• Sonuç bulunamadı

ve açıklamaları, “ahlak yasası” ile erdem arasında kurulan bağlantı ve aynı zamanda erdemin “en üstün iyi”nin “ahlak ayağı” olması, Kant etiğinde erdemin “ahlak yasası”na hizmet eden en üstün ilke olduğunu göstermektedir. Böylece Kant, aslında “ahlak yasası”yla evrensel bir ahlakın formülünü verirken aynı zamanda erdemli olmanın da formülünü vermektedir.

Dolayısıyla, Aristoteles ile Kant tamamen farklı etik anlayışlara sahip olmaktan ziyade, onların etik anlayışları arasında bazı farklılıklar görülmektedir. Şöyle ki, Aristoteles, insanı ontik bakımdan parçalanamayan bir bütün olarak değerlendirerek akıl ve dolayısıyla da erdem ile duygular arasında karşılıklı bir zorunluluk ilişkisi kurar; bu da demektir ki, ahlaksal bir durum karşısında akıl ve duygular uyum halinde yer alabilir.

Oysa Kant, erdemli olma durumunda, akıl ve duygular arasında bir karşıtlık ilişkisi kurarak erdemi, eğilim ve duygulara karşı geliştirilen ahlaki bir güç olarak tanımlamaktadır. Nitekim Kant’ta, akıl ve duygular birlik halinde olduğunda, yani insan, akıl ve duygu arasında herhangi bir çatışma yaşamadan erdemli olmayı (doğal olarak) istediğinde erdem ya da ahlak diye bir şeyden söz edilemez. Yani burada eylemin bir ahlaksal değeri yoktur. Nitekim “Kant’ta ahlak sorunları her zaman, doğal, ampirik [duyusal] insan bireyi ile sadece ve sadece, özgürlüğün de temel bir niteliğini oluşturduğu aklı tarafından belirlenen akıl sahibi insan arasındaki ilişkiler sorunu etrafında döner” (Adorno, 2012: 27). Buna bağlı olarak, Kant’ın erdem anlayışına göre, insan hiçbir zaman tam, eksiksiz bir biçimde erdemli olamaz.

Böylece Kant’ta, erdem kavramını deneyden elde etmek isteyen, bu durumda yalnızca örnek olarak mükemmel olmayan bir açıklamaya yardımcı şeyi (deneyi), erdem bilgisi için model kılmayı dileyen (gerçekten de pek çok kez yapılmış olduğu gibi) kişi; erdem üstüne, zamana ve koşullara göre değişebildiği gibi hiçbir kurala da ihtiyacı olmayan iki anlamlı bir anlamsız şey (Unding) yapmış olurdu (Cassirer, 2007: 333). Buradan da anlaşılabileceği üzere, Kant etiğinde “ahlak yasası”nın belirleyicisi olan “saf pratik akıl”

aynı zamanda erdem kavramının da belirleyicisi olduğundan erdem deneyden çıkarılamaz; ahlaklılığın tek kaynağı a priori olduğundan erdem de a priori temele dayandığından, ancak insan hem a priori hem de a posteriori yana sahip olduğundan eksiksiz (tam) ve kesintisiz bir şekilde erdemli olamaz. Ancak Kant’a göre,

“Bir insanın asla saf idesinin içeriğine upuygun eylemediği (savı), bu düşüncede abuk sabuk (chimaerisch) bir şey bulduğunu kanıtlamaz. Çünkü gerçekten de, ahlaksal değer veya değersizlik üstüne verilecek tüm yargılar, ancak bu ide aracılığıyla mümkündür. Böylece, öyle ki, insan doğasında bu ide ölçütüne göre belirlenemeyen engellerden de uzak kalmak mümkün olduğu kadarıyla, o (ide), ahlaksal mükemmelliğe doğru yaklaşmada zorunlu olarak temeldedir” (Cassirer, 2007: 333).

Dolayısıyla Kant etiğinde, erdemi eksiksiz bir biçimde gerçekleştirmek mümkün olmasa da erdem idesine doğru sürekli bir çaba ve kararlılık olması gerekir çünkü insanın erdemi budur. İnsan en fazla bunu gerçekleştirebilir. Oysa Aristoteles etiğinde, insanın doğası (duyusal [a posteriori] ve düşünsel [a priori] olarak ayrılmadan) bir bütün olarak ele alındığından, akıl ve duyguların tam bir uyumu söz konusu olup insanın tam (eksiksiz) erdemli olması mümkündür.

Ancak Kant’ın epistemoloji ve metafizik anlayışı nasıl varlığı ikiye bölen bir “dualite teorisi”ne götürüyorsa, etik ve başka insan problemleri de aynı şekilde insan varlığı hakkında dual, gnoseolojik bir teoriye götürür; hatta varlığın ikiye bölünmesi, insan varlığının böyle görülmesine dayanır. İnsanın otonomisini, özgürlüğünü göstermeye çalışan insan metafiziği, Kant’ın kendi ifadeleriyle, “ahlak metafiziği”, yani etik, bunu gerektirir (Mengüşoğlu, 2014b: 92).

Yukarıda söylenenlerden de anlaşılabileceği gibi, Aristoteles’in ontoloji ve insan görüşüne göre, insan ontik bakımdan bir bütün olarak değerlendirilerek onun etik anlayışı ve erdem(ler)e yaklaşımı da bu düşüncede temelini bulur. Ne var ki Kant’ta, insanın duyusal (fenomenal) ve düşünsel (numenal) yanları karşıtlık içinde ele alınmaktadır.

