• Sonuç bulunamadı

Tarihin Ortaya Çıkış Sürecinde Mythos-Historie Zıtlığı

3. KAPSAM

1.2. MİT-TARİH KARŞITLIĞININ OLUŞUMU

1.2.1. Tarihin Ortaya Çıkış Sürecinde Mythos-Historie Zıtlığı

Kökensel olarak Yunancada ‘Tarih’in karşılığı olan ‘historien’ kelimesi

‘bilmek’ anlamına gelmektedir26. History - historie, Antik Yunan döneminde

‘soruşturma-araştırma’ anlamında kullanılmıştır27. Mit tarih karşıtlığının kökeni M.Ö. V. yüzyıla, Herodotos ve Thukydides ile birlikte, bir araştırma-soruşturma olarak tarih yazımı anlayışının oluşmaya başlamasına dayanmaktadır. Bu anlayış bazı aşamalardan geçmiştir.

Genel olarak dönemin tarihçiliğinin sahip olduğu hakikat anlayışı günümüzdekinden farklı özelliklere sahiptir. Antik dönem tarihçileri günümüz

25 Bu bölümde büyük ölçüde Collingwood’un şu eserinden yararlanılmıştır: Robin George Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, İstanbul, Ara Yayıncılık, 1990.

26 Hançerlioğlu, a.g.e., s. 396.

27 Collingwood, a.g.e., s. 37.

tarihçilerinden farklı olarak, anlattıkları olaylara ilişkin kanıt ve akıl yürütmeleri okuyucusuna sunmaz, kaynak göstermez, “dipnot düşmez”28. Kendilerinden önceki tarihçileri bir tür gelenek olarak gördüklerinden onların eserlerinden belli kısımları kopya etmekten çekinmemişler ve bunların doğruluğunu sorgulamadan almışlardır.

Bunun nedeni, tarihçilerin ‘doğruyu’ aktardıklarının düşünülmesidir. Dolayısıyla dönemin tarihçileri kendi sözlerine de inanılmasını ister. Tartışmalı konuları ancak kendisi bir hükme varamadığı zaman okuyucu ile paylaşır29.

M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Heredotos'un tarih anlayışına bakıldığında, mitik niteliklerin gerilemeye başladığı görülebilir. Öncelikle Heredotos'un ‘Tarih’ adlı yapıtının konusu bakımından insan merkezli olduğu, tanrısallık ve tanrısal işlerin göz ardı edildiği görülmektedir. Mümtekin Ökmen

‘Tarih’in birinci Kitabı ‘Klio’dan verdiği örnek ile Herodotos’un bu özelliğini vurgulamaktadır: “İo, Europe, Media ve Helene lejandlarına dokunurken bunları doğaüstü niteliklerinden soyar (...) Europe'yi boğa biçimine giren Zeus değil, Giritli denizciler kaçırırlar (...) Helene ve Troya savaşı konusunda da işin mitoloji yönü için bir şey söylemez”30. Heredotos’un tarihi, yalnız insanları ve onların işlerini konu edinmekle kalmamaktadır, aynı zamanda bu tarih, insanlar için, insanlara dönük yazılmaktadır31. Heredotos “Tarih”e şöyle başlamaktadır: “Bu, Halikarnassoslu

28 Paul Veyne, Yunanlılar Mitlerine İnanmışlar mıydı?, Çev. Mehmet Alkan, Ankara, Dost Yayınevi, 2003, s. 16.

29 A.g.e., ss. 16-29.

30 Heredotos, Tarih, Çev. Müntekim Ökmen, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2011, s. 7. Müntekim Ökmen'in dipnotuna bakınız.

31 Collingwood, a.g.e., s. 37.

Heredotos'un kamuya sunduğu araştırmadır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların, gerekse barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek amacı budur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta kalınmasın.”32 Yine Heredotos ile, soru sormanın ön plana çıkarıldığı ve işe soru sorularak başlandığı bir anlayışa geçilmiştir.

