliğine, rı onun raûf ve rahîm sıfatlarına, dal ise davetçiliğine işaret olarak kabul edilmektedir.

Tasavvufî sembolizmde gonca halindeki gül, birliği; açılmış gül ise birliğin çokluk halinde görünüşünü temsil eder. Gülşen, yani gül bahçesi gönül açıklığı yahut kirinden pasından temizlenerek ilâhî güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş bir kalptir. Gonca halvet halini, yani insanın kendisiyle ve Tanrı ile başbaşa kalmasını temsil eder. Buna göre açılmış gül can sırrını açığa vurmaktır. Gül, ömrünün kısalığı dolayısı ile hayatın geçiciliğini de ifade etmektedir ( Ayvazoğlu, 1999: 84-87 ).

‘‘Sadece divan şâirleri değil, halkımız da her güzellikte çiçeklerin özellikle de gülün güzelliğini görme eğilimindedir. Dilimizdeki güllü deyimler

bu eğilimi açıkça göstermektedir. İyi babalar ailelerine gül gibi bakar, mutlu ve geçim sıkıntısı çekmeyen aileler gül gibi geçinip gider ve çocuklarını el bebek gül bebek büyütürler. Kız çocuklarına güzel olsunlar diye çokça güllü isimler verilir: Güldalı, Güldane, Gülizar, Gül, Gülfidan, Yazgülü, Ayşegül,

Güllü vb. gibi. Öyle kızlar ki güldükçe güller açar yüzlerinde. Ve o güllerin

üzerine gül koklanmaz. Ufak tefek kusurlar hoş görülmelidir, çünkü gül

dikensiz olmaz.’’ ( Ayvazoğlu, 1999: 179 ).

Yanağın gül unsuruyla ele alınışında yanağı yüceltme amacı her zaman söz konusudur. Gül, sevgilinin yanağına benzemeye çalışır:

Gül ruhlaruna kendüyi benzetdügi içün Jâle söyündürür su koyup gül ocagını Figânî/91/3

Bî hayâlıg eyleyüp öykündügiyçün haddüne Güllerün bârân ile yüzine tükürdi sabâ Me‘âlî/ 17/2

Sevgilinin yanağının rengini âşıklar gülde bulmuşlardır. Bu sebeple gül rağbet kazanmıştır, başlar üstünde yer edinmiştir:

Reng-i ruhunı gülde buldılar ol sebebden Baş üzre götürürler ‘âlemde ragbeti var Za‘îfî/82/2

Gül denince aklımıza ilk olarak kırmızı renkte olan gül gelir. Zira gülün gelenekteki rengi kırmızıdır. Zaman zaman “gül-i ra‘nâ” olarak bilinen iki

renkli gül de söz konusu edilir. Muhibbî’nin bir beytinde ise renginin “kızıl” olarak geçmesi hayli ilgi çekicidir:

Gülşen-i hüsnünde haddün bir kızıl güldür bana Murg-ı dil âvâzesi feryâd-ı bülbüldür bana Muhibbî/55/1

Ruh-ı rengînün ey dilber kamer mi yâ gül-i ra‘nâ Leb-i şîrînün iy server şeker mi yâ mül-i hamrâ Za‘îfî/3/1

‘Âşık olmışdur güneş ey ruhları ra‘nâ sana Tolanur dünyâyı her gün bulımaz hemtâ sana Revânî/12/1

Had mi bu ya bir ter gül-i ra‘nâ-yı melâhat Kad mi bu ya bir serv-i dil-ârâ-yı melâhat Hayretî/25/1

Sevgilinin gül renkli yanağının aksi, aşığın yaşlı gözlerinde suya konmuş taze bir güldür:

Suya konmış sanasın bir gül-i terdür cânâ Eşk-i çeşmümde senün ‘aks-i ruh-ı gülgûnun

Hayretî/214/4

Sevgilinin yanağı daima taze bir güldür. Bu nedenle canlıdır, gösterişlidir, cezbedicidir. Ayrıca eşi ve benzeri yoktur:

