• Sonuç bulunamadı

İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin (Beykoz Boğaziçi Geri Görünüm ve Etkilenme Bölgeleri Nazım İmar Planında (248 ada, 9 parsel) Bakanlık Oluru ile kabul edilen 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı

D- ÇALIŞMA İZNİ

VI- TURKUAZ KARTIN İPTALİ

3. Vergi Kuralları ve Refah

İbn Mukaffa, vergi işlerinin kurallara bağlanması gerektiğini belirtir. Ona göre, vergi görevlilerinin elinde mürâcaat edebilecekleri kurallar ve hesaba çekilerek muhasebe edilecekleri esaslar yoktur. Toprak sahipleri ile devletin görevlilerinin ilişkilerini düzenleyen kurallar olmalıdır. Vergiye ilişkin bir kural olmadığı durumlarda keyfilik oluşur. Vergi görevlileri ya köylüleri sıkı bir takibe alarak bulduğu ve ele geçirdiği malları zorla ve şiddetle tahsil ederler; ya da ekili alanın vergisini ekenden alırlar, ekmeyeni bırakırlar; böylece imar eden devleti kalkındırmış olurken, harap eden ise vergiden serbest bırakılmış olur. İbn Mukaffa vergilendirmedeki istikrarın ve kayıt sisteminin önemine değinir. Vergi miktarının sürekli değiştirilmesinin, vergi miktarlarının bilinmeyişinden yakınır (İbnu’l Mukaffa, 2006, 116).

Vergilemenin ilkelerinin ilk olarak Adam Smith tarafından ortaya atıldığı ve buna göre vergilemede bazı ilke ve kurallara uyulması gerektiği bilinmektedir. Adam Smith'in 1776 yılında yayımlanan eserinde, eşitlik, belirlilik, uygunluk ve iktisadilik olmak üzere dört vergileme ilkesinden bahsedilmiştir (Buyrukoğlu & Buzkıran, 2016, 2080). Mukaffa ise Smith’den bin yıl kadar önce keyfiliğin oluşmaması için vergi kurallarının belirli ve bir kurala dahil olması gerektiğini belirtmiştir.

İbn Mukaffa ise bunu, usulünce yeni vergi sisteminin gerekli olduğunu yeni devletin başkanına telkin eder. Eğer Emiru’l-Mü’minîn, köylerin, kasabaların ve toprakların vergilendirilmesi konusunda iyi düşünürse, miktarı belli vergiler koyarak, bununla ilgili divanlar kurarak herkesin sorumlu olduğu ve ödeyeceği vergiyi belirli hâle getirirse; vergi memurları çiftçilerden sadece belirlenen miktarı alırlar (Demirci, 2008, 238), diyerek belirlilik ilkesini yine bin yıl kadar önce tespit etmiştir.

87

Mukaffa’ya göre eyaletlerdeki görevlendirmelerle ilgili yaşanan sorunların temelinde bir süreklilik ve beğendirmenin olmaması yatar. Vergi miktarları defalarca değiştirilmemiş hiçbir yer yoktur. Bu sebeple bazı bölgelerdeki vergi miktarları hiç bilinmezken, diğer yerlerde sadece bir kısmı bilinmektedir. Mukaffa burada vergilerin belirli ve kesin olmadığı durumlarda sorunların ortaya çıktığını ifade eder. Ona göre toprak sahipleri topraklarını imar ettikten ve bunun için ellerinden geleni yaptıktan sonra, elleriyle çalıştıklarının karşılığını da almaları en tabii haklarıdır (Demirci, 2008, 238). İbn Mukaffa, Nüşirevan-ı Adil döneminde olgunlaşan Sasani vergi sisteminin bir benzerinin Abbasi Devletinde de kurulmasını istemektedir (“Nuşirevan Adaleti ve Nasihatleri | Elif Lâm Râ,” 2018).

