• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık

Belgede KABUL VE ONAY (sayfa 30-34)

1. BÖLÜM

1.1. TOPLUMSAL CĠNSĠYET VE EġĠTLĠK POLĠTĠKALARI

1.1.2. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık

Feminist hareketten bahsederken değinildiği üzere ikinci dalga feminist hareket ile feminist kuramsal tartıĢmaların baĢlaması yani “toplumsal cinsiyet” kavramının ortaya çıkması aynı tarihlere rastlamaktadır. Bu kapsamda feminizm tarihi ile toplumsal cinsiyet tartıĢmalarının tarihi paralellik göstermektedir (Ecevit,2011:11). Kadınlık ve erkeklik kimliklerinin toplumsal olarak kurulduğunu vurgulamak amacıyla birçok teori geliĢtirilmiĢtir ve 20. yüzyıl baĢlarında bu anlamda benimsenen teori cinsiyet rolleri teorisidir. 20. yüzyılın ikinci yarısında sosyal bilimlerde bu teorinin yetersizliğinin anlaĢılmasıyla „cinsiyet rolleri‟ yerine „toplumsal cinsiyet‟ kavramı kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Beavoir‟ in „kadın doğulmaz kadın olunur‟ tespiti, hem toplumsal cinsiyetin irdelenmesi yolunu açmıĢ hem de feminist kuramın önemli sloganlarından biri haline gelmiĢtir. Onun da söylediği gibi doğarken bir cinsiyete sahip olunsa dahi de erkek ve kadın kavramlarının içerdiği her bir öğe hayat boyunca sosyalizasyon ile oluĢturulmakta, aktarılmakta ve sürdürülmektedir.

Toplumsal cinsiyet öncelikle kendisini insanları kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayırarak gösterir; bütün farklılıklarına rağmen tüm kadınlar erkeklerden farklıdır ve tüm

erkekler de kadınlardan farklı ve üstündür çünkü erkek insanın akıl, bilim, felsefe gibi üstün yönleriyle kadın ise annelik, duygusallık gibi hayvanlara daha yakın yönleriyle iliĢkilendirilerek tanımlanır (Bora, 2011:2). Birey, doğumundan itibaren oluĢmuĢ olan toplumsal cinsiyet yargılarının içindedir ve toplum tarafından bu kalıplara göre davranması ve yaĢaması beklenmektedir. Aksi halde toplum bireyi sıra dıĢı olarak görüp dıĢlayabilir (Türk, 2010: 19). Feministlere göre toplumsal cinsiyetin sorunlu yönü onun kadın ve erkeklerin birbirlerinden farklı oldukları söyleminde değil var olduğu iddia edilen farklılıkların bir cinsiyetin hayatını diğerininkine kıyasla çok daha zorlaĢtıran sonuçlar doğurmasındadır. Çünkü kadınların ve erkeklerin tamamen farklı insan kategorileri olduğu kabulü cinsiyetçi iĢ bölümünü de beraberinde getirmektedir ve cinsiyetçi iĢ bölümü ayrımcılığın en temel kaynaklarından biridir. Ġnsanların avcılık ve toplayıcılık yaptığı zamanlarda erkeklerin daha fazla güç gerektiren avcılık iĢiyle kadınların ise doğayla daha iliĢkili olan toplayıcılıkla uğraĢtığının düĢünüldüğü çağlardan, ev ile iĢ yerinin ayrıĢtığı ve kadınların bu ayrımda eve yerleĢtirildiği modern topluma uzanan iĢ bölümü kabulleri kadınların konumunu giderek ikincilleĢtirmiĢtir.

Bora (2011)‟ya göre modern zaman „ev kadını‟ denilen yeni bir tipi doğurmuĢ ve bu tip bir kadınlık normu haline gelmiĢtir; “Cinsiyete dayalı iĢ bölümünde kadınların payına yuvanın bekçiliği düĢerken, erkekler de evin geçimin sağlamaktan sorumlu hale gelmiĢtir. Böylece ekmek kazanan erkek tipi, ev kadını tipinin yanında yerini almıĢtır.”

(Bora,2011: 5). Cinsiyete dayalı iĢ bölümü ile çıkılan yol nihayetinde cinsiyete dayalı ayrımcılığa ulaĢmaktadır.

