• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: OSMANLI-İRAN SINIRINDA GÜÇ ve HAKİMİYET

2.1. SINIR KAVRAMI

II. BÖLÜM: OSMANLI-İRAN SINIRINDA GÜÇ VE

çizilen sınırlar, devletlerin yetkilerini meşru olarak kullandığı, halkını denetleyip yönettiği ve halkının hareketlerini düzenlediği alanın genişliğini ifade etmektedir. Son iki yüz yıl içinde belirmeye başlayan çağdaş anlamdaki sınır kavramı, hem komşu devletlerin ve imparatorlukların hak iddialarının hem de devletlerin egemen güçlerinin evrensel kabulün bir göstergesi anlamını kazandı.381 20. yüzyıla gelindiğinde ise artık sınırlar daha belirgin ve kesin çizgilerle ifade edildi.382

Modernite öncesi dönemlerde sınırla ilgili algı devletlerin egemenliği ilkesine göre değil, dıştan gelebilecek saldırılara karşı güvenlik amaçlıydı. Bu düşünce ulus-devlet fikrinin yayılmasından önce devletlerin “insanların yönetimi” anlayışına dayanmaktadır.

Devletin sınırlarını çizme fikri ulus-devlet fikrinin süreç içerisinde gelişmesiyle ilişkilendirilmektedir. Daha sonraki süreçte devlet ve toprağa ilişkin “toprakların denetimi” düşüncesi hâkim olmaya başladı. Merkezi yapı tartışmasız kabul edilirken, uç veya serhad sorunlu bir yapı olarak tarif edilmekteydi. Bu durumun sadece Avrupa için değil, dünyadaki birçok devlet için de geçerlidir. 17. yüzyılda Avrupa’da gelişen bu düşünce sonraki yüzyıllarda diğer devletlerde de görülmeye başladı. Ulus-devlet fikri, 19. yüzyılın birinci yarısında Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarında görülürken 19.

yüzyılın son çeyreğinde ise imparatorluğun doğu sınırlarında görülmeye başlandı.383 Akarsu, dağ ve kıyı şeridi gibi doğal sınırlar geniş coğrafi alanları birbirinden ayıran yardımcı unsurlardı. Ancak büyük akarsuları kontrol altına almaya ve dağların, denizlerin ölçümlerini yapmaya dair güvenilir kaynaklar 19. yüzyıldan önce yaygın değildi. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin güney sınırlarının büyük bir bölümünü ihtiva eden Arabistan ve Kuzey Afrika çöllerinde herhangi bir işaret bulunmamaktaydı.

Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti sırasında bu bölgelerde göçebe yoğunluğu arttı, Osmanlılar’ın taleplerinden kurtulmak için bazı aşiretler bulundukları yerleri terk etti.

Bazı aşiretler ise devlet tarafından terk edilen bu yerlere muharip güç olarak yerleştirildi. Osmanlı Devleti’nin bu uygulaması belirsiz olan sınırları daha da karmaşık hale getirdi ve devletin sınırının nereden başlayıp nerede bittiğinin belirlenmesini

380 Mübahat Kütükoğlu, “Hududname”, DİA, c. 18, İstanbul, 1998, s. 303.; Giddens, Ulus, Devlet ve Şiddet , s. 73.

381 Reşat Kasaba, Bir Konargöçer İmparatorluk Osmanlıda Göçebeler, Göçmenler ve Sığınmacılar, Çev.

Ayla Ortaç, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 49.

382 Ferhat Tekin, Sınır sosyolojisi Ulus, Devlet ve Sınır İnsanları, Açılım Kitap, İstanbul, 2014, s. 29.

383 Ayşe Yıldırım, Devlet, Sınır, Aşiret: Nusaybin Örneği, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2013, s. 12.

güçleştirdi. 384 Benzer bir belirsizliğin Osmanlı-İran sınırında olduğunu görmek mümkündür. İran’a karşı bir askeri güç olan aşiretlerin sınır hareketliliği bu belirsizlikte önemli bir faktördü. Dinamik bir kuvvet olan bu aşiretler sosyal, askeri ve politik sebeplerden dolayı Osmanlı-İran sınırını belirsizleştiriyordu.

