• Sonuç bulunamadı

yurtdışında gerçekleştirilen pek çok çalışma (Hagerty ve Williams, 1999; Moore ve Schultz, 1983; Park, 2004; Russell, Peplau ve Cutrona, 1980) yalnızlığın ruh sağlığını da etkilediğini ortaya koymuştur. Yalnız insanların depresyon, kaygı gibi rahatsızlıklardan acı çekme olasılıkları yüksektir. Yalnızlar, alkolü kötüye kullanma, çeşitli uyuşturucu maddeler alma ve intiharı tasarlama ya da intihar girişiminde bulunma gibi olumsuz davranışlarda bulunma eğilimindedirler (Peplau, 1987, 1988).

Yalnız insanlar baş ağrısı, iştahsızlık ve uyku problemleri gibi belirtilerden yakınmaktadırlar. Ayrıca yalnız bireylerin bağışıklık sistemlerinin de enfeksiyonlara karşı direnmede daha güçsüz olduğunu ortaya çıkaran bulgular da oldukça dikkat çekicidir (Peplau, 1987).

Tüm bunlara karşın yalnızlık deneyimleri her zaman kötü olmayabilir.

Yaşar’a (2007) göre insanlar bazen kendi tercihleri doğrultusunda yalnız kalmayı, yalnız yaşamayı ya da kalabalıklar içinde yalnız bulunmayı seçebilirler. Ancak, bu çalışma kapsamında bahsedilen yalnızlık durumu, istenilmeyen, hoşa gitmeyen ve insanlarda çeşitli duygusal sıkıntılar ortaya çıkaran yalnızlıktır.

Yalnızlığın kavramsal tanımlamalarından ve farklı türlerinden bahsettikten sonra bu bölümde, çalışmanın temel değişkeni olan yalnızlığın, parasosyal etkileşim alanındaki çalışmalarda nasıl ele alındığından bahsedilecektir.

kullanabilirler (Blumler ve Katz,1974; Katz, Gurevitch ve Haas,1973; Rosengren ve Windahl,1972). Kişilerin sosyal gereksinimlerini medya yoluyla karşılamaya iten nedenlerden biri yalnızlıktır. Medyaya başvurmak, yalnızlıkla baş etmede kullanılan bir stratejidir. Yalnızlıkla başa çıkmada kimileri sosyal etkinliklerini artırmaya çalışırken, kimileri yeni arkadaşlar edinme, yeni gruplara üye olma gibi sosyalleşme çabalarını artırırlar. Sosyal etkinlik yalnızlıkla başa çıkmada bir çözüm olmazsa, bireyler medyaya başvurabilirler.

Yalnızlığın medya tarafından sunulan doyumlarla iyileştirilebileceği varsayımı araştırmacılar arasında son dönemlerde oldukça yaygındır. Bu varsayım, kullanımlar ve doyumlar kuramını (uses and gratifications theory) temel almaktadır.

Kullanımlar ve doyumlar kuramını temel alan görüşlere göre, insanların kişilerarası iletişim kanalları kısıtlı olduğunda ya da bu kişiler, iletişim kurmada sıkıntı yaşadıklarında, kitle iletişim bu bireylere işlevsel seçenekler sağlar. Kullanımlar ve doyumlar kuramı, medya kullanıcılarının medyayı kullanma ve seçmede etkin bir rol üstlendiğini ve medyayı bir amaç dahilinde kullandığını öngörmektedir. Ayrıca medya kullanıcıları, ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan medya kaynağıyla ilgilenirler. Medya kullanıcılarının ihtiyaçlarını doyurmaları için alternatif seçimleri vardır (Blumler ve Katz,1974). Bu görüş temelinde de pek çok araştırmacı (Rubin, 1983; Rubin ve Rubin, 1985; Rubin ve Perse, 1987b; Rubin vd.,1985) sosyal etkileşim yoluyla karşılanamayan bir gereksinimin, parasosyal etkileşim yoluyla karşılanabileceğini önermektedirler.

Hall, Wilson, Wiesner ve Cho’a (2007) göre, kişiler özellikle sosyal kaygıları

karakterlerle ya da televizyondaki medya karakterleriyle ilişki kurmaya çalışabilirler.

