• Sonuç bulunamadı

Lozan Barış Anlaşması ile barış dönemine geçen Türkiye, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet yönetimiyle birlikte yeni bir devlet niteliği kazanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, dış politikanın temelini, Kurtuluş Savaşı sonrasında büyük zorluklar ile elde edilen kazanımları korumak oluşturuyordu. Bu dış politika, ülkenin olanakları ile çıkarları arasında çok iyi bir denge kurarak, yeni devletin uluslar arası ortamdaki hedeflerine savaş tehlikesi ile karşılaşmadan ulaşmasını sağlamıştır.1

Cumhuriyetle birlikte dönemin bütün güçlü devletleri ile komşu durumuna gelen Türkiye’nin, doğusunda Sovyetler Birliği, güneybatısında İtalya, güneydoğusunda Irak mandateri İngiltere, güneyinde Suriye mandateri Fransa vardı. 1923-1938 yılları arasında bir denge siyaseti izlemek durumunda kalan Türkiye Cumhuriyeti, bu nedenle gerçekçi ve başarılı bir dış politika izlemek zorundaydı.2 Nitekim dış politikanın ilkeleri, gerçekçi, hukuka bağlı ve barışçı olmuştur.3

I. Dünya Savaşı sonrasında yenilgiye uğrayan devletlerin hemen hemen hepsinde paramiliter partiler ortaya çıkmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nin sona ermesi ile ortaya çıkan Türkiye’de durum farklıydı. Yeni Cumhuriyet ile birlikte uzun zamandan beri savaşan ve savaşçı bir ruha sahip olan ulus, ılımlı ve barışçı bir çizgiye doğru yol almıştır.4 Türkiye Cumhuriyeti, bu barışçı politikalarını

1 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992, s.96

2 Yavuz Özgüldür, “İki Savaş Arası Dönemde İngiltere ve Almanya’nın, Türkiye’deki Siyasi ve Askeri Yatırımları”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, C.I, (23-25 Ekim 1995), İstanbul, Genelkurmay Basımevi, 1996, s.489-495

3 Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, s.40-45

4 John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, Çev: Füsun Doruker, Sabah Kitapları, İstanbul, 1995, s.180-182

desteklemek maksadıyla 15 yıl içerisinde birçok ülke ile bir dizi dostluk anlaşması imzalamıştır.5

Lozan’ın Cumhuriyetin ilk dönemlerinde çözümlemeden bıraktığı üç temel mesele, İngiltere ile Musul sorunu, Fransa ile Osmanlı borçları, Yunanistan ile ahali değişimi idi.6 Birinci Dünya Savaşı ve ulusal kurtuluş mücadelesi dönemlerinde, Türkiye’ye karşı düşmanca tutum sergileyen İngiltere, Cumhuriyet’in ilânı sonrasında Lozan görüşmeleri ve Musul sorunları ile de bu tutumunu sürdürmüştür.7 Lozan sonrası, Türkiye ile Batılı devletler arasında süren bu sorunlar, çözüme ulaşmasına kadar Türkiye’nin bu devletler ile ilişkilerini yaklaşık on yıl süreyle dostane bir şekilde sürdürmesinin önünde engel teşkil etmiştir.8

Yapılan müzakereler sonucunda, Musul dışındaki tüm sorunlar Türkiye’nin istediği yönde çözüme ulaşmıştır. İngilizler ile yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamaması üzerine konu Milletler Cemiyeti’ne götürülmüş ve burada İngiltere’nin istediği yönde karar alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, ülkeyi tekrar savaş ortamına götürebilecek Musul konusunda fazla ısrarlı bir tutum izlememiş9 ve 5 Haziran 1926 tarihinde yapılan anlaşma ile Türkiye ile Irak arasındaki sınır, esas itibari ile daha önceden tespit edilen Brüksel geçici hattı olarak kabul edilmiştir.10

