• Sonuç bulunamadı

Genellikle silahlı birliklere verilen ve üzeri işlemeli olan bayrak çeşidi olan sancak, şiirlerde kendine sıkça yer bulmuştur. Bunun dışında bayrağı ifade eden; livâ, ‘alem, râyet gibi kavramlar da kullanılmıştır. Şiirlerde farklı anlamlarda kendine yer bulan bu kavramlar, kimi zaman gerçek anlamda bayrak kimi zaman âşığın çektiği ah, kimi zaman da sevgilinin verdiği gam ve üzüntü anlamında kullanılmıştır.

Padişahın yaptırdığı camiye tarih düşmek için yazdığı kasidesinde şair, padişahı âlemin övülmüşü, parlayanı ve sancağı gibi görür. Sancak, genelde bir yerleşim yerinin en yükseğinde ve herkes tarafından görülebilen bir yere dikilmeye gayret edilir. İkinci mısrada da padişahın boyu bayrağın çekildiği göndere, yani elife benzetilir. Elif lafzatullahın ilk harfidir ve tasavvufta Allah’ı temsil eder. Camilerde ise genelde secde yönünde bu harf nakşedilir. Şair, mecazen padişahı över ve ibadet edecek olanlara bir ihsan gibi sunulur:

Oldı ak sancak gibi memdüh-ı ‘âlem ol menâr

Yâ elifdür ‘âbid-i mu‘bidlere ‘ayn-ı ‘atâ (K.3/33, Taşlıcalı Yahya)

“O âlemin övülmüşü olan nur, ak sancak gibi oldı; o hâlde ibadet eden kişilere ihsan gözü eliftir.”

Bâkî, gazelinde padişahın sıkıntı ahından sancak çektiğini belirtir ve âşıkların en üstününün bayrağının dertlerinin ahı olduğunu ifade eder. Zira o en üst makamdadır ve bayrağı ancak o çekebilir. Bayrak hükümdarlık alametidir ve ancak padişahın bayrağı olabilir. Bayrak için ilk beyitte sancak kelimesini kullanan şair ikinci mısrada ise liva kelimesini kullanarak vermek istediği manayı pekiştirir:

Şâh-ı kişverden dilâ gel çekme sancak minnetin

Kendü dûd-ı âhıdur zîrâ livâ-yı mîr-i ‘aşk (G. 235/5, Bâkî)

“Ey gönül! Memleketin padişahının sıkıntısından gel sancak çekme; zira aşkın kumandanının bayrağı kendi ahının dumanıdır.”

3.11.1. Bayrak

Sancak, alem ve rayet anlamına gelen bayrak bu beyitte şair tarafından ah ile birlikte kullanılarak ah, bayrağa benzetilmiştir. Derdini ve üzüntüsünü asker şeklinde kullanan şair bu dert ve üzüntünün kendisini perişan ettiğini söyler. Askerlik ve devletle alakalı metoforları bir arada kullanan şair gönül ülkesini bizlere resmetmektedir:

Her kaçan kim âh ider dil şu ‘le bayragın çeker

Derd ü gam leşker olur kim şol u kim sagın çeker (G. 935/1, Muhibbî)

“Her ne zaman gönül ah eder ateş bayrağını çekerse; dert ve üzüntü asker olur, kimisi sağa kimisi sola çeker.”

3.11.2. Livâ

Livâ da bir bayrak olup mülki idarede kaza ile vilâyet arası bir yeri de temsilen kullanılan bir tabirdir.105 Liva kelimesi çok önemli tamlamalara da sahiptir. Livâü’l-hamd, Hz. Peygamber’in sancağının adı olup mahşer yerinde Müslümanların onun altında toplanacağına inanılır106:

Sinan Paşa’nın sefere çıkarken padişah tarafından kendisine sancak, kılıç ve kemer verildiği ifade edilmektedir. Sefere çıkarken veya savaşta sancağın bulunmasının önemli olduğunu bu beyitte de görmekteyiz:

Diyâr-ı şarka gider yâ meger Sinân Pâşâ

Virildi şâh-ı cihândan livâ vü tîg u kemer (K. 16/15, Nev’î)

“Meğer Sinan Paşa doğu diyarına gider; cihan padişahından ona sancak, kılıç ve kemer verildi.”

105Hazırlayan: Ahmet Kartal, (2009), a.g.e., s.358. 106Ferit Devellioğlu, (2013), "Liva maddesi" a.g.e.

Derdin bir ülke olarak tasavvur edildiği beyitte bu ülkenin sancağı da çekilen âhtır:

Çal sîne tablini ‘alem-i âhı çek dilâ

Gam kişveri virildi sana bu livâ yiter (G. 495/2, Muhibbî)

“Ey gönül, göğüs tablasını çal, ah bayrağını göğe çek; sana dert ülkesi verildi bu sancak yeter.”

3.11.3. ‘Alem

Alem; bayrak, nişan, işaret gibi anlamlara gelir. Kalem, yazı ve tozdan bahseden şair gubâri yazı çeşidine atıfta bulunur. Yazan kalemi ata benzeten şair atın tozunu da mürekkep olarak düşünür. Memduhun nûru ise bütün kalem ehillerinin yani hattatların bayrağıdır. Bu beytin geçtiği namına yazılan kasidede şair, Ferîdûn Bey’in ilim ehillerini bir bayrak gibi gölgesi altına alıp desteklediğini ifade eder:

Kümeyt-i hâmesinden hatt-ı Yakuta gubâr irdi

‘Alemdür ‘arşa-i ehl-i kalemde tab‘-ı rahşânı (K.49/11, Nev’î)

“Kalem atından yakutun yazısına toz erişti. Parlaklığın kuvveti kalem ehlinin güvertesinde bayraktır.”