Böylelikle parasosyal etkileşim ortaya çıkabilir. Levy (1979) çalışmasında yaşlı izleyicilerin sosyal etkileşim olanaklarının daha az olduğu ve bu nedenle de parasosyal ilişki kurmaya daha eğilimli olduklarını ortaya koymuştur. Gregg (1971) de yaşlı izleyicilerin parasosyal etkileşimle ilgilendiklerini saptamıştır. Armstrong ve Rubin (1989) radyo programları dinleyicilerinin kişilerarası ilişkilerde yetersiz olduklarını ve geçici süreli de olsa yalnızlık yaşadıklarını saptamıştır. Perlman, Gerson ve Spinner (1978) ise araştırma sonuçlarında yaşlıların yalnızken daha çok televizyon izlediklerini bulmuştur. Benzer olarak Kubey (1986) de olumsuz sosyal deneyimlerin bireylerin sosyal etkinliklerinin yerini televizyonun almasına neden olduğunu belirtmiştir.

Rubin ve diğerleri (Rubin, 1983; Rubin ve Rubin, 1985; Rubin vd., 1985) parasosyal etkileşimin bireylerin yalnızlıkla başa çıkmalarında önemli bir rolü olduğunu vurgulamaktadırlar. Benzer olarak, bazı araştırmacılar (Rook ve Peplau, 1982; Rubinstein ve Shaver, 1982; Schultz ve Moore, 1984) bireylerin yalnızlığa karşı televizyon izleme, müzik dinleme, kitap okuma, sinemaya gitme gibi çeşitli etkinliklerde bulunduklarını belirlemişlerdir. Perse ve Rubin (1990) de yalnız insanların aileleri, arkadaşları ile olan etkileşimlerinin ve sosyal etkinliklerinin azaldığını; buna karşın televizyon izleme davranışlarının arttığını ortaya koymuşlardır. Yazarlar, yüksek derecede yalnızlık hisseden bireylerin zaman geçirmek için televizyon izleme olasılıklarının yalnız olmayanlarla karşılaştırıldığında daha fazla olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca Perse ve Rubin’in (1990) çalışmalarında, daha yüksek televizyon izleme oranları da daha fazla

parasosyal etkileşim kurma ile ilişkili bulunmuştur. Aynı bulguya Greenwood (2008) ve Rubin ve McHugh’un (1987) çalışmasında da rastlanmıştır.

Perse ve Rubin (1990) yerel haberleri ve televizyon dizilerini izlemenin yalnızlıkla olan ilişkisini iki ayrı çalışmayla incelemişlerdir. Çalışma sonuçları kronik yalnızların yalnız olmayanlarla karşılaştırıldığında, zaman geçirmek için daha çok haber izleme davranışı gösterdiklerini ve haberleri daha az gerçekçi olarak algıladıklarını ortaya koymuştur. Yazarlara göre, algılanan gerçekliğin düşük düzeyde olması, sosyal beklenti ve deneyimlerdeki uyuşmazlıklardan kaynaklanmış olabilir. Yalnızlık böylece, medya karakteri hakkındaki inanç ve tavırları değiştirebilir. Perse ve Rubin’in (1990) pembe dizi izleme ile yalnızlık arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmalarında ise kronik yalnızların, yalnız olmayan bireylerle karşılaştırıldığında vakit geçirmek için daha fazla pembe dizi izlediklerini ve pembe dizileri daha gerçekçi algıladıklarını belirlemişlerdir. Yazarlar, çalışmalarında, yalnızlık kronikleştikçe, yalnızlıkla baş etme davranışının azaldığının ve yalnızlığa karşı duyarsızlığın geliştiğinden söz etmişlerdir. Bu görüş temelinde de kronik yalnızların televizyonu daha edilgen ve daha az amaçsal olarak kullandıklarını ortaya koymuşlardır. Kronik yalnızlar televizyonu vakit geçirmek amacıyla izlemektedirler.

Bir başka deyişle, onlara göre televizyona edilgen bir yönelim yalnızlığa eşlik eder.