Musul sorununda İngiltere ile birlikte diğer batılı devletlerin takınmış olduğu olumsuz tavırlar, Türkiye’yi Sovyet Rusya’ya ve Almanya’ya yaklaştırmıştır. Milli bağımsızlık mücadelesinin destekçilerinden olan Sovyet Rusya, 1920 ve 1930’lu yıllarda, dış politikanın önemli bir köşe taşı olmuş, bunun bir göstergesi olarak da, 17 Aralık 1925 tarihinde SSCB ile tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması imzalanmıştır.11 17 Aralık 1925 tarihinde Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında imzalanan antlaşma 1945 yılına kadar yürürlükte kalacaktır. Üç maddelik bir metin

5 İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (1920-1945), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, s.245

6 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), C.I, Baskı 7, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1991, s.321

7 Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (1920-1945), s. 67-242 ve Özgüldür, s.489-495

8 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Sevinç Matbaası, Ankara, 1974, s.67

9 Berna Türkdoğan, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası -Makaleler-, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000, s.10

10 Özgüldür, s.489-495

11 Erik Jan Zürcher, Savaş, Devrim ve Uluslaşma, Türkiye Tarihinde Geçiş Dönemi (1908-1928), Çev. Ergun Aydınoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s.310

ile üç adet de protokolden oluşan anlaşmaya göre; her iki ülke, birbirlerine karşı her türlü tecavüzden kaçınacaklarını, birine başka bir devlet veya devletler tarafından askeri bir harekette bulunulması durumunda, diğerinin birincisine karşı tarafsızlığını koruyacağı taahhüt altına alınmıştı.12 Almanya ile ilişkilerin gelişmesinde ise, iki ülke arasında bir sorun olmayışı ve Almanya’nın ekonomik gücü etkili olmuştur.

1924-1930 yılları arasında Türkiye-Almanya siyasi ilişkileri, 12 Ocak 1927 tarihinde imzalanan Ticaret Antlaşması ile ekonomik boyuta taşınmıştır. Buna rağmen Versailles Antlaşmasıyla Alman ordusunun dağıtılmış olması nedeniyle, 1924-1933 yılları arasında iki ülke arasında resmi bir askeri ilişki tesis edilememiştir. Söz konusu askeri ilişki resmi boyutta olamamakla birlikte, Alman ordusundaki subayların bir kısmı 1926 yılından itibaren özel sözleşmelerle Harp Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmışlardır.13 Bunun yanında, Kurtuluş Savaşı esnasında karşı karşıya gelinen Yunanistan ile ilişkiler geliştirilmiş ve 30 Ekim 1930 tarihinde iki ülke arasında dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalanmıştır.

Mustafa Kemal, 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM’nin üçüncü dönem ikinci yasama yılını açış konuşmasında, bölgesel barışın Türkiye açısından önemini vurgulamış ve ülkenin refah ve huzurunu koruyacak bir silahlı kuvvetleri bulundurmanın gerekliliğini ifade etmiştir: “Dış politikamızda dürüstlük, ülkemizin güvenliği ve gelişmesinin korunmasına önem verilmesi prensibi, davranışlarımıza rehber olmaktadır. Önemli reform ve gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin, hem kendisinde hem çevresinde barış ve huzuru gerçek olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir konu olamaz. Bu samimi arzudan esinlenmiş olan dış politikamızda, ülkenin korunması, güveninin sağlanması, vatandaşların haklarının herhangi bir saldırıya karşı bizim tarafımızdan savunulması konuları, özellikle göz önünde tuttuğumuz noktalardır. Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizi bu ülkede barış ve güvenliği koruyabilecek bir durumda bulundurmaya bu nedenle çok önem veriyoruz. Cumhuriyet hükümeti, uluslar arasında güvenlik anlaşmalarının imzalanması için özel bir çaba göstermektedir”.14

12 Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.111,112

13 Özgüldür, s.489-495

14 ASD, C. I, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s.374

1929 yılında dünyada yaşanan büyük iktisadî bunalım, beraberinde önemli siyasi sonuçları da getirmiştir. Bunun sonucu olarak özellikle Avrupa’da siyasî rejimlerden parlamenter rejim güç kaybetmiş, liberalizm gerilemiş ve bunun yerine yürütme yetkileri genişleyen faşist diktatörlükler ortaya çıkmıştır.15