Uç olarak belirtilen bölgelerde yaşayan reaya genellikle iki hükümdara/yöneticiye vergi vermekteydi. Buna en güzel örnek Osmanlı-İran sınırında yaşayan topluluklardı. İki devlet hududunda sürekli olarak yer değiştiren bazı aşiretler hem Osmanlı’ya hem de İran’a vergi vermişlerdir. 385 Çünkü göçebe aşiretler yaylak ve kışlak dönemlerinde farklı yerlerde bulunmaları dolayısıyla değişik vergiler vermeleri gerekmekteydi.

Bundan dolayı her iki devlet de sınırda bulunan bu göçebe aşiretlerden vergi almaktaydı. Osmanlı-İran hududu fazla geçişken olduğu için bu aşiretler iki devlet arasında sık sık yer değiştirmekteydiler.

İki devlet için sınır olarak kabul edilen hududun korunması beraberinde büyük bir zorluğu da getiriyordu. Sınırda askeri hayat zor olduğu kadar çoğu zaman devlet kademelerinde yükselme fırsatı sunmaktaydı. Burada bulunan asker ya devlet hazinesinden düzenli olarak aylık almakta ya da devletin yüksek rütbeli görevlilerinden bazı vaatler almaktaydı. Hudut kalelerinde görev yapan asker, sulh dönemlerinde barışın tesisi için görev yapmakla birlikte yeri geldiğinde sınırın öte tarafına akınlar düzenlemekteydi. İki devletin sınırında görev yapan kale birliklerinin sınırı aşıp hududa yakın kasaba ve köyleri yağmalaması sık sık karşılaşılan bir durumdu. Bu yağmalama, devletler arasında diplomatik krizlere yol açmadığı sürece pek dikkate alınmazdı. Sınır birlikleri yapmış oldukları bu akınlarda bazen bağlı oldukları devletlerin politikalarına dikkat ettikleri gibi bazen de bunu görmezden gelmekteydiler. Ancak sınır kalelerindeki görevlilerin karşı tarafa gerçekleştirdikleri bu yağma veya akınları iki devlet arasında her zaman çatışma riskini barındırmaktaydı.386

Sınır kavramından hareketle Osmanlı-İran gibi ezeli iki rakip serhadda güç ve iktidar mücadelesi yapmışlardır. Osmanlı Devleti, 16. yüzyılın ilk yarısından itibaren Safeviler’le rekabet ve savaş halinde olmuştur. II. Bayezid döneminde Şah İsmail

384 Reşat Kasaba, Bir Konargöçer İmparatorluk, s. 49-50.

385 Yıldırım, Devlet, Sınır, Aşiret: Nusaybin Örneği, s. 13.

386 Mark Stein, Osmanlı Kaleleri ve Avrupa’da Hudut Boyları, Çev. Gül Çağalı Güven, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s. 16-17.

Osmanlı topraklarında yayılmacı faaliyetlerde bulunmuş ve Şiilik propagandasıyla Osmanlı tebaasını kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Yavuz Sultan Selim tahta çıktığı zaman, yaptığı ilk iş, büyük bir tehlike olarak gördüğü Şah’ın yayılmacı politikasını engellemek, Osmanlı Devleti’nin, Doğu ve Güneydoğu sınırlarını kontrolü altına almak olmuştur. Padişah, Şah İsmail ile yaptığı mücadelelerde galip çıkmasına rağmen İran tehlikesini tamamen ortadan kaldıramamış, iki devlet arasındaki mücadeleler yüzyıllar boyu devam etmiştir. Bu mücadelelerde çoğu zaman iki devlet arasında şehirlerin el değiştirmesi sınır sorunlarının meydana gelmesini kaçınılmaz kılmıştır.