Görmedüm haddün gibi bir verd-i ahmer tâzece Bulmadum kaddün gibi serv ü sanavber tâzece Revânî/377/1

Penç penç olmış saçun devr-i ruhunda dir gören Rişte-i müşginle dilber verd-i ahmer baglamış Za‘îfî/150/2

Ey saçı sünbül lebi gonce yanagı verd-i ter Bâg-ı hüsnünde olupdur gözlerüm yaşı matar Muhibbî/863/1

Bülbül olduksa nola her güle mâ’il degülüz Yeter ey Rûhî bize ‘ârız-ı cânân gül-i surh Rûhî/110/5

Bâd gîsûlarun açdukça görinür ruh-ı yâr Bâg-ı cennetde açılmış gül-i sîr-âb gibi

Bâkî/507/5

Gül mi vardur gül-sitânda ol ruhı ahmer gibi

Serv mi vardur çemende ol kad-i ‘ar‘ar gibi İ. Kemâl/333/1

Kadd ü haddündür Nihânî’ye nigârâ dünyede Bâg-ı cennet serv-i nâzı vü gül-i nevrestesi Nihânî/193/5

Sevgilinin yanağının yanında ağzını ( dudağını ) gören hayret etmekten kendini alamaz. Zira gül budağında ( yanak ), hurma ( ağız) bitmiştir:

Gül ruhları yanında gören leblerini dir Kim gördügi var gül budagında bite hurma İ. Kemâl/16/4

Sevgilinin yanağı âşık için cennetten gelen bir gül, gülfidanı, dikensiz bir gül vb. dir. Sadece “gül” olarak ele alınışı ise âdiyâttandır:

Hârdur çeşmüme sensüz oda yansun gülzâr

Gül-i cennetdür o ruhsâr-ı dil-efrûz bana

Rûhî/41/3

Nahl-ı güldür ki bulur zîneti sünbüller ile Revânî/348/1

Ruh-ı cânâne Nihânî gül-i bî-hâr dimiş İşidenler didiler hey nazarı vâr olsun Nihânî/160/5

Devleti gör nergisi çeşmün karavaş eylemiş Tanrı virmiş lâleye gül haddünün lalalıgın Zâtî/1025/6

Gelmeyüb külbe-i ahzânuma ey ruhları gül Yüregim hâr-ı gam-ı hicr ile hûn eyleme gel Nihânî/113/3

Dag urdı şevk odı yine gögsine lâlenün Yârun çü gördi gül ruhı üstünde hâlini Hayretî/495/3

Nice bir bülbülini ide gülistândan ırag Ruhı gül lebleri mül gözleri mestâna ilet

Figânî/7/4

Ol iki ‘ârızun hevesi cânda Nev‘iyâ Târ-ı za‘îfe sarılu san iki dâne gül Nev‘î/276/5

Sevgilinin gül yanaklarını vasfede vasfede, âşığın ( şâirin ) dîvânı bir Gülistân niteliği kazanmıştır. Burada ayrıca Sadi’nin eserine de telmih yapılmaktadır. ‘‘Zira dîvân şiirinde bazı kitap adlarının zikredildiği görülür. Bunlar birer özel isim olmaları yanında, aynı zamanda sözlük anlamlarını da kastedecek şekilde tenasüp, cinas gibi edebî sanatlar ile bir edebî hususiyet içinde kullanılır. Bunların büyük çoğunluğu İslâm medeniyetinin müşterek malı olmuş klâsik veya popüler eserlerdir. Bunlardan Gülistan, Sa‘dî mahlası ile tanınan İranlı büyük şâir Şirâzi’nin eseridir. Mensur kısımlar arasına bazı şiirlerin ilavesiyle bir önsöz ve sekiz bâbdan meydana gelmiştir. Ahlâki ve terbîyevî bir eserdir.’’ ( Kurnaz, 1990: 125-126 ):

