• Sonuç bulunamadı

4. MUSA ANTER’İN TÜRKİYE VE KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ OKUMASI

4.4. ANTER’İN KÜRTLER/KÜRT KİMLİĞİ/KÜRT SİYASETİ HAKKİNDAKİ

4.4.1. Kürtler Nasıl Bir Millet

Musa Anter, Kürtlerin verili bir millet olarak, bilinen on bin yıllık tarihinden söz etmektedir. Bu bağlamda, Mezopotamya’nın en eski milleti olduğunu ifade etmektedir (Anter, 2011c: 220). Anter’in çizdiği portreye göre, Kürtler kendi coğrafyalarında, dönemin şartlarına göre gelişmiş bir sanat, edebiyat kültürüne sahiptir. Ne var ki Kürtlerin yaşadıkları coğrafyayı işgal eden diğer kavimler, bu kazanımları yok etmekle kalmamış, Kürtlerin kendilerini yönetmelerini de engellemişlerdir. Buna ek olarak yazar, Kürtlerin bilhassa Orta Asya’dan gelen göçebe Türkleri ehlileştirdiklerini savunur (2011b: 46). Keza, Anter’e göre Türkler kültürel tabiatlarına aykırı olduğu için demokrat olamazlar. Onlara bunu öğretmek de sabırlı Kürtlere düşmektedir (2011c:

268).

“Türkler nasıl demokrat olsunlar? Başkasının yurtlarını gasp etmiş, yurdun tüm ekonomik ve tarihi eserlerini yakmış ( Hülagühan’ın Bağdat tarihi kütüphanesini yakıp, Dicle’ye atması ve Babil, Asur, Urartu, eti, huni, hatti-lerden kalan tarihi kalıntıları tahrip etmesi gibi) olan bir halkın torunları, bugünkü Türkler, nasıl demokrat olsunlar” (Anter, 2011b: 46).

Anter’e göre Kürdistan parçalanmış bir heykele benzemektedir (2011a: 203). Buna göre, Kürtlerin yaşadığı coğrafya Türkiye, Irak, İran arasında paylaşılmıştır. Öyle ki tüm Ortadoğu (Türkler, Araplar, Acemler) Kürtler aleyhine çalışmaktadır.

“Görülüyor ki, 400 yıldan beri Kürdün yazgısı değişmemiştir. Bugün bile tüm Kürtler mahrum, mahkum, acılı ve çilekeştir. İran’da mahrumdur. Irak’ta acılıdır.

Suriye’de çilekeştir. Ve hele kahraman Türkiye’de hepsi mahkumdur. Yahudiler hariç Orta Doğu tarihinde Kürt halkı kadar acı çekmiş başka bir halk yoktur”

(2011b: 86).

Musa Anter, Orta Doğunun köklü halklarından biri olarak Kürtlerin, diğer devletlerin yönetimi altında ezildikleri için yani işgalci kavimler olarak nitelendirdiği Arap ve Türklerin zulmünden dolayı Kürtler bu duruma düştükleri için kaderci bir bakışla, Allah’ın adaletine isyan etmektedir (Anter, 2011b: 19).

Esasen bu kuşatılmışlık algısı, Ortadoğu’da yerleşik birçok ülkede de dile getirilen bir düşünceye tekabül etmektedir. Örneğin çevresi Türk ve Müslüman ülkelerle çevrili Ermenistan’da bilhassa milliyetçi gruplar bu düşünceyi vurgularlar (Laçiner, 2005:

151). Buna göre, tarihin en eski Hıristiyan toplumlarından biri olarak Ermeniler,

Müslüman ve Türkler tarafından yok edilmek istenmektedir ve onların hışmından korunmak için Ermeniler arasında birlik ve beraberlik ruhunun yükseltilmesi gerekmektedir. İkinci bir örnek olarak Türkiye verilebilir. Modern Türk milliyetçi düşüncesinde izlenebileceği üzere, Türk’ün kendinden başka dostu yoktur. Türkiye’nin Batısında gözü olan Yunanistan, Kuzeyde sıcak denizlere ulaşmak isteyen Ruslar, güneyde Türkiye’nin huzurunu hiçbir zaman istemeyen ve Türkleri I. Dünya Savaşı’ında sırtından bıçaklayan Araplar olduğu için birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.

