• Sonuç bulunamadı

1.2. Erken Dönemde Ortodoksi ve Heterodoksi Tartışmaları

1.2.1. Ortodoks Anlayışın Oluşması

Ortodoks kavramı Hıristiyanlık içerisindeki bir mezhebin ismi olarak ele alındığında genel manada Bizans İmparatorluğu’nun devlet kilisesi şeklinde gelişim gösteren cemaati ifade eder (Gündüz, 2017a: 380). Ancak dinsel geleneklerde ordodoksi kavramı, merkezi öğretileri savunan akımları tanımlamada kullanılan bir terimdir. Ortodoks anlayış tabiri ile kastedilen de Hıristiyanlık teolojisinin, inanç kültürünün sistemleştiği anlayıştır.

Ortodoksi doğru görüş anlamına gelir ve İsa ile havarileri tarafından savunulan, dünyaya ilk neslin Hıristiyanları tarafından yayılan ve her dönem inananların büyük çoğunluğunun onayladığı öğretileri temsil eder. Ortodoksi genellikle yaygın olarak kabul gören anlayış için kullanılmıştır. Doğru öğretiyi savunduğunu ve doğru teolojik anlayışın temsilcisi olduğunu iddia eden ve söz konusu iddiasını, çoğunluğu peşine takarak veya siyasal gücü elde ederek perçinleyen yapı ortodoks olarak tanımlanmıştır (Gündüz, 2004: s. 10). Buna karşın, Hıristiyan olduğunu iddia eden ancak bu öğretinin herhangi bir noktasını reddeden veya onu önemli ölçüde değiştirenler heretik veya heterodoks olarak adlandırılır ve sapkınlığı temsil ederler.

Sapkınlık (heterodoksi veya heresi), ya Yahudi çevrelerinden ya da pagan filozofların öğretilerinden alınan fikirlerle Hıristiyanlığın orijinal öğretilerinin kirlenmesini ifade eder (Ehrman, 1996: 6).

Teolojik veya Kristolojik tartışmalar soncu ortaya çıkan anlayışların Ortodoksi veya Heterodoksi olarak kabul edilmelerinde genel kanaat, mevcut anlayışların çoğunluğu sağlayabilmeleri veya bu anlayışların egemen güç odakları ve devlet otoritesi ile olan münasebetleri olmuştur. “Ehrman’ın açıkladığı gibi, sonunda Ortodoksi olarak görülen ve zıt görüşlere karşı bir tür ruhsal hoşgörüsüzlüğe sahip olan grup, sosyal dışlama, ekonomik baskılar ve siyasi işlemler gibi güç noktaları aracılığıyla toplumsal egemenlik kazandı.”

(Hartog, 2015: 3). Sözü edilen bakış açısına göre Ortodoksi, genellikle yaygın ve devlet otoritesince desteklenen anlayış için kullanılmıştır. Ortodoks olarak kabul edilen bu anlayışın karşısında kalan düşünce ise Heterodoksi veya Heretik olarak görülmüştür. Ancak Hıristiyanlık tarihinde geçmişten günümüze Ortodoksi-Heresi ayrımında ortodoks anlayışın benimsenmesinde çoğunlukta olup olmamadan daha ziyade mevcut anlayışın siyasal irade tarafından kabul edilip edilmemesi kriter olarak benimsenmiştir. Dolayısıyla ortodoks anlayışın dışında olduğu düşünülen heterodoksal akımlar da zaman zaman oldukça büyük kitleleri bünyesinde barındırmıştır. Hatta bazı bölgelerde heretik grupların sayısı Ortodoksi grupların sayısını aşmıştır (Hartog, 2015: 2). Nitekim bir dönem Nesturilik çoğunluk teşkil etmesine karşın daha sonra heretik sayılarak büyük ölçüde yok edilmiş ve azınlık durumuna sokulmuştur (Albayrak, 2005: 108).

Hiç şüphesiz ortodoks anlayışın yerleşmesi birdenbire gerçekleşmemiştir. Uzun yıllar hatta yüzyıllar boyunca inananlar, dinin Teolojisi ve Kristolojisi üzerinde tartışmışlardır.

