• Sonuç bulunamadı

Sözlükte “durmak, durdurmak, alıkoymak” anlamlarına gelen vakıf kelimesi terim olarak “bir malın maliki tarafından dînî, ictimâî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” anlamına gelmektedir.125 Vakıf müessesesi, yüzyıllarca İslam devletleri içerisinde büyük önem kazanmış ictimâî ve iktisâdî hayat üzerinde derin etkiler oluşturmuş dînî-hukukî bir müessesedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren başlayan ve devletin siyâsî ve mâlî gücünün artmasıyla doğru orantılı olarak gelişen vakıfları, iki kısımda incelemek mümkündür. Birincisi “aynıyla intifa olunan” yani bizzat kendisinden faydalanılan vakıflardır ki buna “müessesat-ı hayriyye” adı verilmiştir. Bu grup içerisinde cami, mescid medrese, mektep, hastane, kütüphane ve mezarlıklar yer almaktadır. İkincisi ise “aynıyla

intifa olunmayan” fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde işlemesine yardımcı olan

bina, arazi, nakit para ve gelir kaynaklarının oluşturduğu vakıflardır ki bunlara Osmanlılarda “asl-ı vakf” ismi verilmiştir.126 Bütün vakıf tanımlamalarındaki ortak özellik, bir malın kamu hizmetine tahsis edilmesidir ve bu özellik, o kuruma sosyal içerik kazandırmaktadır. Çünkü kurum, kamuya yönelik faaliyet gösterdiğinden dolayı kamudaki eksikleri gidermeyi ve kamu ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamıştır.127 Temel ilke olarak vakıf hukukuna uymayan gelişme ve düzenlemeler, her ne amaçla yapılırsa yapılsın bir bozulmayı ifade etmektedir. Devletlerin veya kurumların gerileme veya yıkılmaları ne tek bir nedene ne de bir kurumdaki değişimlere bağlıdır. Devlet veya kurumların yapısı insan organizmasına benzetilmiştir. Vakıf hukukundaki ve uygulamalarındaki bozulmanın sebeplerini devletin karmaşık yapısı içinde aramak gerekmektedir. Bu anlamda Osmanlı vakıflarında görülen bozulmanın bazı sebeplerini şöyle sıralanabilir.128

124 s. 378 hüküm 1294. Bu örnekler dışında eşkıya gruplarının yapmış olduğu faaliyetlere karşı alınan önlemler ile ilgili çok sayıda hüküm olması rağmen, birbirine benzer olaylar olduğu için diğerlerinin hüküm numarası burada verilecektir: 1204, 1241, 1288, 1315, 1316, 1321, 1323, 1328, 1341, 1342, 1366, 1387, 1392, 1449, 1459, 1462, 1469, 1470, 1543, 1551, 1588, 1600, 1607, 1620, 1636, 1656.

125 Hacı Mehmet Günay, “Vakıf”, DİA, C. XLII, İstanbul 2012, s. 475.

126 Yusuf Halaçoğlu, “Osmanlılarda Vakıf Müessesesi”, Vakıf Haftası Dergisi, S. 1, 1984, s. 98.

127 Adnan Ertem, “Osmanlıdan Günümüze Vakıflar”, Vakıflar Dergisi, S. 36, 2011, s. 26.

128 Mustafa Alkan, “Osmanlı Vakıf Sisteminde Bozulma Üzerine Bazı Düşünceler”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 166, 2007, s. 70.

Timar/miri arazilerinin vakıf haline getirilmesi: Timar sistemi, hem devletin gelirlerinin

toplanmasına hem de maliyeye bir yük getirmeden ülkenin düzeninin sağlanmasına büyük fayda göstermiştir. Devlet idârî biçimini bu sistem üzerine kurmuştur. Timar sistemini bozacak her türlü yeni gelişme ve uygulama, sistemle birlikte ülkenin tüm kurumlarına da yansımıştır. Timar sisteminin vakıflaştırılması, sadece bu kurumun bozulmasına değil, aynı zamanda vakıf müessesesininde hem hukukî olarak hem de uygulama alanında bozulmasına ortam hazırlamıştır. Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde sadece fethedilen toprakların bir kısmı gazilere, diğer kısmı devletin ihtiyaç duyduğu sipahileri besleyen ve örnek zirâî işletmecilik yapan timar erbabına verilirken, XVII. yüzyılda saray mensupları ile büyük ricale vakıf tesis etmeleri için verilmesi Osmanlı ekonomisini oldukça olumsuz etkilemiştir. Koçi Bey, Sultan IV. Murad’a (1623-1640) sunduğu meşhur lahiyasında, yalnız XVII. yüzyıl başında vakıf müessesesinin devlet bütçesini bozacak derecede suistimal edildiğini göstermekle birlikte timarlar aleyhine iki yüzyıldan beri yapılan temliklerin, vakıfların büyük nispette aile vakıflarına dönüştüğünü anlatmaktadır.129