Öz itibariyle, Anter, Kürtlerin kadim bir millet olarak kendi ulus-devletlerini kuramamalarından dolayı, ezilmiş ve böylece talihsiz bir topluluk olduğunu savunmaktadır. Yazarın bu fikirlerinin oluşumunda güçlü bir özcü milliyetçilik algısı olduğunu söylemek yerinde bir tespit olmalıdır. Bundan farklı olarak, Anter’in çizdiği portrenin eksik olduğunu düşündüğümüz bir yönünden bahsetmek gerekecektir.

Anter’in söylemine göre Kürtler baskıcı, akıncı, cahil, göçebe kavimlerce zorbalıkla zapturapt altına alınmıştır. Oysa bu söylemin tarihi gerçeklere uygun olduğu şüphe götürür niteliktedir. Şöyle ki, Osmanlı himayesindeki Kürdistan’ın merkezileşme çabalamalarına kadar, karmaşanın daima hakim olduğu bölgenin kısmen huzurlu bir dönemi olduğu iddia edilebilir. Öyleyse Anter’in, Kürtlerin talihsizliklerine yol açan kavim olarak gördüğü Türklerin en azından Osmanlı dönemindeki yapısının tartışma götürür bir konu olduğu söylenebilir. Keza Anter, Kürtlerin Osmanlı içindeki durumdan söz ederken, Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu’na yalnızca vergi verdiğinden bahseder ve Kürtlerin özerk yapısının korunduğunu ifade eder. Şüphe yok ki Balkanlar’da, Anadolu’da, Ortadoğu’da Osmanlı yönetimi altında yaşamış, zamanla (19. yüzyıldan itibaren) milliyetçi düşünceden beslenen toplumlar geçmişlerini yeniden kurgularken Osmanlı etkisini küçülterek ve özerk yapıyı vurgulayarak hareket etmeleri milli tarih oluşturma çabalarından biri olarak görülebilir. Yunanistan’daki milliyetçi tarihçiler (gruplar) de Yunanların Osmanlı yönetimi altında yaşamadıklarını, Mora dağlarının eteklerinde bağımsız yaşadıklarını iddia ederler.93

93Yunan milliyetçiliğinin ayrıntılı incelemesi için bkz. Ntokme, (2010: 401-424).

Anter’in milliyetçilik fikirleri siyasal bir zeminden öte bir yaşam algısı olarak tezahür etmiştir. Öyle ki Kürtlük yalnızca siyasi ya da etnik bir mesele değildir. Kendi dinleri vardır, kendi kültürü, dili, folklörü kendine özgüdür ve Kürtler tarafından üretilmiştir.94 Hatta nükteli bir dille Kürdistan’da yaşayan hayvanların bile Kürt olduklarını söyler.

Celal Bayar’ın Diyarbakır’a gelişinde kurban edilecek Doğu koçu Diyarbakırlı olmayan belediye başkanına kızmaktadır (Anter, 2011d: 30). Buna benzer olarak, Kürt olduğu için Türkçe anlamayan bir kedisi vardır (Yılmaz, 2004: 74).

Bunun yanında Anter, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçtüklerinde Kürtlerin meskun olduğu Anadolu’da sanat, bilim alanlarında oldukça gelişmiş olduklarını savunur. Ancak “dağdan gelip bağdakini kovan” (2011b:47) Oğuz Türkleri tüm bunları talan etmişlerdir. Yazara göre Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiklerinde konargöçer bir millet olarak medeniyetle tanışmamışlardı. Halbuki Anadolu’ya geldiklerinde Kürtler zaten Anadolu topraklarının meskun halkıydı.95 Bilimde ve sanatta gelişmişlerdi (2011b: 77). Hatta daha eski çağlarda kendilerine ait bir de dinlerdi vardı:

Zerdüştlük. Türkler ise kılıç marifetiyle tüm bu kazanımları yok etti. Öyle ki bunlar olmasaydı Kürtler dünyanın sayılı gelişmiş milletleri arasında olabilirdi (2011b: 78).