Gerek dış çevreden tehdit gelmemesi, gerekse öncelikle rejim karşıtı iç sorunların ve isyanların halledilmesi nedenleriyle, 1930’lu yılların ortalarına kadar Türkiye dış politikası ikinci planda kalmıştır. Ancak 1930’lu yıllarla birlikte, Avrupa’daki revizyonist ülkelerin tehditkâr tutumları, tehdit algılamasında öncelikli konuma gelmiş ve Türkiye için bir denge siyaseti çerçevesinde ittifak arayışları başlamıştır.16 Milli mücadele sonunda imzalanan Lozan Anlaşmasının etkisi altında gelişen Türkiye’nin dış politikası, 1923-1932 devresinde uluslar arası düzeyden çok, münferit devletlere karşı izledikleri tutum ve davranışlardan ibaret olmuştur.17

Lozan’dan kalan sorunlarının çözmüş ve modernleşme yolunda önemli devrimleri gerçekleştiren Türkiye, 1930’lu yıllarla birlikte Batılı devletlerle normal siyasi ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye ve Balkanlar üzerinde bir tehdit haline gelen İtalya, giderek düzelme eğilimi gösteren İngiltere ile olan ilişkilere olumlu yansımıştır. Akdeniz ve Ortadoğu’daki çıkarları için Türkiye ile ilişkilerini zorunlu gören İngiltere, uluslar arası platformlarda Türkiye’yi desteklemeye başlamıştır.

Kendini, Milletler Cemiyeti’ne katılma sürecinde gösteren bu destek, 9 Şubat 1934 tarihli Antantı’na verilen destekle devam etmiştir. 1936 yılında Montreux Konferansı’na kendi tezleriyle gelen İngiltere’nin, Türk tezinin görüşmelerin ana esası olarak kabul edilmesi yönündeki çabaları, bu yönde verilen desteğin en belirgin örneğidir.18

1930-1935 döneminde, iç ve dış pürüzlerini ortadan kaldıran Türkiye, önce 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne girmiş, 1934 yılında ise Yugoslavya, Yunanistan ve

“…Harici siyasetimizde memleketin masuniyeti, emniyetini, vatandaşların haklarını her hangi bir tecavüze karşı bizzat müdafaa edebilmek kudreti de bilhassa gözde tuttuğumuz noktadır. Kara ve deniz hava ordularımızı bu memlekette sulhu ve emniyeti masun bulunduracak bir kuvvette muhafazaya bunun için çok ehemmiyet veriyoruz.” Bkz. Atatürk’ün TBMM’ni Açış Konuşmaları, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, TBMM Basımevi, Ankara, 1987, s.177

15 Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, C. VI, 20. Yüzyıl: Yeni Bir Dünyanın Aranışında, Adam Yayınları, İstanbul, 1999, s.125

16 Baskın Oran, Türk Dış Politikası (1919-1980), C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.254

17 Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), s.99

18 Özgüldür, s.489-495

Romanya ile Balkan Antantı’nı imzalayarak, bölgesel barışın temellerini atmıştır.

Böylece batı ile biraz daha yakınlaşan Türkiye, uluslar arası alanda daha aktif olabileceği bir duruma gelmiştir.19 Bu dönemde, Türkiye sadece komşu ülkeler ile değil, diğer bütün devletler ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve uluslar arası alanda bağımsız devletler ile eşit statüde yer almıştır.

1933 sonrasında, Nazi Partisi’nin iktidara gelmesiyle, iki ülke arasındaki siyasi ve askeri ilişkileri geliştirmek çabasında olan Almanya ile Türkiye arasında 10 Ağustos 1933 tarihinde ticaret anlaşması imzalanmıştır. Bunu 15 Nisan 1935 tarihinde imzalanan ikinci ticaret anlaşması izlemiştir. Türkiye’nin modern sanayi ve askeri ürünler için kredi talebini 9-10 Ekim 1938’de kabul eden Almanya, 150 milyon marklık bir krediyi Türkiye’ye vermiştir.20