Senün gül ruhlarun vasfiyle Sa‘dî Benüm dîvânum olmışdur Gülistân Revânî/280/6

Zaman zaman sevgilinin yanağı gül-i nesrîn ( yaban gülü ) olarak ele alınır:

Gülşende ruhun gibi bulunmaz gül-i nesrîn Cennetde ne kaddün gibi bir serv-i dil-ârâ Revânî/16/2

Gonca lebün ruhun gül-i nesrîn semen tenün Bâg-ı cinândan nesi eksük bu gül-şenün Me‘âlî/215/1

Bâg-bân şimşâd ü nesrînün mana ‘arz etme kim Ol kad ü ruhsârdur şimşâd ü nesrînüm menüm Fuzûlî/CCIII/2

Hûb düşmişdür kaşun bu hadd-i rengîn üstine Benzer ol nûna yazılmış ola nesrîn üstine Revânî/395/1

‘‘Gül, tarikatlerde sembol olarak büyük önem taşır. Hz. Ali, rivayete göre, son nefesini vermeden önce Selman’dan bir deste gül istemiş ve hemen getirilen gülleri kokladıktan sonra ruhunu teslim etmiştir. Bu bakımdan gül destesi şiirde söz konusu edilmiştir.’’ ( Ayvazoğlu, 1999: 87 ):

Hayâl-i ruhların giderme dilden Muhibbî sînede güldeste hoşdur Muhibbî/560/5

‘‘Sevgilinin yanağı zaman zaman gül-nâr olarak ele alınır. Gülnâr, nâr

çiçeğidir. Kırmızı katmerli gül anlamına da gelir.’’ ( Kam, 2003: 151 ): Ruh-ı gül-nâr-ı yâra benzedürsin

Eyâ Zâtî nice germ olmasun nâr Zâtî/16/5

Od düşürdün dile cânâ ruh-ı gül-nârun ile ‘Aklum ugrıladun ol gamze-i ‘ayyârun ile Zâtî/1354/1

Yanak bazen de gül-i şeftâlû olarak ele alınır. Burada “gül” sözcüğünün “çiçek” anlamına gelecek şekilde kullanılması söz konusudur:

Ruhlarundan ne ‘aceb bûse temennâ kılsam Ey lebi gonca ‘izârun gül-i şeftâlûdur

Bâkî/46/2

Âl ile istedüm öpmek o ‘izâr-i âli Kızarup şermden oldı ruhı gül-şeftâli Âşık Çelebi/16/1

Yanağın güle teşbihi yanında gül yaprağına benzetildiği de olur. Rengi, letâfeti, tazeliği, cezbediciliği bu açıdan büyük önem taşır. Bununla birlikte bazen semen, yasemin yaprağı olarak da ele alındığı görülmektedir:

Haddi üzre mâr-ı müşg-efşâna benzer zülf-i dost Kim yatur gülşende berg-i gülden idinmiş firâş

Za‘îfî/147/3

Tal‘atın cennet dudagın selsebil ırmagıdır ‘Ârızında ruhların su içre gül yapragıdır Hayâlî/183/1

Ruhlarun cân bâgınun berg-i gül-i handânıdur Saçlarun dil bezminün bûy-ı ‘abîr- efşânıdur Âhî/25/1

Hamdü li’llâh ki yine ‘ârız-ı zîbâ-yı nigâr Derleyüp berg-i gül evrâkını nemgîn itmiş İshâk Çelebi/115/4

Ruhları evrâk-ı güldür anda zülfi hâl ile Sakınur ahum yelinden anda çîn-der-çîndür Muhibbî/743/2

Nezâketle ruhın berk-i gül-i sîrâba benzetdüm ‘Arak-nâk oldı âfet bilmem alındı bu sözden mi Rûhî/1079/3

Serv ü gül nezzâresin neyler sana hayrân olan Kim kadün serv ü ruhun gülberg-i ra‘nâdur senün Fuzûlî/CLIII/4

Lebleri mül saçları sünbül yanagı berg-i gül Bir semen-ber serv-i hoş-reftâr dirsen işte sen Bâkî/380/2