Yazarlara göre, yalnız insanların, yalnız olmayanlara göre eğlence arayışı ile dizileri seyretmeleri ya da dizileri sosyal etkileşim için araç olarak görmeleri daha az olasıdır. Yalnız bireyler, televizyonu öncelikle boş zamanlarını değerlendirmek için kullanırlar. Bu doğrultuda da yalnız insanların, medya kullanımları da edilgendir.

Finn ve Gorr (1988) da genel olarak yalnızlığın sosyal telafi ile ilişkisi olmadığını

medyayı kullanmadıklarını da ortaya koymuştur. Onlara göre, yüksek düzeyde yalnızlığa sahip olan bireyler medyayı akılcı bir sosyal seçenek olarak görmemektedirler. Aynı zamanda medyanın duygu yönetiminde de bireylere yardımcı bir unsur olduğunu düşünmemektedirler. Bunun aksine, yalnız insanlar edilgen seyircilerdir. Çalışma sonucunda da kronik yalnızlık ile sosyal telafi ve duygu yönetimi amacıyla televizyon izleme arasında olumsuz bir ilişki saptanmıştır.

Canary ve Spitzberg (1993) ise durumsal yalnızlar, kronik yalnızlar ve yalnız olmayanlar arasında bir çalışma yapmıştır. Bulgular, Finn ve Gorr’un (1988) çalışmasındakine benzer şekilde; yalnız insanların medyadan en az doyumu sağladıklarını, kronik yalnızların medyaya en az değeri verdiklerini göstermiştir.

Araştırmacılar çalışma sonuçlarından yola çıkarak, medyayı kısa süreli yalnızlıkla baş etme açısından daha doyurucu görürlerken, yalnız bireylerin medyayı daha çok gündelik olayları takip etme ve bilgi edinmede kullandıklarını belirtmişlerdir.

Yazarlara göre, kronik yalnızlar, medya erişimine dair daha az beklentiye sahiptirler ve medyayı daha az kullanmaktadırlar. Bu nedenle de kronik yalnızların medyaya ilişkin beklentileri az olduğundan medya kullanımları da az olacaktır. Kronik yalnızlar, her türlü sosyal ilişki türünü değersiz atfetmektedirler. Ancak sadece durumsal yalnızlık yaşayanlar parasosyal etkileşim için medyayı kullanabilmektedirler. Bu yüzden de en yüksek düzeydeki parasosyal etkileşim ve dizileri izleme davranışı durumsal yalnızlığı yaşayanlar arasındadır (Canary ve Spitzberg, 1993).

Görüldüğü gibi bazı çalışmalar (Canary ve Spitzberg, 1993; Finn ve Gorr, 1988; Perse ve Rubin, 1990) tüm medya kullanımlarının amaç odaklı olmadığını ve

tüm seyircilerin etkin medya kullanımına neden olan bir yatkınlıkları da olmadığını ortaya koymuştur. Yalnızların duygularını yönetme veya geçerli bir sosyal seçenek sunmada medyayı yararlı bulmadıkları da bu çalışmalar tarafından belirlenmiştir.

Bunun yerine, bu yalnız bireyler medyadan daha az doyum sağlayan, edilgen bir izleyici grubu portresi çizmektedir. Bu çalışmalar, kullanımlar ve doyumlar kuramının medya kullanıcılarının medyayı kullanmada etkin bir rol üstlendiğini vurgulayan görüşüyle ters bulgular ortaya koymaktadır.

Rubin ve diğerleri (1985) bireylerin yalnızlık yaşantısında olduğu gibi sosyal seçeneklerden yoksun oldukları zaman parasosyal ilişkilerle ilgilendiklerini tartışmışlardır. Bu görüşleriyle paralel olarak da yaptıkları çalışmada yalnızlıkla parasosyal etkileşim arasında bir ilişki olduğunu öngörmüşlerdir; ancak araştırma sonucunda yalnızlıkla parasosyal etkileşim arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Yazarlara göre bu durum, katılımcıların yalnızlık düzeylerinin yüksek olmamasıyla ilişkili olabilir. Çalışmada ayrıca, yalnızlıkla kişilerarası iletişim kanallarını kullanma arasında olumsuz bir ilişki bulunmuştur. Bir başka deyişle, bireyler yalnızlık hissettiklerinde kişilerarası etkileşime başvurmamakta, bunun yerine televizyon izlemeyi tercih etmektedirler. McDonald ve Hu (2005) da Rubin ve diğerleri (1985) gibi yalnızlıkla parasosyal etkileşim arasında bir ilişki olduğunu varsaymalarına karşın, iki değişken arasında herhangi bir ilişki bulamamışlardır.

