• Sonuç bulunamadı

3. TARİHSEL SÜREÇTE KIRSAL MEKÂN TEMSİLLERİ

3.2. Kapitalizm Döngüsünde Kırsal Mekân Temsilleri

3.2.3. Planlama-Piyasa Diyalektiğinde Kırsal Mekân Temsili

95 sürecinde toplum doğa ilişkisi önce yerel sonra bölgesel en nihayetinde de küresel ölçekte dönüşmeye başlamıştır. Besin üretimi ve hayvan yemleri küresel ölçekte metalaştığından dolayı tarımsal üretimde sürekliliği sağlamak, kimyasal gübre kullanımını zorunlu kılmıştır.

Ekinlerin büyüdüğü yerler ile bunları tüketen hayvanların mekânsal ayrımı ya da gıda üretiminin gerçekleştiği kırsal alan ile sanayi toplumunun mekânsal ayrımı doğal besin zincirinde kopuş sürecini başlatmıştır. Kırsal ürünler kentleri beslerken kentlerde biriken kırsal artığın tekrar doğaya dönüşü sanayi kentinde imkânsız bir hale gelmiştir (Foster, 2015;

27, 28). Toplum ve doğanın ayrışmasıyla meydana gelen metabolik yarık sadece kır kent arasında değil, metaların verimliliğini yükseltme nedeniyle kır ve kır arasında da ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla kır kent ayrımıyla kapitalist dünya ekonomisinin genişlettiği meta piyasanın yanı sıra, tarımsal emek kompozisyonu ekolojik yıkımı derinleştirmiştir (Moore, 2000; 138).

96 ekonomik üretim maliyetlerini dışsallaştırmaktan ziyade içselleştirerek ulus devlet eksenli kontrol ve denge mekanizmaları doğrultusunda piyasa düzenlenmelerine ihtiyaç duymakta, hem de maliyetleri belirli bir ulus, bölge veya alan bazında arz-talep veya üretim-tüketim olarak içselleştirilmesi, kapitalistlerin her zaman nicel olarak daha büyük kârların yer aldığı üretimden kopuş alanına yönelmesine izin vermemektedir. Planlamanın fordist üretim tarzı doğrultusunda hem üretimden kopuş alanının büyük bir ölçekte ulus devlet tarafından tekelleştirilmesi, hem de üretim alanında devlet ve piyasa arasındaki rekabeti serbest piyasa ekonomisinin genişleyeceği alanı oldukça daraltmaktadır. Çünkü planlama iktisada konu olan kıt kaynakların yönetimini ulusal veya bölgesel üretim doğrultusunda maliyetlerin içselleştirilmesine yönlendirmektedir.

İngiliz kapitalizminin iki dünya savaşı arası dönem ve sonrasında, küresel rekabette yaşadığı kayıp Amerika'nın merkezi olarak, gelişim sürecindeki en büyük engeli kaldırır (Arrighi, 2016; Dobb, 2007). Braudel'in (2014; 64) belirttiği gibi, tarihsel süreçte kapitalist merkezler olarak ortaya çıkan Ceneviz, Venedik, Londra’ya ilave olarak New York kenti dolayısıyla Amerika, kapitalist gelişimin son ulus devlet halkasını oluşturmaktadır.

Öncelikle, Amerikan İç Savaşı, plantasyon ve endüstriyel kapitalizmin birlikte var olmasının yarattığı patlayıcı çelişkileri çözmüştür. Amerika’nın Güney ve İngiliz hegemonyasından kurtuluşu ve Batılı yerleşim meselesini müteakiben, bağımsız küçük çiftçi tarımı düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. Kuzey endüstrisi ve Batı tarımı çıkarlarının, Güney’in plantasyon rejimi üzerindeki zaferi, Amerika’nın, Latin Amerika’nın “perifer”

kapitalist kalkınmasından ziyade Kuzeybatı Avrupa’ya oldukça benzer “merkez” kapitalist gelişimi taklit etmesini sağlamıştır. Bu süreç, ilk kez, çok kutuplu bir kıta ekonomisinin coğrafi entegrasyonunun, muazzam derecede zengin kaynak temeli ile mümkün kılınmıştır (Moore, 2002; 177).