Ruhun gül-berg-i bûstân-ı İremdür Dehânun gonca-i bâg-ı ‘ademdür Bâkî/147/1

‘Aks-i ‘izârun dîdede berg-i gül-i ter kendidür La‘lün hayâli sînede rûh-ı musavver kendidür Bâkî/95/1

Tal‘atun cennet tudagun selsebil ırmagıdur ‘Ârızunda ruhlarun su içre gül yapragıdur İ. Kemâl/51/1

Berg-i verd-i ahmeri gül-şende uçurdı sabâ Me‘âlî/17/4

Düşdi gönlüm yine bir ruhları berg-i semene Râstî şîve ider kâmeti serv-i çemene

Za‘îfî/311/1

Bağda semen ( yasemin ) yaprağının haylice nazik görünme çabası sevgilinin yanağına benzemek istemesi ile alakalıdır:

Öykinürse nola ruhsâruna ey gonca-dehen Bâgda haylice nâzik geçinür berk-i semen Rûhî/837/1

Gül yaprağı, sevgilinin ayağını tek öpebileyim diye minnetler edip çimenin üzerine düşmüştür. Sevgiliye benzemek şöyle dursun, ayağının altında olmaya gönülden razıdır:

Berg-i gül ben öpeyim yârun ayagunı diyü Berg minnetler idüp üstine düşdi çemenün Hudâyî/142/4

Eskiden bazı çiçek ve yapraklar -özellikle de gül yaprakları- kitapların sayfaları arasına konurmuş. Sevgilinin güzelliği bir Mushaf şeklinde ele alındığında yanağı o Mushafın içine konmuş taze gül yaprağı olarak düşünülür:

Ol ruh-ı zîbâ sanasın hatt-ı ‘anber-sâ ile Mushaf içinde konılmış tâze gül yapragıdur İshâk Çelebi/62/2

Sevgilinin yanağı rengi dolayısı ile lâle olarak ele alınır. Sevgilinin yanağı lâle karşısında üstün duruma getirilir. Sevgilinin yanağı kadar güzel bir lâle söz konusu bile olamaz. Ayrıca sevgilinin boyu ve yanağı karşısında servi ve lâle rağbetten düşmüştür:

Kan’ol ruhsâr-ı dil-ber gibi lâle Nice âl ola kim yite bu âle Âhî/111/1

Kaddünle ruhlarun görüben didi bâg-bân Bî-ragbet oldı veh ki bizüm serv ü lâlemüz Zâtî/547/6

Lâlenin ortasındaki tohumlar dag ( yara ) veya ben şeklinde düşünülür: Cânına ‘âşıkların ey lâle-ruh dâg-ı belâ

Ol leb-i cân-bahşının üstinde hâlindir senin Hayâlî/281/2

Klasik şiirimizde 16. asra kadar sözü edilen lâlelerin yabanî türler olduğu muhakkaktır. Yabaniliklerinden, yani dağlarda, kırlarda yetişiyor

olmalarından dolayı taşralıdırlar. Bunun için utangaç, usul erkân bilmez bir çiçek olarak düşünülen lâle, bir bakıma utangaçlığın, çekingenliğin sembolü olmuştur.

‘‘Lâle kelimesi 16. yüzyıla kadar, sadece bildiğimiz lâleyi ifade etmiyor,

yabani lâle türleriyle birlikte, Manisa lâlesi, Lâle-i Nûman gibi lâleye benzeyen

yabani çiçeklerin genel adı olarak kullanılıyordu. Dîvân şâirlerinin çok

sevdikleri Lâle-i Nûman ( anemon ), Girit lâlesi de denilen Manisa lâlesidir. Ortasındaki siyahlık yüzünden divan şâirlerinin bir yığın söz oyununa konu

olan ve Şakâyıku’n-Nûman da denilen bu çiçek, bir rivayete göre İslam’dan

önce Hîre hükümdarlarından Nûman bin Münzîr tarafından çok sevildiği için bu adı almıştır.’’ ( Ayvazoğlu, 1999: 108-109 ):