Bir önceki beyitte de olduğu gibi bu beyitte de bayrak, ilim bayrağıdır. Yine bayrak anlamına gelen rayet kelimesini kullanan şair hilale atıfta bulunarak bu bayrağın, bayrakların bayrağı olduğunu ifade eder. En üst makam odur:

Hıl‘at-i marifeti dâmenine fazl-tırâz

Râyet-i fikretinün ser-‘alemi gökde hilâl (K.18/4, Taşlıcalı Yahya)

“Marifet elbisesi eteğine fazilet işlenmiş. Düşünce sancağının baş sancağı gökteki hilaldir.”

“Bayrak” ve “ah” kelimeleri arasında sık sık benzerlik kurmaya çalışan divan şairleri iki unsurun da yukarıya çıkma özelliğini kullanmaktadırlar. Nasıl ki bayrak göndere çekilir veya yüksek tepelere dikilir ise âşığın “ah” sesi de gökyüzüne kadar yükselme özelliğine sahiptir. Bu nedenden dolayı birçok şiirde ah sesi bayrağa benzetilmiştir.

Bağdatlı Rûhî, kendisini bela ülkesinin büyük ve şanlı padişahı olarak görürken üzüntü ve kederini asker, inleyişini harbî davulu, çektiği ahı da bayrak olarak ifade etmiştir:

Figânum kûs-ı harbî leşkerüm gamdur ‘alem âhum

Belâ iklîminün sultân-ı ‘âlî-şânıyuz cânâ (G.14/2, Bağdatlı Rûhî)

“Acıyla inlemem harbî(arada anlaşma yapılmamış düşman) davuludur, askerim gamdır, bayrağım ise ahımdır. Bela ülkesinin şanlı ve büyük sultanıyız.”

3.11.4.Râyet

Osmanlı için sancak yani bayrak o kadar önemlidir ki hükümdarın olmadığı zamanlarda orduya kumanda edecek kişi hükümdarın sancağı ile sefere çıkabilirdi. Şair de padişaha seslenerek hazır korkmuş olan Horasan padişahına sefere çıkılması arzusunu dile getirir. Horasan günümüzde İran ile Orta Asya arasında sınır bölgesidir ve Hayâlî’nin kasideyi yazdığı devirde İran toprakları içerisindedir. İran hükümdarını aşağılayan Hayâlî, Kanuni Sultan Süleyman’ı metheder:

Râyet-i sancagını çöz k’ola küfr ehli kamu

Şol hirâsân olan Şâh-ı Horâsân-şekil (K. 27/28, Hayâlî Bey)

“Şu korkak Horasan padişahı gibi bütün küfür ehli için sancağının bayrağını çöz.”

Bu şiiri rakibini “toprağa salan” Ayas Paşa namına yazan şair, zafer sonrası hükümdarlık alemeti olan sancağın her yere dikilişini anlatmaktadır:

Sâye-veş toprağa saldı düşmen-i bed-hâhını

Her yere kim râyet-i azmin hırâmân eyledi (Trc.15/I-6, Fuzûlî)

“Kötülük isteyen düşmanını gölge gibi toprağa saldı. Azim sancağın her yere salındı.”

3.11.5. Tuğ

Tuğ, atkuyruğu bağlanmış, ucu altın yaldızlı top ile süslü bir mırzak çeşididir. Hükümdarlık alameti olarak Eski Türk devletlerinden beri kullanılır.107 Padişah dışında önemli devlet adamlarını temsilen de tuğlar bulunurdu ancak padişahınki kadar gösterişli olamazdı. Nevrûz ise Güneşin hamel burcuna girdiği gün, yani 21 Mart günüdür. Başta İran olmak üzere Türk devletlerinin tamamında baharın başlangıcı olması nedeniyle bayram olarak kutlanır. Şair de sancak ve tuğu olan padişahın ömrünün hep bahar gibi güzel olmasını diler:

Sancak u tugun eder rûz-ı sa‘îdin nevrûz

Her ne vaktin ki berâber ola bu leyl ü nehâr (K. 9/12, Hayâlî Bey)

“Her ne vakit ki gece ve gündüz beraber olsun, sancağın ve tuğun kutlu gününü nevruz eder.”

Askerî unsurların apaçık karşımıza çıktığı bu beyit de mevsimlerin geçişini anlatmaktadır. Bahar mevsiminin gelebilmesi için sünbülün askerleriyle birlikte kış mevsiminin ordusunu mağlup etmesi gerekmektedir. Baharın padişah olarak görüldüğü beyitte sünbül ise bu padişah adına savaşan bir komutan niteliğindedir. Yine bu beyitte de “tuğ” kelimesi padişah ile birlikte kullanılmıştır:

Götürüp tâ ki şehenşâh-ı bahâruñ tûgın

Getüre cünd-i şitâ üstine leşker sünbül (K.24/46, Bâkî)

“Sünbül, kış ordusunun üstüne asker gönderip; bahar şahının tuğunu getirsin.”

Benzer Belgeler