• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: MARX ve İNSAN DOĞASI

3.5. YABANCILAŞMA

gereksinimleri karşılayan ve gereklilik alanında olan etkinlik, kendini gerçekleştirmek için temel önemdedir (Sayers, 2008: 63 & 119). Bu sıradan işçi için olduğu kadar aydın, sanatçı ya da entelektüel için de böyledir.

Çünkü modern aydın da aynı ölçüde iş bölümünün bir ürünüdür ve aynı ölçüde tek yanlı ve güdük bir yaratıktır. Öğrenim ve kültür aracılığıyla zihnin gelişmesi, neredeyse bütünüyle, pratik şeylerden koparılmış bir kuramsal etkinlik ve kitaptan öğrenme meselesi olup çıkmıştır (Sayers, 2008: 56).

Marx’a göre faaliyet çeşitliliği, insanın varoluşunun bir önkoşulu olmasa da, tatminkâr ve mutlu bir yaşamın gereğidir. Bu ihtiyaç göz ardı edildiğinde “işbölümüyle bireyin tabi kılınması” ve dışlayıcı faaliyet alanlarının ona “dayatılması” söz konusu olur. “Öz faaliyete olan tüm benzerliğinden” arındırılmış çalışmanın işçi için “dayanılmaz” bir hal aldığı ve “bunun ona dayatıldığı” görülür. Böyle durumlarda bireylerin emekleri yaşamlarının idamesini ancak onları “sersemleterek” sağlamaktadır ve var olan toplumsal ilişkiler ağı onları “sakatlamaktadır”. Bu, görünümlerinden biri de işbölümü yüzünden pek çok insandaki sanatsal yeteneğin bastırılması olan “fiziksel, düşünsel ve toplumsal sakatlanma ve köleleşmedir” (Geras, 2011: 78-9)

Emek ile emek gücü arasındaki bu bölünme, bir boyutuyla tam da insanla işçi arasındaki bir bölünme halini aldığından, insan için yabancılaşma adındaki kriz belirir. Kendi insani özü olan emeği değilse bile, emek gücünü satmaya başlayan insan, bir insandan çok sırf bir işçidir artık. Yaşamını temin etmek için emek gücünü satan işçi, insanın bir indirgenmesidir. Çünkü emeğin ürettiği nesne/meta emeğe dışsallaşarak, gerçekte onun ürünü olmasına karşılık, yabancı bir varlık olarak, üreticiden bağımsız bir erk olarak, ona karşı koyar. (Marx, 1993: 140) Emek, ürettiği nesneye yabancılaşır ve onu yitirir; çünkü ona sahip çıkamaz. Emeğin, emek gücü şeklinde edimleşmesi, emeğin nesnelleşmesidir;

ve bu edimleşme, işçi için kendi gerçekliğinin yitirilmesi ya da nesneye kölelik olarak;

sahiplenme de yabancılaşma, yoksunlaşma olarak görünür (Marx, 1993: 140).

Nesneleşerek işçiye yabancılaşan emek, onun dışında sermaye olarak birikir ve onu bir bakıma kendine köle eder.

Emeğin yabancılaşması bununla kalmaz. Üretim süreci içinde zorla çalışma bağlamında da yabancılaşma kendini gösterir. Emeğin işçinin dışında olması, onun özüne ait olmaması, işçinin çalışmaya yabancılaşması sonucunu doğurur. Çalışma, artık öz gereksinimlerin, kendini gerçekleştirmenin karşılanması değil, çalışmanın geniş anlamı dışındaki, dar yaşamsal etkinlik düzeyindeki gereksinimlerin karşılanmasıdır. Çünkü çalışma üzerindeki özgürlük yitirilmiştir. İşçi artık çalışma öğesinde tüm bir insanlığını duymayacaktır; onun duyduğu yemek, içmek, üremek, barınmak gibi hayvansal düzeydeki varlığıdır. (Marx, 1993: 143-144). Çünkü emeğe değişim-değeri açısından yaklaşıldığında, kullanım-değeri üretirken sahip olduğu özelliklerini, yani tüm varoluşsal ihtiyaçları veya gereksinimleri gidermeye yönelik, üretken bir etkinlik olma özelliğini kaybeder. Emeğin emek gücüne indirgenmesi, insanın sırf işçi düzeyine indirgenmesidir.

Çünkü tüm değerlerin özünü oluşturan emek, insanın varoluşunun da özüdür (Marx, 2011: 52).

Marx’a göre insan türsel bir varlıktır. Hayvan, yaşamsal etkinliği ile özdeştir; insan ise, yaşamsal etkinliğini kendi istenç ve bilincinin nesnesi durumuna getirebilmektedir.