Tarihsel açıdan, tıpkı İngiltere’de olduğu gibi, ilk harekete geçen endüstrinin Yeni İngiltere’deki (New York) dokumacılık olduğunun ve tıpkı çok sayıda Avrupa ülkesinde olduğu gibi, endüstrileşmenin yerleşik hale helmesinin 1865 yılı ile 1873 bunalımı arasındaki demir yolu inşaatı patlamasıyla çakıştığının fark edilmesi ilginçtir. Önemli olan, kendi mekânının coğrafyasını etkilemeye hiç ara vermeyen Amerikan başarısının azameti, gelecek

97 hayatı haber veren bazı kazanımların niteliği, kendiyle sürekli kopuş içinde olan kapitalizmin uyum çabaları, Avrupa emek gücünün gelişi, Batı’nın inşası gibi, endüstrinin ve devasa kentlerin kurulması da bir tek Amerika’nın marifeti olmamıştır. Bu baş döndürücü insani ve maddi ilerleme, pek de uygun olmayan bir ifadeyle, “Amerikan yaşam tarzı denilen” bu eski uygarlığın içine olabildiğince yerleşmiştir. Amerika 1880’lere kadar aldığı İngiliz ve İskoç göçmenlerle, 1914’lere doğru çoğunluğu oluşturan Protestan nüfusu, artan Katolik göçleriyle azalmaya başlamıştır. Bu göçmenleri, tarımsal Batı kesimi, kentleşmiş ve Endüstrileşmiş Doğu kesiminden daha yüksek oranda özümleyecek değildir. Doğu kesimi bu göçler nedeniyle dönüşecek, ama altüst olmayacaktır. Daha doğrusu örneğin 1880’ler civarında ve sonrasında kentlerde ve kırlarda bu göçlerin etkisi az olacaktır. Yeni gelenleri kabul eden Amerika’nın, atılımlarının zirvesinde olan kentleri, endüstrileri şaşırtıcı bir terbiye ve ikna etme gücü vardır (Braudel, 2006; 513, 514).

İç savaştan sonra milyonlarca yerleşimci Batı'ya akmıştır. 1860 ve 1900 yılları arasında çiftlik sayısı 2 milyondan 5,7 milyona çıkmış ve ekili araziler 407 milyondan 838,5 milyon dönüme çıkarılmıştır (Shannon, 1968; 51). Bu nedenle kitle piyasası kısmen kentlidir.

Henüz 1910 yılında, 1. Dünya Savaşı ile değişmesine rağmen, ülke nüfusunun çoğunluğu hala kırsal bölgelerde yaşamaktadır (Walton, 1996; 102). Kitle piyasası hala genel ölçüde bir kırsal depodur (Page ve Walker, 1991; 309).

Dünyadaki tahıl üreticilerinin aynı rekabetçi pazara entegre edildiği bir durumda, Amerika’nın tarımın ihracat artışı, 1870'lerde İngiliz öncülüğündeki patlamanın tekrarı gibi, Avrupa'da tarımın hızla artmasına neden olmuştur. 1870'ler ve 1880'lerde, "Avrupa'daki yerli ürünlerden daha düşük fiyatla satılan Amerikan buğdayı, Avrupa köylü tarımında bir krize yol açmış, aynı zamanda bu krizin neden olduğu geçimsizlikten dolayı göç eden Avrupa köylülerine Amerikan kırları yeni bir geçim kaynağı yaratmaya başlamıştır (Wolf, 1982;

319). Kriz Doğu ve Orta Avrupa'da oldukça ağırdır (Potts, 1990; 132). Bu kriz dolayısıyla 1880 ile 1920 arasında Amerika'ya 23,5 milyon göçmen gelmiştir (Agnew, 1987; 52). Öyle ki, güneydoğu Avrupa’dan gelen göçmenler, bu yüzyılın başında “Amerikan endüstriyel ekonomisinin olmazsa olmazı haline” gelmiştir (Montgomery, 1980; 210).