Nitekim Hıristiyanlık iman ikrarı (credo)’nın belirlenmesinin ve inanç sisteminin son şeklini almasının 4. yüzyılda, 325 İznik konsili’ne kadar uzanması, Ortodoksi-Heterodoksi mücadelesinin ne denli bir boyuta sahip olduğunun göstergesidir. Hıristiyanlıkta bir grubun kendisi için ortodoks unvanını seçtiği ve muhalefeti heterodoksi olarak adlandırdığı dönem 4.

yüzyıl olarak kabul edilir (Ehrman, 1996: xii). Bu süreç boyunca inananlar mevcut dinin muhtelif konuları üzerinde görüşlerini açıklamış ve ortaya birtakım tezler koymuşlardır. Ortaya konulan tezler etrafında tartışmışlar, süregelen tartışmalar neticesinde üstün çıkan grup kendisini Ortodoksi olarak konumlandırmış ve kendi bakış açısına göre dinin temel teolojik argümanlarını belirlemiştir.

Ortodoks anlayışın temellerini oluşturacak olan mücadelenin ilk örnekleri henüz 1.

yüzyılda Pavlus’un mektuplarında görülmektedir. Hıristiyanlığın ilk yıllarında Pavlus’un yazdığı mektuplarda farklı düşünce ve inanç sahiplerine yönelik dışlayıcı tutum dikkat çeker.

Pavlus bahsi geçen mektuplarında kendi oluşturduğu teoloji ve kristoloji anlayışını merkeze koyarak bu anlayışın dışında düşünen kilise ve cemaatlere karşı inananları uyarmaktadır.

Örneğin Galatyalılar’a yazdığı mektupta: “Ne var ki, İsa Mesih’te sahip olduğumuz özgürlüğü el altından öğrenmek ve böylece bizi köleleştirmek için gizlice aramıza sızan sahte kardeşler vardı.” (Galatyalılar, 2/4-5) diyerek bazı inananları sahte kardeş ilan eder. Pavlus’un burada kastettiği kimseler kurtuluş için sünnetin zorunlu olduğunu savunan kimselerdir (MacDonald, 2002: 448). Bir başka yerde Pavlus, Milet’ten Efes’e haber yollayarak inananlar topluluğunun ihtiyarlarını yanına çağırtır ve onlara:

…Ben gittikten sonra sürüyü esirgemeyen yırtıcı kurtların aranıza gireceğini biliyorum. Hatta öğrencileri kendi peşlerinden sürüklemek için sizin aranızdan da sapık sözler söyleyen kişiler çıkacak…

(Elçilerin İşleri, 20/29-30).

der. Bir diğer mektubunda ise:

Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının! Çünkü gerçek sünnetliler, Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih İsa’yla övünen ve benliğe güvenmeyen bizleriz (Filipliler, 3/2.).

demektedir. Pavlus Titus’u Girit’e gönderirken oraya görevli olarak ataması gereken kişinin özelliklerini saydıktan sonra şöyle der:

Çünkü asi, boşboğaz, aldatıcı birçok kişi vardır. Özellikle sünnet yanlıları bunlardandır. Onların ağzını kapamak gerek. Haksız kazanç uğruna, öğretmemeleri gerekeni öğreterek bazı aileleri tümüyle

yıkmaktadırlar. Kendilerinden biri, öz peygamberlerinden biri şöyle demiştir: «Giritliler hep yalancı, azgın canavarlar, tembel oburlardır.» Bu tanıklık doğrudur. Bu nedenle, Yahudi efsanelerine ve gerçek yoldan sapan kişilerin buyruklarına kulak vermemeleri, sağlam imana sahip olmaları için onları sert bir şekilde uyar. Yüreği temiz olanlar için her şey temizdir, ama yüreği kirli olanlar ve imansızlar için hiçbir şey temiz değildir. Çünkü onların hem zihinleri hem de vicdanları kirlenmiştir. Tanrı’yı tanıdıklarını ileri sürer, ama eylemleriyle O’nu inkâr ederler. Söz dinlemeyen, hiçbir iyi işe yaramayan iğrenç kişilerdir (Titus, 1/10-16).