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık kadınların ve LGBTI+ bireylerin cinsiyet veya cinsel yönelimlerinden ötürü uğradıkları ayrımcılıktır. Cinsel yönelim ayrımcılığı bunların birer „hastalık‟ gibi görülüp tevdisine çalıĢılmasından, bu bireylere yönelik Ģiddet ve cinayetlere varan geniĢ bir insan hakları ihlali alanı yaratmakla birlikte (Bora,2011:10) çalıĢmanın sınırları itibariyle daha çok kadınlara karĢı ayrımcılık üzerinde durulacaktır. Kadınlara karĢı ayrımcılığın tanımı CEDAW‟ın 1. Maddesinde Ģu Ģekilde yapılmaktadır:

“Bu sözleşmeye göre, „kadınlara karşı ayrım‟ deyimi, kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve

temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir.”

Cinsiyete dayalı ayrımcılık, içerisinde kadınların en temel gereksinimlerini karĢılamak için dahi erkeklerden fazla çaba göstermesi gerekliliği, fırsatlara ulaĢmada zorlanması, yeterli düzeyde temsil edilmemesi, her türlü kaynağa ulaĢmada karılaĢılan eĢitsizlikler ve Ģiddet gibi birçok etmen barındırmaktadır.

Gökkaya (2009) çalıĢmasında, kadının maruz kaldığı cinsiyet ayrımcılığı sorununu açıklamaya çalıĢan sosyal teorileri incelemiĢ ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kaynağına iliĢkin olarak, bir açıdan cinsiyetçi iĢ bölümünün nasıl oluĢtuğunu açıklamak için kullanılan dört temel yaklaĢımdan bahsetmektedir. Bunlar, (i) fonksiyonalist yaklaĢım, (ii) çatıĢmacı yaklaĢım, (iii) etkileĢimci yaklaĢım ve (iv) fenomenoloji teorisi, (v) sembolik etkileĢim teorisi, (vi) rasyonel seçim teorisi, (vii) beden teorisi ve (viii) feminist teoridir (Gökkaya, 2009:34-40). Fonksiyonalist yaklaşım insanlığın ilk çağlarından bu yana kadınların doğurganlıkları sebebiyle ev iĢleri ve çocuk bakımıyla erkeklerin ise ailenin ekonomik ihtiyaçlarıyla ilgilendiği bir iĢ bölümü olduğunu ve ayrımcılığın buradan kaynaklandığını söylemektedir. Buna göre toplum, birbirini tamamlayan parçalardan mütevellittir. Burada aile yapısı toplumun devamlılığı için çok önemlidir ve kadından üreme ve çocuk bakımı ile katkı sağlaması beklenmektedir.

SosyalleĢme süreci ile her iki cinse de ihtiyaç duyduğu beceriler kazandırılmaktadır ve bu beceriler kadınlar için ev ve bakım iĢleri; erkekler için ise ev dıĢındaki vazifelerle ilgilidir Çatışmacı yaklaşıma göre toplumda bireylerin maddi kaynakları çerçevesinde bir çatıĢma içerisinde dengede olduklarını ileri sürmektedir. Kadın ve erkeğin eĢit olmamasının nedeni de aile kaynaklarının erkeklerin kontrolünde olmasıdır. Kapitalizm, erkekleri ücret elde etme, mülkiyet ve miras yoluyla daha güçlü kılması ve kadınları tüketici olmaya teĢvik etmesi sebebiyle durumun sorumlusu ilan edilmektedir.

Etkileşimci yaklaşım (sembolik etkileşim teorisi), benlik oluĢumuna yoğunlaĢmakta ve bu oluĢumun verili değil zaman içinde sosyalizasyon ile oluĢtuğunu ifade etmektedir.

Biyolojik cinsiyet doğuĢtan kazanılır, toplumsal cinsiyet ise sonradan oluĢturulmaktadır.

Bireylere rolleri toplum tarafından dağıtılırken kadına daha pasif olmak öğretilmektedir.

Belirlenen rollere uymayanların toplumdan dıĢlanacağı düĢüncesi de yer edinmiĢtir.