Böyle bir ekonominin yaratılması, ulusal ekonomi ve dünya ölçeğinde kent ve kır

98 arasındaki daha derin ve geniş bir işbölümüne dayanmaktadır. Kentleşme gelişmiş kapitalist dünyaya doğru ilerleyen hızlı bir tempoda sürmüş ve iki ana gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Birincisi, tarımsal pazarların küreselleşmesi ve ardı ardına gelen “tarım devrimleri” ile karâkterize edilen daha uzmanlaşmış ve sermaye yoğun tarım biçimlerine doğru kayma, ikincisi tarımsal mülksüzleşme dalgaları ve kırsal el sanatlarının yıkımı ve büyük ölçekli sanayinin daha büyük ulusal pazarlar ve ikinci sanayi devriminin teknolojileri altında yayılmasıdır (Hobsbawm, 1987; 342-343).

Amerika’nın kapitalist gelişimdeki ilk atılımı, ağırlıklı olarak tarımsal bir ekonominin içerisinde yer almaktadır. Zira Amerika’nın 1880’den bugüne sıçramalı değişimini belirlemeye endüstrileşme kelimesi yetmez. 19. yüzyıl veya adeta 19. yüzyıl boyunca esas itibariyle tarımsal bir ülkedir (Braudel, 2006; 502,512). Rakiplerinin aksine, Amerika hemen büyük bir sanayi gücü ve büyük bir tarımsal ihracatçı olmuştur. Tarımın derinleşen ticarileşmesi, kitlesel üretim tekelci kapitalizmine geçişi sağlayan ulusal ekonomide yeni bir kapitalist işbölümü ileri sürmüştür. "Nüfusun büyük kısmı çiftliklerde ya da küçük kasabalarda yaşadığı sürece, meta üretimi, genişlemesini sınırlayan bir engelle karşılaşmıştır" (Braverman, 1974; 272). Diğer şeylerin yanı sıra, artan tarımsal üretkenlik, ülkenin işgücünün tarımdan uzak bir şekilde yeniden tahsis edilmesine izin vermiştir. Tarım 1870'de ABD işgücünün yarısından fazlasını işgal ederken, payı 1910'a kadar üçte birinden daha azına düşmüştür (White, 1991; 244).

Tablo 1: Tarım ve Endüstri Ürünlerinin Değerleri (milyon dolar) Yıllar 1880 1899 1909 1919

Tarım 2,4 4,7 8,5 23,7 Endüstri 9,3 11,4 20,6 60,4 Kaynak: Braudel, 2006; 513

Tablo 2: Kırsal Nüfus (milyon kişi ve yüzde olarak) Yıllar 1880 1899 1909 1919 1950 Nüfus 32,9 39,3 41,6 44,6 _ Yüzde 65 51,7 45,3 36,4 15,6 Kaynak: Braudel, 2006; 513

Tablo 1’de tarımın ekonomideki payı yıllara göre artarken, ve Tablo 2’de görüldüğü gibi kırsal nüfus yıllara göre artarken toplam nüfustaki kırsal nüfus yüzdesi düşüş göstermektedir. Ancak kırsal nüfusun yüzdelik olarak düşüşü, endüstrinin üretimdeki payının

99 artışıyla da açıklanabilir. Kırsal Amerika, çoğunlukla Amerika kaynaklı ve küresel ekonomiden kaynaklanan değişimden etkilenmektedir. Ülkenin en büyük kentlerinin, kırlar üzerindeki kültürel, ekonomik ve politik hegemonyası geçtiğimiz yüzyılda açıkça görülmektedir. 1900 yılında, Amerikalıların %50’sinden fazlası kırsal bölgelerde yaşamaktayken, küçük kasabalar (nüfusu 2,500'den az), açık kırsal alanlar ve çiftlikler olarak tanımlanmaktadır. Bugün, Amerikalıların %80'inden fazlası kentsel alanlarda yaşamakta, tek başına en büyük on metropol alanı, %25'ten fazla Amerikan nüfusunu barındırmaktadır.

