• Sonuç bulunamadı

KİŞİ

1.1. KİŞİLİK KAVRAMI

1.1.2. Psikolojide Kişilik Kuramları

eden eserlerin ayrıntılı eleştirisini yapmış ve toplumumuza bilimsel bir perspektif sunmuştur.

görülür. Üretimin merkezde olduğu dönemlerde insanların daha verimli çalışabilecekleri alanları belirlemek için kişiliklerinin çözümlenmeye çalışılmıştır.

Bu sayede insanlar adapte olabilecekleri ve iyi gelişim sağlayabilecekleri değerlendirilen iş veya mesleklere yönlendirildiği görülür. Yahut amaçlanan sonuca uygun kişilik özelliğine sahip insanların seçilmesini ve eğitimin daha hızlı ve verimli olması amacıyla da çalışmalar kullanılmıştır. 2. Dünya savaşı ile 21.

yüz yıla kadar olan süreç bu görüş üzerine yapılan çalışmaların zirve yaptığı dönemdir. Günümüze kadar yapılan bu çalışmalara bakıldığında çoğunluğu insanoğlunun daha iyi olması amacıyla yapılmamıştır. Fakat günümüzdeki çalışmalar onların tecrübeleri üzerine kurulmuştur. Bu dönemde elde edilen veriler kişilik çalışmalarında çeşitli yöntem ve yaklaşımların oluşmasını da sağlamıştır.

Kişilik çalışmalarında en önemli kırılma noktası olarak Freud karşımıza çıkmaktadır. Freud’u takip edenler, karşı çıkanlar ve farklı görüşlerle beraber psikoloji biliminde kişilik çalışmaları çeşitlenir. Çalışmalara bakıldığında Freud’dan sonra çok sayıda yaklaşımın oluştuğu görülür.

Literatüre bakıldığında çok farklı açılardan kişilik incelemeleri ve dolayısıyla fazla sayıda kişilik tanımlamaları yapıldığı görülür. Çalışmamızda bunların tamamının isimlerini saymak bile mümkün değildir. Kaynaklarda kuramların çeşitli başlıklar altında toplandığı görüldüğünden yaklaşımlar üzerinden gitmek daha makuldür.

Tasniflemelerden Burger’in tasniflemesi olan ve aşağıda belirtilen altı başlığın kullanılmasının tezimiz açısından daha faydalı olacağı değerlendirilmiştir.

x Psikanalitik yaklaşım, Freud ve takipçileri

x Ayırıcı özellik yaklaşımı x Biyolojik yaklaşım x İnsancıl yaklaşım

x Davranışsal/Sosyal öğrenme yaklaşımı x Bilişsel yaklaşım

1.1.2.1 Psikanalitik Yaklaşım, Freud Ve Takipçileri

Psikanalitik yaklaşım altında toplanan kuramlara bakıldığında Sigmound Freud’un çalışmaları merkez konumundadır. Burger’in (2006, s 107) belirttiğine göre Sigmund Freud ilk kapsamlı kişilik kuramını gerçekleştirilmiştir. Bu kurama göre kişilik çeşitli bölümlere ayrılarak incelenmektedir. Kişiliğin bilinç unsurunu;

bilinç, bilinç öncesi ve bilinçaltı olarak incelerken, benlik kısmının ise alt-benlik, benlik ve üst-benlik olarak da üç safhaya ayırarak irdelemektedir. Psikolojik etkinliğin gücünün libido denen psişik enerjiden geldiğini özetleyen Burger(2006, s. 108), bu kurama göre insan davranışının hedefinin gergin olmayan duruma varılmasının olduğu belirtilir.

Kurama bakıldığında temelinde çatışma unsurunun bulunduğu görülür. Benlik bölümlerinin kendi aralarında dengesi yahut üstünlüklerine göre kişilik yapısı belli olur. Kişilik bozukluğu olarak görülen durumların tedavilerinde ise yapıların birbirleriyle ilişkilerine göre yöntem geliştirilir.

Libidonun psikolojik etkinliğin temelinde yatması hususu psikoseksüel gelişimin de kişilik için önemli olmasını doğurmaktadır. Nitekim bu safhada kuramın en tartışmalı yönünün psikoseksüel gelişim dönemiyle ilgili olduğu vurgulanmaktadır. Gelişim dönemi dolaysıyla çocukluk yahut geçmiş önemli bir unsur olarak karşımıza çıkarken bilinçaltının da önemli bir unsur olduğu görülür.

