• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: DOĞUM

2.1. Doğum Öncesi

2.1.1. Kısırlığı Giderme ve Gebe Kalma

2.1.1.2. Halk Hekimliği

Kısırlık problemiyle karşı karşıya kalan insanların seçtikleri bir başka çözüm ise, halk hekimliğidir. Bu geleneksel ama çoğu zaman etkili çareyi genellikle aile ve akrabada bilgili birileri, “Mama” (Ebe) olarak adlandırılan çocuk doğurmakta yardımcı olan kadınlar veya

“Udumlu” / “Ocak” olarak adlandırılan olağanüstü güçlere sahip olan kişiler yerine getirir.

Bu işlemde bitkisel ilaçlar, hayvan organları ve mineral ürünler kullanılır. Geçmişte bu yöntem yaygın olarak kullanılırdı. Günümüzde ise bu yöntemin kullanım oranı daha düşüktür.

Azerbaycan’da uygulanan ve halk hekimliği kapsamına giren bazı ilaçlar şunlardır:

Maydanoz kaynatıp buharına oturulur ve suyu içilir. “Emen kömenci” Türkiye’de “Ebe gümeci” olarak bilinen bitki kaynatılır, sonra kadın onun üzerine oturur, bu yöntemle kadının enfeksiyonun geçeceğine inanılır. Bundan başka koyunun karın ve kursağını kadının bel ve karnın çevresine bez ile bağlayıp geceden sabaha kadar bu şekilde tutulur. Başka bir yöntem de bir kuyuya ineğin atıkları dökülür kadın onun içine gidip birkaç saat orda kalır ve atıkların sıcaklığı kadının vücudunu ısıtır ve vücüdünü çocuk yapmaya hazırlar (Kazemi, 2015).

Özellikle kırmızı soğan kaynatılıp suyu içilir. Öte yandan, sarımsağı yemeklerde veya ham olarak da tüketilmesi tavsiye edilir.

Çeşitli yöntemleri bilen ve normal kadınların yapamadığı işi “Mama”lar yapardı. Gelin 2-3 aydan sonra kendiliğinden hamile kalmaz ise aile şüphelenir ve kendilerince bir çözüm bulmaya çalışırlar, bulamazlarsa mamaya götürürlerdi. Mama, rahmin döndüğü söyler ve bildiği çeşitli yöntemler ile tedavi ederdi. Bazen karın ve bel bölgesine kupa (bardak) salardı (bardağın içine alkole batırılmış pamuk konur, pamuk yakılır yakılmaz bardak kadının beline kapatılır. Bu işleme Türkiye’de de “çömlek kapama” denir.) Bu işlemle kan, orda olan organlarda daha güçlü ve hızlı akar. Bazen çeşitli bitkileri bir arada kaynatır ve bitkiler kaynadıktan sonra suyunu içirir, buharında veya bitkilerin üzerinde oturturdu. Bazen de bir bez üzerine yumurta, biber ve birkaç baharat yakıp bezi kadının bel ve karnına bağlardı. Bir

başka yöntemde ise bir kişi kasıkları tutarken, bir başkası da büyük bir sargıyla bütün karın kısmını sarardı. Bir gün boyunca böyle kalırdı (Emani Z. 2016).

Çocuk olmama nedenlerinden birisi de “Çilleye kalmak”tır. Türkiye’de Basık denilir (Türbedar 2011:79). Damat için “Bağlanmak” diye tabir olunur. Gelini basık kaldığı durumlar için şu inanışlar vardır:

Düğünlerinin üzerinden kırk gün geçmemiş iki gelin görüşürse, ev sahibi olan gelin çille kalır.

Gelin düğününden kırk gün geçmeden, yas evine görüşmeye giderse gelin çille kalır. Buna

“ölü çillesi” denilir ve dökülmesi için ölü hayvan yararlıdır.

Kırkı çıkmamış yeni doğan kadın, gelin görmeye götürülürse gelin çille kalır.

Muşata`dan (kız ve damadı tanıştıran kadın) başkası gelinin evine girilmesi doğru değildir, aksi takdirde o kişiden kötülük geleceğine inanılır.

Gelin yatağına kimse atlamaz, atlarsa gelin çille kalır.

