• Sonuç bulunamadı

Tüketim Statü ve Kimlik: Tüketim İle Kendini İfade Eden Birey

1. Araştırma Metodolojisi

1.3. Tüketim Toplumu ve Tüketim Kültürü

1.3.1. Tüketim Statü ve Kimlik: Tüketim İle Kendini İfade Eden Birey

İnsan sosyal bir varlık olarak toplum içerisinde hayatını devam ettirmektedir. Bu süreç dahilinde sosyal ilişkiler ve etkileşimlerde kendine özgü bir duruş, tavır ve yapıyı

33 ortaya koymaktadır ki, bu onun kimlik yapısını ifade etmektedir. Bireyi tasvir edici ve özellikleri hakkında tanımlayıcı olan bu yapı, pek çok genetik, psikolojik, sosyolojik ve çevresel faktörler sonucu ortaya çıkmakta; bireyin hayat içerisinde tutarlı davranışlar sergilemesinde ve uyumunda, önemli bir işleve sahip bulunmaktadır (Ersoy, 2005:211).

Kimliğin bireyin kendisini biricik hissetme ve tanımlama ihtiyacı neticesinde gerçekleştiği söylenebilir. Tatar (2008:190) kimlik husunda şöyle değerlendirmelerde bulunmaktadır: “Doğumla başlayan süreçte kimliği, ‘ben kimim?’ sorusuna verilen cevapların anlamlı bir bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Söz konusu cevapların merkezinde her ne kadar birey var ise de ve kendisini nasıl gördüğü önem arz ediyor ise de, ‘sen busun’ hükmü ile ya da ‘biz buyuz’ belirlemesi ile ifadesini bulan etkileşim, kimliğin inşasında önemli rol oynar. Dolayısıyla kimliği bireyden ya da toplumdan soyutlayarak tam manasıyla izah etmek mümkün değildir.” Bununla birlikte toplumsal süreç içerisinde bireyin ve toplumların kimlik tanımlamalarında etken olan faktörlerin de değişmekte olduğu görülmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde birey ve toplum yapılarının açıklanmasında “üretim, tüketimden daha önemli bir anlam ifade ederken günümüzde tüketim bu ilişkileri açıklamada daha etkili görülmektedir. Postmodernizm ile birlikte tüketim ekonomik bir problem olma niteliğini bütünüyle yitirmiş ve kültürel boyutuyla ön plana çıkmış ve tüketilen şey, yalnızca nesneler değil, göstergeler ve imajlar olmuş, hayaller, imajlar ve hazlar tüketim unsuru olarak önem kazanmıştır” (Aydın vd., 2015:25). Tüketimin bu denli önem kazanması ve yaşamın her alanına nüfuz etmesi bireylerin ve toplumların kimliklerin tanımlayıcı baskın bir faktör olduğu yadsınamaz. Öyle ki günümüz toplumunun izahında ‘tüketim toplumu’ ifadesi yer almaktadır.

Tüketim toplumunun ayırıcı özelliği; “Kişilerin ihtiyaçları için tüketmek yerine, tüketimin başlı başına bir amaç, bir ihtiyaç haline gelmesidir, insanlar hafta sonu tatillerini piknikte veya parklarda geçirmek yerine, hipermarketlere gezmeye giderek geçirmektedirler. Binlerce malın bulunduğu bu yerlerde ihtiyacı olsun, olmasın çeşitli malları sepetlerine koymaktadırlar. Hipermarketler alışveriş amacıyla ve alışveriş listeleri ile gidilen yerler olmaktan çıkmış, restoran, kafeterya, çocuk parkı ve eğlence merkezleri ile ailece gidilen bir gezme yeri ve çekim merkezleri haline gelmişlerdir.