Rüyaları “bilinçaltına giden ana yol” olarak tanımlandığı kuramda bilinçaltında duran bilgilere ulaşmak ve geçmişi tüm ayrıntılarıyla öğrenebilmek için de çeşitli yöntemler geliştirilmiştir.

Bu Freud’un kurduğu kişilik kuramı takipçileri ile beraber daha da geliştirilir.

Kişiliğin oluşumu konusunda Freud’u takip eden Jung bu konuda Freud’un kuramını biraz daha genişletmektedir. Bilinçaltının sadece bireysel olmadığı toplumsal altyapının da olduğundan bahseder. Eklediği başka bir kavram ise

“gölge” kavramıdır. Genel olarak insanın karanlık yönü yahut kötülüğe eğilimli yönünü betimleyen bu kavramın kişisel ve toplumsal bilinçaltında bulunduğu belirtilir. Jung’un dışa dönüklük-İçe dönüklük, Duyu-Sezi, Düşünce-Duygu eksenlerinde sekiz kişilik tipi oluşturduğu görülür(Burger, 2006, s. 191). Sekiz tip daha sonra Jung’un takipçileri olan Myers’lar (1997) yargılayıcı-algılayıcı ölçeğini de ekleyerek kişilik tiplerini 16’ya yükseltirler.

Freud’un takipçilerinin getirdiği diğer bir yenilik ise kişiliğin, 6 yaşından sonra da oluşumuna yahut gelişimine devam ettiğidir. Erik Homburger Erikson’un yaklaşımına göre kişilik hayatın tüm evrelerinde bir değişim göstermektedir.

Ayrıca kişiliklerin belirli kavramlarla bir çerçeveye sığdırılamayacağı da ortaya çıkmış olur. İnsanların bir eksenin iki ucunda olan kavramların birisine dâhil olabileceği gibi bu kavramlar arasında bir noktada da bulunabileceği anlatılır.

Psikanalitik yaklaşımda başka bir yenilik ise Karen Horney ile beraber geldiği belirtilir. Nevroz üzerine görüşler ve kadın psikolojisi ile değişimler Horney ile beraber olur. Horney’e (Burger, 2006) göre Nevrotik kişilerin ilişkilerde kullandıkları yıkıcı tarzın aslında zarar görme kaygısından ileri geldiğini belirtir.

Aslında bu davranışın istedikleri ilişkileri kurmalarına engel olduğunu da belirtir.

Bu savunma mekanizması ile ilgili kaynağı Freud kişinin kendisinden yola çıkarak

bulurken Horney kişinin kaygı duygusunu güçlendiren çevreyle ilişkilerinde de arar. Yine kadın ve erkeklerin farkları konusunda da Horney yaşanılan çevrenin yani toplumun cinsiyet üzerinde etkili olduğunu savunur.

Daha genel olarak bakıldığında Horney, Sullivan, Fromm gibi kuramcılarla beraber sosyal çevrenin de kişilik üzerinde etkilerinin olduğu görülür. Kişiliğin belirli bir yaştan sonra değişmediği kalıbının Erikson ile beraber kırılmasıyla çevre ve geçmiş unsurları kişiliği etkileyen önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

1.1.2.2. Ayırıcı Özellik Yaklaşımı

İnsanların kendilerini nasıl tanımladıklarından yola çıkan bu yaklaşımın ilk kuramcılarından biri olan Gordon Allport İngiliz dilinde bu amaç için 4000 den fazla sıfatın kullanıldığını belirterek yola çıkmıştır. Tipoloji çalışmalarıyla benzerlik gösteren bu yaklaşımda tipler yahut ayırıcı özellikler belirlenerek kişinin davranışlarının önceden kestirilebileceği öne sürülür.

“Araştırmacılar, insanların neden o şekilde davrandıklarını açıklamaktan çok, kişiliği tanımlamaya ve davranışı kestirmeye odaklanır.”(Burger, 2006, s.

237)

Kişiliğin tanımlanması ve davranışın kestirilmesi bu yaklaşımın iki basamağını oluşturur. Tipoloji çalışmalarında da olduğu gibi kişilik özelliklerinin değişmezliği varsayımı birinci unsur olurken kişilik özelliklerinin duruma göre de değişmediğini ikinci unsur olarak Burger (2006, s. 235) belirtmektedir.

