• Sonuç bulunamadı

Neo-Liberal Politikaların Medyadaki Uzantıları Odağında Kavrayışın Temasal Çerçevesi Kavrayışın Temasal Çerçevesi

2. Ekonomik İlişkiler ve İdeoloji

2.3. Neo-Liberal Politikaların Medyadaki Uzantıları Odağında Kavrayışın Temasal Çerçevesi Kavrayışın Temasal Çerçevesi

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının benimsedikleri ideoloji yaklaşımıyla ilgili değerlendirmeleri, medya sektöründe özellikle 1980’li yılların başlarından itibaren uygulamaya konulan ekonomik ve siyasi uzantıları olan medya politikaları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu medya politikaları pek çok ülkede kamu hizmeti yayıncılık tekelinin, özel yayın kuruluşlarının faaliyete geçmesine imkân tanıyan düzenlemelerle kaybolması sonucunu doğurmuştur. Bu doğrultuda Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan çeşitli ülkelerde devlet müdahalesinin giderek etkisini yitirdiği, konuyla ilgili yasal düzenlemelerden kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı olarak görülen pek çok kuraldan vazgeçildiği, medya sektöründe piyasa güçlerine olabildiğince hareket serbestîsi kazandırıldığı, özel sektörün giderek genişlemesi ve yayılmasının tekelleşmeye ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren dev şirketlerin birleşmesine yol açtığı görülmüştür.

Medya sektöründe 80’li yılların başından itibaren yaşanan bu gelişmeler, genel anlamda neo-liberalizmin medya sektöründe aldığı görünümü ifade etmektedir. Bu yüzden belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarının temasal çerçevesi içinde, özellikle medya sektöründe neo-liberal dünya görüşünün yansımaları ve buna uygun medya politikalarının hayata geçirilmesi gibi konuların daha ağırlıklı bir yer işgal ettiği görülmektedir. Kuşkusuz neo-liberalizm gibi genel bir kategoriye başvurulurken, farklı ülkelerde ve çeşitli sektörlerde uygulamaya konulan tüm neo-liberal politikaların aynı olduğunu varsaymak yanıltıcı olacaktır.

David Harvey aralarındaki farklılıklara rağmen, deregülasyon, özelleştirme ve toplumsal hizmet ve korumacılığın sunulduğu pek çok alanda devlet/kamu faaliyetlerinin durdurulması ya da ciddi oranda azaltılması şeklindeki üç eğilimin neo-liberal politikaların ortak yönünü oluşturduğunu vurgulamaktadır (Harvey, 2005:

3). Bu bölümde değerlendirileceği gibi bu üç eğilimin geçerliliğini, medya sektöründe uygulamaya konulan neo-liberal politikar içinde de gözlemlemek mümkündür. Söz konusu üç eğilim, medyada neo-liberal politikaların uzantılarını tartışan belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarında genellikle deregülasyon, özelleştirme ve ticarileşme biçiminde adlandırılmaktadır.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının neo-liberal politikaları tartışırken yaptıkları ideoloji üzerine olan değerlendirmeleri temelde ideoloji eleştirisi biçiminde olup, çoğunlukla medya sektöründe uygulamaya konulan neo-liberal politikaların olumsuz sonuçlarını ve etkilerini ulusal ve global ölçekte ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda yapılan incelemelerin başlangıç noktasını medya kuruluşlarının, büyük sermaye grupları içinde önemleri ve işlevleri giderek artan bir konuma ulaşmaları oluşturmaktadır. Hem basın hem de yayıncılık alanlarında faaliyet gösteren kurumların çok büyük bir çoğunluğunun,

medya dışındaki enerji, petrol, otomotiv, inşaat, finans vb. sektörlerde de faaliyet gösteren holdinglerin bir parçası olduğu görülmektedir. Medya kuruluşlarının kendi içinde holdingleşmesine ve bunun yanı sıra medya kurumlarının büyük sermaye gruplarının oluşturduğu holdinglerin bir parçası olmasına yol açan gelişmelerin başında telekomünikasyon altyapısında ve hizmetlerinde 70’li yılların sonlarından itibaren uygulamaya konulan özelleştirme politikaları gelmektedir. Bu politikalar pek çok ülkede kamusal kaynakların ticari kaygıları ön planda olan şirketlere devredilmesiyle sonuçlanmıştır. Böylelikle özel girişim, telekomünikasyon altyapısını kullanarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Yaşanan gelişmeler kısaca özel girişimin yeni pazarlara kavuşmasına olanak tanımıştır.