Amerika nüfusunun kırsal kesimi zamanla azalırken, kırsal bölge sakinlerinin sayısı herhangi bir büyük değişim yaşamadan yaklaşık 50 milyonda nispeten sabit kalmaktadır (Litcher ve Brown, 2011; 566).

Amerika’da kapitalist tarımın dönüşümü, “evrensel pazar”ın yaratılmasında belirleyici bir an oluşturur (Braverman, 1974; 271-283). Gıda işleme sürecinin hızla artması, tarımsal genişlemenin önüne geçerek, Orta batı endüstrisinde yüzyılın ortasında önemli hale gelmiştir. Et paketleme endüstrisinin dağıtım hattı 1830'larda harekete geçmiştir (Cronon, 1991; 211, 229, 243). Bu tür tarımsal sanayileşmenin toplumsal temeli, 1780 ve 1790'ların tarımsal sınıf mücadelelerinde daha önce de yaşanmıştır. Bu durum Amerika’da ilkel birikimin, “Whisky İsyanı” gibi vergilendirmeye karşı çiftçilerin altüst olma yenilgisiyle dramatize ettiği kritik an gibidir. Kapitalist çıkarların Kuzey'deki geçim kaynaklarına dayalı serbest tarımın zaferiyle, 1840'lar ve 1850'ler boyunca, Kuzey ve Orta batı çiftçiler, ev üretimini çeşitlendirmek yerine, meta üretimine giderek daha fazla bağımlı hale gelmiştir.

Bu ticari oryantasyon, 19. yüzyılın ortalarında Amerika'yı ele geçiren devasa demiryolu inşaatının temelini atmıştır. Demiryolları, hasatları kentsel pazarlara taşımış ve harman ve biçme makineleri gibi üretici, giyim malları gibi tüketim mallarıyla geri dönmüştür. Sanayide olduğu gibi, daha entegre ulusal ve uluslararası pazarlar yaratarak, demiryolları Amerikan çiftçilerinin karşı karşıya kaldığı rekabetçi baskıları yoğunlaştırmış ve bu baskılarla yeni güvensizlikleri beraberinde getirmiştir (Moore, 2000; 194).

Kuzey ve Orta batıdaki tarımsal hane halklarının giderek artan bir şekilde meta üreticileri olduğu gibi, bölgelerarası eşitsizlik keskin bir şekilde artmıştır. Bütün bölgeler, imalatçı işçilerin sayısıyla ölçülen bazı sanayileşmeler görmüştür. Ancak, özellikle bir tarafta Orta Batı ve Kuzeydoğu arasında, bir yandan da Güney ve uzak Batı'nın başlıca madencilik

100 ve tarımsal ekonomileri arasında muazzam bir eşitsizlik vardır. Eski bölgelerdeki işgücünün üçte biri ila yarısı 1910 yılına kadar üretimde istihdam edilirken, ikinci bölgelerin yalnızca dörtte bir ila çeyrekte biri arasındaki bir nüfus sanayide istihdam edilmiştir. 1910'da Kuzey sanayi bölgeleri Amerika nüfusunun %48'ini oluşturmaktadır, zira üretimin %68'inden sorumludur. Güneyli vatandaşlar, özellikle zayıf bir şekilde kaynaklarından arındırılmış ve bu yüzden ulusal ekonominin en geri kesimi olarak bir sorun haline gelmiştir. Batıya doğru genişlemesine rağmen, Güney'in ulusal birincil sektör istihdamındaki payı XIX. yüzyılda yükselmeye devam etmiştir (Agnew, 1987; 110-111). Ayrıca, Güney pamuk ihracatı, sanayi mallarına yönelik fiyatları arttıran gümrük engelleri sayesinde, Kuzey’in ekonomik genişleme sürecini sağlama almıştır (Agnew, 1987; 114).

