• Sonuç bulunamadı

2. DEBÛSÎ VE GAZZÂLÎ’NİN DELİLLERDEN HÜKÜM ÇIKARMA

2.1. VAZ‘ OLUNDUĞU MÂNA BAKIMINDAN LAFIZLAR

2. DEBÛSÎ VE GAZZÂLÎ’NİN DELİLLERDEN HÜKÜM ÇIKARMA

124

Hanefî usulcüleri, kelimelerin vaz‘edildiği mâna açısından lafızları; âm, has, müevvel ve müşterek kısımlarına ayırmışlardır. Bu lafzın vaz‘edildiği mâna bakımından yapılan bir ayırımdır. Lafzın vaz‘edilmesi, bir mânayı ifade etmek için belirlenmesidir.

Vaz‘ ile lafız bir ya da daha fazla mâna karşılığında kullanılabilir. Ayrıca muhtelif vaz‘la, farklı mânaları ifade etmek için konulabilir.

2.1.1. Has

Fakihlerin çoğunluğuna göre has, bir tek vaz‘ ile tek bir mânayı ifade etmek için konulmuş lafızdır. Debûsî hassı, “lafızların, nazmın ifade ettiği fertleri (müsemmeyât) kapsaması” başlığı altında ele almıştır. Has, zatı ve anlamı itibariyle sadece tek bir şeyi kapsayan isme denir. Zat kast edildiğinde; “Zeyd” lafzı, özel bir cins kast edildiğinde

“insan, cin, melek” ve özel bir nevi kast edildiğinde “kadın, erkek” kelimelerinin söylenmesi gibidir.508

Gazzâlî hassı, “kapsadığı mâna sebebiyle, diğer mânaların kendisine dâhil olamadığı lafız” şeklinde tanımlamıştır.509 Has li-zâtihî olan sözcük, parçalanmaz bir bütün gibidir. Has li-gayrihî ise, kendinden üstekiler açısından has, alttakilere nisbetleyse âm lafızdır. Misal, “İnsan” lafzı “hayvan” lafzına göre has, “erkek” lafzına göre ise âmdır. Debûsî’nin “zatı ve mânası itibariyle has” şeklinde açıklaması ile Gazzâlî’nin has li-gayrihî ve has li-zâtihî kavramları birbirine yakındır. Gazzâlî has ve âm kelimelerin, anlamların ve fiillerin değil, sadece lafızların ârızî özelliklerinden olduğunu ifade etmektedir. Lafız “Zeyd” sözünde olduğu gibi, ya bizzat hastır. Ya da

“malum” sözünde olduğu gibi mutlak olarak âmdır.510 Veya “el-müminûn” sözünde olduğu gibi izafetle âmdır. “el-müminûn” lafzı, bütün müminlere göre hastır, ancak tek tek müminlere nisbetle âmdır. Çünkü bu lafız müşrikleri değil, müminleri kapsamaktadır.511

Debûsî ve Gazzâlî’ye göre has lafız, mânası açık ve ayrıca bir açıklamaya ihtiyacı olmayandır. Bu sebeple has lafız, vaz‘ edildiği mânaya kesin bir şekilde delâlet

508 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 94.

509 Gazzâlî, el-Menḫûl, s. 162.

510 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 32.

511 a.g.e. , C. II, s. 32.

125

eder ve aksine bir delil bulunmadıkça farklı mânada anlaşılamaz. Has lafız mutlaksa, kendisini kayıtlayacak bir delil olmadığı sürece hüküm mutlakiyet üzerine kalır.

Meselâ, “Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden ötürü sizi sorumlu tutmaz; fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakire yedirmek yahut onları giydirmek, ya da bir köle âzat etmektir. Bunu bulamayan kimse üç gün oruç tutsun”512 âyetinde geçen

“on” ve “üç” kelimeleri has lafız olduğundan delâletleri katidir. Nitekim bu sayılar, ifade ettikleri miktardan az ya da çok başka bir miktara delâlet etmez. Dolayısıyla yemin kefâreti on fakiri doyurmak veya giydirmek, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak ya da imkânı bulunmuyorsa üç gün oruç tutmaktır.513

Debûsî ve Gazzâlî, has ve âm lafızları birlikte ele alıp incelemişlerdir. Çünkü bu iki zıt kavram birbirleriyle bağlantılı olduğundan, birlikte ele alınmaları konunun anlaşılması açısından daha faydalı olmaktadır.

2.1.2. Âm

Debûsî, âm lafız; lafzen ya da manen, isimlerden bir topluluğu kapsayandır, demiştir. “Şey” lafzı gibi. Çünkü “şey” lafzı her mevcut olana isimdir. Her mevcut olana da, başlı başlına bir isim vardır.