İfade edilen örneklerde görüldüğü gibi Pavlus, ortaya attığı teolojik doktrinleri savunmak ve meşrulaştırmak adına mektuplarında ağır bir dil kullanmakta, kendi argümanlarının doğruluğunu pekiştirmek adına kendisinin sınırlarını çizdiği teolojik sistemin dışında farklı teolojik düşünceye sahip olanlara itibar etmemelerini inananlardan istemektedir.

Hatta bu söyleminde o kadar ileri gitmektedir ki Galatyalılar’a mektubunda,

Biz ya da gökten bir melek bile, size bildirdiğimiz müjdeye ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum, bir kimse size, kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun! (Galatyalılar, 1/8-9).

demektedir.

Aynı söylem Petrus’ta da görülür:

Ama İsrail halkı arasında sahte peygamberler vardı, tıpkı sizin de aranızda yanlış öğreti yayanlar olacağı gibi. Bunlar kendilerini satın alan Efendi’yi bile inkâr ederek gizlice aranıza yıkıcı öğretiler sokacaklar.

Böyleleri ani bir yıkıma uğrayacaklar (II. Petrus, 2/1).

Günümüz Hıristiyanlık anlayışının mimarı olarak kabul edilen Pavlus’un, kendi dinsel düşüncesini teolojik sistemin merkezine konumlandırırken takip ettiği metot, izlediği yol ve ortaya koyduğu çaba zamanla onun teolojik sisteminin Ortodoksi olarak tanımlanmasında etkili olmuştur. Bir başka ifadeyle, Pavlus’un belirlediği dinsel sistemin zamanla Ortodoksi olarak kabul edilmesinde uluslara yazdığı mektuplar, yaptığı misyon yolculukları ile inananları devamlı baskı altında tutmasındaki gayreti etkili olmuştur. Pavlus’tan sonra onu takip edenlerde de heretiklere karşı tutumun artarak devam ettiği görülür. Mesela Irenaeus42 kaleme aldığı Adversus Haereses (Against Heresies – Sapıklığa Karşı)43 isimli eserinde başta Gnostikler ve

42 Liyon psikoposu. Kilise babası olarak kabul edilir. Yaşadığı tarihler kesin olarak bilinmemekle birlikte 2.

yüzyılın ilk yarısı içerisinde doğduğu kabul edilir. Geniş bilgi için bakınız: Poncelet, 1910.

43 “Yaygın olarak Adversus Haereses adı verilen “Yanlış Bilginin Saptanması ve Devrilmesi” başlığıyla kaleme alınmış beş kitaptan oluşan bir inceleme. İfade edilen çalışmanın çok eski bir Latince çevirisi mevcuttur. Söz konusu eser, Irenaeus'un baş yapıtı ve en büyük öneme sahip eseridir. Eser sadece Gnostisizm'in farklı biçimlerini değil, aynı zamanda çeşitli Hıristiyan topluluklarında ortaya çıkan başlıca sapkınlıklar konusunu da içerir ve bu nedenle en eski dini edebiyat alanında başlangıcından sonuna kadar paha biçilmez bir bilgi kaynağıdır” (Poncelet, 1910).

Marcioncular olmak üzere o dönemde sapkın olarak düşündüğü diğer Hıristiyan mezheplerini hedef almıştır (Heide, 2012: 15). Erken dönemde Hıristiyanlığı savunmak adına apolojist kilise babalarının kaleme aldıkları eserler de bu konuda örneklik teşkil eder.44

Mevcut süreç içerisinde heterodoks olarak görülen akımları ortodoks anlayıştan ayıran özellikleri, onların heretik düşünce sistemlerine ve inanış biçimlerine sahip olmalarının yanı sıra farklı İncil metinlerine ve Ortodoksi tarafından apokrif ilan edilen diğer dinsel metinlere sahip olmalarıdır. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında Ortodoksi ve Heterodoksi arasındaki bu mücadele neticesinde sözü geçen heretik grupların birçoğu tarihsel süreçte yok olduğu halde, bir kısmı günümüze kadar varlığını sürdürmüştür (Gündüz, 2004: 12). Ancak ifade etmek gerekir ki ortodoks anlayış tarafından apokrif olarak nitelenen dini metinler o dönemde belki de büyük çoğunluğu oluşturan ancak sonraki dönemlerde heretik ilan edilen grup tarafından kutsal metin olarak kabul edilmekte ve dini bir referans olarak hayatlarına yön vermekteydi.45