• Sonuç bulunamadı

Ortadoğu’nun Genel Olarak Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Yapısı

4. ORTADOĞU’NUN ENERJİ GÜVENLİĞİ AÇISINDAN ÖNEMİ

4.2. Ortadoğu’nun Genel Olarak Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Yapısı

Stratejik coğrafyası ve barındırdığı enerji kaynakları ile tüm dünya devletler için önem taşıyan Ortadoğu, aynı zamanda üç büyük semavi dinin doğduğu ve dünyaya yayıldığı, farklı medeniyetlerin ve kültürlerin buluştuğu bir bölge olma özelliğine de sahiptir. Mısır, Filistin ve Hicaz üç büyük semavi dinin doğduğu ve geliştiği yerlerdir.

8 Bölgenin siyasi ve sosyo-ekonomik yapıları birbirlerinden farklılık göstermektedir. Tüm ülkelerin ekonomik yapısını açıklayabilmemiz için detaylı analiz gerekmektedir. Bu durum tez konusunun dışına çıkaracağından, çalışmamızda enerji güvenliği kapsamında özellikle Ortadoğu’da enerji kaynaklarından zengin ve enerji transit yolları üzerinde olan ülkeler göz önünde bulundurularak genel bir değerlendirilme yapılmıştır. Ayrıca enerji güvenliği politikaları açısından çalışmanın 5. Bölümünde ülke bazında incelemeler yer almaktadır.

58 Bu yüzden Ortadoğu, çeşitli kültürlerin ve evrensel üç büyük dinin aynı yerlerde doğmasından dolayı dünya nüfusunun çoğunun hac için uğradığı beldeleri barındırmaktadır. Ortadoğu’yu oluşturan ülkelerin hemen hemen hepsi Müslüman toplumlardan olup çoğunluğunu, Sünni ve Şii Mezhepleri oluşturmaktadır (Dursun, 2005: 1241, 1242). Bölgede Hristiyanlık dininde de mezhep bölünmeleri olmuştur.

Ayrıca Nasturilik ve Yahudiliğin karışımı olan Yezidiler, Zerdüştlük gibi inançları benimseyen toplumlar da yaşamaktadırlar (Erdem ve Erdem, 2013: 223).

Etnik, dini ve kültürel açıdan oldukça çeşitli nüfus yapısına sahip olan Ortadoğu, Samiler, Hint-Avrupa grubuna mensup olanlar ve Turanî grubu olmak üzere üç ana etnik gruptan oluşmaktadır. Samiler, Araplar ve İbraniler olarak iki ana kola ayrılırken, Kaldeliler, Süryaniler, Akkadlar, Babilliler ve Asuriler bir etnik grubu oluşturur.

Araplar, tüm gruplar içerisinde çoğunluktadır. İbraniler Samilerin ikinci kolunu temsil etmektedir. Hint Avrupa grubu ise, içerisinde İranlılar, Ermeniler, Kürtler ve Rumlar ile bazı küçük toplumlardan oluşmakta olup, ikinci büyük grupta yer almaktadırlar. Turani grubunu Türkler oluşturmakta olup, çoğunluğu Türkiye’dedir. Azınlık olarak İran, Irak ve Suriye’de yaşamaktadırlar (Dursun, 2005: 1241-1242). (Son yıllarda yaşanan Suriye İç Savaşı, PYD ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin baskısından sonra, bu ülkelerde bu nüfusun çoğu ya hayatını kaybetti ya da başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelerde mülteci olarak göç etmişlerdir).

Ortadoğu ülkelerinin nüfus yapısı diğer gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında genç bir nüfusa sahip olup, nüfusun yaklaşık üçte biri 15 yaşın altında seyretmektedir.

Üretimin temel faktörlerinden olan emeğin bir ülkenin ekonomisinde önemli bir yeri olduğu göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu genç nüfus potansiyeli ile gelişmiş ülkelere oranla daha iyi durumdadır. Ancak söz konusu nüfusun niteliği öne çıktığında beşeri yapının iyi değerlendirilememesinden dolayı sosyo-ekonomik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. “Öte yandan, Ortadoğu ülkelerinin nüfus artış hızı, dünya ortalamasının (yaklaşık olarak yüzde 1.2) üstündedir, gelişmiş ülke ortalamasının (yaklaşık yüzde 0.7) ise daha da üstünde olan yaklaşık yüzde 1.7’lik nüfus artış hızı, kişi başına sermeye birikim hızını yavaşlatarak ekonomik kalkınmanın önünde bir engel teşkil etmektedir. Yüksek nüfus artış hızı her şeyden önce kişi başına ulusal gelirin yeterli bir hızda yükseltilmesini zorlaştırmaktadır” (Öztürkler, 2009: 70).