Bazıları âm lafzın, isimlerden veya mânalardan bir topluluğu kapsadığını iddia etmişlerdir. Lakin durum bu şekilde değildir. Çünkü mânaların, bir tek lafzın altında toplanması düşünülemez. Ancak mânalar kendi içlerinde ihtilaf ettiğinde düşünülebilir, ama böyle bir şeyin olması durumunda da, mânalar bir ismin altında toplanmamış olur.

Lafzın ismi de bu durumda müşterek olur, zira kendisinde umum ifade eden bir mâna yoktur.514

Âm lafzın hükmüne gelince bazı âlimler, müşterek lafız gibi kendisiyle kast edilen mâna anlaşılana kadar tevakkuf edilir demiştir. Şâfiî de, husus üzerine delil bulununcaya kadar umum üzerine bâki kalır demiştir. Hanefî âlimleri âm lafzın hükmü,

512 El-Mâide, 5/89.

513 Gazzâlî, el-Menḫûl, s. 146, 162; a.mlf. , el-Müstaṣfâ, C. II, s. 32-35, 63-68, 163, 185; Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 94-96.

514 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 94.

126

“emir, nehiy, ya da haber olsun has menzilesinde kesin bir şekilde umum üzerine hükmedilmesidir” demişlerdir. Meselâ Hanefî âlimleri, Fâtiha sûresi okunmadan kılınan namazın caiz olduğunu savunmuşlardır. Zira âyet, “Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun”515 şeklinde âm olarak varit olmuştur. Peygamberin “Fâtihasız namaz yoktur”

hadisiyle, âyeti tahsis de etmemişlerdir. Çünkü bu hadis, her ne kadar has lafız olsa da haber-i vâhid olduğundan, âyeti tercih etmişlerdir. 516

Gazzâlî de, âm lafız hakkındaki tanımlara ve ihtilaflara geniş bir biçimde eserinde yer vermiştir. Ardından Kitabın âm lafızlarının, haber-i vâhid ile tahsis edilmesini ele almıştır. Haber-i vâhid Kur’an’ın âm lafızlarını tahsis ettiğinde, bu mânalardan birinin tercih edilip, kendisiyle amelin caiz olduğunda âlimlerin ittifakı vardır. Lakin bu şekilde bir olayın gerçekleşmesi hususunda muhalefet oluşmuş ve dört farklı bakış açısı ortaya çıkmıştır.517

1- Umumun tercih edilmesi gerekir.

Zira Kitabın âm lafızları kesin bilgi ifade eder, ancak haber-i vâhid zannîdir. O zaman haber-i vâhid, nasıl olur da Kitabın önüne geçebilir! Gazzâlî buna itiraz ederek,

“Husus mahallinin aslının umuma dâhil bulunması iddiası, zayıf bir zandır.” demiştir.

Zira tevakkuf edenler, mücmel olduğu iddiasıyla bunu kabul etmemektedirler. Ayrıca Kitabın aslının kat‘î olması, delalet açısından kesin olmadığı durumlarda bir fayda sağlamamaktadır.518

2- Haberin takdim edilmesi gerekir.

Zira bu konuda Sahâbîlerin uygulamaları aşikârdır. Meselâ, “Kadın, teyze ve halası üzerine nikâhlanamaz.”519 hadisini Ebû Hureyre rivayet etmiştir. Sahâbîler de

“… Bunlar dışındaki kadınlar size helal kılınmıştır.”520 âyetini, bu hadis sebebiyle tahsis etmişlerdir. Aynı şekilde miras âyetini, “Katil, köle ve iki ayrı din mensubu birbirine mirasçı olamaz.”521 şeklindeki Ebû Hureyre’nin rivayetiyle, tahsis etmişlerdir.

Bunun daha sayılamayacak kadar çok örnekleri bulunmaktadır. Ancak bütün bu

515 El-Müzzemmil, 73/20.

516 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 96.

517 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 114.

518 a.g.e. , C. II, s. 115.

519 Müslim, “Nikâh”, 4.

520 En-Nisâ, 4/24.

521 Tirmizî, Ferâiz, 17/4, 425.

127

örnekler, sadece râvi sözünün, Kur’an’ın âm lafzını tahsis ettiğine delil değildir. Çünkü Sahâbîlerin yanında, ravinin doğru söylediğine dair çeşitli alametler vardır. Nitekim Kubâ ehlinin, bir ravinin sözüyle kıbleyi Mescid-i Harâm’a çevirdikleri rivayet edilmektedir. Lakin belki de Kubâ ehli, o kişinin Peygamber döneminde olduğundan yalan söyleyemeyeceğini anlamışlardır. Zira böyle bir durumda o kişi, Peygamber ve arkadaşları tarafından uyarılırdı.522

3- Bu konuda tevakkuf etmek doğru olacaktır.