İtalya’nın 1935 yılında Habeşistan’ı işgal etmesi sonucunda, Milletler Cemiyeti İtalya’ya karşı zorlayıcı tedbirleri gündeme getirmiştir. Ancak, İtalya’nın bu önlemleri uygulayan devletleri tehdit emesi üzerine İngiltere; İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri destek yönünden güvence vermiştir. Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye bu güvenceyi kabul etmişler ve böylece “Akdeniz İttifakı”

diye adlandırılan bir pakt ortaya çıkmıştır.21 Avrupa siyasi durumunun gittikçe karışması ve hele Oniki Adaya sahip olan İtalya’nın Akdeniz’de saldırgan emellerinin ortaya çıkmasından sonra, Türkiye’nin, Lozan Antlaşmasına göre askerden arındırılan Boğazların güvenliğinden duyduğu endişeleri artmıştır.

Bulgaristan’ın Türkiye ve özellikle Yunanistan’la bir ittifak anlaşmasına yanaşmaması, Yugoslavya’yı da içine alacak daha geniş bir tertibin kurulmasını çabuklaştırmıştır.22 Bu suretle Pakt, Boğazların ve Trakya’nın güvenliği bakımından;

birincisi, Bulgaristan’ın en kötü ihtimalle İtalya ile anlaşmasının zararlı etkilerinin azaltılması, ikincisi Bulgaristan’a karşı (tek başına olduğu takdirde büyük bir tehdit

19 Türkdoğan, s.10,11 ve Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C. I (1920-1945), s.447

20 Özgüldür, s.489-495

21 Güngör Cebecioğlu, “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Silahlı Kuvvetleri”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri, C.I, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1998, s.325 ve Donald Kagan, On The Origins Of War, Published By Doubleday, USA, 1995, s.346

22 BCA, Belge Tarihi:10.04.1937, Sayı/Dosya:2/6210, Yer No:403-35, Konusu: Türkiye-Romanya-Yugoslavya ve Yunanistan arasında yapılan askeri anlaşmanın tasdiki (Bkz.EK-23)

olmayacağı kaydıyla) önleyici bir güvenlik tertibi olmak bakımından önem taşımaktadır.23

Lozan’da Boğazların geçiş serbestliği ve gayri askeri hale getirilmesi kararlaştırılmış, bölgenin güvenliği Milletler Cemiyeti’nin teminatı altına girmişti.

Boğazlar bölgesinin bir kısmının silahtan arındırılması, bu bölgeyi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı savunmasız bırakmıştı. Diğer açıdan, Boğazlar Komisyonu’nun varlığı, Türkiye için bu bölge üzerindeki hâkimiyet hakkına bir tecavüz sayılabilirdi.24

Ancak 1930’lu yıllarla birlikte Avrupa’daki değişimci ülkelerden İtalya, Milletler Cemiyeti üyesi olan Habeşistan’ı işgal etmiş, 1936 yılında Almanya Versailles Antlaşmasını ihlal ederek “Ren” bölgesine girerek bu bölgeyi silahlandırmıştır. Bu iki olay Avrupa’nın mevcut durumunu temelden değiştirecek olaylardı.25 Lozan Antlaşmasının 18’inci maddesiyle Boğazların emniyeti için müşterek yardımları sağlanan dört devletten biri olan Japonya’nın Milletler Cemiyeti’nden çekilmesi, Avusturya’nın ise Nisan 1936 ayında Saint-Germain Antlaşmasının aksine zorunlu askerlik uygulamasına geçmesi, Milletler Cemiyeti’nin Boğazlar için verdiği teminatının Türkiye için yeterli olmayacağını ortaya çıkarmıştır.26

Türkiye’nin Boğazlar Sözleşmesini değiştirme talebi ilk olarak silahları azaltma konferansında ortaya çıkmıştır. 24 Mart 1933 tarihinde İngiltere hükümeti tarafından teklif edilen silahları azaltma mukavelesi projesi üzerinde genel tartışmalar devam ederken, Türkiye temsilcisi, sözleri arasında Lozan Antlaşmasındaki Boğazlar hakkındaki askeri hükümlerin yeniden düzenlenmesinin gerektiğini ifade etmiştir.27 Bu döneme kadar, İngiltere ve Fransa ile onların karşısında yer alan Almanya, İtalya ve diğer devletlerin bloklaşma çabaları içinde Türkiye, sınırları ile ilgili sorunlarını çözmüş, batı ile ilişkilerini dengeli bir şekilde sürdürmüştür. Almanya ile diyalogunu sürdürürken, SSCB ile de ilişkilerini belli bir seviyede tutmuştur.