16. ve 17. yüzyıllar boyunca Safevi tehdidi Osmanlı Devleti’nin temel meselesi olmuştur. Osmanlı bu tehdidi Sünni Kürt beylerinin desteğini alarak bertaraf etmeye çalışmıştır. Kürtlerin büyük çoğunluğunun Şafii mezhebinden oluşları Şii Safevi yönetimine karşı mesafeli davranmalarında etkili olmuştur. 16. yüzyıl boyunca Osmanlı-İran çatışması devam etmiş, Osmanlı padişahları Kürt beylerine gönderdikleri fermanlarda kendilerinin Sünni mezhebinden olmaları dolayısıyla ortak düşmanları olan Şiiler’e karşı beraber mücadele etmek gerektiğini vurgulamışlardır.387

Bekir Kütükoğlu, Osmanlı Devleti’nin doğu serhaddinin kuzey kesiminin Şii ve bu bölgenin Safevi taraftarı ve Osmanlı düşmanı olduğunu ifade etmektedir. Kütükoğlu, güneyde bulunan Ekrad beyleri arasındaki rekabetin Safevi veya Osmanlı’nın hâkimiyetini kabul etme konusunda tereddütlere neden olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hâkimiyetini zayıflattığını dile getirmektedir. Kütükoğlu, ayrıca Van ve Basra serhaddinin aşiret reisi olan ümeranın daimi rekabet ve kararsızlıklarının sabit sınır hattının tutulmasını engellediğini beyan etmektedir.388

Osmanlı Devleti, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yerel beylerle yaptıkları ittifak sonucu 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar Safevi topraklarının büyük bir kısmını ele geçirdi ve müttefiklerinin yardımıyla İran sınır boylarında ele geçirdiği yerlere aşiretleri, (Süleymani Kürtleri gibi) yerleştirdi. Osmanlılar İran serhaddinde egemenlik kurdukları bölgelerde göçebe grupları hem güçlendirmiş hem de örgütlü bir yapı olan bu grupların yerlerini değiştirerek sınır boylarını tahkim etmiştir. Bu çerçevede Osmanlı

387Ünal, “İstimalet Siyaseti Çerçevesinde Kürd Politikası”, s. 151.

388 Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri (1578-1612), s. 242.

Devleti Diyarbekir’den Bayezid’e gelen yoğun nüfuslu Süleymani aşiretini kuzeydoğu bölgesinin sınır boylarına yerleştirmiştir.389

Bu süreçte Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki Türkmen aşiretlerinin büyük bir kısmı Batı Anadolu’ya kaymıştır. Tufan Gündüz’e göre Türkmen aşiretlerin Batı Anadolu’ya göç etmesinde Doğu Anadolu’nun Osmanlılar ile Safeviler’in çatışma sahası haline gelmesi ve 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin düzeninde ciddi sarsıntılar geçirmesi etkili olmuştur.390 Mehrard İzady’in ifadeleri de yukarıdakilerle paralellik göstermiştir. İzady, Safeviler’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kafkasya sınır boylarındaki Türk, Kürt ve Ermeni nüfusu göçe zorladığını ve bu durumun Safeviler’in temel politikası olduğunu ve bu göç ettirme esnasında korkunç bir talan gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.391

Osmanlı arşiv belgelerinde Osmanlı-İran sınır hattı ile ilgili serhad kavramının sık sık kullanıldığı görülmektedir. Uç bölgesi anlamına gelen serhad kavramı hem İran hem de Balkan bölgeleri için kullanılmıştır. İran serhaddinde bulunan Van, Erzurum Kars eyaletleri için bu kavram sıklıkla telaffuz edilmiştir. Merkezden gönderilen belgelerde, Bayezid Sancağı için serhad kelimesi sıkça geçmektedir. Örneğin 1182/1768 tarihli Bayezid ile ilgili bir belgede “Ahâli-i memleket ve fukarâ-i ra‘iyyet serhad-ı mezbur”, “ serhad-ı mansure-i Padişah” ifadeleri kullanılmıştır.392

Belgelerde Osmanlı-İran sınırı için serhadât-ı hâkaniye”, “serhadât-ı şarkiyye” ifadeleri de kullanılmıştır. Osmanlı topraklarının bütün mülkiyetinin Padişaha ait olması ve serhad sınırının Osmanlı Devleti’nin uç noktasında bulunması dolayısıyla bu tür ifadelere rastlanılmıştır. Taşradan merkeze gönderilen belgelerin bazılarında Bayezid Kalesi’nin “serhadât-ı şarkiyye dahilinde” kaldığı ve İran’a 5-10 saat mesafede olması sebebiyle sınırın korunamayacağı ifade edilmiştir. Bundan dolayı sınıra gerekli takviyenin yapılmasının elzem olduğu vurgulanmıştır.393 Bu durumun farkında olan devletin alınması gereken tedbirler konusunda sancak veya eyalet yöneticilerine

389 Çiftçi, “Migration, Memory and Mythification: Relocation of Suleymani Tribes of the Northern Ottoman-İranian Frontier”, s. 270-271.