Evlatlık (Zürri) vakıfların yaygınlaşması: Evlatlık (Zürri) vakıf, vakfedilen malın tamamı

veya tamamına yakınını vakfın evlat ve ahfadına130 tahsil edilmesidir. Bu tür vakıflarda hayır şartı ya sembolik ya da hısımlığın yok olması halinde gerçekleşmektedir. Türkler çoğu zaman evlatlık vakıfları ve aile gelirlerini kız ve erkek çocuklar arasında eşit şekilde paylaştırmak niyetiyle kullanmışlardır. Sonuç itibarıyla evlatlık vakıflar, devlete ait bir gelirin bir dönem “devletlü” olmanın gücü veya imtiyazını kullanarak, vakıf hukuku yoluyla “devletlünün ailesinin geçirilmesi, yani vergi dışı bırakılması yine vakıf hukuku yoluyla miras hukukuna müdahale edilmesi hatta müsaderelere karşı ailelerin sefalete düşürülmesini engelleyen bir çeşit sigorta görevi üstlenmiş olsa da bir bozulmayı ifade etmektedir.131 Gayrimenkul şartının kaldırılması ve para vakıflarının artışı: İslam hukukunun ilk oluşum

sürecinde nakledilen mallar müstakil olarak vakfedilmemiştir. Nakledilen malların ancak bir gayrimenkule tabi olarak veya hakkında dinî bir hüküm ya da teamülün bulunması halinde vakfedilebileceğine dair farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nde para vakıflarının bilinen ilk örneklerine II. Murat ve Fatih döneminde rastlanmaktadır. XVI. yüzyılın ortalarına gelindiğinde vakıf sistemindeki genişlemeye bağlı olarak para

129 Alkan, agm, s. 71.

130 Yeğin, age, s. 34.

vakıflarında da önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Bu gelişmelerle birlikte para vakıflarının meşruiyeti de gündeme gelmiş ve Osmanlı uleması arasında tartışmalara neden olmuştur. Bu tartışmaların neticesinde paranın vakfedileceği sonucuna ulaşılarak para vakıfları serbest bırakılmıştır. Para vakıflarındaki yozlaşmanın öncelikli olarak vakıf hukukunda meydana geldiği anlaşılmaktadır. Nakledilenin müstakil olarak vakfedilmesi XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar kabul edilmezken bundan sonraki süreçte kabul edilir hale gelmesi ilk yozlaşma olarak görülmektedir. İkinci yozlaşma ise para vakıflarının işletme biçiminde yaşanmıştır. Bundan sonraki zamanda vakıf paralar, Cumhuriyet döneminde bankacılık sistemiyle işletilmiş, 1954 yılında da Türkiye Vakıflar Bankasına sermaye olmuştur.132

Mukataa, icareteyn ve gedik müesseselerinin suiistimali: Vakıf hukukunda “uzun süreli kira”nın Osmanlı uygulamasındaki adı “mukataa”dır. Arsası vakıf olan ve üzerindeki

binalar ve ağaçlar kiracıya ait mülk olan bir arsada, tasarruf eden tarafından her yıl vakfa verilmek üzere arsa için belirlenmiş olan yıllık kira bedeline “mukataa” veya “icare-i zemin” denilmiştir. İcareteyn133 ise icare-i muaccele ve icare-i müecceleden oluşmaktadır. İcareteynli vakıflarda kiraya verilecek vakıf için önemli bir miktar para genellikle vakfın tamirine ve onarımına harcanmaktadır. Bunun dışında yıllık cüzi bir kira da (müeccele) alınmaktaydı. Bu tür vakıflar uzun süreli kiralandığı için zamanla vakıf müessesesine büyük zarar vermiştir. Vakıfların kira biçimleri olan icareteyn, mukataa ve gedik vakıf müessesesinin bozulmasına neden olmalarının yanı sıra vakıf mallarının zamanla yağmalanmasına da yol açmıştır.134