Buralara giden insanlar, hiç hesapta olmayan alışverişler yapmakta ve bazen hiç işlerine yaramayacak şeyler alabilmektedirler. Özellikle çalışan insanlar ihtiyaçlarını karşılamak

34 için alışveriş yapmamakta, haftanın stresini atmak için de alışveriş yapmaktadırlar”

(Çınar ve Çubukçu, 2009:279). Veblen çalışmasında boş zaman vegösterişli tüketimi, kişinin mevki ve statüsüyle ilişkilendirmiş ve tüketimin ile bireye aitmevki ve statüsünün korunabileceğini kabul eden görüşe yer vermiştir. Toplumdakihiçbir sınıf, en düşkün durumdaki yoksullar bile alışılmış gösterişli tüketimden tümüyle vazgeçememektedir. Güçlü bir zorunluluğun yarattığı bir baskı olmadan, bu tüketimkategorisine ait son eşyalardan vazgeçilmemektedir. Bu nedenledir ki mevki ve statüarzusu fiziksel ihtiyaçların ve rahatın en bariz gerekleriyle boy ölçüşebilmektedir.

Tüketim toplumu eleştirilerinde Veblen özenmenin yönlendirdiği davranışla ilgili çözümlemeleri merkeze alırken Galbraith yaklaşımlarının merkezinde talepyönlendirmeleri vardır. Galbraith'e göre bireyi gerçek ihtiyaçlarından uzaklaştırarakfarklı taleplerin doğmasında etkili olan faktör tüketicinin özgür seçimi değil, reklamfaaliyetleridir. Galbreith' göre tüketicinin maddi mallara talebi ile sahip olduğu eğitimdüzeyi arasında olumsuz bir bağlılaşım vardır. Örneğin bir kişi bir kaban alıp giydiğindesahip olduğu bu mal tüketicinin sadece ısınma ihtiyacını karşılayacak maddi bir yararsağlamaz. Bu mal aynı zamanda kişinin beğenisini ve toplumdaki konumunu yansıtırdiğer bir deyişle başkalarına toplumdaki varlığıyla ilgili bir "mesaj"

yollamak gibisembolik yararları da vardır. Bundan dolayıdır ki aslında diğerlerinden çokça farkıolmayan A markası bir kaban için ekstra paralar ödenmektedir (Buğra, 2003:40-42). Veblen (2005)’in Aylak Sınıfın Teorisi adlı çalışmasında da üzerinde altını çizerek durduğu konudur; gösterişli tüketim ve israf. Artık tüketim daha çok ürünlerin bilinen temel ihtiyaçların karşılanması amacıyla satın alınması değilde yaşam standartlarını, bulunduğu ya da olmak istediği statüyü parasal güç ile satın alarak gerşekleştirme eylemine dönmüştür. Bu gösterişli tüketimin yani gösterişli israfın yaşanmasının emareleridir. Örneğin Veblen’e göre giyim maddi kültürün, parasal kültürün bir tezahürüdür. Hiçbir tüketim çizgisi giyisiye yapılan harcamadan daha uygun bir gösterge olamaz. Üzerinde taşıdığı giyisi ile kişi diğerlerine ne kadar zengin ve prestijli bir statüde olduğunu gösterir. Bu gösterişin en güzel yoludur giyisi, herzaman üzerinde taşıp gösterişte bulunabilen bir nesnedir (2005:115-119).

“Statü” anlaşılması oldukça zor bir kavram olup basitçe; sosyal ilgi, cazibe ya da itibar uyandıran her şey anlamına gelmektedir. Kuşkusuz, ürünler kişinin statüsünün reklamını yapmak için kullanılabilir ve ‘statü sembolü’ olarak işlev görebilir; ancak

35 statü sağlayan ürünlerin kendisi değildir, öteki kişilerdir. Aslına bakılırsa kişinin statüsü ötekilerin zihinlerinde oluşmaktadır. Ürünleri satın alırken ‘statümüzü sergilemek’ için satın alırız. Bazı fiziksel, zihinsel ve ahlaki özelliklerimizin öteki kişilerle karşılaştığında daha üstün olduğunu sergilemek maksatlı satın almaktayız (Miller,2012:85).