Ruhunsuz lâle-i nu‘mân gerekmez Lebünsüz gonce-i handân gerekmez Nihânî/57/1

Hâr-ı gamdan cân veren bülbüllere ey lâle-ruh Yaraşır olsa kefen berg-i gül-i sîrâbdan taze Usûlî/109/4

Âşiyân-ı bülbülü sagar edip gülzârda

Gonca la’lin yâdına ey lâle-ruh sahbâ çeker Hayâlî/79/4

Sebze-i ter yaraşur tâze bahârumda benüm Âşık Çelebi/32/1

Ger benüm bagrum tola bin dâg-ı hûn-âlûd ile Ol yanagı lâle-i hamrâyı kimdür dimezem İshâk Çelebi/174/2

Gerçi her lâle-ruhun saçları sünbüller olur Bizüm il dil-berinün benler fülfüller olur Revânî/87/1

Dâglarda lâleveş zeyn olsa sînem gam degül Her biri bir lâle-haddün yâdigârıdur bana Revânî/15/2

İçmezsem âb-ı hayât olsa eger câm-ı şarâb Sâkî bir sîm-beden lâle-‘izâr olmayıcak Nihânî/86/2

Bin tâze açılmış güle virmez deli gönlüm Bir dâg-ı gamın sînede ol lâle-‘izârun

Hayretî/207/2

Virdi gönlin saçı sünbül yanagı lâlelere Daglara düşse Figânî n’ola Mecnûn gibi Figânî/101/5

Yanağın yasemin, karanfil gibi unsurlara teşbihi rengi dolayısı iledir. Sevgilinin yanağı bir kızıl karanfildir. Ayrıca karanfil, renginin sevgilinin yanağına benzemesi nedeni ile gül bahçesinin süsü olmuştur:

Rengîn ruhundur iden ârâyişini çarhun Zînet virür sifâle ekser kızıl karanfül Revânî/229/2

Ger olmasa hem-reng-i ruh-ı yâr karanfil Olmaz idi ârâyiş-i gülzâr kâranfil

Rûhî/742/1

Yasemin, sevgili ile güzellikle alakalı bahisler ettiği için saba tarafından yerden yere vurulmuştur:

Ey Me‘âlî ol ruh ile bahs-i hüsn etdügi-çün Yâsemen üftâdeyi yerden yere urdı sabâ Me‘âlî/17/5

Yaseminin güzel kokusu ile bilinen bir çiçek olması, renginin yanısıra kokusu yönünden de sevgilinin yanağına teşbihinde önemli bir etken olmuştur:

Perî disem yaraşurdı perîde olsa eger

Semen ‘izâr u benefşe hat u sehî bâlâ

‘Amrî/3/2

Firâk odına yanar dil ruhun tahayyül idüp Bu turfadur ki kış içinde yâsemîn ister İ. Kemâl/121/6

Hevâ-yi ravza-i kûyun bahâr-ı gülşen-i cânum Nihâl-i kâmetün servüm ‘izârun yâsemînümdür Fuzûlî/LXXVII/3

Gam-ı hatt-ı ruhunla ölse ey haddi semen Rûhî Mezârı üstine yeşil çemen yerin tuta hârâ Rûhî/52/5

Gussa-i ferdâ içün kim der sana endîşe çek Bir semen ruhsarı bul gül mevsiminde ayşa çek Hayâlî/295/1

2. Cennet, Bag, Bostan, Çemen, Benefşelik, Gülşen, Lâlezâr, Bahar

Yanağın bu unsurlarla ele alınış nedeni renk, tazelik ve güzelliğidir. Sevgilinin yanağı ile sözkonusu unsurlar kıyaslanır. Şüphesiz sevgilinin yanağı her zaman gâlip gelir:

Seyr idelden gülşen-i hüsnünde kadd ü haddüni Çekmez oldı hâtırum serv ü çemenden cânibe Bâkî/440/4