59 Ortadoğu ekonomisine bakıldığında ise ekonominin en önemli belirleyicisi yüzyıl önce İpekyolu üzerinden ticareti ve üretimi yapılan ipek, pamuk, tahıl, baharat iken günümüzde yüzyılın hemen öncesi keşfedilen petrol üretimi ve ticaretidir. Aynı zamanda dünya için diğer hayati önem taşıyan doğal gaz rezervlerinin önemli bir miktarının Ortadoğu’da olması petrol kadar önemli ekonomik bir değerdir. Ortadoğu ülkelerinin çoğunun ekonomisi petrole dayanmaktadır, petrol ticaretinin dışında kalan ülkelerin ekonomileri ise tarıma dayanmaktadır (Demircan, 2012: 18). Enerji kaynaklarının ve petrol sanayisi yoğunluklu olduğu Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Bahreyn ve Katar gibi körfez ülkeleri, çoğunlukla petrol ve doğal gaz ihracatından gelirlerini elde etmekte olup, diğer ihtiyaçları olan mal ve hizmetlerin çoğunluğunu ithal etmektedir. Tarım sektörü ulusal gelir hem de istihdam içerisindeki önemli derecede payı olmasına karşın toprak yapısı ve iklime bağlı ürettiği mal ve hizmet çeşitliliği azdır (Öztürkler, 2009: 70). Özellikle, Mısır, İran, Irak, Suriye ve Türkiye dışında genel olarak Ortadoğu toprakları tarıma hemen hemen hiç elverişli değildir. Bu ülkelerde nüfusun yüzde 80-90’ı bu nedenlerle kentlerde yaşamaktadır. Türkiye, İran, Mısır, Ürdün gibi ülkelerde bu oran daha düşüktür (Peköz, 2007: 34).

Tarım ekonomisinde Mısır’da Nil Nehri ve Asuvan Barajı, Türkiye’de Fırat, Dicle ve diğer nehirler önemli kaynakları oluştururlar. Umman, BAE, Bahreyn ve Katar ise petrol gelirlerinin dışında geçimlerini daha çok balıkçılık, çobanlık ve ticarete dayalı sağlarlar. Büyük petrol ihracatçısı olan Irak ve Suudi Arabistan ise tarıma ve göçebeliğe dayanan ekonomileri mevcuttur. Genel olarak BAE, Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi nüfus yoğunluğu düşük ve petrol zengini ülkeler dışında Ortadoğu ülkelerinin GSYİH ve Kişi Başına düşen Milli Gelir oranları düşüktür. Ancak, Kişi Başına Düşen Milli Gelir ve GSYİH oranları gelişmişlik düzeylerine göre ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir (Demircan, 2012: 18). Örneğin Dünya Bankasının 2016 yılı verilerine göre Kişi Başına Düşen Gayri Safi Milli Gelir 2016 yılı itibari ile İran 5.470 dolar, Irak 5.420 dolar, Yemen 1.040 dolar iken, BAE 40.480 dolar, Katar 75.660 dolar Kuveyt 34.890 ve Suudi Arabistan 21.720 dolardır. Aynı şekilde GSYİH’larına bakıldığında 2016 yılı itibariyle Irak 171.5, Bahreyn 32.2, Yemen 27.3 milyar dolar iken İran 419, BAE 348.7, Suudi Arabistan 646.4, Türkiye 863.7 milyar dolardır. Ortadoğu ülkeleri içerisinde en yüksek GSYİH olan ülkelerden Türkiye dışında GSYİH içinde imalat sanayi payı düşük seyretmektedir. BAE’nin GSYİH

60 içindeki imalat sanayi payı %9, İran %12, Suudi Arabistan %13 iken Türkiye %19’dur9 (“wdi.worldbank.org”, 2017b).

Ortadoğu’nun siyasi yapısına bakıldığında, insanlığın var olduğundan bu yana birçok medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması ile birlikte Asur, Babil, Sümer, Akad vs. birçok şehir devletleri ve Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlı Devletleri gibi zamana ve tüm dünyada siyasi varlığını hissettirmiş devletler, bu bölgede hüküm sürmüştür. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla bölgede Fransa ve İngiltere’nin etkisinde kalan Ortadoğu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş döneminde iki süper güç olan ABD ve S.S.C.B’nin askeri ve siyasi müdahaleleri altında kalmıştır (Erdem ve Erdem, 2013: 219).