Yaklaşımın temelinde başka insanlarla karşılaştırmak ve ayrıştırmak olduğu için yukarıda belirtilen kısıtlamaların olması mecburiyet olarak karşımıza çıkar.

Sıfatlarla oluşturulan kriterler ise karşılaştırma konusunda araştırmacılara diğer yaklaşımlara göre daha kullanışlı imkânlar vermektedir. Burger’in de belirttiğine göre, çoğunlukla akademik araştırmacı olarak çalışan psikologlar tarafından kullanıldığından bu yaklaşımın bir psikoterapi okulu bulunmamaktadır.

Bu yaklaşımın önde gelen araştırmacıları, Gordon Allport, Henry Murray, Raymond B. Cattell sayılabilir. Bunlar arasında Cattell, belirlenmiş kişilik özellikleriyle başlamaktansa, araştırmacıların deneysel yöntemler kullanarak kişilik özelliklerini tespit etmesi gerektiğinden yola çıkarak çalışmalarını yapmıştır.

Cattell çalışmaları sonucunda kişilik çalışmaları için 16 temel özellik bulur:

“ Sıcaklık Dışa dönüklük ve iyi kalpliliğe karşı mesafeli ve eleştirel olmak

Mantıklı Düşünme Net ve soyut düşünmeye karşı daha az zekice ve somut düşünmek

Duygusal Kararlılık Sakinlik ve duygusallık açıdan kararlılığa karşı değişkenlik ve kolay sinirlenme

Üstünlük Girişkenlik ve saldırganlığa karşı uysallık ve uzlaşmacılık

Neşelilik Neşelilik ve istekliğe karşı resmi ve ciddi olmak Kural Bilinci Özdisiplin ve ahlâklığa karşı menfaatçilik ve kural tanımazlık

Sosyal Cesaret Rahatlık ve gözü pekliğe karşı utangaçlık ve çekingenlik

Hassaslık Sevecenlik ve hassaslığa karşı sertlik ve kendi kendine olmak

Tedbirlilik Şüphecilik ve tedbirliliğe karşı insanlara güvenme ve kabul etmek

Dalgınlık Hayalcilik ve dalgınlığa karşı gerçekçilik ve ayağı yere sağlam basmak

Hususiyet Süslülük ve abartıya karşı dosdoğru ve olduğu gibi görünmek

Endişe Duygusu Güvensizlik ve kaygılılığa karşı kendinden eminlik ve memnuniyet

Değişikliğe Açıklık Özgür düşünce ve deneyselliğe karşı tutuculuk ve geleneksellik

Kendine Yetme Kendine yetme ve becerikliliğe karşı grup odaklı olmak ve katılımcılık

Mükemmeliyetçilik Kontrollülük ve zorlayıcılığa karşı disiplinsizlik ve gevşeklik

Gerginlik Harekete hazır olma ve gerginliğe karşı rahatlık ve sakinlik”(Burger, 2006, s. 252)

Yukarıda saydığımız on altı faktör Cattell’in takip eden araştırmacıların çalışmalarıyla büyük beşli de denilen beş faktör ortaya çıkacaktır. Bunlar:

“Nevrotiklik: Kaygılı ya da sakin, Güvensiz ya da güvenli,

Kendine acıma ya da kendinden memnuniyet Dışa Dönüklük: Sosyal ya da çekingen,

Eğlenceyi seven ya da ciddi,

Şefkatli ya da mesafeli,

Açıklık: Hayalci ya da gerçekçi, Çeşitlilik ya da sıradanlılık,

Bağımsız ya da uysal

Uyumluluk: Yumuşak kalpli ya da katı,

Güvenen ya da şüphe duyan,

Yardımcı ya da işbirliği yapmayan, Öz disiplin: Düzenli ya da düzensiz,

Dikkatli ya da dikkatsiz,

Kendini disipline edebilen ya da zayıf iradeli.”(Burger, 2006, s. 253)

Ancak anlaşıldığı üzere sonradan gelenlerle beraber beş faktör konusunda bir uzlaşı olsa da faktörlerin isimlendirilmesi ve dolayısıyla içeriklerinde tam anlamıyla uzlaşıya varılamadığı görülür.