23 Ali Hikmet Alp, Cumhuriyet’in İlk On Yılı ve Balkan Paktı (1923-1934), Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1974, s.366

24 Kemal Baltalı, 1936-1956 Yılları Arasında Boğazlar Meselesi, Yeni Desen Matbaası, Ankara, 1959, s.47

25 Donald Kagan, On The Origins Of War, Published By Doubleday, USA, 1995, s.355. ve Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 101

26 Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), s.130-131 ve Aras, s. 101

27 Aras, s. 99

Türkiye’nin sergilediği bu çok yönlü politika, her ülke tarafından kendisine belli bir saygı uyandırmıştır. Bu ortam içerisinde Türkiye’nin Boğazlar’ın statüsünde değişiklik istemesi, giderek ayrı bloklarda yer almaya başlayan bu ülkeler tarafından ortak bir anlayışla karşılanmıştır.28

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalananmış olan Lozan Antlaşmasının 23.

maddesinde Boğazlar ile ilgili saptanan ilkenin, Türkiye tarafından, Türkiye ile Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliği çerçevesinde yeniden düzenlenmesi istemi sonucunda, 22 Haziran 1936 tarihinde başlayan konferans bir ay süren toplantılardan sonra, 20 Temmuz 1936 tarihinde Montreux Sözleşmesinin imzalanmasıyla son bulmuştur.29

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da imzalanmış olan Boğazlar antlaşmasına göre, kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu, 20 Temmuz 1936 tarihinde Montreux Konferansı’nda imza altına alınan Boğazlar Antlaşması gereğince lağvedilmiş ve bu komisyonun tüm yetkileri Türk Hükümetine devredilmiştir.30 İmza altına alınan Boğazlar Antlaşması, “Türkiye’nin emniyeti ve Karadeniz sahildarı devletlerin Karadeniz’deki emniyeti çerçevesi dahilinde, koruyacak tarzda tanzim etmek“

gayesinden söz etmektedir.31

Lozan’da Boğazların sadece Türk kontrolü altında bulunmasını ve her devletin savaş gemilerine mutlak kapalı olması tezini savunan Rusya Montreux görüşmelerinde, Boğazların Karadeniz’e sahildar devletlerin savaş gemilerine tamamen açık olmasını istemektedir. Ayrıca Boğazlar üzerinde sadece Türkiye’nin söz sahibi olması yönündeki önceki düşüncelerini bırakmış görünmektedir. Tabi olarak bu durum Türk- Sovyet ilişkilerine zarar vermiştir.32

28 Türkdoğan, s.11,12

29 Fahri S. Korutürk, Montreux Boğazlar Konferansı, Tutanaklar Belgeler, Çev. Seha L. Meray ve Osman Olcay, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1976, s.1

“Monteux Boğazlar Sözleşmesi I. Kesim: Ticaret Gemileri II. Kesim: Savaş Gemileri III. Kesim: Uçaklar IV. Kesim: Genel Hükümler

V. Kesim : SonHükümler (Bkz: a.g.e., s.461-476)”

30 Oran, s.370-384

31 Baltalı, s.68

32 Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), s.151

Montreux Boğazlar Sözleşmesi sonrasında Atatürk’ün 1 Kasım 1936 tarihinde Meclisi açış konuşmasında artık Boğazların tamamen Türkiye’nin egemenliğinde olduğunu belirtmiş ve 15 yıldır devam eden Türk-Sovyet ilişkilerinin bundan sonra da gelişmesine devam edeceğini ifade etmiştir.33 Cumhuriyetin başından 1933 yılına kadar, bazı görüş ayrılıkları olmasına rağmen iyi bir seviyede sıklaşarak devam eden Türk-Sovyet İlişkileri, 1934 yılından itibaren Balkan Paktı ve özellikle Montreux Anlaşması sonrasında belirgin bir düşüş yaşayacak ve II. Dünya savaşı ile birlikte ilişkilerin kötü seyri açığa çıkacaktır.