Nice vasf eyleyem ruhsârun ey dôst Bana yeg görinür bâg-ı İremden Muhibbî/2074/3

Sevgilinin saçından ve yanağından ayrı kalınca bag ve bostan âşığa âdeta bir zindan olur:

Zülf ü haddünden cüdâ ‘âşıklara Bâg u bostan bend ü zindân olur Hayretî/49/3

Âşık, sevgilinin İrem bağı gibi olan yanağını görme, görebilme hususunda ümidini hiçbir zaman kaybetmez:

Seyr itmeye ‘izârunı bâg-ı İrem gibi ‘Avn-ı İlâh remîde olursa irem gibi Behiştî/502/1

Sevgili acımasızdır. Güzelliğinin bağına âşığı yaklaştırmaz. Ancak âşık -eline bir yaprağı dahi geçmezken- o güzellik bağından nergis, sümbül, nesteren istemeden de kendini bir türlü alamaz:

Bir berk eline girmez iken bâg-ı ruhundan Hem nergis u hem sünbül ü hem nesteren ister Rûhî/254/2

Bûstân-ı haddine elüm irmezdi Nev‘iyâ

Açdı o bâga girmeye bir reh-güzâr hat Nev‘î/209/5

Virse şeftâlû Revânîye ruhı bâgından Gözci dikmezdi ana nergis-i şehlâlarını Revânî/432/6

Ruhlarun teşbih idersem n’ola cennet bâgına Eksük olmaz tâze şeftâlüler anda yaz u kış Bâkî/217/2

Aşağıdaki beyitlerde de sevgilinin yanağı firdevs, ravza, cennet, behişt vb. olarak ele alınmıştır:

Bûse-i la‘lün alan hoş mîve-i zîbâ imiş Bâki/217/1

Tâvûsdur ki ravzada cevlâna başlamış Ruhsârun üzre zülf-i semen-bû degüldür ol Bâki/295/2

Dâne-i hâline bak cennet-i ruhsârında Nice sabr eylesün Allâhı seversen âdem Bâki/331/4

Cinân-ı ‘ârızun sâkinlerinde bugz u kîn olmaz

N‘ola tûtî hatuna mahrem olsa zülfünün zâgı Nev‘î/510/2

Ruhunda bagladı saf deste deste kâküller Behişte virdi şeref tâze tâze sünbüller Helâkî/52/1

Aşağıdaki beyitlerde sevgilinin yanağı; gülşen, gülzâr, gülzâr-ı Çîn, gülistan, Çin gülistanı, benefşelik, lâlezâr, yaz olarak ele alınmıştır:

Kendü destümle od urmış olırum hırmenime Hudâyî/220/4

Zülfün ‘izârın kim der nikâba benzer

Gülzâra sâye salmış mişgîn sehâba benzer

Hayâlî/138/1

‘Ârızun gülzâr-ı Çindir gözlerin âhû-yı misk Anberîn çevgân saçun hâl-i siyâhın gûy-ı misk Hayâlî/271/1

Zülfünün bûyı nigârâ râhat-ı cândur bana ‘Ârızun ter-tâze güllerle gülistândur bana Muhibbî/101/1

‘Ârızındır Çin gülistanı yüzün mişkin gazâl Ya kaşın atmış ana müjgânlarından tîrler Hayâlî/107/2

‘Ârız-ı cânâne baksun gülşen ü yaz isteyen Dinlesün cân bülbülin murg-ı hoş-âvâz isteyen

Muhibbî/2084/1

Pâkize-dil safâdan ruhsâr-ı yâre düşmiş Bir katre şeb-nem olmış bir lâle-zâre düşmiş Bâkî/216/1

Sevgilinin yanağı bazen bahara benzetilmektedir. Bu benzerlikte tazelik ve canlılığın ön planda olduğu düşünülebilir. Ayrıca güzellik de bunda etkili olmaktadır. Tâze bahar, nev-bahar, nev-rûz, fasl-ı rebi‘ vb. söyleyişler söz konusudur:

