• Sonuç bulunamadı

SİMGELER LİSTESİ

2.8. Sosyal Medya ile Yalnızlığın İlişkisi

kullanıcılar bir yandan içerik üreticileri iken, diğer yandan da içeriği tüketen kişilere dönüşebilir (Altunay, 2010).

2.7.2.2.Facebook

Facebook, insanların arkadaşlarıyla iletişim kurmasını ve bilgi alış verişi yapmasını amaçlayan bir sosyal web sitesidir. 4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi 2006 sınıfı öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook, öncelikle Harvard öğrencileri için kurulmuştur. Daha sonra Boston civarındaki okulları da içine kapsayan Facebook, iki ay içerisindeki Ivy Ligi okullarının tamamını kapsamıştır. İlk sene içerisinde de; Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tüm okullar Facebook'da mevcut hale gelmiştir. Üyeler önceleri sadece söz konusu okulun e-posta adresiyle üye olabilirlerken daha sonrasında da ağ içine liseler ve bazı büyük şirketler de katılmıştır. 11 Eylül 2006 tarihinde ise Facebook tüm e-mail adreslerine, bazı yaş sınırlandırmalarıyla açılmıştır. Kullanıcılar diledikleri ağlara; liseleri, çalışma yerleri ya da yaşadığı yerler itibarıyla katılım gösterebilmektedirler. Facebook ismini "Paper Facebooks"'dan almıştır. Bu form ABD üniversitelerinde okulların öğrencilerine, öğretmenlere ve çalışanlara doldurduğu onları tanıtan bir formdur (http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook).

2.7.2.3.WhatsApp Messenger

Akıllı telefonlar için geliştirilen, platformlararası çalışma özelliğine sahip bir mesajlaşma uygulamasıdır. 3G ya da WiFi İnternet bağlantısı aracılığıyla kullanıcıların birbirlerine resim, video, ücretsiz arama, sesli ve yazılı mesaj göndermesini sağlar. Kısa zamanda büyük bir popülariteye kavuşan WhatsApp Messenger üzerinden gerçekleşen iletişim trafiği 2013’te %75 oranında artarak toplam 400 milyona yakın aktif kullanıcısı vardır. Whatsapp, Türkiye’de Facebooktan sonra en çok kullanılan sosyal medya ağı olarak tanımlanmaktadır (https://tr.wikipedia.org/wiki/WhatsApp).

2.8. Sosyal Medya ile Yalnızlığın İlişkisi

Maymunlar, sosyalleşmek için dışarıdan yardım almayan, yani kendi kendilerine sosyalleşebilen ve küçük gruplar halinde organize şekilde yaşayan canlılardır ama oluşturdukları gruplardaki kişi sayısı sınırlıdır. Kurdukları grupta işlerin yolunda gidebilmesi

28

ve sosyal yapının doğru şekilde işleyebilmesi için, gruptaki her bireyin birbirini tanıması gerekmektedir. Maymunlar dünyasında ortalama bir sosyal grup 20 ile 50 arasında değişen grup üyesinden oluşmaktadır. Bu sayı bir şekilde aşıldığında ve gruptaki kişi limiti zorlandığında, oluşturulan sosyal grubun yapısı bozulmaktadır ve bağımsız iki yeni grup oluşmaktadır.