Vakıf kurumlarının inşa, bakım ve tasfiyesi: Osmanlı Devleti’nde başta İstanbul, Bursa ve

Edirne olmak üzere pek çok şehirde gereğinden fazla cami ve mescid yapılmış, bu cami ve mescidlerin giderlerini karşılamak içinde bazı miri gelir kaynakları vakfa dönüştürülmüştür. Padişah ve hanedan mensuplarının kurduğu hayrat kurumlarının etrafına bir de diğer

132 Alkan, agm, s. 76-77.

133 İcâreteyn: Sözlükte “çifte kiralama veya iki kira bedeli” anlamına gelen icâreteyn vakıf hukukunda, vakıf olan bir akarın gerçek kıymetine yakın veya eşit peşin kira bedeli (icâre-i muaccele) ve buna ilâve olarak her ay yahut yılsonunda ödenecek veresiye kira bedeli (icâre-i müeccele) karşılığında kiraya verilmesi muamelesine denir. Örneğin otuz yıllık bir kira akdi yapılacaksa ilk yirmi dokuz yıl karşılığında her yıl için meselâ beş dirhem kira bedeli tesbit edilir ve son yıl için tesbit edilen beş yüz dinarlık kira bedeli muaccel olarak tahsis edilir. Muaccel olarak tahsis edilen beş yüz dinara Osmanlı uygulamasında “icâre-i muaccele” ve beş dirheme de “icâre-i müeccele” denilmiştir. Ahmet Akgündüz, “İcâreteyn”, DİA, C. XXI, İstanbul 2000, s. 389.

zümrelerden mal-mülk sahiplerinin yaptırdığı cami ve mescidler, hem şehrin dokusunu etkilemiştir hem de pek çok önemli gelir kaynağının gerekmediği halde bu tür vakıf kurumlarına gitmesine neden olmuştur. Ayrıca plansızlık veya devletlü olmanın gücü şehirlerde yapılaşmanın mekanını da etkilemiştir. Ülke genelinde gereğinden fazla, fakat tamamen dînî duygularla yapılan kimi hayrat kurumlarına tahsis edilen vakıfların devlet hazinesine zarar verdiği XVI. yüzyıldan beri düşünülmektedir. Evkaf Nezareti’nin kuruluşundan itibaren başta selatin vakıfları ile miri kaynaklı vakıflar olmak üzere vakıfların idaresi zapt edilmeye başlanmış, bütün vakıfların denetimi ise bu nezarete verilmiştir.135

2.1. Camilerin Tamiri

Arapça “cem” kökünden türeyen “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki cami kelimesi, ilk başlarda sadece cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan

el-mescidü’l-cami tanımının kısaltılışıdır.136 Kudüs-i Şerif’te bulunan bazı camiler çevreden gelen kurşunlardan dolayı zedelenmiştir. Mescid-i Aksa ve Mugayire camilerinin tamir edilmesine karar verilmiştir.137 Rakka çevresinde bulunan evler ve binaların tamir edilmesi gerektiği gündeme gelmiştir ve sadece taştan evler, binalar ve üstü kubbe olmayıp ağaç olan mescidlerin tamir edilmesi gerektiği bildirilmiştir.138 Bazı camileri, mescidleri ve binaları tekrardan düzenlemek ve işleve sokmak için belirli kişiler görevlendirilmiştir. Başpınar köyünde bulunan terk edilmiş olan külliyenin tamir edilmesi bildirilmişdir.139 Galata’da bulunan bina ve mescidin onarımının yapılıp yeniden canlandırılması için bu görev el-Hâc Mehmed’e verilmiştir.140 Bir diğer hükümde yine Galata’da bulunan binanın canlandırılması için sabıka Girit muhafızı olan vezir Mehmed Paşa görevlendirilmiştir.141 Bunların dışında terk edilmiş olan binaların tamir edilmesi de bildirilmiş konular arasındadır. Divriği sâkinlerinden emekli asker olan Abdurrahman Efendi ve yine Divriği sakinlerinden Mahmud Efendi tekkesini ve dergahını güzelleştirmek ve yenilenmek amacıyla bu konuyu gereken yerlere bildirmiştir.142

2.2. Kiliselerin Tamiri

135 Alkan, agm, s. 78-79.

136 Ahmet Önkal, “Câmi”, DİA, C. VII, İstanbul 1994, s. 91.

137 s. 362 hüküm 1232. 138 s. 382 hüküm 1310. 139 s. 475 hüküm 1629. 140 s. 386 hüküm 1324. 141 s. 392 hüküm 1346. 142 s. 392 hüküm 1347.