Aristoteles ve Kant etiği karşılaştırıldığında ortaya çıkan bu farklılıkların yanında önemli benzerlikler ya da ortak noktalar da vardır. Bunlardan biri, Aristoteles’in tek tek erdemler dediği şeylerin Kant’ta “erdem ödevleri”ne karşılık gelmesidir. Nitekim Kant, aynı zamanda kendisi amaç olan ödevler olan “kendini yetkinleştirme” ve “başkalarının mutluluğu” ödevlerini “erdem ödevleri” olarak adlandırmaktadır. Aristoteles’in

“karakter erdemleri” ve “düşünce erdemleri” adı altında topladığı kişinin hem kendisiyle hem de başkasıyla ilişkisinde ortaya çıkan bu erdemler de “erdem ödevleri”ni

gerçekleştirmeye yöneliktir. Çünkü Aristoteles etiğinde söz konusu olan karakter erdemlerinden; cömertlik (eleutheriotes), yiğitlik (andreia), ölçülülük (sophrosyne), kendine egemen (hakim) olma (egkrateia), yüce gönüllülük (megalopsykhia), dostluk / sevgi (philia) ve adalet (dikaiosyne) ve düşünce erdemleri olan bilim (episteme), sanat (tekhne), bilgelik (sophia), düşünme yetisi (nous) ve aklı başındalık (phronesis), bunların her biri, bir ilkeyi ve dolayısıyla da bir değeri korumaya yöneliktir. Dolayısıyla, Aristoteles etiğinde olduğu gibi, Kant etiğinde de erdemler insan yaşamında vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Nitekim erdemler ve “erdem ödevleri”nin dayandığı en temel ilke, insanın (sırf insan olduğu için) bir amaç olmasıdır. Yani erdemlerin ya da

“erdem ödevleri”nin nihai amacı insanın hem kendindeki insanı hem de başkasındaki insanı sırf amaç olarak görmesinde yatmaktadır.

Tek tek erdemlerin ve “erdem ödevleri”nin dayandığı ilke “ahlak yasası”ndan türetildiği için “erdem ödevleri”nin önemini erdem kavramı ve “ahlak yasası” arasındaki ilişkiden de açıkça görmek mümkündür. Kant’ın “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin” (Kant, 2009a: 35) buyruğuyla ortaya koyduğu, değerli eylemin özelliğidir. Eylemde bulunurken kişinin ana amacı kendine ve başkasına insan olarak muamele etmekse, yani kendini ve başkasını sırf araç olarak değil, amaç olarak da görüyorsa, eylemi ahlaksal değer taşır (Kuçuradi, 2006: 64). Buradan da anlaşılabileceği gibi, eyleme ahlaksal değerini veren aynı zamanda erdem ilkesidir. Çünkü erdem, Kant’ın da ifade ettiği gibi, “ahlak yasası”na (saygıdan dolayı) uymayı sağlayan niyettir. Başka deyişle, erdem “ahlak yasası”na uygun eylem olduğundan eylemi ahlaksal olarak değerli kılan ilkedir. Böylece erdem ve “ahlak yasası” arasındaki koşutluklar düşünüldüğünde, erdem ve etik değerler arasında karşılıklı bir zorunluluk ilişkisi olduğu görülmektedir.

Tüm bu söylenenlerden de anlaşılabileceği üzere, Aristoteles etiğinde olduğu gibi Kant etiğinde de erdem kavramı olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Her ne kadar genel olarak Kant etiğine bakıldığında, erdem kavramının önplanda tutulmadığı görülse de aslında erdem, Kant’ın etik anlayışının temel kavramlarından biridir. Nitekim erdem, Kant etiğinin temel dayanağı olan “ahlak yasası”na hizmet eden bir ilkedir. O halde

Aristoteles etiğinde erdemin sahip olduğu önemi ve değeri Kant etiğinde de görmek mümkündür. Aristoteles’ten farklı olarak Kant etiği “ahlak yasası”na dayandırılsa da, yani Aristoteles’in erdeme yüklediği rolü Kant, “ahlak yasası”na yüklese de özünde her iki filozof için de erdem, eyleme ahlaksal değerini veren nihai ilkedir. Bu nedenle, daha önce de ifade edildiği gibi, Kant, “ahlak yasası”yla evrensel (genel-geçer) bir etiğin olanağını gösterirken aynı zamanda erdemin de formülünü vermektedir. Bu da “ahlak yasası” ile erdemin eşdeğere sahip olduğunu göstermektedir. “Ahlak yasası” ile erdem arasında kurulan ilişkiden ve Kant’ın erdem tanımlamaları ve açıklamalarından dolayı erdem ve “ahlak yasası” arasında bir öncelik sonralık ilişkisi varmış gibi görünse de esasında “ahlak yasası” ve erdem arasında bütünleyici bir ilişki olsa gerek. Nitekim her ikisi de etiğin bütünleyici ilkeleridir. Bu da demektir ki, erdem “ahlak yasası”na hizmet eden bir ilke olduğu gibi “ahlak yasası” da erdeme hizmet eden bir ilkedir. Dolayısıyla bu iki etik ilke arasında üstünlük ilişkisi aramak yerine karşılıklı zorunluluk ilişkisi kurmak yerinde olsa gerek. Öyle görünüyor ki, erdem kavramından söz etmeden bir etik kurmak ya da etik anlayışa sahip olmak mümkün olsa da erdem kavramını tanımı ve anlamı gereği tamamen dışarıda bırakan bir etik anlayışa sahip olmak ya da böyle bir etik anlayış geliştirmek olanaklı olmasa gerek. Çünkü etik tarihinde de görülebileceği gibi, erdem tüm etik değerlerin dayandığı ilkedir.