Yukarıda özetlenen durum aynı zamanda 1978-80 yılları arasında global ölçekte yaşanan ekonomik krizin, sermayenin yeni pazarlara kavuşmasıyla aşılmasını öngören düşüncenin somutlaşması anlamını da taşımaktadır (Harvey, 2005).

Telekomünikasyon altyapısı ve hizmetleri üzerinde özel girişimin serbest biçimde faaliyet gösterebilmesi bu alandaki kamusal müdahalenin ve düzenlemelerin en aza indirilmesiyle mümkün olmuştur. Sermeye genişlemesine engel olabilecek kural ve düzenlemelerin kaldırılması (deregulation) ifadesiyle simgeleşen bu dönemde, ulusal düzeyde medyaya yapılan yabancı yatırım oranının da artışı söz konusudur. Söz konusu artışı sağlayan temel unsur, diğer pek çok sektörde olduğu gibi, medya sektöründe de 1970’lerden itibaren hızla büyüyen çokuluslu şirketlerin çok sayıdaki devlette faaliyetlerini arttırması olmuştur. Bu doğrultuda zaten 1990’ların sonlarına gelindiğinde çokuluslu şirketler, genel anlamda dünya ticaretinin üçte ikisini ellerinde tutar hale gelmiştir (David Held’den aktaran Curran, 2002: 177).

Medya sektöründe yayıncılıkla ilgili olarak özel sektörün faaliyetlerini güçlendirmesinde üç unsur oldukça etkili olmuştur. Bunlardan ilki, 1970’lerin

sonlarında yaşanan ekonomik krizin neden olduğu enflasyonun, kamu hizmeti yayıncılığında ciddi bir finassal sıkıntıya yol açmasıdır. Bu doğrultuda kamu harcalamalarında yapılan kesintiler, kamu hizmeti yayıncılığını da etkileşmiştir.

İkinci unsur, kamu hizmeti yayıncılığı için toplanan ücretlerin ve reklam gelirlerinden elde edilen kazancın artan yapım masraflarını ve teknolojik yatırım taleplerini karşılamada yetersiz kalmaya başlamasıdır. Özel yayıncılığın güçlenmesini sağlayan son unsur ise görsel-işitsel (audiovisual) sektörün yeni iletişim teknolojilerine kavuşması sonucunda yeni radyo ve TV kanallarının ve yeni yayıncılık olanaklarının mümkün hale gelmesidir (Mattelart, Delcourt ve Mattelart, 1984: 28). Ancak 1970’lerin sonlarından itibaren yaşanan bu gelişmelere, neo-liberal dünya görüşünü savunanların ortaya attığı ve sıklıkla tekrarladıkları çeşitli argümanlar eşlik etmiştir. Aşağıda bu ideolojik savların belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarınca nasıl değerlendirildiği üzerinde durulacaktır.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarına göre deregülasyon politikaları, özel sektörün daha iyi ve kaliteli hizmet sunacağı, pazarda oluşacak rekabet sayesinde seçeneklerin artması dolayısıyla tüketici taleplerinin daha iyi karşılanacağı, tüketici ve yurttaşlara sunulan çeşitli ürün, enformasyon ve görüş sayesinde çoğulculuğun sağlanacağı türündeki argümanlarla desteklenmiştir. Bu bağlamda belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimseyen medya çalışmaları, neo-liberal dünya görüşünü olumlayan tezlerde, iletişim kanallarının mülkiyet ve kontrolünün el değiştirmesinin, hükümetin enformasyonu çarpıtması ve yönlendirmesini engelleyeceğini ve eğitim ve eğlence amaçlı enformasyonun aktarılma tarzının sıkıcı, didaktik, renksiz ve bürokratik yapısını bozacağının özellikle vurgulandığını ifade etmektedir. Kısaca belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarına göre, deregülasyon politikaları