Kilise kelimesi “birini dışarıya çağırmak, toplantıya davet etmek, toplamak” anlamındaki “Grekçe ekkaleo” fiilinden türetilen ve “topluluk” anlamına gelen “ekkesia” tabirinden gelmektedir.143 Manastır ise “tek, yalnız” anlamına gelen Grekçe “monostan” türetilen ve münvezi hayat tarzını benimseyenlerin yaşadığı mekanları ifade eden “monasterionun” kelimesinin Türkçedeki karşılığıdır.144 Osmanlı Devleti’nde fertler, din ve mezheplerine göre tasnif edilmiş çeşitli ırk din ve mezheplere mensup kişiler, etnik kökenlerine bakılmadan, Müslüman, Hristiyan ve Yahudi olarak sınıflandırılmışlardır. Dînî grupların her birine de “millet” adı verilmiştir. Bunların idare sistemine de “millet sistemi” denilmiştir. Millet sistemi, Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki gayrimüslimleri, dînî liderlerine siyâsî güç vererek, kendi toplumlarını organize etme hakkı vermesi, onları din ve mezheplerine göre yönetmesi şeklinde de tanımlanabilir. Millet sistemi sayesinde gayrimüslimler, topluluk olarak kimliklerini de devam ettirme imkanını bulmuşlardır. Bunlara bağlı olarak Osmanlı Devleti’nde yer alan kiliselerin tamiri söz konusu olmuştur.145

Drama kadısına gönderilen hükümde, terk edilmiş olan mahallelerdeki harabe şeklinde bulunan kiliselerin tamir edilmesi bildirilmiştir.146 Erbil kadısına gönderilen bir hükümde de mahallelerde terk edilmiş olan kiliselerin tamir edilmesi bildilmiştir.147 Prevadi kasabasındaki Rum mahallesinde terk edilmiş olan kilisenin tamir edilmesi bildirilmiştir.148

Aynı şekilde Küçükçekmece çevresinde terk edilmiş olan kilisenin tamir edilmesi gündeme gelmiştir.149 Bazı köylerde terk edilmiş haraba vaziyetteki kiliselerin tamir edilmesi de ifade edilmiştir.150 Yenişehir’de terk edilmiş olan kilisenin harabe olmasından dolayı tamire ihtiyacı olduğu fermanda bildirilmiştir.151 Prevadi naibine gönderilen hükümde, Arnavud-ı Cedid köyünde bulunan kilisenin tamir edilmesi için ferman gönderilmiştir.152 Silistre kadısına gönderilen bir hükümde, Ayvan Kilisesi adıyla bilinen kilisenin harabe olduğu bildirilmiş ve tamir edilmesi için ferman gönderilmiştir.153 Prevadi naibine gönderilen bir

143 Mehmet Aydın, “Kilise”, DİA, C. XXVI, İstanbul 2002, s. 11.

144 Salime Leyla Gürkan, “Manastır”, DİA, C. XXVII, İstanbul 2003, s. 560.

145 Sami Kılıç, “Osmanlı Arşiv Vesikalarına Göre Hristiyan Cemaatlerin Kamame Kilisesi İle İlgili Tartışmaları”, History Studies International Journal Of History Dergisi, III/3, 2001, s.227.

146 s. 489 hüküm 1677. 147 s. 493 hüküm 1693. 148 s. 361 hüküm 1227. 149 s. 361 hüküm 1228. 150 s. 377 hüküm 1289. 151 s. 506 hüküm 1749. 152 s. 500 hüküm 1728. 153 s. 481 hüküm 1649.

hükümde, burada bulunan Rum Mahallesi’nde terk edilmiş olan kilisenin tamir edilmesi emredilmiştir.154