Yazarlara göre, bireylerin yalnızlıkla başa çıkmada medyaya başvurmak yerine, kitap okuma, yürüme, müzik dinleme gibi sosyal ve parasosyal etkileşimle sınırlandırılamayan ‘‘kişinin kendine dönük kanalları (intrapersonal channels)’’

kullanması bu durumun bir nedeni olabilir. Tüm bunların yanı sıra araştırmacılar,

rastlamışlardır (McDonald ve Hu, 2005). Bu da, medya bağlamının ne kadar gerçekçi algılanırsa, parasosyal etkileşimin o derece güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını göstermektedir.

Wang ve diğerleri (2008) de yalnızlıktan dolayı giderilemeyen kişisel ihtiyaçların parasosyal etkileşim yoluyla nasıl giderildiğini araştırmışlardır. Yazarlar çalışmalarında, önceki araştırmalarda kullanılmamış olan farklı yalnızlık türleri (sosyal, durumsal, geçici, romantik ve ailevi) ile parasosyal etkileşim arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Farklı yalnızlık boyutlarından bahsetme nedenlerini, farklı yalnızlık türlerinin parasosyal etkileşim miktarı açısından farklı ilişkilere neden olabileceği fikrine dayandırmışlardır. Yazarlar, diğer araştırmacıların (Canary ve Spitzberg, 1993; McDonald ve Hu, 2005; Rubin vd., 1985) yalnızlığın farklı boyutlarını ölçmedikleri için parasosyal etkileşim ve yalnızlık arasında bir ilişki bulamadıklarını düşünmektedirler. Bu nedenle de yalnızlığın farklı boyutlarını ölçebilmek amacıyla çalışmalarında Cramer, Ofosu ve Barry’nin (2000) Sosyal ve Duygusal Yalnızlık Ölçeği’ni (Social and Emotional Loneliness Scale) kullanmışlardır. Bulgular, sosyal yalnızlık dışındaki yalnızlık türlerinin (kronik, durumsal, geçici, romantik, ailevi) parasosyal etkileşimi yordamadığını göstermiştir.

Sosyal yalnızlık da parasosyal etkileşimi olumsuz yönde yordamıştır. Araştırmacılara göre, bu bulgunun nedeni, üniversite öğrencilerinin bireysel ihtiyaçlarını gidermede televizyonun, diğer medya kanalları kadar etkili olmaması olabilir. Bu yaş grubundaki bireyler, diğer ileri teknoloji olanaklarına kolayca erişebilirler. Böylece özellikle internet yoluyla kurulan ilişki ya da etkileşimler kişilerarası iletişime işlevsel seçenekler sağlayabilir; çünkü bilgisayar aracılı iletişim, seçici bir benlik temsili aracılığıyla bireye öz kimlik sunar. Bireyler, bu iletişim aracı ile doyurucu bir

ilişki geliştirebilirler. Araştırma bulguları ayrıca, kadınların ailevi durumlarından kaynaklanan yalnızlıklarını gidermek için erkeklere göre daha fazla parasosyal etkileşim kurduklarını; erkeklerin de kronik yalnızlık yaşadıklarında kadınlara göre daha fazla parasosyal etkileşim geliştirdiklerini göstermiştir. Bunun yanı sıra erkeklerin romantik yalnızlıklarının artışı, daha düşük düzeyde parasosyal etkileşimle ilişkiliyken, kadınlarda parasosyal etkileşimin gelişimi, romantik düzeylere bağlı değildir. Araştırmacılara göre, kadınların romantik yalnızlıkları, geniş sosyal ağlarında ortaya çıkan diğer sosyal ilişkileri tarafından gideriliyor olabilir. Romantik açıdan yalnız erkekler de zamanlarını medya karakterleriyle ilgilenmeye ayırmak yerine, romantik bir partner aramak için kullanıyor olabilirler. Özet olarak yazarlara göre, parasosyal etkileşim hem kadınlar hem de erkeklerin romantizmleri için işlevsel bir seçenek değildir.