sonucunda, neo-liberal dünya görüşünün etkisiyle kamu hizmeti yayıncılığıyla özel yayıncılık arasında belli bir karşıtlığın kurulmasına gayret edilmiştir. Çünkü ancak böylesi bir çabayla ideolojik açıdan özel yayıncılığın kamu hizmeti yayıncılık anlayışına göre daha üstün olduğu iddia edilebilecektir40.

Neo-liberal tezlerin doğrudan kamu hizmeti yayıncılığın etkisini ve gücünü zayıflatmaya yönelik olarak ortaya attığı suçlamaları şu şekilde sıralamak mümkündür: Yayıncılıkla ilgili özellikle kısıtlaycı görülen düzenlemelerin doğrudan sansür şeklinde adlandırma, kamu hizmeti yayıncılığın estetik ve entelektüel kriterlerini çok yüksek tutması nedeniyle toplum içinde çok küçük bir kesime hitap ettiğini, buna karşılık geniş popüler kesimin beğeni, istek ve tercihlerini yok saydığını dile getirerek elit ve popüler değerler arasında karşıtlık yaratma, kamu hizmeti yayıncılıktaki bürokratik aktörlerin sorumluluklarının ve etkinliklerinin özel sektördeki aktörlere göre daha az olduğunu vurgulama ve kamu hizmeti yayıncılığın, izleyici topluluğunu tek ulus, tek ırk, tek sınıf (ve çoğu programda tek cinsiyet) olarak değerlendirdiğini ifade ederek, izleyici çeşitliliğini ve farklılığını hesaba katmadığı belirtme (Curran, 2002: 196-200)41.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmaları açısından, kamu hizmeti yayıncılığıyla özel yayıncılık karşıtlığını vurgulamaya

40 James Curran’ın Media and Power (2002) (Medya ve İktidar) başlıklı çalışmasında 1980’ler ve 1990’larda Reagan-Thatcher döneminin hegemonik değerlerini benimsemiş neo-liberal dünya görüşünü olumlayan tezlerin kökeninin, kültürel demokrasi ifadesini kullanan popülist bir anlatıya dayandığı belirtilmektedir. Bu anlatı ideolojik olarak temelde kötü adam (villain) ve kahraman karşıtlığı üzerinde yükselmektedir. Bu doğrultuda anlatı caniyi/kötü adamı, kendi kültürel beğeni ve değerlerini halka dayatmaya çalışan entelektüeller biçiminde konumlarken, kahramanı medyayı halkın isteklerine cevap verecek şekilde düzenleyen pazar/piyasa şeklinde konumlamaktadır (Curran, 2002:

14). Bu çerçevede yukarıda değinilen belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarının eleştirilerini yönelttiği kamu hizmeti yayıncılık vs. özel/ticari yayıncılık karşıtlığını bir tür kötü adam/cani vs. kurtarıcı kahraman biçiminde okumak da mümkündür.

41 James Curran, kamu hizmeti yayıncılığı kötülemeye yönelik olarak, neo-liberal tezlerin dile getirdiği yukarıda sıralanan argümanları aslında Britanya için BBC örneğinde tartışmaktadır. Ancak kendisinin de belirttiği gibi yukarıdaki paragrafta aktarılan argümanlar, yayıncılıkta devlet tekelini kaldıran ya da yayıncılıkla ilgili düzenlemelerde özel sektöre daha fazla serbestlik sağlayan diğer ülkelerde de sıklıkla tekrarlanmaktadır.