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu ülkelerinin çoğu Avrupa emperyalizmin altında siyasi ve coğrafi sınırlar çizilerek siyasi, ekonomik ve kültürel egemenliklerin etkisinde suni iktidarlarla yönetilmiştir. Özellikle, Ortadoğu coğrafyası ve siyasi sistemi İngiltere ve Fransa’nın kontrol merkezinde, özellikle Süveyş Kanalı, Basra Körfezi gibi enerji kaynakları ve ticari açıdan önem taşyan stratejik noktalar, gizli antlaşmalarla paylaşılmıştır. Sonraki dönemlerde dünyanın hegemon güçlerin ulusal çıkarları doğrultusunda uluslararası politikalarını yoğunlaştırdığı bir bölge haline dönüşmüştür.

Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası, İngiltere’nin uzak doğudaki sömürgelerine giden yolu güvence altına alma ve Fransa’nın Almanya’nın yeni sömürge alanları arama politikaları gibi, bölgede siyasi faaliyetler artmış ve bu bölgeyi kontrol altına almanın tüm dünyayı kontrol etme anlamını taşıyan politikaların uzantısı olarak, hakimiyet kurma stratejileri bölgeyi istikrarsız hale getirmiştir (Demircan, 2012: 24).

Yayılmacı politikalarıyla sömürgeci devletler, yüzyılların birikimi olan İslam medeniyeti ile özdeşleşen Ortadoğu’nun jeokültürel yapısının değişmesinde önemli rol oynamış, bölgedeki tarihi siyasi, kültürel referanslarını harekete geçirerek Hristiyan ve Yahudilerin siyasi etkinlik alanını genişletmişlerdir. Bu yapıların en bariz örneği Yahudi ve Hristiyan toplumlarından oluşan İsrail ve Lübnan’ın bölgede kurulmuş olmasıdır (Davutoğlu, 2010: 329). Bu dönemde I. Dünya Savaşından sonra İngiltere’nin manda yönetimine geçen Filistin’de İngiltere, Yahudi yurdunu kurmak için zaten demografik olarak altyapıyı oluşturmuş, Filistin üzerindeki manda yönetimi sona ererken bir yandan da İsrail Devleti kurulmuştur (Sander, 1989: 81,82).

9 Bkz. Ek 2 Ortadoğu Ülkelerinin Sosyo-ekonomik Göstergeleri

61 Bölgede böyle yeni ulus-devletlerin kurulması, yeni siyasi, kültürel yapının oluşturulması Osmanlı Devleti’nin dağılması ile hızlanmıştır. Ortadoğu’nun siyasi ve kültürel dokusunun farklılaşmasına, aynı zamanda bölgede zaten var olan aşiret ve mezhep farklılıkları bu yapıdaki farklılığı daha da artmasına neden olmuştur. Bu mikro farklılıklar bölünmelere ve çatışmalara zemin hazırlamıştır (Davutoğlu, 2010: 330). Bu mezhep bölünmeleri ve heterojen dini yapı, zayıf bir siyasi yapıyı beraberinde getirmiştir. Mevcut iktidarların karşısında demokrasinin sağlanması ve güçlü devlet yapılanmasının oluşumu için etkili bir sivil toplum kuruluşu veya siyasi parti gibi muhalif oluşumlar zayıf kalmıştır. Çoğunlukla sömürgeci devletlerin kontrolünde oluşan bu yapay iktidarlar bu nedenle el değiştirmeden varlığını otoriter bir rejimle sürdürmüşlerdir. Otoriter bir rejim, heterojen bir sosyal, siyasi yapı birlik ruhunun önüne geçmiştir

Bu durum, bölgede sürekli isyan, devrim veya iç savaş gibi silahlı çatışmaların kaynağını oluşturmuştur ve bölge üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen hegomonik güçlerin politikalarını kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda bölgenin etnik ve dini topluluklardaki heterojenliği bu güçler, çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır (Erdem ve Erdem, 2013: 222, 223).

Ortadoğu ülkelerinden Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Ürdün ve Umman gibi devletler geniş aileler tarafından yönetilen geleneksel yönetimlerdir. Monark yönetimlere sahip bu ülkelerin çoğunun, çağın gereklerine uygun anayasaları mevcut değildir. Anayasası olan ülkede ise anayasa etkin uygulanamamaktadır (Dursun, 2005:

1264-1266). Hemen hemen hepsinde hanedanlık rejimleri hakim olup, olmayan ülke de de -İran örneğinde olduğu gibi- parlamenter sisteme geçilmiş olsa da tam anlamıyla, demokratik politikalar uygulanamamaktadır. Diğer Ortadoğu ülkelerinden özellikle Basra Körfezi ülkeleri olarak Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Umman tamamen veraset yoluyla el değiştiren krallık ya da emirlik ile yönetilmektedir (Kaya Erdem, 2009: 41).