Aynı durum insanlar için de sosyal bir varlık olarak geçerlidir. Evrimsel olarak incelendiğinde dilin ortaya çıkışı ve dil sayesinde insanlar arasındaki iletişimin güçlenmesi, insanların daha büyük gruplar olarak hareket etmesine öncülük etmiştir. Sosyoloji alanında yapılan araştırmalar, doğal olarak oluşmuş bir sosyal grubun aşağı yukarı 150 kişiden oluştuğunu göstermektedir. Ortalama bir insanın bilişsel kapasitesi 150 kişiden fazlasını yakın olarak tanımaya müsait edebilecek düzeyde değildir. Bu nedenle 150 kişilik kapasitesi olan bir gruba yeni üyeler katılmaya başladığında, grubun işleyişinde bozulmalar meydana gelebilir ve grup dağılabilir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için yalnızlık hissi, içgüdüsel olarak insanda gerginlik ve stres yaratan bir durumdur. Ancak batıdaki modern topluluklara bakıldığında, yalnızlık olgusunun gün geçtikçe arttığı ve grup olarak hareket eden sosyal toplulukların sayısında hızlı bir düşüş olduğu görülmektedir. İnsanlar artık dahil oldukları grubun başarısına değil, bireysel kariyer, finansal durum, dış görünüm ve tüketim alışkanlıklarına, yani kendi kişisel başarılarına göre değerlendirilmektedirler. Toplumdaki bu değişimler ve insanların bireysel başarıya ulaşma istekleri, birçok sosyal gruplardan ve ailelerinden uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Bu da, yalnız bireylerin tekil olarak hareket ettiği bir toplumsal yapı oluşturmaktadır. Toplumda yalnız yaşayan ve kendisini yalnız hisseden bireylerin sayısının hızla çoğalmasının ardındaki en önemli sebeplerden biri hiç kuşkusuz sosyal ağlardır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte mobil cihazların kullanımının basitleşmesi, insanların daha fazla şeyi bir arada kullanabilmelerine olanak vermesi; onları bu cihazlara bağımlı hale getirmiştir. Mobil cihazların özellikle sosyal platformlar konusunda yarattığı yenilikler, bireylerin sosyal hayatlarını düzenleme konusunda daha etkili sonuçlar elde etmelerini sağlamıştır. Ancak, sürekli daha fazlasını isteme ve yerine başkasını koyma düşüncesi, arkadaş seçiminde kaliteden çok sayıya önem vermeye, pul koleksiyonu yapar gibi arkadaş sayılarını artırmaya yönelik adımlar izlemelerine sebep olmuştur. Bu nedenle de daha fazla kişiyle aynı anda iletişimde kalabilmek için, mesaj yazarak konuşmaya ya da konuşmak yerine fotoğraf paylaşarak anlaşmaya başlamışlardır. Kişilerle olan bire bir ilişkilerini yok eden bu

29

durum, paradoksal bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuş, arkadaş sayısı çoğaldıkça yalnızlık da çoğalmaya başlamıştır. İnsanlar gerçek arkadaşlıklar kurmak yerine, kendi promosyonlarını yapmak için mümkün olabildiğince çok insanı hayatlarına sokmaya çalışmaktadırlar. Başarılı olmak, sevmek ve sevilmek için birbirlerine ya da kurdukları ilişkilere değil, teknolojiye ihtiyaç duymaktadırlar. Kurdukları sosyal ağ, yalnızca yaptıklarını değil, kim olduklarını da etkilemekte, çünkü teknolojiyi hayatlarının daha fazla alanına dahil etmektedirler. İnsanlar artık teknolojiyi düşüncelerini ve duygularını paylaşarak, kim olduklarını tanımlamak için kullanmaktadırlar. Yaşadıklarını hissetmek için, yaşamlarından vazgeçmekte; ne kadar fazla bağlantı varsa, o kadar az yalnız olduklarını düşünmektedirler. Ancak gerçek durum bazen tam tersi olur ve onlar ne kadar çok sanal bağlantı kuruyorlarsa, o kadar yalnızlaşmaktadırlar (http://www.uplifers.com/sosyal).

Teknoloji ve ulaşım imkanları, uzaktaki kişileri görünür kılabilmektedir. Bununla birlikte negatif faktör ise insanlar arasındaki ilişkilerin seyrekleşmesi ve bu seyrekleşmenin getirdiği zayıf ilişki doğasının bir sonraki halkaya ulaşmaktaki bağlantıyı yok etmesidir. Çünkü insanlar, birbirlerine maksimum iki adım ötesine taşıyabilecek zayıf halkalar ile bağlılar. Modern hayat, halkaların birbirleriyle zincir oluşturduğu değil, birbirlerine teğet geçtiği bir boşluktan oluşmaktadır. Bu nedenle de karmaşık seçeneklerin etrafta dağıldığı ama seçeneklere ulaşmakta yolların belirsizleştiği bir yaşam modeli, mevcut durumun tanımlaması olabilir. İşte sitelerde o sınırsız seçeneğe bir tık kadar yakın olma vaadi sunulmaktadır (http://blog.radikal.com.tr/sosyal-medya/modern-yalnizligin-kurtaricisi).

Sosyal medyanın hayatın her alanına girmesiyle birlikte ruh sağlığı üzerindeki etkisi de artmaktadır. Sosyal medya uygulamaları insanın ruh ve psikolojik sağlığında ciddi tahribatlara yol açabilir. Beğenilme duygusunu tetikleyen paylaşımlar insanların yalnızlaşmasına neden olabilmektedir. Araştırmacı psikologlar, ruh sağlığının duruma göre de değiştiğini, ruh sağlığının kişinin kendi içyapısı ile çevresel yapı arasındaki uyumunun sağlanması, uyumlu halde bulunması anlamına geldiğini, bunu etkileyen biyolojik, zihinsel ve çevresel faktörler olduğunu belirtmektedirler. Son yüzyıl içinde insanın ruh sağlığını etkileyen en önemli faktörün çevresel faktörler olduğuna dikkat çeken psikologlar, insanların eskiden ruhsal sıkıntılarının biyolojik kökeni olduğunu söyleyip kısmi olarak zihinsel yapıda ruh sağlığı bozukluğu yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Şimdiki faktörlerde hem teknolojinin, hem