Hayra makdem nicesin yol zahmetinden iy nigâr Sag esen gördük bi- hamdi’llâh ruhun tâze bahâr Za‘îfî/108/1

Ruhlarun devrinde çogalsa gözüm yaşı n’ola Kim su olur çeşmelerde nev-bahâr irdükde çok İ. Kemâl/157/5

Bâg-ı ruhunda zâhir olalı benefşe-zâr

Boynı burıldı oldı çemende benefşe-zâr Figânî/25/1

Haddin olalı ey gül-i handân benefşelik Oldu muhabbet ehline seyrân benefşelik Hayâlî/279/1

Dilberün ‘ârızunun ideli nev-rûzını vasf Zâtiyâ oldı kamu şi‘r-i belîgun pür-sûz Zâtî/562/7

Hadüni gördi gönül meyl ider oldı lebüne Kim ola içmeye mey irse kaçan fasl-ı rebi‘ Muhibbî/1341/2

Agyâr ah edermiş ol gül-‘izâra karşu Olur sovuk havalar evvel bahâra karşu Hayâlî/458/1

Ey dil ol gül-‘izârı kim sevmez Delü misin bahârı kim sevmez İshâk Çelebi/100/1

Yanağın bu unsurlara teşbihinde ışık, parlaklık, aydınlık, saflık gibi münasebetler etkilidir. Bu unsurlarla yapılan karşılaştırmalarda yüz ( yanak ) her zaman üstün durumdadır:

Öykünse haddüne ne gam ey âfitâb-ı hüsn Mâh-ı sipihr kemdür o ne yüzi karadur Bâkî/92/2

Âfitâbı nice teşbîh edeyim ruhsâruna

Sen sa‘âdet nûrusun ol hâke düşmüş bir zelîl Hayâlî/313/2

Öykünürmiş ruh-ı cânâne kamer Bilmeyüp haddini bir gün lekeler Hayretî/121/1

Aşağıdaki beyitte Hz. Peygamber’in şakku’l-kamer mucizesine telmih yapılmaktadır. Beyitte sevgilinin yanağı ile muarazaya giriştiği için Hz. Nebi’nin ayı ikiye böldüğü söyleniyor ve hüsn-i ta’lil yapılıyor:

Bildi mu‘âriz olsa gerek ‘ârızunla mâh Şakk itdi tîg-ı mu‘ciz ile Hazret-i Nebî Zâtî/1645/2

Sevgilinin güneş gibi parlak ve yakıcı olan yanağı âşığı ne kadar uzakta olursa olsun yakmaktadır. Bu durumda yakınlığı zaten düşünülemez: Böyle yakar ırakdan o horşîd-ruh beni

Hâlüm n’ola eger ki olursam mukarrebi Zâtî/1743/3

Eğer gökyüzünde birkaç güneş daha olsaydı âşık sevgilinin alnı, yanağı ve yüzü için de güneş diyecektir. Ancak –ne yazık ki- gökyüzünde birden fazla güneş söz konusu değildir:

Ruhlarıla alnına yüzün güneşdür dir idim Olsa idi eger gögün yüzinde birkaç âfitâb İ. Kemâl/21/3

Sevgilinin saçları, dini kara olarak nitelendirilir. Çünkü onun güneş gibi parlak olan yanağına ibadet etmektedir:

Ruhsarlarun zülfün içün itdi şehâdet Bir dîni karadur ki ider şemse ‘ibâdet Figânî/4/1

Aşağıdaki beyitlerde de sevgilinin yanağı güneş olarak tasavvur edilmektedir:

Zülfi ucından eylese ruhsârını ayân Dirler ki togdı cânib-i magribden âfitâb

Figânî/3/3

Dehân-ı yâr ile mihr-i ruhıdur Gözüme Nev‘iyâ pinhân u peydâ Nev‘î/11/5

Güneş ruhsâruna her kim bakarsa Mecâli kalmayup anı dutar teb Muhibbî/175/2

Ay, dolunay ( bedr ) ve mehtap, parlaklık ve aydınlık münâsebeti ile

Benzer Belgeler