İngiltere'nin Mısır Yasalarının yürürlükten kaldırılmasından sonra, dünya tahıl piyasası, çoğu sınır bölgelerinde yer alan üreticiler tarafından sağlanan hızlı bir büyüme yaşamıştır. Dünyanın önde gelen buğday üreticileri olan Rusya ve ABD, 1840 ile 1870 yılı arasında 8 ila 20 kat fazla buğday ihraç etmiş ve Amerika’nın dünya buğday ihracatı 1873 ile 1929 arasında altı kat artmıştır (Hobsbawm, 1975; 191).

Hamilton (2006, 666-667) 1930'lardan 1970'lere kadar kırsal kesimde yaşayan üreticilerle kentsel tüketiciler arasındaki teknolojik, politik ve kültürel ilişkilerin nasıl yeniden yapılandırdığını göstererek, yirminci yüzyılın ortalarında Amerikan kapitalizminin radikal bir dönüşümünün kırsal köklerini ortaya koymaktadır. Karayolu taşımacılığı, “New Deal” politikalarının, merkezi bir otoriteye, düzenlenmiş bir piyasa ve kolektif toplumsal değerlere geçiş için bir altyapı sağladığından bahsetmektedir. Birey yönlü piyasa düzenlemeleri, 1930'lardan 1970'lerin sonlarına kadar, düşük fiyatlı gıda için tüketici talebi, çiftçilerin yüksek meta fiyatlarına ilişkin talepleri ile birleştiğinde, federal hükümet, gıda işletmelerini, bağımsız “kargo şirketleri” tarafından yönetilen uzun mesafeli taşımacılığa itmiştir. Bu araştırmaya göre, “Gıda sektörünü özelleştirme girişimleri, Batılı et paketleyicileri ve diğer tarımsal işletmelerin, “serbest girişim”, düşük ücretler ve hazır biftek, sürahi süt ve dondurulmuş portakal suyu gibi mallar için karşı konulamaz derecede düşük tüketici fiyatları adı altında hükümet düzenlemelerini ve işçi sendikalarını parçalamaya kararlıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası karayolu taşımacılığı temelli gıda ekonomisi, düşük tüketici fiyatları uğruna kırsal Amerika'nın toplumsal dokusunu çözmeye başlamıştır.

101 Amerikan kapitalizminin gelişiminde bir diğer atılım süreci iki dünya savaşı arasında ve sonrasında İngiltere'nin ekonomik bunalımı, Birleşik Devletler'in Latin Amerika ve Asya'nın bazı bölgelerinde dış yatırımcı ve mali aracı olarak İngiltere'nin yerini alma sürecini hızlandırmıştır. Bu sayede yurt dışında üretilen gelirler üzerinde Amerikan hak iddiaları ile yurt içinde üretilen gelirler üzerindeki yabancı sermaye hak iddiaları hemen hemen eşitlenmiştir (Arigghi, 2016; 401, 402). Yurt içi ve yurt dışında yatırım dengesinin sağlanmasıyla birlikte, Amerika büyük bir refah dönemine girmiştir. Büyüyen bir serbest girişim ülkesi olarak Amerika, darlık sorunu gidermeye, kendi yurttaşlarının yanı sıra diğer ülkeleri de kalkındırma yolunda bir modernleşme tanımı altında bir dizi strateji gerçekleştirmiştir (Dobb, 2007; 290). Amerika Birleşik Devletleri tamamıyla gelişmiş bir ulus devletten daha fazla bir şey ifade ederek kıta ölçeğinde ve kıtalar arası ölçekte askeri ve sınai gücün birleşimini sağlamıştır. Bu güç kendi toprağının büyüklüğünü, yalıtılmışlığını ve doğal kaynaklarını birleştirerek Amerikalı kapitalist sınıfına, İngilizlerin kendi kapitalist sınıfına yapmış olduğu gibi, sadece korunma ve üretim maliyetlerini içselleştirme olanağı sağlamakla kalmamış, aynı zamanda sermaye genişlemesinin üzerine kurulu olduğu piyasalarda işlem maliyetlerini de içselleştirmiştir (Arrighi, 2016; 327).