Anter Kürt tarihini şöyle açıklamaktadır:

“Tarihi devirler içinde diğer uluslar gibi Kürtler de birçok adlar almışlardır. Ancak Kürt ulusu, sağlam karakteri sayesinde bölgedeki diğer bazı uluslar gibi varlığını yitirmemiş, akıl almaz zulümler karşısında kimliğini bugüne kadar korumuştur.

Kürtler bu dirençlerini tarihin en eski devirlerinden beri bir nevi ataları olan Zagros dağlarına borçludurlar. Şimdi bile bütün dünyaca medeniyetin beşiği olan zagros dağlarının çocukları olan Kürt gençleri, bir çocuğun anasının kucağına yapıştığı gibi ona sığınıyorlar. Dünyaca bilinen Mezopotamya denen bölge, zagros dağlarının bir nevi bahçesi ve yeşil sahasıdır. İşte tüm uygar alemin, bilim adamlarının kabul ettiği uygarlığın doğuşu ve dünyaya yayılışı, bu dağların ve ovaların gerçek sahipleri olan Kürtlerin eseridir. Anadolu, Hitit, Fenike, mısır ve bağlantılı olarak Helen, roma ve doğuda Hint kültürü bu zagrosun sakinleri olan Kürtlerin eseridir. Yoksa uyduruk ve şoven hatta gülünç hislerle dendiği gibi;

uygarlığın beşiği ne orta asya ne de Arabistan çölleridir. Hele Asya arileri içinde en geri kalmış ve “dun” sayılan farsların da eseri değildir. Esasen bizim ari dilinde

“pars” bugün bile halk arasında konuşulan “parsekten” geliyor ki, bu parazil

“çalışmak istemeyen ve beleşten geçinmek isteyen bir nevi asalak anlamına gelir.

94Buna en iyi örnek Nevruz’dur. Anter, Nevruz’un orijinal bir Kürt kutlaması olduğu için diğer Ortadoğu devletlerinde nefret edildiğini savunmaktadır (Anter, 2011a: 22-23).

95Anter bu konuda şu sözleri kaydetmiştir: “Kürtler Oğuz yani Türk muhacirlerine sığınmış bir halk değildir. Yedi bin yazılı devirden bugüne kadar Kürtler, dağlarının bekçisidir” (2011c:

147).

Asya arilerinin diğer iki kolu yani Kürtler ve Peştular tüm tarih boyunca muhrip, çalışkan ve el emeğiyle yaşamışlardır (…) Yeni zamanlarda tarihte adları dahi olmayan ve sırf barbar ve işgalci olarak bilinen uluslar Kürdistan’a hakim oldular”

(2011c: 241).

Anter’in Türkler ve Kürt sorununu hakkındaki düşüncelerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türkler cahildi. Yani ona ve diğer Türklere Müslümanlığı ve medeniyeti öğreten Kürtlerdi. Bunun yanında Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da 18 adet Kürt prensliği vardı, neden sonra, Türklerin en iyi bildiği kılıç sallamasının önünde duramadılar (Anter, 2011b: 70). Akabinde kurulan Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Kürtler bağımsız bir biçimde yaşadılar. Osmanlı yıkılıp Cumhuriyet kurulduğunda ise Kürt sorunu başladı. Başladı çünkü Türkiye’nin kuruluşunda hata vardı. Üzerinde yaşayan birçok farklı etnik grup olmasına rağmen yalnızca Türkleri öne çıkaran bir düzen kurulmuştu. Kürtler bunu kabul etmediler.96 Zira Şeyh Sait, Dersim, Ağrı gibi birçok isyan çıkarttılar. Bu isyanların sonuncusu ise PKK’dır. Bu isyanlar sonunda Kürtler ile yıldızı bir türlü barışmayan Türkler Doğuyu fakir bıraktı. İnkar ve asimilasyon politikaları uyguladı. Anter’e göre bu ortamda ne siyaset yapmak mümkündür ne de insan haklarından bahsetmek mümkündür. Elde yapılacak bir şey kalmadığı için Kürt çocukları dağa çıkmışlardır (Anter, 2011b: 79).

Genç olsa Anter de dağa çıkacağını ifade etmiştir (Anter, 2011b: 80). Anter bu yönüyle onaylamasa da PKK ve yarattığı şiddetin meşru bir zemine dayandığını işaret etmektedir.

Benzer Belgeler