Avrupa’da 1935 yılı sonrasında hız kazanan bloklaşma hareketleri, Türkiye ile İngiltere’yi birbirine yaklaştırmış, 1937 yılında ise İran, Irak ve Afganistan ile Türkiye arasında imzalanan Sadabad Paktı ile Türkiye çevresinde bir güvenlik şemsiyesi oluşturmuştur.34

1936-1938 yılları arasında, Avrupa politikasının giderek sertleştiren Almanya’dan rahatsızlık duyan Türkiye, kendisini ekonomik ve askeri açıdan kontrol etmek isteyen bu ülkenin bu çabalarının gerçekleşmesine izin vermemiştir.35 Bunun yanında, 1938 yılında, Türkiye’ye 16 milyon sterlin tutarında kredi açmayı kararlaştıran İngiltere36, ekonomik ve askeri ilişkileri geliştirme arzusunu göstermiştir.37 Sovyetler Birliği’nin 23 Ağustos 1936 tarihinde Almanya ile Saldırmazlık Paktı imzalaması, Türkiye’yi Batılı ülkeler ile Sovyet Rusya arasında hassas bir noktada kalmasına sebep olmuştur. Türkiye, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nu Moskova’ya göndererek, Rus-İngiliz dostluğunu bağdaştırma için çaba göstermiş, Almanya ise Türkiye üzerinde Rus baskısını kullanmak istemiştir. Ancak, Rusya ile yapılan görüşmelerde bir sonuca varılamamıştır.38

Musul sorununda olduğu gibi olumsuz, Boğazlar sorununda olduğu gibi olumlu olarak sonuçlanan Lozan’dan kalan sorunların hepsi barışçı yollarla çözüme

33 a.g.e., s. 133, 166

34 Fahri Çeliker, “Birinci ve İkinci Dünya Harplerinde Türk Savaş Politikaları”, Askeri Tarih Bülteni, S. 17, Ağustos 1984, sayfa 79-84

35 Özgüldür, s.489-495

36 BCA, Belge Tarihi:16.08.1938, Sayı/Dosya:2/9438, Yer No:422-14, Konusu: İngiltere’den pazarlıkla deniz ve hava silahları satın alınması (Bkz. EK-31)

“16 milyon sterlin tutarındaki kredinin 10 milyonu ekonomik yatırımlar için, diğer 6 milyonluk bölüm ise küçük deniz tekneleri, torpidobotlar, denizaltı gemileri, silahlı sürat motorları gibi askeri araçlar ve kıyı savunma topları için ayrılmıştı.”

37 Özgüldür, s.489-495

38 Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), s.151-154

kavuşturulmuştur.39 Türkiye’nin batıyla kurduğu yakın ilişkiler sürecinde, 1937 yılından itibaren Hatay sorununun da Türkiye lehine çözüm yoluna girdiği görülmektedir.40

Almanya’nın 15 Mart 1939’da Çekoslovakya’yı, İtalya’nın Nisan 1939 ayında Arnavutluğu işgal etmesi üzerine Türkiye güvenlik yönünden kaygılar duymaya başlamış, Türkiye ile birlikte bir ittifaka yönelme zorunluluğunu hisseden İngiltere ve Fransa arasında başlayan ikili görüşmeler sonucunda da, 12 Mayıs 1939 tarihinde Türkiye-İngiltere; Hatay Sorunu’nun çözümüyle de 23 Haziran 1939 tarihinde de Türkiye-Fransa deklarasyonları imzalanmıştır. Bunun sonucunda, 19 Ekim 1939 tarihinde imzalanan Türkiye-İngiltere-Fransa “Karşılıklı Yardım Antlaşması” ile ilişkiler ittifak boyutuna girmiştir.41

1919 ile 1939 yılları arasındaki yirmi yıllık dönem, bu süre zarfında Avrupa’da herhangi savaş ortaya çıkmadığından “Barış Devri” olarak adlandırılmıştır.42