Amerika'nın ulusal kalkınması ve azgelişmiş ülkelerin ulusal kalkınma süreci modernleşme paradigması çerçevesinde belirlenmiştir. Modernleşme paradigmasıyla birlikte kalkınma süreci, geleneksel yapıdan moderne doğru uzanan evrimci ve doğrusal bir gelişme çizgisi olarak tanımlanmıştır. Bu sürecin başlangıcı tüm toplumlar için evrensel olduğu savlanan geleneksel yapı oluştururken, ulaşılması hedeflenen modern toplumun nitelikleri, günümüz gelişmiş sanayi toplumlarında var olan normatif ve kurumsal yapı ile özdeşleştirilmiştir (Ersoy ve Şengül, 1997; 70).

Amerikan ulusunun modernleşme paradigması diğer ulus devletlerde de kır-kent ilişkisini dönüştürmüştür. Bu bağlamda Amerika'da ve diğer ulus devletlerde sanayileşen kentlerin ihtiyaç duyduğu işgücü kırsaldan sağlanmıştır. Bu nüfus dönüşümünün nedenleri ve sonuçları Benanav ve Cleg (2010) tarafından şöyle açıklanmaktadır.

İsterseniz öncelikle işe önceki altın çağın kabaca 1950-1973 yılları arasında gerçekleşen mucize yıllarının, yalnızca bir dünya savaşına ve devlet harcamalarındaki muazzam yükselişe değil aynı zamanda nüfusun tarihte hiç görülmemiş bir şekilde tarımdan

102

sanayiye aktarılmasına bağlı olduğunu hatırlamakla başlayalım. Tarımsal nüfus yeni sanayileşme dalgası için ucuz emek kaynağı sağladıklarından bunların “modernleşme”

arayışı açısından güçlü bir silah kaynağı olduğu ortaya çıkmıştı. 1950 yılında Almanya’da iş gücünün %23’ü, Fransa’da %31’i, İtalya’da %44’ü ve Japonya’da %49’u tarımda istihdam ediliyordu. 2000 yılına gelindiğinde hepsinin, tarımsal nüfusu %5’in altına düştü.

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın erken dönemlerinde kitlesel işsizlik ortaya çıktığında sermaye kentteki proleterleri tekrar toprağa göndererek veya kolonilere yollayarak baş ediyordu.

Geleneksel merkezdeki köylülüğün ortadan kaldırılması üzerine bir de aynı dönemde sömürgeci genişlemenin sınırlarına erişilince sermaye elindeki geleneksel toparlanma mekanizmalarını kendi kendisine kaldırmış oldu (Benanav ve Cleg, 2010: 585).

Amerika'da gerek kentsel sanayileşme düzeyi gerekse yeşil devrim ile birlikte kırsal sanayileşme düzeyi kır kent ayrımının ötesinde, artık kırsal hinterlandın kent tarafından yutulduğunu göstermiştir. Kırsal hinterlandın kent tarafından yutulması ile birlikte mal akışını sağlayan ilişkiler ağı görünmez kılınmıştır. Kırsal, kent pazarlarıyla olan bağını güçlendirdikçe, kentin belleğinden silinmeye başlamıştır. Kent pazarları, hem kent ile kır arasında yakınlaşan ilişkiyi beslerken, hem de bu ilişkinin kendisini mümkün kılan doğal varlıklara borcu gizlemiştir. Tahıl tarlalarda, kereste ormanlarda, et meralarda üretilirken, kent pazarları yoğunlaşıp onu besleyen hinterlant genişledikçe, kente gelen malların kökenini görememek kolaylaşmıştır. Kentin kırsalla olan ticaret ilişkisi karartıldıkça, kentin onu çevreleyen kırsal sayesinde var olduğu da unutulmuştur (Connerton, 2011; 53).

3.2.4. Ulus Devlet-Ulusötesi Sermaye Diyalektiğinde Kırsal Mekân Temsili