Damadı bağlamak nikâh zamanı yüz verir, kilit veya bıçakla yapılır. Damadı bağlamak isterseler nikâh okunduğu zaman makas veya kilidi kapatırlar böylece damadı bağlamış olurlar. Bağlanan kişinin düğününün açılması için birkaç kişi mezarlıkta dolaşır. Damat bağlamanın üç nedeni var: Başka birisi onu bağlamasın (damadın yakın akrabası bazen yapar ve kendileri de onu açarlar, durumu istedikleri gibi idare edebilsinler diye). Ayrıca düğün zamanına kadar geline yakınlaşmasın.

2.1.1.2.1. Çille Dökmek

Çocuğu olmayan ailelerin sorununu çözmek için kadınlar doğanın olağanüstü güçlerinde çare bularak bu güçlere sığınırlar.

Kaplumbağanın kabuğuna yedi buğday, arpa, kırk kaşık yağmur suyu dökerek çille olan kadına kıble semtinde yağmur borusu altında oturtup, kafasına dökerler. Kafasına bez tutarak bir kız çocuğu suyu döker. Böylece kadının çillesi dökülür. “Çille neden basmıştı, burada kesildi” deyip buğday ve arpa tohumların ekerler.

Cumartesi ve Çarşamba günü ölen kişinin helvasından çille olan kadının ev kapısının üzerine yapıştırılırsa çillesi dökülür.

Birçok bölgede yeni doğmuş bebeğin görülmesine geldiklerinde eve girmeden önce evdekilerin biri bebeği evin girişinde ellerine alıp yukarıya kaldırır, misafirler onun altından geçip odaya girerler. Bu gelenek bebeği odadan dışarı çıkartılırken de yapılır. Davetliler odaya girdikten sonra bebeği eve döndürürler. Bazı ilçe ve köylerde yakın akraba, aile reisleri ve başka kimseler kırk güne kadar bebeği görmeye gelmez.

Bazı bölgelerde çocuğun kırkı çıkmadan önce ölüm haberi veya ambulans sireni duyduğunda anne, çocuğun başını yukarı kaldırır. Ayrıca çocuğun annesi kırk günden önce kemgözlü kimsenin evine gitmez. Dışarı çıktığında eve dönürken çocuğu başının üstüne tutarak anne onun altından geçer (Kabelnejad 2009: 1-4).

Bazı bölgelerde çocuğu kemgözden sakınmak için ev girişi önünde çocuğu tutarak üzerini kumaşla örtüp elekle çocuğun üzerine üç kere su döküp “çillesin döktüm” sözünü tekrarlayarak çillesini dökerler.

Güneş batımında, yedi kapı önünden toprak alıp tuzla karıştırıp ve bebek olan evin tüm köşelerine ve girişine dökerek bebeği nazardan korurlar.

Kırk basmasından korunmak göğe doğru kaldırılmakla, gökte koruyucu ve kurtarıcı bir gücün varlığı inancından kaynaklanmaktadır ve bu inanç çok geçmişlere belki gök tengri zamanından bugüne kadar sürmüştür (Kalafat 2000: 161).

Ölü bir köpeğin kafasın temizleyerek su ile beraber kazana konur, kazanı bir bakirenin eline vererek binanın su borusu üzerinden borunun aşağısında oturan çille basmış kadının başına

döker. Suyu makası açarak ortasından çille basan kadının kafasına döküp, “Hayvanı insanı döktüm bunun kafasına” derler.

Salı gecesi bir parça şap yastık altında konulup, sabah tava içine dökerek, yakarlar ortaya çıkan şekilden çille basan kişiyi veya hayvanı tanımlarlar. Sonra suyun içine dökerek yıkanıp niyet edilir ki: çillemi bu kişi veya hayvanla kestim. Başkası su dökerse şöyle niyet eder:

“Bununla çille keserim” der (Ferehmendi 2008: 6-9).

Göründüğü gibi, bakire kız kutsal güce sahiptir. Kendi temizlik ve saflığı ile tanrı ve çocuk olmayan kadın arasında araç olup, çeşitli yöntemlerle hazırlanmış özel suyu ayakları arasından ilgilinin kafasına döker. Ayaklarının arası çocuğun geldiği yol simgesidir ve binanın su borusu kadın rahminin simgesi olarak kullanılırdı.