Adil vergilemenin mükelleflerin ödeme gücüne göre yapılması öngörülmektedir. Ödeme gücünün göstergeleri farklı farklı olmakla birlikte, genellik bu göstergelerin gelir, tüketim ve servet olduğu yaygın kanaattir (Turhan, 2012, 46). Bununla ilgili olarak yatay ve dikey adalet arasında önemli bir ayırım yapılmaktadır ve yaklaşım açısından önemli olan da yatay adaletin sağlanmasıdır. Dikey adalet konusu ise esasen politik sürece bırakılmıştır (Akkaya, 2011, 343).

İbn Mukaffa’ya göre vergi politikaları ile halkın refahı arasında yakın bir ilişki vardır. Ona göre hiç kimse, faydası ve fazlası kendinin olmayacak bir yeri imar etmez. Vergi bir düzene bağlanırsa üretim artar, toprak imar edilmiş olur, vergi görevlilerinin keyfi davranışları önlenmiş olur, haksızlık, ihanet ve hile kapıları kapatılmış olur (Demirci, 2008, 238).

Mukaffa’nın bu görüşleri bize Arz Yönlü İktisatçıları hatırlatmaktadır.

Arz Yanlı İktisat, 1970’li yıllarda petrol şokunun tüm dünyayı sarmasından sonra doğmuştur.

Petrol şokları, o dönemdeki krizi değişik bir biçimde değerlendiren ve farklı çözüm önerileri getiren kuramların doğmasına neden olmuştur. Arz yanlı iktisatta bunlardan biridir (Karaaslan, 1999, 2). Arz Yanlı İktisat uygulamaları ise, 1980’lerde Amerika ve İngiltere’de görülmüştür.

Arz Yanlı İktisat özellikle ABD’de büyük ilgi görmüştür. Ekonominin verimlilik kapasitesi üzerinde etkili olan unsurları inceleyen ve temel amacı, hızlı büyüme ile düşük enflasyonu bir arada bulundurabilmek olan Arz Yanlı İktisadın temel ilkeleri, devletin özel sektöre daha geniş alan bırakması şeklinde önerilerde bulunmuştur. Temel politika aracı “vergi oranları” olan Arz Yanlı İktisat, verimliliğin artması ve devamında enflasyonun düşürülmesi için vergi indirimlerinin ve vergisel teşviklerinin etkili olacağını vurgulamıştır. Arz yönlü iktisadın teorisyeni sayılan Laffer tarafından şekillenen, vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi gösteren “Laffer eğrisi”, oldukça popüler olmuştur. Vergi indirimleri sonucunda vergi gelirlerinin düşmeyeceğini, hatta daha çok toplam vergi hasılatı elde edileceğini ileri süren Arz

88

Yanlı İktisatçılar, ayrıca kamu harcamalarının azaltılmasını, para arzının daraltılmasını ve piyasaya yönelik müdahalelerin azaltılarak özel kesimde sermaye birikiminin sağlanmasını ileri sürmüşlerdir. Arz Yanlı İktisat, 1980’li yıllarda etkili politikalar olsa da, daha sonraki dönemlerde etkinliğini kaybetmiştir (Doğan, 2006, 253).

Ancak daha yapılan çalışmalarla Laffer’in açıkladığı görüşlerin daha önceki yüzyıllarda başka iktisatçı ve filozoflar tarafından da sözü edildiği açıklığa kavuşmuştur. Örneğin Amerikalı iktisatçı Alan Brinder, yayınladığı çalışmasında Laffer’in açıkladığı görüşlerin daha önce 1844 yılında J. Dupuit tarafından ifade edildiğini, başka bir iktisatçı Don Fullerton da vergi indirimleri ile vergi gelirleri arasındaki ilişkinin Dupuit’in yanı sıra Adam Smith tarafından da ifade edildiğini, bu nedenle çizilen eğriyi "Smith-Dupuit Eğrisi" olarak adlandırmanın daha doğru olacağını ifade etmiştir (Aktan, 2009, 44).