1.1.2.3 Biyolojik Yaklaşım

Biyolojik yapının kişilik oluşumunda önemli olduğu tarih boyunca tipoloji çalışmalarında bulunmaktadır. Fakat önceki çalışmalar çoğunlukla biyolojik unsurları kişiliği oluşturan tek faktör olarak görmektedir. Yeni yaklaşımlarla beraber tipoloji çalışmalarındaki katı kuralların bir kenara bırakıldığı görülür. Bu yaklaşımda öne çıkan kişilerinden Hans J. Eysenck, biyolojik yapıyı kişiliğin oluşumunda tek faktör olarak değil ancak önemli bir faktör olduğu görüşü önemlidir. Diğer yandan günümüzün teknolojik imkânlarıyla biyolojik yapının kişiliğin oluşumunda önemli bir unsur olduğu açıklığa kavuşmuş olmasına rağmen en önemli faktör olduğu hakkında kesin bir bulgu da yoktur.

Bu yaklaşımın ilk dönem çocukluktaki davranışları temel alan tartışmaları kişiliği açıklamada en güçlü konu olarak karşımıza çıkar. Özellikle mizaç kavramıyla çocuklarda bebekliklerinden itibaren görünen farklılıkların açıklamaları yapılmıştır. Mizaç kavramı altında duygusallık, etkinlik ve sosyallik başlıklarıyla yapılan açıklamaların tutarlılıkları bulunmaktadır. Söz konusu teorilerin deneklerde ilerleyen yaşlarda da tespit edilmesiyle ilgili çok sayıda çalışmayı Burger (2006, s. 358 ve devamı) özetle aktarmaktadır. Aktarılan çalışmalar ve aksi görüşlere de bakıldığında bebeklik ve çocukluk dönemindeki davranış kalıplarının ilerleyen yaşlardaki kalıplarla doğru orantılı olduğu görülür.

Başka faktörlerin herhangi bir etkisinin olup olmadığı şüphesi hemen akla gelecektir. Burger aynı eserde ayrı yetişen kardeşler üzerinde çalışmaların bulunduğunu belirtir. Bu çalışmalar içerisinde, çevrenin etkisiyle ilgili olarak tek yumurta ikizlerine yönelik uygulamalara bakıldığında; ayrı ortamlarda büyüyen tek yumurta ikizlerinde bile kişiliklerin yüksek oranda benzerlikler gösterdiği kesindir. Bu sonuçlarla tutarlı sonuçlar elde edilen ABD ve Avrupa ülkelerini içeren kültürlerarası çalışmalar da bulunmaktadır. Küçük yaşta görülen tutum ve davranışların ilerleyen yaşlarda da orantılı bir şekilde görülmesine rağmen başka faktörlerin de etkili olduğu da aynı çalışmalarla ortaya konur. Fakat etki oranları hakkında kesin bir bilgiye ulaşılamadığı da görülmektedir. Hangi durumda olursa olsun sadece bu çalışmalar bile biyolojik yapının kişilik çalışmalarında göz ardı edilemeyeceğini bize göstermektedir.

Biyolojik yapı üzerinden giden çalışmalar biz edebiyat araştırmacıları için nasıl fayda sağlayacaktır? Biyolojik yapıyı temel alarak tutum ve davranışlara açıklama getiren Eysenck’e bakıldığında, kişiliği üç boyutta incelediği görülür.

“Bütün özelliklerin üç temel kişilik boyutunda ele alınabileceğini belirtmiştir.

Bu üç boyut, dışa dönüklük-içe dönüklük, nevrotiklik ve psikotikliktir.”(Burger, 2006, s. 344)

Diğer yandan biyolojik yaklaşım çerçevesinde çalışan diğer kuramcıların üçten fazla boyut çıkardıkları da bilinmektedir. Kişiliğe biyolojik temelli açıklamalar getirilmeye çalışılan bu kuramla ilgili olarak günümüzde nörolojik çalışmaların dahi yapıldığı belirtilmektedir. Eysenck’ten sonraki çalışmalarda farklı boyutların da çıkması, teknolojik imkânlarla bilinmeyen unsurların açıklanması ve daha yeni bilinmeyenlerin çıkabilecek olması sebebiyle bu yaklaşım gelişmeye devam etmektedir.