2.1.1.2.2. Kurt Totemi

“Kurt” Türk halkına ait totem olarak birçok inançta ortaya çıkar ve Azerbaycan halkının da gündelik yaşamında en önde gelen simgelerdendir. Azerbaycanlıların gündelik yaşamlarında ve sorunlarında kurtun kutsallığından dolayı beden organları tedavi yöntemi ve aracı olarak kullanılır. “Türk mitlerinde kurttan üremiş olmak, kurdu bir ata gibi görme inancı, onu bir koruyucu kabul etme ve inanma yaygındır” (Kalafat 2005: 150).

Bu bölümde kadın hastalıkları tedavisinde doğanın güclerinden çare bulmak devamında, Türk halklarına kurt kutsal ve totem hayvan olarak kurdun organları ile yapılan yöntemler anlatılır.

Bu işlemler Azerbaycan’ın çok yörelerinde ortaktır, burada alınan işlemler Ali Muhammed Halfi Zengir’ in anlatıklarıdır:

Kurdun organlarından yalnızca öldükten sonra yararlanırlar. Kurdun kafasın kesip, derisini soyduktan sonra çenesinin alt kemiğini veya aşağı ve yukarı dudaklarını, burnunu kesip, kuruturlar. İki tarafından delip kolye yaparlar. Kolye ipi uzun bırakılır. Bu nesneye

“Kurtağzı” denilir. Kadının çocuğu olmadığında çocuğunun olması için “Kurtağzından”

geçirilir. Kurtağzı her kimde olursa oraya ocak denilir, çocuğu olmayanı oraya götürüp kurtağzının kafasından geçirip ayaklarından çıkartırlar. Üç kere bu işi yaparlar. Sonra kurt eliyle ensesinden vurup “git muradını yerine getir” denilir. İnanışlara göre kesin sonuç alınmaktadır. Yani çocuğu olmayan kadının çocuğu olur. Bunun karşılığında da Kurtağzı sahibine hediyeler verilir.

Kurt yedi senede bir doğar, bu sebeple her kim geç doğarsa “kesin kurt çillesine düşmüş”

derler ve kurt çillesinden çıkartırlar.

Bir kadın çocuğu olduğu gün köye kurt gelirse, o kadının 8-9 yıl çocuğu olmaz. Tüm bu işler kurdun yaratıcı inancından türetilebilir. Bazı Türk destanlarında bozkurt, anne ve baba olarak veya bazen Türk soyunun yok olacağı dönemde ortaya çıkan ve Türklerin soyunun sürdüren karakterdir.

Kurdun elini kesip saklarlar. Kadın veya hayvanların memeleri şiştiğinde kurt eli tırnağıyla çizerler ya da kurt elinin altından geçirirler. Böylece anne tedavi olur. Bazen süt veren anne veya sağılan hayvanın memesi şişer ve sert olur. Böylece göğüs sertleşir ve süt çıkmaz ve acır. O zamanda “döşü gelmiş” derler.

Kaşkay Türklerinde Kurt elinin başka bir işlevi vardır. Kaşkay Türklerinde kurt eli çocuğun beşiğine takılır. Kurt elinin beşikte uyuyan bebeğin koruyucusu olduğuna inanılır.

Kurt yağını götürüp bir nesne arasında çürütüp saklarlarmış. İnanışa göre bu yağdan karı- kocanın üzerine sürülürse onlar kesin birbirleriyle kavga ederler. Günümüzde eşler kavgalı olurlar ise, “sanki üzerlerine kurt yağı sürmüşler” denilir.

Azerbaycan’da yeni doğmuş kadın, “Al Arvad’dan” (Al Arvadı) korunmak için yastık altına kurt derisi koyardı. Türk halklarında kurt güneş belirtisi ve kötülükleri uzaklaştırıcı ve Ongundur. Bu nitelik güneşin sıcaklığıyla da uygundur.

Başka bir inanç şöyle der: İnsanoğlu kurdun böbreğini veya yüreğini yerse ve o kişi göğsü şişen birisine dokunursa çabuk iyileşir.

Kurt derisinin ortasını delip, çocuğu yaşamayan kadın, yeni doğmuş çocuğun deliğin ortasından geçirirse çocuk kesin yaşar ve ömrü uzun olur.

Çok uyuyan birisi kurt gözünü cebinde saklarsa uzun süre uyanık kalır.

Kurdun “aşık kemiğini”15 delerek çocuk beşiğine asarlar, böylelikle çocuğa nazar değmez (Halfi Zengir 2012: 2-12).