Hatta Aktan, daha ilginç olarak bu görüşlerin yüzlerce yıl önce ilk olarak 14. yüzyılda filozof İbni Haldun tarafından açıklandığını söylemektedir. İbni Haldun 1371’de ünlü Mukaddime adlı eserinde şunları yazmıştır: “Toplumun (hanedanın) oluşumunun başlangıcında vergiler, küçük matrahlar karşılığında yüksek vergi hasılatı sağlar. Toplumun (hanedanın) genişlemesi ile birlikte, vergiler büyük matrahlara karşılık düşük vergi hasılatı sağlar”. İbni Haldun, aynı eserin devamında şunları yazmaktadır: “Vergi konuları üzerine düşük vergiler yüklendiğinde bu, yükümlülerin çalışma ve bir şeyler yapma arzularını geliştirir. Düşük vergiler vergi yükümlülerini tatmin edeceği için, kültürel teşebbüs büyür ve artar. Öte yandan, kültürel teşebbüsün büyümesi ile birlikte, yükümlülere tarh edilen vergi matrahı genişler. Netice olarak, kişisel matrahların toplamı ile vergi geliri artmış olur”. Bu konuda yaptığı çalışmasında Aktan, Laffer eğrisine “Haldun-Laffer Eğrisi” ya da “Haldun-Laffer Etkisi” denilmesinin daha doğru olacağını belirtmektedir (Aktan, 2009, 45-47).

İbni Haldun’dan çok daha önce, yani yaklaşık olarak 4 yüzyıl önce15 yaklaşık 750’lerde İbn Mukaffa da benzer ifadelere söz konusu eserinde yer vermiştir. Mukaffa vergilerin bir düzene bağlanırsa üretimin artacağını, yeterli fayda elde etmeyenlerin üretimde bulunmayacak imar etmeyeceklerini, üretim ve imarın halk için faydalı olacağını, bir düzene dayanan ve sık sık değiştirilmeyen vergi kuralları ile vergi görevlilerinin de haksızlık, ihanet ve hile

15 İbn Mukaffa, Risaletü’s Sahabe isimli eserini muhtemelen ölmeden bir müddet önce yazmıştır. İslam Ansiklopedisinin İbnü’l Mukaffa maddesinde; Onun Risâletü’ṣ-ṣaḥâbe adlı eseri, Halife Mansûr dönemindeki siyasî şartların dikkatli gözlemiyle kaleme alınmış bir ıslahat projesidir. Halife Mansûr’un iktidara geldiği H. 136 (M. 754) yılı ile İbnü’l-Mukaffa‘ın ölüm tarihi arasında yazılmış olduğu tahmin edilen bu risâle, Abbâsî yönetiminin ilk devirlerinde yaşanan ülke sorunlarına çözüm önerilerini içermekte olup bizzat halifeye hitaben kaleme alındığı, söylenmektedir.

89

yapmayacaklarını, tahsildarların sıkı denetlenmesi gerektiğini, kurala dayalı olmayan vergi uygulamaları ile denetimsiz tahsildarların sadece toprağını ekenlere yükleneceklerini oysa toprağını ekmeyenleri boş vereceklerini belirterek burada üretim yapanların vergiler ile cezalandırıldığını ama üretim yapmayanların serbest ve vergi ödemeden yaşadığını belirmiş, bu uygulamaların da hem üretimi ve hem de halkın refahını azaltacağını söylemiştir (Demirci, 2008, 238-239).

İbn Mukaffa, vergi kurallarının devlet başkanı tarafından belirlenmesini, vergi görevlilerinin yetkilendirilmesini ve denetlenmesini ister. Burada Mukaffa vergi denetimlerinin de önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre; “bundan böyle haraç konusunda sadece Emîru’l-Mü’minînin uygun bulduğu kararlar geçerli olmalıdır. Vergi konusunda daha önce hiç yapılmamış fakat şimdi yapılması gereken şey; tahsildarları serbest bırakmak ve onlara yetki vermek; buna karşın onları sıkı bir teftiş ve gözetim altında tutmak, (gerektiğinde) onları cezâlandırmak ve görevden almak olmalıdır” (Demirci, 2008, 238).

İbn Mukaffa, eserindeki görüşlerinden dolayı da tedirginlik duymaktadır. Fakat faydalı olduğu için söylemeyi borç bilmiştir. Bunu “Bu görüşleri açıklamanın bedeli ağır, söyleyeni az, faydası ise uzun vâdelidir”, şeklinde ifade etmiştir (Demirci, 2008, 238).