2.3. Su Yollarının Tamiri

Osmanlı şehirlerinin sokaklarında birçok çeşmelerin ve su kaynaklarının varlığı hiç şüphesiz ki suyollarına verilen önemden gelmektedir. Suyun şehir dışından getirilmesi, sokaktaki ve evlerdeki çeşmelere ve suyun en çok kullanıldığı yer olan cami, mescid, medrese, han ve hamamlara dağıtılması düzenli ve sürekli bir organizasyonu gerektirmektedir. Nitekim Osmanlılar suyollarının ve tesislerinin inşası, bakımı, onarımı ve suyun dağıtımı için su nezaretini kurmuşlardır. Su nezaretinin yetki ve görevleri XIX. yüzyıl ortalarında şehremanetine devredilmiştir. Fatih Sultan Mehmed devrinde kurulan su nezaretinin başında bulunan su nazırı, başta cami, hamam ve çeşmeler olmak üzere şehir ve kasabalara düzenli ve devamlı su sağlanabilmesi için emrinde çalışan suyolcuları, keşif memurları, korucular çavuşlar, bend muhafızları ve neccarların görevlerini aksatmadan yerine getirilmelerinden sorumluydu.155 Mekke-Medine bölgesinin bereketlendirilmesi amacıyla suyollarının tamir edilmesi için karar alınmış ve bu durum gereken yerlere bildirilmiştir.156 Yine aynı şekilde Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere’nin bereketlenmesi için bölgede bulunan suyollarının tamir edilmesi bildirilmiştir.157

2.4. Limanların Sağlamlaştırılması ve Donanma Eksiklerinin Giderilmesi

Tarihin ilk dönemlerinde bir sır niteliğini taşıyan denizler ve okyanuslar ilerleyen zamanlarda insanlığın kendisine gerekli olan pek çok ürünü sunmuştur. Artan ticaretin taşımacılıkta ve ticarî mekânlarda gelişme ve yenilikleri tetiklemesi kaçınılmaz olmuştur. Taşıma teknolojisindeki gelişmelerle birlikte ilerleyen dönemlerde, yanlız taşımacılık işleminin, kendi başına bir ekonomik getiriye neden olduğunun görülmesi ile birlikte uluslararası deniz ticarî taşımacılığı ayrı bir sektör olarak örgütlenmeye başlamıştır.158

Nitekim ülkenin bir yandan kendi dış ticaretine katkı sağlarken, yalnızca aracı olarak faaliyet

154 s. 361 hüküm 1227. Bu örnekler dışında kilise tamiri ile ilgili birden çok hüküm olmasına rağmen, birbirine benzer konular olduğu için diğerlerinin hüküm numarası burada verilecektir: 1290, 1291, 1359, 1382, 1426, 1437, 1438, 1466, 1479, 1490, 1525, 1536, 1537, 1563, 1577, 1604, 1705, 1725, 1729.

155 M. Mehdi İlhan, “Osmanlı Su Yollarının Sevk ve İdaresi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, XXVII/44, 2008, s. 42-43.

156 s. 342 hüküm 1183.

157 s. 343 hüküm 1184.

158 Hüseyin Topuz, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Limanlarından Gerçekleşen Ticaret Hacmi ve Dış Ticaretine Yönelik Bir Analiz (1878-1913)”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, I/1, 2009, s. 114-115.

gösterip taşımacılık yapan şirketlerin, ülkelerine önemli oranda getiri kazandırdıklarını fark etmişlerdir. Modern dönemlere gelindiği zaman uluslararası deniz ticareti taşımacılığı ülkelerin milli gelirlerini oluşturan sektörler içerisinde önemli bir yer teşkil etmeye başlamıştır.

Osmanlı Devleti içinde de limanların önemi büyüktür. Limanların sağlam olmasına ve donanmaların eksikliklerinin tedarik edilmesine özen gösterilmiştir. Kandiye159 ve Hanya160 limanlarının sağlamlaştırılması, temizlenmesi ve donanma eksiklerinin giderilmesi bildirilmiştir.161 Basra valisi olan vezir Ali Paşa’ya gönderilen hükümde, Rakka’da inşa edilen donanmadaki levazım ve mühimmat eksikliklerinin giderilmesi ve donanmanın kontrol edilmesi için İşçi Mehmed Paşa memur olarak görevlendirilmiştir.162 Şat kaptanı İşçi Mehmed Paşa’ya gönderilen bir hükümde, Rakka’da inşa edilen donanmanın eksiklerinin giderilmesi emredilmiştir.163

Benzer Belgeler