Fenomenoloji teorisi kadının Ģimdiki ikincil konumunun geçmiĢ etkileĢimlerden doğduğunu ve düĢünce sistemi baĢtan aĢağı değiĢmedikçe devam edeceğini dile getirmektedir. Ġnsanlar algılama biçimlerini ve kültürlerini sorgulamaya davet edilmektedir. Rasyonel seçim teorisine göre bireyler belli amaçlara ulaĢmak için rasyonel davranırlar. Kadının ev içi görevlerini yapması onun için akılcı eylemdir ancak teori kadının bu düĢünceye nasıl sahip olduğunu açıklamamaktadır. Beden teorisi kadın bedeninin bir tüketim nesnesi haline getirilerek erkekler tarafından tek tipleĢtirildiği üzerinde durmaktadır. Çizilen stereotipe benzeme çabasıyla kadın, diyet ürünler, kozmetikler, estetik operasyonlar ve benzerlerinin tüketicisi haline gelmektedir. Kadın ve bedeni kendini gerçekleĢtirirken toplumun o andaki kontrolü baĢkasının elinde olan kurallarına göre davranacaktır. Kadının toplumsal yapıdaki yerini açıklayan teorilerden feminist teori ise burada bahsedilen teorilerin oluĢturduğu bilgi birikiminden beslenerek oluĢmuĢtur ve oldukça kapsamlıdır. Toplumsal cinsiyet kavramı etrafında ayrımcılığın neden ve sonuçlarını analiz etmiĢtir. Feminist yaklaĢıma göre toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, temelde yanlıĢ olan bir varsayıma dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre cinsiyet rolleri doğaldır ve biyolojik varlığımıza bağlı olduğundan değiĢmez. Oysa cinsiyet rolleri hem bulunulan kültüre hem de içinde yaĢanana zamana göre değiĢmektedir (Bora, 2011). Toplumun kadınlardan beklediği davranıĢlar kadınların sahip olduğu hakları kullanmasını dahi engelleyebilmekte ve hatta bazen onun hayat hakkına dahi zarar verebilmektedir.

Cinsiyete dayalı ayrımcılık doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki biçimde ortaya çıkabilmektedir. Bir kiĢinin bir kadına sırf kadın olduğu için bir erkeğe olandan daha olumsuz veya daha az olumlu bir tutum ile yaklaĢması doğrudan ayrımcılıktır. Bu türden ayrımcılığa Bora (2011) Ģu Ģekilde örnek vermektedir:

“Bir kamu kuruluşu eleman alımı için ilan verdiğinde, „askerliğini yapmış olmak‟ koşulu arıyorsa, ayrımcılık yapmış demektir. Çünkü, zorunlu askerliki Türkiye‟de yalnızca erkekler için geçerli bir vatandaşlık görevidir ve kadınlar askerlik yapmazlar. Açıkça söylenmese de bu koşul o işe bir erkeğin alınacağını ifade ediyor demektir. Bu ilanı veren kurum, temel insan haklarından olan „çalışma hakkı‟nı ihlal etmiştir.” (Bora,2011:4)

Cinsiyete dayalı ayrımcılık her zaman bu Ģekilde açıkça gerçekleĢmemektedir. Biçimce tamamen eĢitlikçi olan düzenlemeler uygulamada kadınlar açısından olumsuz etkiler doğurabilir. Bu durumda ise dolaylı ayrımcılıktan söz edilir. Bakım yükünün anneye ait olduğuna inanılan bir toplumda yeterli kreĢ hizmetlerinin sunulmamasından kaynaklı olarak kadının istihdamdan çekilmesi bu türden bir ayrımcılık örneğidir. Bu örnekte kadının ihtiyaçları görmezden gelinerek ayrımcılık yapılmaktadır.

Cinsiyete dayalı ayrımcılığın hangi araçlarla uygulandığı hususu incelendiğinde ise ilk sırada Ģiddet gelmektedir. Fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik olarak uygulanan Ģiddet veya “yanlıĢ” davranmaları durumunda uğrayacakları Ģiddet ile tehdit edilmeleri kadınlara çok daha dar hareket alanı kalmasına neden olmaktadır (Bora,2011:11).

Ayrımcılık araçlarından bir diğeri ise atasözleri ve deyimlerden bugünün en çok kullanılan medya aracı olan her yerde karĢımıza çıkan basmakalıp yargılardır. Bu yargılara evlenme teklifini kadının yapmaması gerektiğinden kadınların bedenlerinin ne Ģekilde olacağına karar veren moda yönlendirmelerine kadar birçok örnek vermek mümkündür.

Belgede KABUL VE ONAY (sayfa 30-34)