yönelik yukarıdaki sıralanan argümanlar, pek çok durumda doğrudan ideoloji biçiminde adlandırılmaktadır. Bu doğrultuda örneğin Garnham’ın Capitalism and Communication adlı çalışmasında, kamu hizmeti yayıncılığı karşısında özel yayıncılığın üstünlüğünü savunan liberal tezlerin en saf haliyle ideoloji olduğu vurgulanmaktadır. Neo-liberal dünya görüşünün medyadaki izdüşümü olarak değerlendirilen bu argümanlar, hem araştırma nesnesinin derinindeki gerçekliği görmezden gelip sadece yüzeye odaklanmaları hem de hâkim sınıfın çıkarları lehine gerçekliği yanlış temsil etmeleri nedeniyle klasik anlamda ideolojidir (Garnham, 1990: 120-121). Ancak burada yanlış anlaşılmaması gereken bir durum vardır.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarının hemen hemen tamamında doğrudan özel/ticari yayıncılık karşıtlığı söz konusu değildir, itiraz edilen nokta, özel yayıncılığın kamu hizmeti yayıncılığından daha üstün olduğunun varsayılmasına yöneliktir. Bunun yanı sıra belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmaları mevcut haliyle kamu hizmeti yayıncılığında düzeltilmesi gereken hiçbir sorunun bulunmadığını da varsaymaz.

Kısaca gerek kamu hizmeti yayıncılığının gerekse özel yayıncılığın tek başına idealleştirilmesi sorun edilmektedir.

Yayıncılık konusunda piyasa hâkimiyetinin daha iyi hizmete neden olacağı ve tüketiciye sunulan seçeneklerin artmasının yayıncılık alanında çoğulcu ve demokratik yapılanmaya olanak sağlayacağı yönündeki argümanlar, belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarınca liberal dünya görüşünün meşrulaştırılması olarak da değerlendirilmektedir. Böylesi çalışmalar açısından söz konusu ideolojik meşrulaştırma, 80’li yıllarda başlayan ve etkisini 90’lardan itibaren hissettiren dönüşümün sahip olduğu temel eğilimlerin neden olduğu toplumsal sonuçlar üzerinde düşünmeyi engellemektedir. Finanssal anlamda

medya sektörüne yapılan yatırımlardaki artış pek çok teknolojik yeniliğin gündelik yaşama dâhil olması sonucunu doğurmuştur. Ancak medya sektörüne daha genel bir bakış açısıyla bakıldığında, teknolojik yeniliklerin alanda konsolidasyon, yoğunlaşma, dijitalleşme, uluslararasılaşma, çeşitlenme (iletişim araçları ve mecraların çeşitlenmesi), küreselleşme gibi eğilimlerle birlikte etkinlik kazandığı görülmektedir. Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarına göre, yukarıda sıralanan eğilimlerin doğurduğu olumsuz sonuçlar araştırmacıların çoğu durumda sadece teknolojik yeniliklere ya da piyasa dâhil olan ürünlerdeki niceliksel artışa odaklanması sebebiyle yok sayılmakta ve yaşanan dönüşümün doğrudan özgür iletişim ortamına katkı sağlayabileceği savunulabilmektedir.

Medya sektöründe belirli bir etkinlik kazanmış olan konsolidasyon, çeşitlenme, uluslararasılaşma gibi eğilimler arasından örneğin yoğunlaşma ele alındığında, medya ve iletişim sektöründe kontrolün, giderek çok az sayıdaki şirketin eline geçtiği görülmektedir. Böylesi bir ortamda ekonomik güç ve baskı, şu ya da bu oranda ürün içeriği, yani dolaşımda olan fikir ve görüşler üzerinde etkili olmaktadır. Belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmaları açısından bu durum, doğrudan medyada mülkiyet sahiplerinin çıkarlarıyla uyum gösteren fikirlerin propagandasının yapıldığı anlamına gelmez. Buradaki temel sorunun, alternatif ve muhalif görüşlerin dolaşıma girme imkânının giderek kaybolması olduğu ifade edilmektedir. Bu doğrultuda, medya içeriği anlamında medyada görünürlüğü belirgin olan ve neo-liberal dünya görüşünü ifade eden düşünce, yorum ve sembollere muhalif olabilecek düşünce ve formların bulunmaması ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Sektördeki yoğunlaşmanın giderek artmakta oluşunun ortaya çıkardığı en önemli toplumsal sonuç, alternatif ve muhalif dünya görüşünü ifade edebilecek olan düşünce ve formların bastırılması ya da görünmez kılınmasıdır.

Kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasında medya yatırımının artık çok büyük sermayelere ihtiyaç duymaya başlaması oldukça etkilidir. Medya mülkiyeti ve kontrolünün gerek ulusal gerekse global düzeyde giderek az sayıdaki şirketin eline geçmesi, ideoloji olarak adlandırılan mesaj ya da enformasyon kaynaklarının az olduğuna işaret etmektedir. Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmaları açısından niceliksel olarak çok büyük artış vardır ancak mesaj ve enformasyonun barındırdığı anlamın -ki bu anlam ideoloji olarak adlandırılmaktadır- neo-liberal dünya görüşünü meşrulaştıracak şekilde giderek homojenleşmekte olduğuna dikkati çekmek gerekmektedir.

Medya mülkiyeti ve kontrolünün büyük sermaye gruplarında toplanması kendine özgü örgütlenmeyi de beraberinde getirmektedir. Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmaları açısından gazetecilik ile işletmecilik arasındaki farkın ortadan kaybolmaya başlaması, teknik bir bakış açısıyla yoğrulmuş mesleki ideolojinin yerleşik bir hal almasını da ön plana çıkmaktadır.

Aslında bu bölümde belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının ortaya koyduğu bu argümanlar, “Seçkinler ve İdeoloji” başlıklı üçüncü kısımda yer verilen medya çalışmalarında farklı bir tarzda da olsa yer almaktadır. Araçsalcı motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarında da dolaşımda olan enformasyonun giderek az sayıdaki kaynaktan çıkması, enformasyon akışının tek yönlü hale gelmeye başlaması ve hem yerel hem de global ölçekte enformasyon zengini ve yoksulları arasındaki uçurumun açılmakta oluşu gibi sorunlar ele alınmaktadır. Bu sorunların değerlendirilmesi açısından belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarının, araçsalcı motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarıyla belli ölçüde kesiştiği söylenebilir. Bu iki ideoloji yaklaşımını benimsemiş medya çalışmaları arasındaki fark, belirlenim

motifinin daha görünür olduğu medya çalışmalarının söz konusu sorunları ekonomik ve politik temelde tartışırken, araçsalcı motifin daha görünür olduğu metinlerin bu sorunları yönetici seçkinler ve onların çıkarları bağlamında ele almasıdır. Aslında iletişim olanaklarının demokratikleşmesi talebini dile getiren sorunların, medyada kamusal yarar ilkesinden giderek uzaklaşılması bakımından çalışmanın ilk kısmında ele alınan epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarında da ele alındığı ifade edilebilir. Epistemolojik ideoloji motifinin daha belirgin olduğu medya çalışmalarının özellikle 80’li yılların sonlarından itibaren üretilmiş olanları uygulamaya konulan neo-liberal politikaların toplumsal sonuçları karşısında belli bir alternatif sunabilme çabasıyla belirlenim motifli çalışmalarındaki sınıf vurgusunun yurttaşlık vurgusuyla yer değiştirdiği görülmektedir. Böylelikle sadece sınıf değil, cinsiyet, ırk ve etnik köken açısından da çeşitli dezavantajlı grupların kendilerini ifade edebilmelerine olanak sağlayacağı düşünülen dengeli, eşitlikçi ve adil iletişim olanaklarının kurulması hedeflenmektedir.

Her üç kavrayışın temasal çerçevesine ilişkin bu benzerlik ve farklılıklara değindikten sonra aşağıda belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarının ifadesel düzeydeki temel ortaklığı üzerinde durulacaktır.