Gelişim ve değişimlere rağmen yaklaşımla beraber yapılan çalışmalar sayesinde kalıtımla gelen kişilik unsurlarının olduğu kesindir. Ancak aynı çalışmalara aksi yönden bakıldığında, çevrenin yahut başka faktörlerin de kişiliğe etkisinin olduğu da ispatlanmış olmaktadır.

Daha önceki yaklaşımlar ve biyolojik yaklaşıma bakıldığında “içe dönüklük-dışa dönüklük” kriterinin tartışmasız bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla

“içe dönüklük- dışa dönüklük” kriterinin temel kriter olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir.

1.1.2.4 İnsancıl Yaklaşım

Seçme özgürlüğünü temel alan bu yaklaşıma Carl Rogers ve Abraham Maslow’un çalışmaları öncülük etmiştir. Varoluşçu felsefenin önemli etkileri olduğundan bazı psikologların “varoluşçu psikologlar” ismini de kullandıklarını belirten Burger(2006, s. 417) başlıca varoluşçu psikologları Rollo May dâhil olmak üzere sayar. Karar verme mekanizmasını çeşitli yapıların veya durumların tesiri ile çalıştığını iddia eden diğer çalışmaların aksine insancıl yaklaşımda seçme özgürlüğünün olduğu vurgulanır.

“…insancıl psikologlar insanları kendi yaşamlarını etkin bir şekilde şekillendiren, bazı fiziksel kısıtlamalar hariç her şeyi değiştirme özgürlüğüne sahip varlıklar olarak görürler”(Burger, 2006, s. 419)

İnsancıl yaklaşıma göre olmuş veya olacaklar ile ilgili düşünmek anı yaşamayı engelleyecektir. Bu engellemeyle beraber insan kendi yaşamından o süreyi yok etmiş olacaktır. Yaklaşıma göre;

“… yaşamlarımızı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmedikçe, asla potansiyelini tam kullanan kişiler olamayız. Geçmiş ya da gelecek üzerine düşünmek yararlı olabilir, ancak insanların çoğu zaten yaşanmış ya da henüz yaşanmamış olaylar üzerinde düşünerek çok fazla zaman kaybeder. Bu etkinliklere harcanan zaman, kayıp zamandır; çünkü hayatı dolu dolu yaşamanın tek yolu şimdi ve burada yaşamaktır.”(Burger, 2006, s. 420)

Dolayısıyla sadece önümüze bakmamızın gerektiğini söyleyen bu yaklaşımın görüşü için; “bugün geriye kalan hayatın ilk günüdür” sloganının kullanılabileceği söylenir.

Ancak sloganlara bakarak sadece temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra gününü gün etmek gerektiği anlaşılmamalıdır. Bu yaklaşımda, insanların yaşadıkları an ile ilgili tutum ve davranışları haricinde kişisel gelişimin de kişisel mutluluk için önemli olduğu belirtilmektedir.

“İnsancıl kuramcılar, insanların temel gereksinmeleri karşılandığı zaman mutlu olmadığını belirtmektedir. İnsanlar gelişimlerini olumlu bir yönde sürdürmeye güdülenmişlerdir. İnsan, kendi başına bırakıldığında, hayatın yükü altında ezilmezse kendini tatmin eden bir varoluş noktasına ilerler.”

(Burger, 2006, s. 421)

İnsanın kendisini tatmin ettiği varoluş noktasına gelmesine, Carl Rogers’in

“potansiyelini tam kullanan kişi” Abraham Maslow’un ise “kendini gerçekleştirme”

olarak isimlendirdiğini belirtmektedir. Rollo Reese May’a bakıldığında ise varoluşu daha ayrıntılandırır. Varlığı üç alanda inceler:

“1. Umwelt: Fizyolojik ve fiziksel çevremizi oluşturan içsel ve dışsal objelerin dünyası (çevremizdeki dünya)

2. Mitwelt: Diğer insanlardan oluşan sosyal dünya (diğerleri ile ilişkilerimiz)

3. Eigenwelt: Kişinin kendisi ile potansiyelleri ve değerleri arasındaki ilişkinin oluşturduğu psikolojik dünya (kendimizle ilişkimiz).” (Yazgan İnanç, Yerlikaya, 2014, s. 336)

İnsanın varoluş noktasına gelişi veya çalışmaları sırasında çeşitli çatışmaları olacağı da ise hepsinde ortaktır. Bu çatımalar sebebiyle ortaya çıkan kaygı kavramı önemlidir. Mutsuzluğun en önemli sebebi olarak gösterilen ve anlaşıldığı kadarıyla kişisel gelişimde ve mutlulukta ket görevi gören kaygı kavramı kullanılır.