İnsanın bu durumu, yani bilinçli yaşamsal etkinliği onu türsel bir varlık yapar. Ama

“yabancılaşmış emek, ilişkiyi tersine çevirir; öyle ki insan, bilinçli bir varlık olması sonucu, kendi yaşamsal etkinliğini, kendi özünü, ancak varoluşunun bir aracının ta kendisi durumuna getirir” (Marx, 1993: 146-147). İnsanın geniş yaşamsal etkinliği, varoluşunun dar temeli haline getirmesi ve türsel bir yaşamı olduğunu görmezden

gelmesi, yabancılaşmanın doruk noktasıdır. İnsan, yaşamsal etkinliğini istenç ve bilincinin nesnesi edineceğine, tüm var oluşu yaşamsal etkinliğe indirger. “Çünkü ilkin emek, yaşamsal etkinlik, üretken yaşam, bunlar insana ancak bir gereksinmenin, fizik varlığı koruma gereksinmesinin bir karşılama aracı olarak görünürler. Ama üretken yaşam, türsel yaşamdır; yaşamı doğuran yaşam. Yaşamsal etkinlik biçimi, bir türün tüm özlüğünü, türsel özlüğünü kapsar ve özgür, bilinçli etkinlik, insanın türsel özlüğüdür”(Marx, 1993: 146).

İnsanın gerek işbölümüyle gerek emek sömürüsüyle yaşadığı bu yabancılaşma, belli toplumsal formasyonlara özgü üretim biçimlerinden ileri gelir. İşbölümüne dayalı, pazar ve rekabet koşulları altında emeğin gerçekleştiriliş biçimi, emeğin ve insanın özüne aykırıdır. İnsan bu koşullarda toplumsal bir varlık olduğunu dahi unutur ve kendi bireyselliğine gömülür. Halbuki birey ve toplum arasındaki bağ, gerçekte koparılamaz bir bağdır. Çünkü “insan topluluğu ya da insan tabiatının tezahürü, birbirlerini karşılıklı olarak tamamlamalarının sonucu türlerinin yaşamıdır” (Aktaran: Geras, 2011: 82). Ve

“insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor” (Marx, 1997: 192).

Kapitalist toplumda insan başkaları için çalışmak ve kendisini sürekli pazarlamak zorundadır. Bu bakıma Marx, kapitalizmin en temel çelişkisi olarak, üretim ilişkileriyle üretim güçleri arasındaki çelişkiyi tespit eder. Bu çelişki sınıflara ve kamplara bölünmüş toplumun, yeni topluma gebe karnıdır ve buradan bir sonraki toplumsal aşama olan sosyalizm çıkacaktır. Kapitalist toplumda sınıflar burjuvazi ve proletarya olmak üzere iki temel şekilde ortaya çıkar. Bu sınıflar arasındaki çelişki bir savaşımın da doğal sebebidir.

Marx’a göre tüm sömürü düzenlerinin, bunların ifadesi olan hukuk ilişkileri ve devlet biçimlerinin kökleri “burjuva toplumu” adı altındaki maddi yaşam ilişkilerindedir (Marx, 1979: 25). Bu nedenle bu türlü maddi yaşam ilişkilerinin lağvedilmesi zorunludur. Bu çerçevede toplumsal devrimlerle gerçekleşecek olan sosyalist toplum aşamasını ve onu takip edecek olan komünist toplum aşamasını bir çıkış olarak tasavvur eden Marx, bununla insanın özüne aykırı gerçekleşen emek etkinliğini, yabancılaşmadan kurtarıp yeniden özgürleştirmeyi hedeflemektedir. Böylece insan da türsel özünü tekrar bulmuş olacaktır. Toplumsal formasyonların ileri aşamalarında ulaşılan düzey, bolluk koşulları her bakımdan tam insani koşulları sağlayarak bunu mümkün kılacaktır.

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!" (Marx

& Engels, 2003: 21).

Bu koşullar, “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” şeklindeki olanağı mümkün kılan koşullar, bir bakıma Marx’ın etik ölçüsünü vermesi bakımından da önemlidir. Bu ölçü insanın kendini tam olarak gerçekleştirmesidir. Bu insanın hem kendi doğası, hem de dışsal doğa üzerindeki egemenliğinin tam gelişmesinin ifadesidir. Tüm insani güçlerinin, hiçbir koşul olmaksızın, insanın yaratıcı potansiyellerinin mutlak olarak gerçekleştirilmesinin ifadesidir (Sayers, 2008: 192). Çünkü “en eksiksiz yaşam, tüm güçlerimizin ve yeteneklerimizin geliştirilmesini ve kullanılmasını, doğalarımızın hem zihinsel hem de bedensel bütün yönleriyle gerçekleştirilmesini gerektirir” (Sayers, 2008:

56).