Thukydides ise, Heredotos'un tarih anlayışına ek olarak, tarihsel araştırmanın kanıtlara dayanması gerektiğini ileri sürmüştür33. Thukydides, “uzak bir geçmişi-geleneğin donduğu söylen biçiminin dışında başka türlü ulaşılamayacak kadar uzak bir geçmişi- bir yana bırakır; ‘arkheologia’ya ayrılmış bölümcelerin dışında, yakın bir tarihin kendisinin tanık olmuş olabileceği ya da her birini yeterli sağınlıkla soruşturabileceği kadar yakın bir tarihin olgularıyla yetinir”34.

Ancak bu dönemin anlayışı, bahsedilen niteliklerine rağmen, günümüz tarih yazımı anlayışından iki bakımdan oldukça uzaktır. Birincisi, sözü edilen tarihçilerin yapıtlarında efsane ve mitlere yer verilir. İkinci olarak tarihsel materyal büyük ölçüde görgü tanıklıklarının ifadelerinden oluşmaktadır ki bu yöntem ile kişilerin yaşam sürelerini aşan uzaklıktaki geçmişe ilişkin bilginin güvenilirliği çok zayıftır.

Bu yöntem tanıklıklara bağımlı olduğundan tarihçi konusunu seçmekte özgür değildir. Ayrıca bu yönteme dayanarak tek tek her bir tarihin parçası olduğu tüm insanlığa ait evrensel bir tarih yazmak mümkün değildir35. Yukarıda da belirtildiği üzere, örneğin Thukydides'in eserinde kanıttan söz edilmekle beraber, kanıttan ne

32 Heredotos, a.g.e., s. 5.

33 Collingwood, a.g.e., s.38.

34 Vernant, a.g.e., s. 198.

35 Collingwood, a.g.e., ss. 37-45.

kastedildiğine ilişkin bilgi verilmediği gibi, kesin olarak gerçekleşmiş olduğu söz edilen olaylarda kanıt gösterilmediği belirtilmiştir36. Tüm bunlar, yukarıda sıralanan dönemin özgün bir tarihçilik ve hakikat anlayışı olduğunu göstermektedir.

Hellenistik dönemde Yunanlılar ile barbarlar arasındaki kaynağını dilsel farklılıktan alan ayrım aşınmıştır. Tarihin parçalı niteliğinden uzaklaşan, sadece Yunanlıları değil fakat ‘oikoumene’yi merkeze alan bir tarih yazımı ortaya çıkmıştır.

Böyle bir tarihi yazabilmek için yalnız tanıklıklardan yararlanmak yeterli değildir.

Bu nedenle bu dönemin tarih yazımı, daha önce yazılmış tarih yapıtlarından da yararlanmak olarak ifade edilebilecek yeni bir yöntemi bünyesine katmıştır37.

Tarih yazımı, Roma döneminde Polybius, Livius ve Tacitus gibi tarihçiler ile yeni nitelikler kazanmaya ve farklı yöntemleri içeriğine katmaya devam etmiştir.

“Historia” sözcüğü, Polybious ile birlikte genel anlamda bir soruşturma türü olarak değil, günümüzdeki anlamına uygun bir biçimde, özel bir ihtiyaçtan doğan, özel bir soruşturma türü anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Livius, Collingwood'un

“makas-zamk” dediği yöntemi bütünüyle yapıtına yansıtarak evrensel nitelikli bir Roma tarihi yazmıştır38. Bu dönemin tarih yazımı, Roma’nın evrenselliği düşüncesinden hareketle, Roma’yı merkeze alan Tarihi de evrensel nitelikli kabul etmektedir. Dönemin genel özelliği, tarihin seyrinin temelde insan istencinin ve edimlerinin sonucu olarak görülmesidir. Bu bağlamda dönemin tarihçileri, yapıtlarında tanrılara ve etkilerine gitgide daha az yer vermişlerdir. Dönemin bir diğer özelliği ise tözcülüğüdür. Yunan-Roma tarih yazımında tarihin amacı, sürekli

36 A.g.e., s. 23.

37 A.g.e., s. 49-50.

38 A.g.e. ss. 53-58.

değişimin altında yatan değişmeyen tözün ortaya konması olarak düşünülmüştür.