Kaygı kavramının bilinç ve bilinçaltı ile ilişkilendirildiği görülür. Yaşanılan bir kaygının hazmedildiğinde bilinç düzeyinde çeşitli çalışmaları yapan kişi, kaygı konusunu hazmedemediğinde konuyu bilinçaltına attığı belirtilir. Bu durum ise insanın daha sonraki davranışlarının açıklanmasında kullanılır.

1.1.2.5. Davranışsal/Sosyal Öğrenme Yaklaşımı

John B. Watson’un 1913 yılında “Davranışçıların Gözüyle Psikoloji” başlıklı makalesini yayımlamasıyla davranışçılık yaklaşımın başladığı belirtilmektedir(Burger, 2006, s. 510). Bu yaklaşıma göre bilim adamlarınca gözlemlenebilir, kestirilebilir ve kontrol edilebilir açık davranışların incelenmesi gerekmektedir.

“Watson’a göre kişilik, “alışkanlık sistemlerimizin bir son ürünüydü.” bir başka deyişle, yaşamlarımız boyunca belirli bir uyarıcıya az çok kestirilebilir bir biçimde tepki göstermeye koşullanırız. Anne babanız ve öğretmenleriniz sizi karşınıza çıkan zorlukları aşmak için çaba göstermeye koşullar. Birisi bir şeyden vaz geçmeyi ya da yeni bir şeye başlamayı öğrenebilir. Geçmişte yaşadığımız farklı deneyimler, uyarıcılara verdiğimiz tepkilerin özelliklerini de şekillendirir, bu nedenle yetişkinlerin kişiliği birbirinden farklılık gösterir.”

(Burger, 2006, s. 511)

Watson’a göre insanın tutum ve davranışlarının en önemli sebebi dış unsurlar olarak gözükmektedir. Nitekim Burger’in aktardığına göre Watson:

“Bana bir düzine sağlıklı çocuk ve onları yetiştirebileceğim, koşulları belirli bir ortam sağlayın; herhangi birisini seçip doktor, avukat, sanatçı, tüccar hatta dilenci ve hırsız olacak şekilde yetiştirebilirim”(Burger, 2006, s. 513)

Watson bu söylemleriyle kişilik için tek önemli şeyin dış etkiler olduğunu açıkça belirtmektedir. Watson’dan sonra gelen B.F. Skinner bu görüşleri bir adım daha ileriye götürmüştür. Davranışların altında yatan sebebi insanların bildiğini sandığı ama aslında çoğu zaman bilinmediği belirtilir. İnsanların sebep olarak gördükleri düşüncelerin, toplum veya dış etkiler sayesinde pekiştirilmiş davranışlar olduğunu belirten Skinner, davranış seçiminin kişi tarafından ve tamamen özgür iradeyle olmadığını belirtmektedir.

Skinner’ın yaklaşımına göre pekiştirme ve koşullanma unsurları iki temel unsur olarak karşımıza çıkar. Koşullanma konusunda özellikle çocukların davranışları ile ilgili olarak ebeveynlerin ödüllendirme veya cezalandırma işlemleri örnek verilir. Bu teoriye göre bir çocuk yabancılara karşı nazik olduğunda bunun kişilik özelliği olmayabileceğidir. Akrabalarına karşı nazik davranması için koşullandırılan çocuğun bu davranışı geliştirerek yabancılara karşı da nazik davrandığında ödüllendirileceğini bilinçli yahut bilinçsiz olarak düşünmesi davranışın asıl sebebi olarak açıklanır.