390 Tufan Gündüz, Bozkırın Efendileri, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2009, s. 83.

391 Mehrdad R. İzady, Bir El Kitabı Kürtler, Çev. Cemal Atila, 4. Baskı, Doz Yayınları, İstanbul, 2013, s.

202.

392 BOA, C. AS, 61/2865, s. 3.

393 BOA, C. AS, 850/36348.

uyarılarda bulunmuştur. Birçok belgede serhadât-ı şarkiyye-i hakâni ibaresi kullanılmıştır. Ayrıca Bayezid Sancağı’nın İran’la hududunun olduğu Hoy, Nahçıvan, Makü ve Revan’a 2-3 saatlik bir mesafede olduğu dile getirilmiştir. Bu sebeplerden ötürü sınır güvenliğinin sağlanması istenmiştir.394

Yukarıdaki ifadelerin yanı sıra Bayezid Osmanlı-İran sınırının bittiği yer olarak intihadât-ı serhad ifadesiyle açıklanmaktadır. İki devletin sınırlarının bittiği yerlerden biri olması Bayezid’e büyük bir önem sağlamaktaydı. Bazı dönemlerde Osmanlı sınırı İran’a doğru genişlediği, ancak Osmanlılar tarafından ele geçirilen yerlerin uzun süre elde tutulamadığı görülmektedir. Çünkü Osmanlı ele geçirdiği yerlerde belli bir askeri bırakarak geri dönüyordu, sonra İran büyük bir ordu göndererek bu yerleri tekrar geri alabilmekteydi. Bayezid’in de İran’a 5-10 saatlik gibi kısa bir mesafede olması sınırların sık sık ihlal edilmesini beraberinde getirmekteydi. Özellikle göçebe aşiretlerin askeri ve sosyoekonomik nedenlerden dolayı sınırları sık sık ihlal etmesi ve her iki devletin zaman zaman yaşadığı iç karışıklar reayanın sınırlarda yoğun bir geçiş yapmasına neden olmaktaydı.

Osmanlı Devleti, sefer dönemlerinde veya sınırlarının korunması için merkezi ordunun yanısıra devletin farklı eyaletlerindeki valilerin kapı halkı ve aşiretlerden faydalanmıştır.

Örneğin, Diyarbekir valisine gönderilen bir hükümde Moskolu (Rusya) ve Nemçelu (Avusturya) serhadât-ı İslam memleketlerine saldırdıkları ve bundan dolayı Diyarbekir vilayetinin eyalet askerleri ile kapı halkının sefere katılmaları emredilmiştir.395 1787-1792 tarihlerinde Osmanlı-Rus-Avusturya arasında savaşlar gerçekleşmiş ve Osmanlı merkezi ordu ve sair eyaletlerdeki askeri birlikler Rus ve Avusturyalılar’la savaşmış, ancak bu savaşlar Osmanlılar’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Bu dönemde özellikle Ruslar, Kuzey Karadeniz’de yoğun bir faaliyet göstermiş ve Osmanlılar’ın kuzey sınırları için büyük bir tehdit unsuru olmaya devam etmiştir. 396

Osmanlı Devleti’nin serhaddinde sadece Osmanlı-İran arasında sınır sorunları meydana gelmemiş, aynı zamanda özellikle 19. yüzyılda büyük bir yayılma politikası güden Ruslar da Osmanlı’nın doğu sınırlarını tehdit eder duruma gelmiştir. Osmanlı Devleti bu

394 BOA, C. ML, 47/2171, s. 1.

395 BOA, C. AS, 85/3957.

396 Virgina H. Aksan, Kuşatılmış Bir İmparatorluk. Osmanlı Harpleri 1700-1870, Çev. Gül Çağalı Güven, 3. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 171-184.

dönemde hem Balkanlarda hem de Doğu’da Ruslar’a karşı sınırların güvenliğini sağlamada zorlanmıştır.