Yalnızlık ve parasosyal etkileşim arasındaki ilişkiyi inceleyen bir başka çalışmada (Dhanda, 2011) da parasosyal etkileşimi, arkadaşlık ve soyutlanma yalnızlığının (izolasyon) yordadığı, buna karşılık sosyal yalnızlığın yordamadığı saptanmıştır. Dhanda’ya (2011) göre, yüksek sosyal yalnızlık daha çok insan gruplarıyla ilişki kurma yetersizliği duygusunu temsil ederken, arkadaşlık ve soyutlanma yalnızlığı ise daha çok bunların yokluğuyla ya da yakın arkadaşlardan soyutlanmayla ilişkilidir. Sevilen kişilerin azlığı ya da onlardan soyutlanma parasosyal ilişkileri güçlendiren etmenler olabilir; çünkü bu tür yalnız insanlar gerçek hayat ilişkilerinden oldukça uzaktırlar. Diğer taraftan, yüksek sosyal yalnızlık çekenlerin etrafında sevdikleri olabilir; fakat sadece onlarla nasıl ilişki kuracaklarını bilemeyebilirler. Bu tür yalnızlığı deneyimleyenler, onların varlığından ötürü

amacıyla medya karakterlerine yönelmezler. Sosyal yalnızlık yaşayan kişiler, ilişki kurmanın o kadar da önemli olmadığını düşünebilirler. Bu nedenle ilişkilere atfettikleri önemin az olması sosyal yalnızlığın parasosyal etkileşimi yordamamasının nedenlerinden biri olabilir. Dhanda, ayrıca bu çalışmasında yüksek yalnızlık düzeyinin, dramatik ve sosyal konular hakkındaki televizyon programları izleme eğilimini artıracağını da belirtmiştir. Araştırma sonuçları, bu televizyon programlarının sosyal yalnızlıkla olumsuz olarak ilişkili olduğunu göstermiştir. Yani sosyal yalnızlık düzeyi arttıkça, dramatik ve sosyal konular hakkındaki programları izleme oranları azalmaktadır. Yazara göre sosyal yalnızlık, medya karakterleri ile duygusal bağlantılar kuramama eğilimini yansıtıyor olabilir. Böylece sosyal açıdan yalnız bireylerin parasosyal ilişkileri geliştiren bu tarz televizyon programlarından kaçınıyor olmaları muhtemeldir. Sosyal yalnızlığın, realite şovları izlemenin yordayıcısı olduğu; ancak pembe dizi izlemenin yordayıcısı olmadığı da araştırma bulgularınca ortaya konmuştur. Araştırmacıya göre, bu durumun nedeni de çalışmadaki katılımcıların çok az bir bölümünün pembe dizileri en sevdikleri program türü olarak kabul etmeleri olabilir.

Davila-Rosado (2006) da parasosyal etkileşimin yalnızlık, televizyon izleme güdüleri gibi bazı değişkenlerle ilişkisini incelemiştir. Yazar, parasosyal etkileşim ile yalnızlık arasında bir ilişki bulmuştur. Çalışmada, parasosyal etkileşim düzeyi yüksek kişiler, kendilerini daha yalnız hissetmektedirler. Ayrıca, çalışmada katılımcıların realite şovları izleme düzeyleri arttıkça, parasosyal etkileşimin de arttığı ortaya konmuştur.

Çakır ve Çakır’ın (2011) ülkemizde gerçekleştirdikleri çalışmada da seyircilerin yalnızlık düzeyleri arttıkça, televizyon izleme sürelerinin de arttığı tespit edilmiştir. Yazarlar, benzer şekilde yalnızlık düzeyi arttıkça televizyonda yayınlanan magazin programları, diziler, sinema filmleri, kadın kuşağı programları, talk-show programları, gerçek hayat hikayeleri ve yarışma programlarının izlenilme sıklığının da arttığını saptamışlardır. Ancak açık oturum-tartışma programlarının izlenme sıklığı ile yalnızlık düzeyi arasında olumsuz ve düşük düzeyde bir ilişki bulunmuştur.