Aynı başlık altında incelediğimiz sosyal öğrenme kuramcıları ise bu konuda bakış açısını biraz daha geliştirmektedirler. Sosyal öğrenme kuramcılarının ortaya koyduğu kavramlardan biri davranış-çevre-davranış etkileşimi olduğunu Burger aktarır:

“…çevre sadece davranışlarımızı etkilemiyor, davranış da içinde bulunduğumuz çevrenin türünü belirliyordu ve bu da davranışlarımızı etkiliyor, halka böyle sürüp gidiyordu. İnsanların size nasıl davrandığı(çevre), kısmen sizin nasıl davrandığınızın bir sonucudur(davranış). Doğal olarak

sizin nasıl davrandığınız da kısmen insanların size nasıl davrandığının bir sonucudur.”(Burger, 2006, s. 525)

Bu yaklaşımda temel alınan husus davranıştır. Somut olan ve kolayca gözlemlenip değerlendirilebilecek davranışlar konu edilir. Pavlov’un tezi ile koşullu ve koşulsuz uyarıcı ve tepkiler olarak adlandırılan ve tamamen mekanik temel üzerine oturtulan davranışlar olarak incelenmiştir. Sosyal öğrenme kuramlarına göre ise davranışların temelinde başka sebeplerin de yattığı belirtilmiştir. Julien Rotter’in kuramına göre insan davranışlarını dolayısıyla kişiliğini açıklamak için davranış potansiyeli, beklenti ve pekiştirme değeri kavramları bulunmaktadır. Davranış potansiyeli “belirli bir ortamda belirli bir davranışın ortaya çıkma olasılığı” olarak tanımlayan Burger(2006, s. 526) davranış potansiyelini beklenti ve pekiştirme değerinin ortaya çıkardığını anlatır.

Beklentiyi ise bir olay ile ilgili önceden öngörülen sonuçların değeri olarak özetlemek kanımızca mümkündür. Beklentiyi oluşturan çeşitli öğelerin de olduğu belirtilmekle beraber daha önce benzer olaylardan elde edilen sonuçların beklentiyi oluşturmada önemli bir etkiye sahip olduğu görülür. Pekiştireç değeri ise yaşanılan andaki isteklere göre beklentilerden birinin diğerlerine göre tercih edilme oranı olarak anlatılabilir.

Sosyal bilişsel çalışmalar ile insanın davranışlarını bir hayvanın yiyecek almak için bir hareket öğrenmesine kadar indirgeyen davranışçılardan sonra sosyal öğrenme ile beraber daha geniş bir çerçevede açıklamalar getirildiği görülür.

İnsanın içsel öğelerinin de davranışı belirleyeceği açıklamaları gelir. İnsan davranışının içsel ve dışsal olarak iki değişkenle açıklanabileceği ortaya konmaya çalışılır. Ancak burada bir farklılık daha mevcuttur. Her bir unsur diğerlerini etkileyebilme gücüne de sahiptir. Örneğin beklenti değeri düşük bir aktivitenin yapılması imkânsız iken dıştan gelen bir ödül ile davranış gerçekleşebilir. Davranış sonrası beklentinin aksi yönünde yüksek bir beklenti

gerçekleşirse aynı davranış için bir daha dış etkiye gerek kalmayacaktır. Kişi daha önce deneyimlediği yüksek beklentiyi bir daha görmek için dış etkilere maruz kalmadan davranışı tekrarlamak isteyebilecektir.

Ayrıca Albert Bandura sosyal-bilişsel kuramında bilişsel yapıyı ön plana çıkarttığında gözlemleyerek öğrenme kavramını da getirmiştir. Burada insanların mutlaka dıştan değil kendi iç süreci, tecrübeleri sayesinde ve etrafı da gözlemleyerek yeni davranışlar oluşturma veya davranışı değiştirme yetileri olduğu savunulur. Burger, davranışçı kişilik çalışmalarının bilişsel yaklaşımlara doğru geçişin en iyi Bandura’da görebileceğimizi belirtir. Ancak Bandura’da görülen evrim sadece bilişsel yapıya doğru da değildir. Burger (2006) Bandura’nın;

“Davranışın hem içsel hem de dışsal etmenler tarafından belirlendiğini kabul etmiş; ancak davranışın sadece tek bir etmen ya da basit bir bileşim tarafından belirlenmediğini…” (s. 531)

söylemini de aktarmaktadır. Burger (2006, s. 530) Bandura’nın bilişsel süreçte bilginin simgesel işlenişin de dâhil ettiğini belirtmektedir. Bu durum ise davranışı etkileyen faktörlerin çok daha karmaşık yapıya sahip olduğu görüşüne gitmektedir.