30

sanayinin, hem de bilimsel faktörlerin değişmesi ile insanlardaki ruh sağlığı dengesinin de değiştiği görülmektedir, bunlar olumlu yönde mi değişiyor diye baktığımızda çizelge olumsuz yönde değiştiğini göstermektedir. İletişim araçlarının stres kaynağı olduğunu belirten psikologlar sözlerini şu şekilde sürdürmektedirler:

“Çevreye baktığımız zaman, pek çok uyarıcı var, bunlar televizyon, telefonlar, iletişim araçları, haberleşme araçları, motorlu taşıtlar, aşırı şehirleşme, insan sesleri gibi uyarıcıların pek çoğunu duymuyor gibi oluyoruz, aslında algılıyoruz. Bu sesler insanda stres yaratıyor……. Beden dili, mimikler iletişimde çok önemliler. Facebook’ta haberleşirken Twitter’de yazarken beden dilini kullanmıyoruz. Hatta sözel iletişimi bile kullanmıyoruz. Bunlar da ruh sağlığımızı olumsuz yönde etkiliyor, duygularımızı paylaşamıyoruz, fiziksel dokunma, fiziksel temas olarak bir şey almıyoruz. Bu da insanları yalnızlığa itiyor. Zaten şehirleşmenin, nüfusun yoğun olduğu, sanayinin geliştiği ortamlarda insanlar bireyselliğe doğru itilmeye başladı….”

Teknolojinin madde ağırlıklı yönüne vurgu yapan Türk Psikologlar, Doğu Kültüründe maneviyatın ön planda olduğuna dikkat çekerek, Batı kültürünün benmerkezci bir yapıya sahip olduğunu açıklamışlardır. İnsanlar arasındaki ilişkilerin kopukluğunun, paylaşım eksikliğinin, özellikle iletişim eksikliğinin bireysel yaşamayı tercih etmenin, evlilik oranlarındaki azalmanın, boşanma oranlarındaki artmanın, çocuklardaki ailevi kopuklukların, ailelerin parçalanmasının travmatik etkilerinin psikolojik dengeyi olumsuz yönde etkilediğini vurgulayan Psikologlar sözlerini şöyle sürdürmektedirler:

"Yalnız kalan bir birey aslında değersizlik, boşluk ve yoğun bir şekilde yalnızlık hissinden dolayı çökkünlük yaşar. Bunun bariz örneği depresyonun artmasıdır. Hata yapma korkusu artar çünkü güvensiz hisseder. Bu şekilde değerlendirirsek siyasi etkiler, politik etkiler de bu durumu tetikler. İnsanlar yarınının ne olacağını bilmek ister. Yanında birisinin olduğunu bir kuvvetin varlığını hissetmek ister. Yalnız bir birey bunu hissetmez. Kuşkuları artar. Diğer insanlara karşı güvensiz davranır…”

(http://www.zaman.com.tr/gundem_sosyal-medya).

Gelişen teknoloji dokunma duyusunu köreltmiştir, yani doğallıktan uzaklaşma hissel yapımızın neredeyse körelmesine sebebiyet vermektedir. Bu birikim de strese sebebiyet vermekte, bireyler de stresin kaçış yolunu sosyal medya sitelerinin kullanmasında bulmaktadır. Stresin kaçış yolunu sosyal medyada bulan bireyler, sürekli bu sitelerde zaman geçirerek etrafında olup bitenleri umursamamakta ve gitgide kendi dünyasını oluşturmaya başlamaktadır. Kendi oluşturduğu dünya, yalnızlık dünyasıdır. Bu defa yalnız kalan birey,

31

yalnızlığını gidermek için sosyal medya ağlarını fazlasıyla kullanmağa başlamaktadır ((http://www.zaman.com.tr/gundem_sosyal-medya).

Rokach (2004)’ın yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, ergenlik döneminde olan bireylerin yarıdan fazlası yalnızlık duygularını gidermek için sosyal medya ağlarını kullanmaya başlamaktadır. Rokach bu araştırmasında ayrıca, Batı ülkelerinde yaşayan ergenlerin Doğu ülkelerinde yaşayanlara göre daha çok sosyal medya sitelerinde zaman geçirdiklerini açıklamıştır.