Ayrıca, bu çalışmada kronik yalnızlar, durumsal yalnızlar ve yalnız olmayanlarla karşılaştırıldığında, televizyonu eğlence, arkadaşlık ve kaçış, zaman geçirme ve alışkanlık, sosyal etkileşimle rahatlama amacıyla kullanmaktadırlar. Buna karşın, kendisini yalnız hissetmeyenler ise durumsal ve kronik yalnızlarla karşılaştırıldığında, televizyonu bilgilenmek için kullanmaktadırlar.

Bir başka çalışmada da Greenwood ve Long (2010) yalnızlık ve ait olma ihtiyacının, eğlence programlarındaki karakterlerle kurulan parasosyal etkileşimi nasıl etkilediğini açıklamaya çalışmışlardır. Yazarlara göre, sosyal dahil olma gereksinimleri yüksek olan bireylerin, medyayla daha yoğun bir şekilde ilgilenme, yalnızlıkla başa çıkma yolları olabilir. Bu görüşle paralel olarak da Greenwood ve Long’un (2010) çalışmasında, ait olma ihtiyacı parasosyal etkileşimin yordayıcısı olarak belirlenmiştir. Alanyazında, benzer şekilde ait olma ihtiyacı yüksek bireylerin daha fazla parasosyal etkileşim gösterdiğini ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır (Gardner, Pickett ve Knowles, 2005; Greenwood ve Long, 2009, 2011).

Chory- Assad ve Yanen (2005) de yaptıkları çalışmada yalnızlığın parasosyal

koymuşlardır. Çalışmada ayrıca umutsuzluğun parasosyal etkileşimi olumsuz olarak yordadığı da belirlenmiştir. Araştırma bulguları aynı zamanda, geleceklerinin belirsiz ve karanlık olduğunu düşünen bireylerin daha çok parasosyal etkileşim geliştirdiğini ortaya koymuştur. Araştırmacılara göre, gelecekleri hakkında kuşkulu olan bireyler, parasosyal etkileşim ile ilgilenirler; çünkü televizyon karakterleri ile kurulan tahmin edilebilir ilişkiler, izleyicilerin yakın gelecekleri hakkında bireylere rahatlık, kesinlik ve güven sağlar.

Buraya kadar aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi, bazı yazarlar yalnızlık duygusu arttıkça medya kullanımının da artacağını ileri sürmüşlerdir (Perse ve Rubin, 1990; Rubin vd., 1985). Ancak bu çalışmalarda artan yalnızlık ve parasosyal ilişkilerin yoğunluğu arasında spesifik bir ilişki bulunamamıştır. Benzer şekilde diğer araştırmalarda da (Canary ve Spitzberg, 1993; Dhanda, 2011; Finn ve Gorr, 1988;

McDonald ve Hu, 2005) yalnızlık ve parasosyal etkileşim arasında bir ilişki yoktur.

Diğer taraftan Davila-Rosado (2006) ve Greenwood ve Long (2010) çalışmalarında parasosyal etkileşim ile yalnızlık arasında anlamlı ilişkilere rastlamışlardır. Tüm bunlara ek olarak, yalnız izleyicilerin medyada etkin bir rol üstlendiğini savunan kullanımlar ve doyumlar kuramının görüşünü destekleyen çalışmalar (McDonald ve Hu, 2005; Rubin ve Perse, 1987b; Rubin vd., 1985) olmasına karşın, yalnız insanların edilgen medya kullanıcıları olduğunu belirten çalışmalara (Canary ve Spitzberg, 1993; Finn ve Gorr, 1988; Perse ve Rubin, 1990) da rastlanmaktadır.

Görüldüğü gibi; parasosyal etkileşim ve yalnızlık arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların sonuçları oldukça tutarsızdır. Bu nedenle, alanyazındaki bu birbiriyle uyuşmayan sonuçları yeniden test etmek çalışmanın amaçlarından birini

oluşturmaktadır. Ülkemizde yalnızlıkla parasosyal etkileşim arasındaki bağıntıyı doğrudan inceleyen hiçbir çalışmanın bulunmaması da yalnızlığın araştırmanın parasosyal etkileşimle ilişkisini inceleyen temel değişkeni olarak seçilmesine neden olmuştur.

Benzer Belgeler