1.1.2.6. Bilişsel Yaklaşım

Edebiyat araştırmacısı olmayan iki kişinin bir roman hakkında tartışmaya başladıklarında, birisinin felsefi yapı hakkında konuştuğu diğerinin ise eserdeki kişilerin psikolojik durumları hakkında konuştuğu görülebilir. Bu farklılığı bilişsel yaklaşım, önemli isimlerinden olan George Kelly’nin Kişisel yapılar kavramı üzerinden açıklamaktadır. Tüm kişilik çalışmalarının temel sorunu olan olayların

neden yaşandığı veya insanların nasıl davranacaklarını bilmeye çalışmak bu yaklaşımın da temel sorunudur. Kelly kişilerin de bu konuda gergin olduğunu ve dünyayı algılamaya çalıştıklarını belirtir. Bu algılama çalışmalarında kişi, kurduğu yapıları şablon olarak kullandığını ve karşılaşılan olaylara şablonu uygulayarak incelediği, şablonla olayların örtüşmesi durumunda şablonu kullanmaya devam ettiği, uymadığı durumlarda ise şablonu yeniden düzenlediği belirtilir.

Burger (2006, s. 612) bu yapıda bir kişiyi değerlendirme modelinin basamak basamak olduğunu anlatır. Bir kişi başkalarını incelerken yakınlık ilişkisini temel aldığında ilk önce karşısındakini iki uç kavram olan cana yakın veya soğuk kavramlarından biriyle ilişkilendirir. İkinci basamakta ise aynı eksende iki ucu temsil eden diğer iki kavram arasında seçim yaparak kişi hakkındaki görüşlerin detaylandırıldığı belirtilir.

1. Basamak: Cana yakın --- Soğuk

2. Basamak: Dışa dönük ---İçe Dönük Dışa dönük ---İçe Dönük

Karşısındaki kişiyi ilk basamakta cana yakın veya soğuk kavramlarından cana yakın olarak tanımladıktan sonra ikinci basamakta cana yakın dışa dönük veya cana yakın içe dönük olarak tanımlamaya gidilir. Bu şekilde kişiden kişiye değişen kavramlarla çok sayıda basamak oluşturulabilmekte olduğu belirtilir.

Unutulmamalıdır ki ilk basamaktaki kavramlar ve sonraki basamaklar da kişiden kişiye değişmektedir.

Burger(2006, s. 612) Kelly’nin bu yapılandırma sistemiyle ilk bakışta farklı görünen iki insanın ortak yönleri olmamasına rağmen ne kadar iyi anlaşabildiklerini açıklayabildiğini belirtmektedir. Burger’in (2006, s. 612) Duck(1979) ve Neimeyer(1984) den aktardığına göre; “benzer yapılandırma sistemlerine sahip insanların iyi arkadaş ve romantik eş olabildiklerini”

araştırmalar da göstermektedir.

Birisiyle anlaşabilmek için mutlaka aynı yapılandırma sistemi kullanılmalı mıdır?

Sorusu hemen akla gelecektir. Kişinin dünyasını nasıl yapılandırdığını yani yapılandırma sisteminin öğrenilmesi anlaşma için yeterli olacaktır. Bu sistem sayesinde karşıdaki kişinin neyi neden yaptığı rahatlıkla anlaşılabileceğinden farklı anlamlar yükleme sıkıntısı kalmayacaktır. Bir başka deyişle kavramlardan oluşan kodlama sisteminin çözülmesi ile daha iyi bir iletişim kurma imkânı doğacaktır.

Ancak bu yaklaşımda George Kelly, Walter Mischel ve diğer kuramcılar incelendiğinde kişilikte tek ölçeğin bilişsel durum olmadığı görülür. Daha doğrusu bilişsel durumun kullanacağı kişisel yapının oluşma süreci detaylandırılır. Kişisel yapıların oluşturulabilmesi için önce altyapının oluşturulması gerekir. Altyapının oluşacağı yer ve zaman ise insanın o güne kadar yaşadıkları ve öğrendikleridir.

Ancak sonuçta oluşturulmuş olan şablonun da değişmez olmadığı belirtilir. Kişi şablonları alıp karşılaştığı olaylara göre şablonu aynen devam ettirme veya değiştirme özgürlüğüne sahiptir. Dolayısıyla bu süreç dinamik bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışmamız kapsamında; “Kodlama sistemleri benzer veya çok yakın olan ve aynı ekipte çalışan insanlar nasıl olur?” sorusu akla gelmektedir. Bahsettiğimiz özelliklere sahip kişilerin kişilikleri de birbirine çok yakın olacak gibidir. Bu