Baudrillard’a göre (2012:86-87); “Modern insan hayatını giderek daha az emek içinde üretimle, ama giderek daha fazla kendi ihtiyaçlarının ve refahının üretimi ve sürekli yenilenmesiyle geçirir. Modern insan tüketimci potansiyellilerinin ve kapasitelerinin tamamım seferber etmeye odaklanmalıdır. Eğer bunu unutursa, kendisine mutlu olmama hakkına sahip olmadığı kibarca ve ısrarla hamlatılır.

Dolayısıyla modern insanın edilgin olduğu doğru değildir: Modern insanın sergilediği ve sergilemek zorunda olduğu sürekli bir etkinliktir. Aksi halde modern insan sahip olduğuyla yetinme ve toplumdışı olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Tüketim toplumu aynı zamanda tüketimin öğrenilmesi toplumu, tüketime toplumsal bir biçimde alıştırılma toplumııdur; yani yeni üretim güçlerinin ortaya çıkmasıyla ve yüksek verimlilik taşıyan ekonomik bir sistemin tekelci yeniden yapılanmasıyla orantılı yeni ve özgül bir toplumsallaşmasıdır”.

Kapitalist sistem durmak bilmeyen kâr hırsı, insani değerleri ve ilişkileri en nihayetinde müreffeh bir toplumsal hayatı baltalamaktadır. Sistemin insanlara sergilediği pırıltılı fakat içi kof yaşam standartları insanların hedefi olmuştur. Bu hedef uğruna insanlar arasında korkunç bir rekabet, yarış yaşanmaktadır. Bireyler birbirleri ile maddi ölçüde bu denli yarışırken özlerinden uzaklaşmış, kültüründen sıyrılmış kapitalist sistemin janjanlı ambalaj ürünlerine dönüşmüşlerdir. Çokça tüketen ve bunu her yerde sergileyen, gözü hiç doymayan, bir başkasının refahını veyahut mutluluğu kıskanan narsist bir birey olmuştur.

Sistem insanlara emekçiler (ücretli emek), tasarrufçular (vergiler, ödünç almalar) olarak değil, ama gitgide daha çok tüketiciler olarak ihtiyaç duyuyor. Emeğin üretkenliği giderek teknoloji ve örgütlenmenin, yatırım giderek şirketlerin payına düşüyor; bireyin birey olarak gerekli ve hemen hemen yeri doldurulamaz olduğu yer tüketici konumudur. Demek ki bireyci değerler sisteminde tekno-bürokratik yapıların gelişmesi ölçüsünde güzel günler ve gelecekte bir doruk noktası öngörülebilir; bu bireyci değerler sisteminin ağırlık merkezi, rekabetçi kapitalizmin öne çıkan öğeleri

36 olan yatırımcı ve tasarrufçu bireyden bireysel tüketiciye kaymakta ve böylece tüm bireylere yaygınlaşmaktadır (Baudrillard, 2012:90).

Kültürümüzün pek çok değerlerini kapitalist sistem ve sekülerleşme çatısı altında dönüştürmekteyiz. Kapitalist sistem diğergâm insan modelini sindirip yerine kendi menfaatini düşünen, kaba, bencil ve cimri bir insan tipi seri üretim üretimi ile tüketim toplumuna çarkı döndürecek bireyler inşa etmektedir.

Hedoist insan, hırsına yenik düşüp durmadan tüketip birçok değeri de yitirmektedir. Ve tabi yaşanılan tabiat da hazcı ve hırslı insanın fütursuzca sömürülmesi ile karşı karşıya kalmaktadır.

Baudrillard’ın dediği gibi, “Yitirdiğimiz değerleri, gerçeklerinin yerini tutamayan sunî düzenlemelerle telâfi etmeye çalışmaktayız”. Doğanın gasp edilip sunî alanların oluşturulması gibi insanlığın da insani değerlerin de gasp edilişi söz konusudur.

Tüketim toplumunun biricik tüketen bireyi yüksek dozda bencillik ile kendi hazzı yolunda her şeyi mubah görüp, vicdanına ve kendi doğasına, kültürüne üç maymunu -görmedim, duymadım, bilmiyorum- oynaması sonucu sunîleşmekte ve sunî ilişkiler yaşamaktadır.