Buna göre geçici olan Tarihtir, ancak Tarihin yer verdiği olaylar değişmeyen, öncesiz sonrasız gerçekliklere işaret etmektedir. Örneğin ‘Roma’, Livius'ta öncesiz sonrasız bir töz, karakteri değişmeyen bir özne olarak ortaya çıkmaktadır39.

Bu töz kavramı Hıristiyanlık ile birlikte yok olma sürecine girmiştir. Çünkü hiçten var eden Hıristiyan Tanrı anlayışı karşısında, Roma gibi varlıkların öncesiz-sonrasız tözler olarak kavranması mümkün olmamıştır. Antik Yunan dünyasının anladığı anlamıyla bir töz anlayışının var olmaya devam etmesi mümkün değildir. Bu dönemin tarih yazımı, tarihi, tanrının istencinin gerçekleştiği bir süreç olarak görürken, tarihte yer alan aktörleri de bu ilahi plana tabi olan ve yeri geldiğinde tarih sahnesinden çekilen şeyler olarak görmüştür. Ayrıca tüm insanları tanrının kulları olarak eşit gören ve ayrıcalıkları reddeden Hıristiyanlık öğretisinin yansıması olarak, Hıristiyan tarih yazımı Roma dönemi tarih yazımının kısmi evrenselliğini aşarak daha farklı bir evrensel tarih anlayışı geliştirmiştir40.

Hıristiyan tarih yazımının getirdiği önemli yeniliklerden birisi, İsa'nın yaşamını merkeze alarak tarihi İsa üzerinden ikiye bölen anlayıştır. Birbirinden İsa'nın gelişiyle ayrılan bu iki bölüm farklı karakteristik niteliklere sahiptir. İlk dönem, İsa'nın gelişi için şartların olgunlaşmasını, “vahyedilmemiş bir olayın kör hazırlığını” içermekteyken, ikinci dönem geriye dönük bir karakter taşımaktadır41. Bu yenilik beraberinde bu bölümleri alt bölümlere ayırmayı getirmiş; tarihin çağlara ayrılması Hıristiyan tarih yazımı ile başlamıştır.

39 A.g.e. s. 60.

40 A.g.e., s. 64.

41 A.g.e., s. 66.

Ortaçağ tarih yazımı tarihi, tanrının planının uygulamaya konması olarak görmektedir. Yapılması gereken tarihte olup bitenleri ortaya koyarak, bunların altında yatan tanrısal planı gözler önüne sermektir. Ortaçağ tarih yazımı bu açıdan, insan iradesini tanrısal iradeye bağımlı kılmaktadır. İnsan tarihin yapıcısı değildir;

yalnızca kendine düşen rolü oynamaktadır. Collingwood, Ortaçağ tarih yazımının bu niteliğinin modern tarih yazımına geçtiğini ileri sürmektedir. Modern tarih yazımı da tarihin işleyişinin ve insan istencinin belirli genel yasalara tabi olduğu varsayımına sahiptir. Bu açıdan “nesnel zorunluluk ile öznel istenç arasındaki karşıtlığın”

tarihçileri bilimsellikten uzaklaştıracağını ve tarihsel doğruluğun göz ardı edilmesine neden olacağını ileri sürmektedir42. Bu tarih yazımı, insan eylemlerine yeniden önem verilen ve insancıl nitelikli bir tarih yazımının hâkim olduğu Rönesans tarih yazımı ile gerilemiştir. Ancak Rönesans tarihçiliği de bu değişikliklere rağmen modern anlamda bir tarih bilimi oluşturmanın uzağındadır. Örneğin, kaynakların bilimsel gözle eleştirisi yeni bir gelişmedir; "tüm incelmişliklerine rağmen" rönesans tarihçileri kayda alınmış kaynakların doğruluğu konusunda şüphe duymamışlardır43.