Kadı Bâkıllânî de bu görüşü savunmuş ve şu şekilde gerekçelendirmiştir: Âm lafız, aslının kat‘î olmasına rağmen delaleti zannî bir delildir. Haber-i vâhid ise, aslının zannî olmasına rağmen anlam hususunda kat‘îdir. Bu iki delil birbirine denk geldiğinden, tercihi gerektiren bir delil de olmadığından tearuz meydana gelir. Başka bir delil aramak gerekir ve bulunmadığında da tevakkuf edilir. Gazzâlî’nin tercih ettiği görüşse, adil kişinin haberinin âm lafza göre daha öncelikli olmasıdır. Nitekim net ve açık olan bir haberde, adil kişiye güvenilir. Bu durum, aynı iki adil kişinin şahitliğine duyulan güven gibidir. 523

4- Âm lafzın, mücmel olması gerekir.

Bunu savunan âlimlerin görüşleri son derece kuvvetlidir. Fakat haber-i vâhidi kabul etmeyip, delil saymayanların görüşleri zayıftır. Çünkü Hz. Ebû Bekir rivayet ettiği, “Biz peygamberler, miras bırakmayız.”524 hadisi sebebiyle, Hz. Fâtıma’ya miras vermemiştir.525

2.1.3. Müşterek

Debûsî’ye göre müşterek, kapsamaksızın isimlerden ya da mânalardan bir topluluğun kendisinde ortak olduğu lafızdır. “Ayn” lafzı gibi, çünkü bu lafız göz, su pınarı ve peşin mal anlamlarına gelmektedir. Bütün bu mânalar, hepsi birden lafzın kapsamına girmemektedir. Lakin lafzın, bu mânaları ayrı ayrı ifade etme ihtimali

522 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 119-120.

523 a.g.e. , C. II, s. 120.

524 Buhârî, “Humus”, 1; Müslim, “Cihâd”, 49.

525 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 121.

128

bulunmaktadır. Ancak bu mânalardan bir tanesi sabit olduğu zaman, diğer mânalar batıl olmuş olur.526

Müşterekin hükmü, aralarında tercihi gerektiren bir delil bulununcaya kadar kendisiyle kast edilenin hak olması dışında, belli bir hükme inanmaksızın tevakkuf edilmesidir. Çünkü ortaklık, eşitliği gerektirmektedir. Eşitlik olmadığı zaman, bu bir ihtimaldir ve ancak kendisine bir beyan olduğunda müracaat edilir.527

Gazzâlî müşterek lafzı, “iki müsemma arasında ortak olan isim” diye tarif etmektedir. Kadı Bâkıllânî ve Şâfiî, müşterek lafzın umum mâna ifade edebileceğini söylemişlerdir. Ancak Gazzâlî, bunu kabul etmemektedir. Çünkü müşterek lafız, umum mânası için vaz‘ olunmamıştır. Örneğin, Kur‘ lafzı hem temizlik mânasında hem de ḥayıż mânasında kullanılmaktadır. Araplar bu kelimeleri müsemmalarında, cem‘

şeklinde değil, bedel olarak kullanmak üzere vaz‘ etmişlerdir. Müşterek lafzın, müsemmalarına nispeti ve âm lafzında tek tek olmak üzere müsemmalarına nispetinin birbirine benzediği doğrudur. Fakat âm lafzın, fertlerinden her birinin müsemmalarına benzerliği cem‘ üzere, müşterek lafzın ise benzerliği bedel üzerinedir.528

Şayet denirse: Bir lafız hem hakikat anlamında, hem de mecaz anlamında kullanılıyorsa, bu lafız iki anlam birden kast edilerek kullanılması doğru mu? Meselâ nikâh lafzı nikâh akdi ve cinsel ilişki için, lems lafzı da (dokunma) dokunma ve ilişki anlamında kullanılması doğru mu? Yani “Babalarınızın nikâhladıkları kadınları nikâhlamayın.”529 âyeti, nikâh akdi ve ilişki de bulunulan bayanlar anlamında düşünülebilir mi? Aynı şekilde “Kadınlara temas ettiğinizde teyemmüm edin”530 ayeti de, aynı anda cinsel ilişki ve dokunma anlamlarında kullanılabilir mi? 531

Gazzâlî bu meselede, “Âm mâna akla daha yakın görünse de, müşterek anlamındadır.” demiştir. Şâfiî de, “lems” âyetini dokunmaya ve cinsel ilişkiye hamletmiştir. Gazzâlî’ye göre bu yorum, daha uygun gözükmektedir. Çünkü dokunmak, cinsel ilişkinin başlangıcıdır. Dolayısıyla evlilik akdiyle, ilişki de kastedilebilmiş

526 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 94.

527 a.g.e. , s. 104.

528 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 71.

529 En-Nisâ, 4/23.

530 En-Nisâ, 4/43.

531 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. II, s. 73-74.